"Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmış olanlara davranışlarında gizlidir: Hayvanlara...Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır. O kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır."
Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği19 Ocak 2023 Perşembe
Olmasa Mektubun
Olmasa mektubun
Yazdıkların olmasa
Kim inanırdı
Senle ayrıldığımıza.
Sanma
unutulur,
Kalp ağrısı zamanla
Herşeyi unutarak
Yaşanır sanma.
Neydi
bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır.
Baksana
geçmişe,
Ne çok anıyla yüklü
Nerde o taverna,
Nerde sinema
Harcanmış
zamanla
Yeniden yaşanmaz ki;
Geç kaldıktan sonra
Arama boşa!
Murathan Mungan
Resim Karesi: Sevmek Zamanı Filmi,1965, Metin Erksan
18 Ocak 2023 Çarşamba
501 Numaralı Oda
Ahmet Erhan’a...
Gürültü Yapan Komşuya Mektup
Sevgili Kazım Bey’ciğim,
Hiç grev yapmadan, Pazar günleri bile çalışan, apartmanın ikinci katındaki fabrikanızdan dolayı sizi candan kutlarım. Büyük bir icat üzerinde çalıştığınızı tahmin ettiğimden, bu saate kadar kıyıp da fabrikanızın çalışmasını engellemek istemedim.
Ama böyle giderse, her zaman faal olan fabrikanızın altında çalışıp para kazanamayacağımdan, bizim aileyi de geçindirmek size düşecek.Çok uzun zamandan beri fabrikanız çalıştığına göre, bir büyük gemiyi parça parça yapmakta olduğunuzu tahmin ediyorum.
Herhalde parçaları birleştirip gemiyi yapınca hepimizi şaşırtacaksınız. Artık bugün akşam olmak üzere.
Acaba fabrikanızı bir iki saat paydos edip, biraz da benim çalışmama müsaade eder misiniz ?
Bu iyiliği bir yazardan esirgemeyeceğinizi düşünerek, size hürmet olarak imzalı bir kitabımı gönderiyorum.
En iyi komşuluk duygularımla.
17 Ocak 2023 Salı
Döner Kebap
Çaya Bisküvi Batırmanın Ayıplandığı Bir Ülkede Edebiyat Gelişemez!
Bisküviyi çaya batırmak neden bu kadar ayıplanıyor anlamıyorum. Madem onu çaya batıramayacaksınız, bisküviyi neden çayın yanında servis ediyorsunuz, öyle değil mi? Satılan bisküvilerin üzerinde o halde neden "Çayla birlikte tüketilmesi tavsiye edilir" yazıyor? Dikkat ederseniz “yan yana” demiyor; “birlikte” diyor. Tatları birlikte güzel gidiyor diye onları birlikte sunmuyorlar mı? Çay üstadı İngilizler de kurabiyeyi çayla servis ediyor; koskoca İngilizlerden daha mı iyi bileceksiniz ?
16 Ocak 2023 Pazartesi
"Her insan çocukluğuna yazgılıdır bunu öğrendim."
(...) Her insan çocukluğuna yazgılıdır bunu öğrendim. Kim belirlemişse sınırları; boynumuza takılı ilmeği koparsak, kazığımız çakılı yerde kalırdı, aidiyetimizin mezar taşı gibi.
Çocukların içinde bir vadi vardır! Vadinin yamaçlarında gizli bir mağara... Hikâyelerimiz o mağaranın duvarlarında asılı yarasalardan müteşekkil salınırlar, gece olunca hatırlanırlardı sadece.
Bir gün sınırı aşmıştım! Bunu mu istiyordum bilemeden kendimi orada bulmuştum. Öncesiz ve yalnızdım... Tanrı gibi!
Biri var. Bir yer var. Bir şeyler var. Bildim bileli içimi kanlı bir mızrak ile dürter durur...
"Git!" diyordu içimdeki; "git, kurtul buralardan..."
Yaşadığından kalanlara verdiğin anlam hikâyense eğer; ben hikâyesine nereden başlayacağımı bilemiyor; neresinde durduğumu da hikâyem bana söylemiyordu.
Ruh mağaramda saklı düzinelerce boşluk arasında; el yordamıyla baygın, boğuk, kuru komutlar duyuyor... Sarkıtlarımdan korunup, dikitlerime dolaşmadan ilerleme çabasındayken deniz kabarıyor... Denizyıldızları gibi sahilin kıyısına yol alıyor, sular çekildikçe kuruyarak sığlığımda boğuluyordum.
Dalga boyu salınan yosun gibiydim bazı zamanlar. Köksüz ve toprağına uzak, derinliğinden kopuk deviniyordum ortalık yerde. O kadar çoktuk ki kumlara serilerek ya da kümelenerek toplaşır ve kokuşurduk aynılıklarımızda... Bazen de kıyıya vuran balıklar gibi çaresizliğimize kaçıyor; intihar mı, zehir mi, korkunun eceli mi; belirsiz bir not düşülüyordu defin kağıtlarımıza...
Öylesine unutulmuş, eski, kavruk bir sandalın hikâyesinden hazin seyre dalardım uzakları. Kendimize gidemiyorsak, neye benzediğimiz kimin umurunda! Pas kokulu hurdacı dükkânında arandığında bulunamayan, tarifi imkânsız kilit gibi anahtarım kayıptı. Bazen kendi toprağını arayan tohum misali sürüklenmekten yorgun; nerede yeni bir yaşam bulacağına karganın becerisinin karar verdiği cevize benzemek kader sayılırdı bu topraklarda!
"Böyle miydi eskiden!" Kolay laf... Bazen bitpazarına nur yağar, gözler kamaşır, tuttuğun sana yakışırdı. Kimi zaman işporta tezgâhında kilo işi umutlar karıştırılır, alanın elinde kalır, satan geri almazdı. Ne hoş ama! "Çıkmayan candan umut kesilmezken can çıksa da huy kalırdı!"
Bir gün sınırı geçememiş olsaydım; sınırlı yaşam formu ile sınırsız umut vaadini beklemek ve aynı plağı dinlemekle geçecektim köprüleri...
"Yol bir; sürek binbir!" diye itirazları duyar gibiydim. Kendi yolunu bulamamışların bedeni ile aklı çatışır olduğunda, eline bir maymuncuk tutuşturmak yeğdir. Maymuncuğu kuyuya düşmüşlerin çaresizliğinde bakınıp kalmıştım yıllarca...
Mehmet Ali Canikli, Siyah Beyaz Düştü Sevdalar, S.14-15
Beni Unutma
Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma
Çünkü
ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma
O
saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yâr
Senin de başında o çılgın rüzgâr
Deli deli esiverirse bir gün
Beni unutma
Ben
ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma
Halâ
duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma
Büyük
acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma
Ümit Yaşar Oğuzcan
Resim Karesi: Zerkalo (The Mirror), Andrei Tarkovsky
13 Ocak 2023 Cuma
Bilmemek: Kundera'nın 'göçmen'leri
Milan Kundera’ya göre Çeklerin tarihi yirmi sayısının üç kere tekrarından doğan bir matematik hesabıyla şekillenir. Yüzyıllar süren sömürgelikten 1918’de kurtulurlar. Bu yıl, bağımsız devlet oldukları tarihtir. Tam yirmi yıl sonra, 1938’de tekrar işgal edilirler. 1948’de, “Moskova’dan ithal komünist devrim”, ikinci yirmi yılı başlatır. 1968’de ise Çeklerin “küstahça özgürleşmesiyle gazaba gelen Ruslar beş yüz bin askerle ülkeyi işgal eder.” Yazara göre Sovyetlerin Çek topraklarına yerleşmesi bir seneyi bulur. Üçüncü yirmi yıl ise 1969’da başlar ve 1989 yılında, komünist rejimlerin çökmesiyle sona erer.
Kundera, Bilmemek ismini verdiği kitabında karakterlerinin geçmiş hikâyelerini işte bu denklem üzerinden kurar. Irena ve Josef, birbirlerine çok kısa bir süre, bir barda arkadaş ortamında denk gelmiş ve o gün tanışıp sohbet etmiştir. 1960’lı yılların ikinci yarısında, henüz Çek topraklarındayken geçen bu kısa hikâye, Irena’nın aklında yer eder. Josef’ten etkilenmiştir ama hayatında başka biri vardır ve bir an önce hayatında olan kişiyle birlikte ülkeden çıkmak ve iltica etmek zorundadır.
Fransa’ya giden Irena evlenir ve kısa süre sonra iki çocuğu olur. Ancak hayatındaki kişi vefat eder. Irena, geriye dönmeyi kafasından atmıştır ancak Fransa’da da tutunması zor olur. Ağır beden işçiliği yapar. Derken, ülkesinde aldığı Rusça eğitimi ve kısa süre içinde Fransızca öğrenmesi, önünü açar, çevirmenlik yapmaya başlar. Kundera, Irena’nın Fransa’da kendini yabancı hissetmesini, anlaşılamamasını şu gözlemi yaparak dile getirir. “Ellili ve altmışlı yıllarda, komünist ülkelerden gelen göçmenler Fransa’da pek sevilmezdi. Fransızlar o dönemde tek felaket olarak faşizmi görüyorlardı. Ancak altmışlı yılların sonunda ve yetmişli yıllar boyunca adım adım komünizmi de bir felaket olarak kavramaya karar verdiler, her ne kadar daha alt dereceden bir felaket, şöyle diyelim, iki numaralı felaket olarak olsa da.”
SIĞINMACILIK
Kundera, bu bağlamdan yola çıkarak sığınmacılık olgusuna değinir. Ona göre, sığınmacıların tamamı geceleri uyurken aynı rüyayı görür. Gündüzleri her şey yolunda gibidir sanki. Terk edilen ülkeden güzel manzaralar sık sık akla gelir. Bu zihin oyunu, hasret ve özlem gibi duyguları doğursa da, temelde kötü ve olumsuz değildir, yazara göre. Negatif olan başka bir şeydir… Sığınmacıların her sabah uyandıklarında birbirlerine ülkelerine dönmenin dehşetini anlattığını söyleyen Kundera, Irena özelinde bu durumu, “Önce, birbirini tanımayan insanların bu gece kardeşliği karşısında duygulandı, daha sonra ise biraz sinirlendi: Nasıl olur da bir düşteki mahrem deneyim kolektif olarak yaşanabilirdi?” sözleriyle dile getirir. Yazara göre “sığınmacılık rüyası”, 20. yüzyılın ikinci yarısının en garip olgularının başında gelir.
Aradan yirmi yıl geçtikten, Prag Baharı yaşandıktan sonra Irena, o tarihte hayatında olan kişi sayesinde Prag’a gitmeye karar verir. Artık her şey değişmiştir. Henüz Paris havalimanında bir başınayken, Josef’i görüverir. Sadece tek bir akşam, bir arkadaş ortamında gördüğü Josef’i hemen tanır ve yanına gider. Josef de Danimarka’da yaşayan bir göçmendir ve ülkesine –tıpkı Irena gibi- kısa süreliğine bir ziyaret gerçekleştirmek ister. Onun da başında türlü hikâyeler geçmiştir. Karısını kaybetmiştir. Sürgünde bir başına kalmıştır.
Bu andan sonra, baştan beri Irena’yı takip eden “kamera”, Josef’in peşine takılır ve odakta o olur. Abisiyle, Çek topraklarıyla, Çeklerle olan ilişkisi okura yansıtılır. Aslında, o gün havalimanında karşılaştığı Irena’yı tanımamıştır bile. Ama güzelliğine, yıllar sonra Çekçe konuşan o kişiye kapılıp gider.
İkili, Çek topraklarında kendi kişisel geçmişleriyle yüzleşme çabasına girdikten sonra bir otelde buluşur ve –Irena’ya göre- yarım kalmış hikâyeyi tamamlamaya koyulur.
Kundera, Bilmemek’te sık sık Odysseus’a atıfta bulunur. Göç etmenin, yolda olmanın, sonu bilinmeyen bir maceraya atılmanın, savaşın ve barışın bu gözde yapıtı, yazar için hikâyesini besleyen en güçlü motiflerden birini oluşturur. Yapılan mitolojik göndermeler, Kundera’nın yarattığı karakterlerin duygu-durumlarını ustaca ortaya çıkarırken, mekân ve insan arasındaki ilişkinin de altı kalın çizgilerle çizilir.
Bilmemek için Kundera’nın, kendi kişisel yaşamından yola çıktığını da söylemek mümkün. Zira Kundera da tıpkı Irena ve Josef gibi hemen aynı tarihlerde Çek topraklarını terk etmiş ve –Irena gibi- Fransa’ya yerleşmiştir. Her iki karakterin de hissettikleri, Kundera’nın içinden dökülmüş sözcüklerle karşılık bulur: Başkalarını ve kendini inandırmak istediği şeye bakılırsa, o ülkesini boyun eğmiş ve alçalmış olarak görmeye katlanamadığı için terk etmişti. “…bununla birlikte Çeklerin çoğu da kendilerini resmen onun gibi köleleştirilmiş ve alçalmış hissediyordu…”
BELLEK
Yabancılaşma, göç, yalnızlık, yurtsuzluk ve ait olamama gibi olguların yanında, Kundera’nın kitabının bir diğer tartışması da; bellek. Kundera, bu kitabında bu kavrama sık sık başvurur. Belleğin, yaşanan hayat zamanı ile zihinde stoklanan hayat zamanı arasındaki sayısal ilişkiden yola çıkarak anlaşılabileceğini söyleyen yazar, bu durumun insanın özüne ait olduğunu dile getirir. "Eğer biri, yaşadığı her şeyi belleğinde tutabilseydi, herhangi bir anda geçmişinden herhangi bir bölümü hatırlayabilseydi, insanla hiçbir ilgisi olmazdı; ne aşkları, ne dostlukları, ne öfkeleri, ne bağışlama ya da öç alma özellikleri bizimkilere benzerdi."
Soner Sert
Milan Kundera, Bilmemek, Çeviri: Aysel Bora
Gazete Duvar'dan Alıntılanmıştır
22 Aralık 2022 Perşembe
Beş Kuruşa Aşk Şarkıları
Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda
kalandı çok eski günlerden
bir bana yetsin, hıncımı arttırsın
aşkımı pekiştirsin diye sevince.
Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde
gidilmemiş bir saklı deniz sandım.
Kıpırdamazdı yapraklar geceyle
tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak
bana neydi gülmeler, şarkılar
otobüs durakları, alandaki kalabalık
geldi durdu, alana merhaba dedim.
Bir göz bozgundur yerine göre
vururdu pencereme rüzgâr,
ben hep öyle bir gözdüm
çığlığını kendine saklayan.
Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda,
çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi
apansız geliverdi sokağıma.
Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
Hıncım bana kalsın diyorum
çünki ben bu kenti kendimde büyüttüm
bir barbarın vahşi ateşiyle,
çünki yapılarının taşında onulmazlığım
çünki şarkılar kanımın bedeli.
En sevdiğim kelimeler gibisin
örneğin öfke gibi
hani bir zamanlar
dağda ve sokakta açan.
Örneğin umut gibi
günde, gecede yitip durduğumuz
zeytin dalını dal eden.
Örneğin aşk gibi
denizlerin üzerinde yürüten.
Örneğin kavga gibi
yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan
kayaları yumuşatan kavga gibi.
Denizler benim kadar kıpırdayamaz
bak şimdi parklardayım
bir çocuğun menevişli gözlerinde.
Hüzünleri bırakmanın günü
günü çığlığı olmak dünyanın,
hüznümü iki kat ediyor ama
gecede alnıma dayalı alnın.
Ahmet Oktay
Fotoğraf: Nurcan Azaz
20 Aralık 2022 Salı
Barış Koyun Çocukların Adını
birdirbir, uzun eşek, körebe
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
oyun sözcüğünün halkların dilinde
(Oyun koyun çocukların adını)
Savaşa karşıdır bütün çocuklar
kışın: kar altında her sabah
tükenip erise de solgun nefesi
yazın: göğsü sırmalı fabrikalarda
çarkları döndürse de yoksul alevi
savaşa karşıdır bütün çocuklar
nice ölümlerden geçmişlerdir
nice rüzgârlar içmişlerdir
gelincik tarlası çocuklar
(Emek koyun çocukların adını)
Gökyüzünün penceresinden şimdi
bir kuş havalansa
kanat çırpınışlarında
hayatın yağmalanmış sevinci
- Kuş uçar rüzgâr kalır
(Sevinç koyun çocukların adını)
Uzay denizlerinde şimdi
bir balık ağlasa
gözyaşı billurlarında
yüz bin umut kıvılcımı
- Alev uçar nazar kalır
(Umut koyun çocukların adını)
Çocuk bahçelerinde şimdi
bir çiçek açsa
hüzün sevince dönüşür
sevinç çiçeğe
- Ölüm uçar çocuklar kalır
(Mutluluk koyun çocukların adını)
Barıştan yanadır bütün çocuklar
sabah: kuşatılmış bir toplama kampında
ayrılığın tepsisini okşasa da elleri
aksam: yıldızların mor orağıyla
sessizliği devşirse de yetim öksüz sesi
barıştan yanadır bütün çocuklar
nice çığlık emmişlerdir
nice korku gezmişlerdir
yürekten hisli sevmişlerdir
güvercin harmanı çocuklar
(Devrim koyun çocukların adını)
Barışı sever bütün çocuklar
beştaş, saklambaç, elim sende
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
barış sözcüğünün halkların dilinde
(Barış koyun çocukların adını)
Refik Durbaş
Fotoğraf: Nurcan Azaz
Peynir Kuşu / 169.Ada
Şehir içimde, gökyüzü denizin altında.