Üvercinka Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üvercinka Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2025 Çarşamba

Nuh'un Gemisi

    Tek tanrılı üç dinin kutsal kitabında da anlatılır Nuh'un hikâyesi. Yeryüzü sularla kaplanınca Nuh peygamber, karısı, üç oğlu ve üç geliniyle birlikte yaptığı dev gemiye binerek bu yıkıcı tufandan kurtulurlar. Dev gemiye her hayvanın erkeği ve dişisini de almışlardır. Böylelikle gemidekiler sayesinde insanlık ve hayvanlar âlemi yok olmaktan kurtulmuş ve yeniden üreyip çoğalmıştır. Nuh'a "Adem'den sonra insanlığın ikinci babası" denmesi de bundandır. 
    Irkların ortaya çıkışı da Nuh tufanıyla açıklanır. Nuh'un oğullarından Sam, Arabistan yarımadasına gider ve Ortadoğu halklarının ortak atası olur. Yafes, Asya kıtasına gider ve Asya halklarının atası olur. Ham ise Afrika'ya yerleşir, siyahilerin atası olur. Bu söylencede en çok dikkat çeken Ham'dır. Zira söylenceye göre Ham, babası Nuh'u çıplak olarak görüp güler. Nuh da ona beddua eder. Afrikalıların siyah derili olması bu bedduaya dayandırılır.
    Sunay Akın'a göre Nuh'un gemisiyle aylar süren seyahati, "tarihin en renkli yolculuğu"dur. Rivayete göre Nuh bu yolculuğun yapıldığı gemiyi servi ağacından yapar. Tahtaların arasından içeri su sızmasın diye içeriden ve dışarıdan ziftlenmişti. Gemi, bir katı insanlara, bir katı evcil ve yabani hayvanlara ve bir katı da kuşlara ayrılmış olarak üç katlıydı. Bazı kaynaklarda geminin altı katlı olduğu yazar. Geminin her katında ışık ve havalandırma için pencereler vardı. 
    Kaynaklarda geminin boyutlarıyla ilgili değişik bilgiler verilir. En sık kullanılan bilgilerse geminin uzunluğunun 300 arşın (135 metre), genişliğinin 50 arşın (22,5 metre) ve yüksekliğinin de 30 (13,5 metre) arşın olduğu bilgileridir. 

    Nuh'un Gemisi'ndeki hayvanlarla ilgili söylenceler:
    13. yüzyılda yaşamış olan İran kökenli Arap yazar el-Kazvanî'nin günümüze kadar ulaşan Acaib el-Mahlukat ve Garaib el-Mevcudat (Acayip Yaratıklar ve Garip Varlıklar) adlı eserinde Nuh'un Gemisi'yle ilgili bir söylence geçer. Zeki Tez'in, başucu kitabı niteliğindeki mükemmel eseri Mitolojinin Kültürel Tarihi kitabında aktardığı söylenceye göre Nuh'un Gemisi'nde hayvan dışkıları çoğalınca, tanrı, Nuh'a filin kuyruğunu çekmesini söylemiş. Nuh peygamber filin kuyruğunu çekince filden biri erkek biri dişi iki domuz çıkmış. Bunlar gemideki hayvanların pisliklerini yiyerek çevreyi temizlemişler. Domuzun burnunu okşayınca burun deliklerinden iki fare çıkmış. Fareler geminin tahtalarını kemirmeye başlayınca tanrı Nuh'a aslanın iki gözü arasını ovalamasını söylemiş. Sonunda aslan hapşırınca aslanın burun deliklerinden, aslana benzeyen hayvanlar olarak biri erkek biri dişi kedi çıkmış ve bunlar farelere saldırmışlar. 
    Söylencelerden eşek de nasibini almıştır. Gemiye binmesi yasaklanan şeytan, eşeğin kuyruğuna tutunarak gemiye binmeyi başardığından, eşek uğursuz sayılmıştır. 
    Avustralya kaynaklı bir anlatıma göre, gerçekte Nuh'un üç gemisi vardı. Biri dinozorlarla, diğeri nesli tükenmiş hayvanlarla dolu olup bunlar aşırı yük nedeniyle batmışlardı. Nuh'un da bulunduğu üçüncü gemi ise kanguru gibi keseli hayvanlar sayesinde havayla dolup şişmiş bot gibi olduklarından batmamış ve tufan sonrası Avustralya'ya inmiştir. 

    Nuh'un Gemisi nereye indi?
    Dünyada, Nuh'un Gemisi'nin indiğine inanılan ve kutsal kabul edilen birçok dağ var. Bunların çoğu Ortadoğu'da, özellikle de Anadolu topraklarındadır. 
    Süphan, Nissir, Cilo ve Cudi dağlarının yanı sıra, Nuh'un Gemisi'nin doruğunda yer aldığına en çok inanılan dağ Ağrı Dağı'dır. Bu söylenceler bilimsel çalışmalara da kaynaklık etmiş, zaman zaman Ağrı Dağı araştırmacıların ve maceraperestlerin akınına uğramıştır. 
    Sunay Akın'ın Bir Çift Ayakkabı kitabında verdiği bilgilere göre Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'ndaki izinin görüldüğü fotoğraf, harita çalışması için dağın üstünde uçan bir uçaktan, o sırada askerlik görevini yapan ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler tarafından çekilmiştir. Ancak bu fotoğrafı yorumlayarak geminin varlığını ortaya atan, harita uzmanı Yüzbaşı İlhan Durupınar'dır. Durupınar şunları söyler: "11 Eylül 1959 Cuma günü çalışmalarım esnasında, Doğubayazıt civarında mezkûr mıntıkanın haritasını yaparken lavlara gömülmüş hakikaten enteresan bir şekle tesadüf ettim. Bu şekil vadide sel ve lav yatağındaydı. Fakat bir kenarını da kısmen lavlar örttüğü için uzun araştırmaların sonunda bu oluşumun lav akıntısından da önce var olduğu kanaatine vardım. Aldığım ölçülerde boyunun 150, eninin 50 metre, yüksekliğinin de dıştan, lavlardan itibaren de 6,5 metre olduğunu gördüm. Bölge Ağrı ve Tendürek etekleriydi. Derhal aklıma Nuh'un Gemisi geldi. Mıntıka ve estetik bakımından bir uygunluk vardı. Sonra düşündüm: Acaba sulara dayanan bu gemi sonradan lavlar tarafından tahrip edilemez miydi? Herhalde edilmedi. Pompei harabelerinde de küllerin muhafaza ettiği ve taşlaştırdığı, yüzünün ifadesi dahi bozulmamış insan cesetleri bulunmamış mıydı?" 
    Nuh'un Gemisi'nin Şırnak'taki Cudi dağına indiği de yaygın rivayetlerden biridir. Şırnak'ın asıl adının "Şer Nok", onun aslının "Şehr-i Nuh" (Nuh kenti) olması gelenekten gelen bir kanıt olarak kabul edilmektedir.
    Tufan olayı dünyanın birçok mitinde de geçer. En bilineni Sümerlerin Gılgamış Destanı'dır. Gılgamış, ölümsüzlük arayışları sırasında tufandan yaptığı gemi sayesinde kurtulan Utnapiştim ve karısını bulup onlara ölümsüzlüğün sırrını sorar. Bir başka tufan miti Antik Yunan'dadır. Zeus insanları büyük bir selle cezalandırır. Selden yalnızca Prometheus'un ölümlü oğlu ve gelini kurtulur. Çünkü Prometheus, oğlu Deukalion'u uyarmış ve gemi yapmasını söylemiştir. Bu mitin devamında insanlık Deukalion ve karısı sayesinde tekrar dünyaya yayılır. Bunlar dışında da Hint, Çin, Avustralya, Meksika ve Avrupa mitlerinde de tufan anlatılarına rastlanır.

Olcay Bağır, Üvercinka Dergisi, Mart 2021, S.23



12 Nisan 2025 Cumartesi

Yitik Bir Ömür Hikâyesi: Özet

Ne sihirli bir sözcüktür bakakalmak
Hasrete doğru giden bir trenin ardından
Ahşap panjurlu o evin köşesindesiniz diyelim
Elektrik direğinin yanında duruyorsunuz siz de
Elinizde bir demet çiçek
Cebinizde de Park'ta kitabı Marguerite Duras'ın
Karşıda bakkal Ömer Amca
Size bakakalıyor saklandığınız utangaç kuytuda

Ne ışıltılı bir sözcüktür bakakalmak
Kalkan bir geminin ardından
Kollarınızı açmışsınız iki yana diyelim
Rüzgârda saçlarınız uçuşmuş dalga dalga
Çok uzaklarda gözleriniz
O çocuk da tutuyor sıcak ellerinizden
Titanik'tesiniz, mutluluk tavan
Güvertedeki alkışlar arasında
Nazarın eşiğindesiniz
Batmak üzere lüks kamaralar
Dans ediyor etekleriniz

Ne anlamlı bir bakıştır bakakalmak
Belirsiz bir yolculuğun ardından
Dağlar, ovalar geçeceksiniz diyelim
Yara bere içinde kalacak elleriniz
Çocuklarınız
Bir oğlan bir kız kollarınızda
Nefesiniz kesilecek çıkarken yokuşu
Yorgun, sarhoş ve huzurlu görünüyorsunuz
İmrenerek bakıyor komşular
Artık en harlı ateşte bile ısınamazsınız
Buz gibi de donmuş kalbiniz

Bakakalmak nereden baktığınıza bağlı
Bütün kuruyan çiçeklerin ardından
Kollarınız da bahardan çıkar, ürperir diyelim
Ve art arda yıkılır fildişi kuleleriniz
Kimse kalmamıştır geminin güvertesinde
Alkışlar ağıtlaşır, saçlarınız uçmaz olur dalga dalga
Anılar romanlaşır, her cebinizde bir Attila İlhan

Bakakalmak kadardır yarım yüzyıl
Bakakalmak bir kartal gibi donmuştur diyelim uzaklara
Gemiler geçer, trenler de ardından
Bacasından kara isi çöker gözlerinize
Bitmek bilmez dağlar ovalar
Geminin de batar güvertesi derin denize
Siz denizin içinde yosun tutarken
Bir çift göz buğulanır, acıtır içinizi
Ansızın yakalandığınız suyun girdabında

Ne sihirli bir sözcüktür bakakalmak
Yaralı bir rüzgârın ardından
Kokusu da siner diyelim avuçlarınıza
Dudaklarınızsa titrer ağlarken
Kafe Teras'ta beklersiniz umudu
Bir sandalye karşınızda siz konuşurken
Tutar sıcak dokunuşuyla elinizden
'Gözleri, dişleri ve ak pak gerdanıyla
Ne güzel komşunuz olur Fahriye Abla'
Saçaklarından akar hayatın pişmanlıkları
Ayaklarınıza dolanır masanın altından
Birikmiş tortusunu bulursunuz
Gözlerinizden akan yaşların
Bakakaldığınız akşamın hüznü dolar bir yandan

Dibi görmektir bakakalmak
Güneş de bırakır diyelim sizi ardından
Karanlık deliktesiniz el yordamıyla
Şaşkın, endişeli, ürkek
Anılar da çıkar kış uykusundan
Fiyakası da bozulunca iskalanmış günlerin
Acıtmak için içinizi
Kalbinizin en derinine batırır iğnelerini
Bakakalırsınız, anılar dökülür kitap sayfalarından
Geride bölük pörçük, çalakalem tutulmuş notlar
Işıkla parlatırım hayallerimi
Ölümü bir başka dizede bırakır giderim
Bu tesbih böceği yeşil dallar arasında
Bir boyalı kuş olarak doğdu

Tuncer Gönen, Üvercinka Dergisi, Mart-Nisan 2024, S.2


5 Nisan 2025 Cumartesi

Sur ve Sır

düzlüğe çıkar dipteki kendini
ve sarkıt o boşluğa
anlatmak için biriktirdiklerini,
çökecek bir gün işte
ayaklarınla birlikte o toprak
söylediğin bütün sözler gömecek seni

kurşundan yaralar taşı bana
büyüsün bir iklimin uğultusuyla
dökülecek ağırlık üstümüze,
kalsın tortusu bütün gelgitlerinin
bütün uykulardan bir uykuda
büyüsün dağılışı kaç bin yıllık teninin

surların dilinde katılık
yıkıntılar içinde bir demir parçası
duvarını arayan paslı bir akrep
geçmiyor ki ırmaklar aksın
ellerinin serinliğinde
düşündüm ve köreldim dışa doğru
içime karşı hep keskin

ellerinle kuşlar getirdiğin
bir yük taşıyorum
ayın ışığından biriken
eskiden kalma bir gül bahçesinden
göğsümden iliklerime doğru
bir kaktüs yol alıyor
susadım el uzat bana

surların dilinde katılık diyorum
geçit vermiyor koşusuna ağıtçıların
ölüm yok lakin ölen çok
akmıyor diyorum ırmaklarımız
sesini dinle koşusu engellenen ağıtçıların
ama yüzlerine bakma sakın diyorum
susadım kuruyan ırmaklarımızda
yatağımız denizden çok uzak
keskinim içime karşı diyorum
büyüttüğüm kaktüs bundan

Gökhan Reyhanoğulları, Üvercinka Dergisi, Mart-Nisan 2024, S.5

Fotoğraf: Orhan Köksalan


3 Nisan 2025 Perşembe

Gece Bıçağın Ucunda

bir adım sonra ıhlamur çiçek açacak,
yüzümde esmerliğin.
yeni dünyalar, hanımeliler,
gülhatmiler ellerimizden tutacaklar
daha çok parlasın diye yüreklerimizdeki cevher.
daha insan olalım,
daha ağlayalım, daha gülelim diye...

çoğu kez anılar da düşler gibidir.
ha unutuldu ha unutulacak.
duvardaki çentik izleri olmasa
uzun soluklu beklemeler silinip giderdi
zaman ırmağının dağdağalı deltasında.
eteklerini sürüyerek ve yavaş yavaş
/ o kadar yavaş ki hiç gitmiyormuş gibi/
terk edişi bizi günlerin...

deniz kızları mı desem,
tek boynuzlu ve kanatları şeker pembesi atlar mı?
bir masal var dilimizde yarım kalan.
peri kızı ile babil kralının öyküsü...

gece bıçağın ucunda,
şah damarı kesilmek üzere.
bahçemizdeki incir fidanını sulayacak az sonra kar
en uzak ülkelere giden göçmen bulutlar,
tahta bacaklı korsanlara tutsak.

sen bir parşömene resim çiziyorsun,
antik kentler çağırıyor adımızı.
parmak uçlarım yorulmuş,
öykümüzü yazmaktan.

hiç kimsenin umurunda değiliz oysa.
herkes kendi karamsar öyküsünü yaşıyor.
ırmaklar yan yana ve uzak,
haritalar ölü seyyahların yalanlarıyla kirlenmiş.

Hatice Eğilmez Kaya, Üvercinka Dergisi, Mart-Nisan 2025, S.11


İzleyiciler