W.H.Auden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
W.H.Auden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2024 Cuma

İkaros Kimin Umurunda!

 


Yunan mitolojisinde bir İkaros söylencesi vardır: «Labirent» sözü sık sık kullanılır ya, doğrusu «labyrinthos» tur onun, Girit adasında, içine girenin kolay kolay çıkış yolunu bulamadığı büyük bir yapıydı. İşte bu yapının özelliğinden ötürü, içinden çıkılamaz sorunlar için de kullanılır o sözcük, Girit kralı Minos yaptırmıştı labyrinthos'u. Bir gün oraya Daidalos ile oğlu İkaros'u hapseder kral Minos. Daidalos yontucu ve mimardı, labyrinthos'u da o yapmıştı. Yontuları canlı idi. Yaptığı inek yontusunun içine kralın karısı Pasiphae girmiş de kendini kutsal boğaya vermiş. Ondan kızmış kral Minos, onu oğlu ile kapatmış Labyrinthos'a. Baba oğul ne yapacaklarını şaşırırlar, odalar koridorlar, gir çık gir, başlarını döndürür. Fakat kralın eşi Pasiphae onları kurtarır labyrinthos'tan. Baba ile oğul omuzlarına balmumu ile tutturulan kanatlarla uçarlar. Babası, İkaros'a çok yükselmemesini öğütlemişti, fakat İkaros meraklı bir çocuktu, babasının bu öğüdünü dinlemedi, daha yükseklere çıkmak tutkusu bürümüştü içini. Böyledir insanoğlu, yerinde, sırasında durmasını bilmez çoğun. Timur ölürken, Tanrıların göklerini fethetmek istediğini söylemiş derler ya, onun gibi işte. Derken ikaros güneşe çok yaklaşınca balmumu erir, kanatsız kalan genç, Sisam adasının orada denize düşer, boğulur.

Eski ozanların bütün işleri söylenceleri (mitosları) dillendirmek olduğu için, bu öykü de onların gözünden kaçmamıştır. Ünlü Lâtin ozanı Ovidius «Değişmeler» adlı yapıtında İkaros'un şiirini de yazdı. Denebilir ki bu öykü Ovidius'un yapıtından yayıldı en çok. Herkes ona çeşitli anlamlar yükledi. Takma kanatlarla havalarda yükselen İkaros, uçak buluşunun ilk deneyimi sayılır bugün.

Çünkü bütün mitoslar gibi, labyrinthos söylencesi de çok yanlı yorumlara elverişli bir yapıdadır. Ama İkaros'un başından geçenler, nedense en çok ressamların ilgisini çekmiştir. Eski çağ sanatından beri bu konuyu işleyen, birçok yapıt kalmıştır günümüze. Albani'nin Roma'da bulunan Helenistik kabartmasından tutun da, Donatello gibi büyük yontucular, Tinteretto gibi, Rubens gibi büyük ressamlar bu konuyu işleyen yapıtlar bırakmışlardır. Ama bunların içinde en ünlüsü, Bruegel'in yaptığı, şimdi Brüksel’de bulunan «İkaros'un Düşüşü ve Peyizaj» adlı tablodur. Resimlerinde ayrıntılara çok büyük önem veren bu büyük, eşsiz usta, İkaros'un düşüşünü de yine o biçemle (üslûpla) işlemiştir. Onun resimlerine bakmak, bilindiği gibi, kişinin çok vaktini alır; bir izlenimle, bir duygulanma, bir düşünce ile yetinemezseniz. Merakla bir köşeden öbür köşeye nerdeyse santim santim gözden geçireceksiniz tabloyu. Neler bulur insan, neler! Bu resimde de öyle işte, İkaros bir limanda denize düşmüş, yeni düşmüş daha, bacakları suyun üstünde... O sırada bir gemi kalkıyor limandan; kıyıda, bir tepede, bir çoban, sopasına dayanmış, koyunlarını otlatıyor, arkası dönük İkaros'a, daha beride bir köylü tarlasını sürüyor... Saymakla bitmez derler a, kısacası, bildiğimiz dünya, herkes kendi işinde gücünde, İkaros kimsenin umurunda değil...

Derken konu, modern bir İngiliz ozanında yepyeni bir yorumla kendini gösteriveriyor. W.H. Auden (öleli birkaç yıl oldu) çağdaş İngiliz şiirinin en büyük temsilcilerinden biri sayılır. İngilizler, Eliot'tan sonra genellikle onun adını ileri sürerler, öylesine severler onu. Amerikan ve İngiliz ozanlarından derlenme şiirlerle oluşturulmuş «Modern Verse» adlı antolojide. Auden'in «Musée des Baux Arts» adlı şiirini görünce çok ilgilendim. Geçen yıl sinemalarda gösterilen «Dünyaya Düşen Adam» adlı filmde de sözü geçmişti bu şiirin. Düşündüm, demek dedim kendi kendime, eski çağdan beri bu konu elden ele geçiyor. Auden, şiirini Bruegel'in resminden çıkarmıştı, resimde görünenleri anlatıyordu ve düşündüklerini başka örneklerle veriyordu. Bu şiirin üstünkörü bir çevirisini vereyim:

“Hiç yanılmadı acı konusunda / Eski ustalar: Ne iyi anladılar / Acının insandaki yerini; nasıl oluşur /Biri yemek yerken, açarken pencereyi, ya da dolaşırken dalgın; / Nasıl yaşlılar saygı ile, tutku ile beklerken / Şaşırtan doğumu, hep bulunur bunu umursamayan / Çocuklar, kayarlar ormanın kıyısındaki buz tutmuş gölde, / Hiç unutmadı eski ustalar / Bir yanda korkunç işkenceler sürüp gider / Bir köşede karmakarışık bir yerde / Köpekler köpekliğini sürdürür ve işkencecinin atı / Vurur saflığının çiftesini bir ağaca.”

“Bruegel'in İkaros'unda da örneğin; Nasıl her şey sırt çevirir / Kayıtsızca kedere; çiftçi duymuş olmalı / Sudan çıkan sesi, acı çığlığı / Ama bu önemli bir başarısızlık değildi ona göre, güneş parlıyordu / Yeşil suda yiten beyaz bacaklarda; / Ve pahalı zarif gemi görmüş olmalı / Çok şaşırtıcı bir şey, gökten düşen bir çocuk, ama gideceği bir yer vardı geminin, sessizce çekip gitti.”

Önce şunu belirteyim, bir mitosun yontucudan ozana, ozandan ressama, ressamdan yine yontucuya, ondan yine ressama, ressamdan yine ozana yeni yorumlara uğrayarak geçişi bana çok ilginç gelmektedir. Yeni bir konu yaratmak sanatçı için ille de gerekli sayılmamalı. Masal, ona bakışımıza göre, bize istediğimizi verir. Göklere yükselme mitosunun Bruegel'deki ayrıntıları, bakın, bir İngiliz ozanına neler esinlemiştir. Auden, gökten düşen çocuğa o görüntü içinde kimsenin aldırmamasından ürkmüş gibi; bunca önemli bir olay vız geliyor oradaki çobana, köylüye ve kalkan güzel gemidekilere. Ama burada durmuyor ozan, yine resimlere bakarak (ama hangi resimler olduğunu söylemiyor onların), bir işkenceci, işkencesi başında işini görürken, atının, köpeğinin nasıl kendi dünyalarında olduğunu söylemek zorunluluğunu duyuyor. İşte insanlar da çoğu zaman o atla, köpek gibidirler. Burunlarının dibindeki işkenceyi, zulmü, baskıyı görmezler, görmek istemezler, başlarını çevirirler, kendi işlerine dalarlar. Alanı daha genişletirsek, daha büyük karşıtlar bulup şaşırırız; Bir yanda savaş, kıyım, kırım; öte yanda düğün dernek. Yaşam, kuşbakışı, bakılınca, Bruegel'in resimlerinde gösterdiği gibidir. Bu yüzden değil midir onun kalabalıkları resme sokması? Ve bunu, bu inceliği yakalamakla İngiliz ozanı Auden ne büyük bir acıya parmak basmıştır! “Hiç yanılmadı acı konusunda eski ustalar!”

Resme bir daha, bir daha bakıyorum; zavallı İkaros'un yalnızca bacakları görünüyor. Gökten bir çocuk düşmüş, değil mi? Kimse umursamıyor. “Bencillik” mi diyeceksiniz? Yoksa onun yerine, “İnsanlık işte budur” sözlerini mi koyacaksınız? Benim asıl merak ettiğim şu: Baba Bruegel'in ve ondan esinlenerek acıyı olağanüstü bir ustalıkla ortaya çıkaran Auden'in bu sorulara verecekleri yanıt ne olurdu? Onlar bize gerçeği göstermekle mi yetindiler? Başka bir deyişle, yaşamın gerçek panoramasını?

Cahit Sıtkı Tarancı, bir şiirinde, “Tek şikâyet ölümden olsun” demişti. Öyle bir toplum düşlüyordu ki, orada kimsenin yaşamdan bir yakındığı olmayacaktı. Ama ölümü niçin bir yana ayıralım? İkaros boğulurken umursamamayı olağan mı göreceğiz? Yalnız başımıza öldüğümüz doğrudur, biz ölürken en sevdiklerimiz bile yanımızda bulunmak istemezler. Peki, yaşarken de öyle değil mi? Acılara da tek başımıza katlanmıyor muyuz? İş böyle iken “insanın insana ilgisini beklemek düş olmaz mı? Resimdeki çoban düşüp ölseydi, gemi yolundan kalmayacaktı. Herkesin işi var, gücü var.

Ama biz yine de iyimserliği elden bırakmayalım; bencilliği anlayalım, ama onu insancıllaştırmayı onaylamayalım.

Melih Cevdet Anday, 20 Mayıs 1977, Yasak (Mayıs 1978) S.198-203

Resim: Bruegel, İkaros'un Düşüşü ve Peyizaj

(...)


İkaros'un Ölümü


Doğum çoğuldur, ölüm tekil
Mumdandı aç tutkumun kanatları
Uçuyordum sevinç içinde.

Herkes işinde gücündeydi
Yok olmuş damlar ki unuttum.

 

Ve güneşin basamağından döndüm geri
Üfür üfürü uçardı yalnızlık
Zamansızlığın kanadı yalnızlık.

Hiç yıldız doğmadı ben gökte iken
Ne düşlediğimi unuttum.

 

Çift sürüyordu bir köylü iki büklüm
Kalkmak üzereydi ak bir gemi limandan
Denize düşeni kimse görmedi.

 

Herkes işinde gücündeydi
Ve acı çekmeği unuttum.

 

Belleğimde hâlâ gökyüzü dünya
Yüreğin yaban arısı yalnızlık
Yaşantısız daldı yalnızlık.

 

Tükenmiş tutkumun neşeli ağırlığı
Göksel erincimi unuttum.

 

Ölmeden bütün sabahlarımı unuttum
Denize düşeni kimse görmedi
Gökten indiğimi kimse görmedi.

 

Ak bir gemi kalkıyordu limandan
Görmediklerini unuttum.

 

Bölünmemişti tarihsiz gün
Varlığın kanatsız adı yalnızlık
Sudan dışarda kalmış ayaktı yalnızlık.

 

Soyağacına tırmanmıştım putsuz tanrının
Ölümün dilini unuttum.

 

Düşüncem yavaş yavaş giriyordu varolana
Tam bir uygunluk yoktu aramızda
Saydam yağmur gibiydi canlandıran ölüm.

 

Herkes işinde gücündeydi
Olanı biteni unuttum.

 

Yaşadığıma inanılmaz benim
Masal kahramanı gibiyim
Kimse görmeden yittim gittim.


Melih Cevdet Anday, Ölümsüzlük Ardında Gılgamış, Adam Yayınları 


 


İzleyiciler