Karl Marx etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karl Marx etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2025 Cumartesi

"İşçi, kendi varoluşundan vazgeçmeksizin, tüm alıcılar sınıfını, yani kapitalist sınıfı terk edemez."

    (...) İşçilere, “ücretiniz ne kadar?” diye sorulsaydı, soruyu biri, “patronumdan günde bir mark alıyorum”, öteki “iki mark alıyorum” vb. biçiminde yanıtlayacaktı. Ait oldukları farklı iş kollarına göre, işin belirli bir parçasının yapılması, örneğin, bir yardalık keten kumaşın dokunması, ya da bir sayfalık yazının dizilmesi karşılığında her biri kendi patronundan aldığı farklı para tutarından söz edecekti. Yanıtlarının çeşitliliğine karşın, onlar bir noktada anlaşacaklardır: ücret, belirli bir emek zamanı karşılığında, ya da belirli bir işin yerine getirilmesi karşılığında kapitalist tarafından ödenen para tutarıdır.
    Kapitalist, bu yüzden, para ile onların emeğini satın alır görünür. Onlar da kapitaliste para karşılığında emeklerini satarlar. Ama bu yalnızca görünüştür. Gerçekte, onların para karşılığında kapitaliste sattıkları şey, emek güçleridir. Kapitalist bu emek gücünü bir günlüğüne, bir haftalığına, bir aylığına vb. satın alır. Sonra da, satın aldığı bu emek gücünü, işçileri koşula bağlanmış bir süre için çalıştırarak kullanır. Bunun yerine, kapitalist, işçilerin emek gücünü satın aldığı aynı parayla, örneğin iki marka, iki libre şeker, ya da belirli bir miktarda herhangi bir başka meta satın alabilirdi. İki libre şeker satın aldığı bu iki mark, iki libre şekerin fiyatıdır. Emek gücünün on iki saatlik kullanımını satın aldığı bu iki mark, on iki saatlik emeğin fiyatıdır. O nedenle, emek gücü, şekerden ne bir derece fazla ne de bir derece eksik, bir metadır. Biri saatle ölçülür, öteki teraziyle.
    İşçiler kendi metalarını, yani emek gücünü, kapitalistin metası ile, yani para ile değişirler, ve bu değişim belirli bir oranda olur. Emek gücünün şu kadar paraya şu kadar bir süre için kullanılması. On iki saatlik dokuma karşılığında iki mark. Ve, bu iki mark, iki mark karşılığında satın alabildiğim bütün öteki metaları da ifade etmez mi? Dolayısıyla, gerçekte işçi kendi metasını, yani emek gücünü, her türden başka metalar karşılığında ve bunu belirli bir oranda değişmiştir. Kapitalist ona iki mark vermekle, günlük emeği karşılığında değişebildiği şu kadar yiyecek, şu kadar giyecek, ya da şu kadar yakacak, ışık vb. vermiştir. Bundan dolayı, bu iki mark, emek gücünün öteki metalarla değişilme oranını, emek gücünün değişim değerini ifade eder. Bir metanın para ile hesaplanan değişim değeri, onun fiyatı denilen şeydir. Ücret, yalnızca alışılmış bir biçimde emeğin fiyatı denilen emek gücünün fiyatına, insan etinden ve kanından başka bir gizi bulunmayan bu kendine özgü metanın fiyatına verilen özel bir addır.
    Herhangi bir işçiyi, diyelim, bir dokumacıyı alalım. Kapitalist ona dokuma tezgahını ve ipliği sağlar. Dokumacı işi yapar; iplik beze dönüşmüştür. Kapitalist elde ettiği bezi alır, diyelim, yirmi marka satar. Bu durumda, dokumacının ücreti, bezin, yirmi markın, kendi emeğinin ürününün bir bölümü müdür? Asla. Dokumacı, bezin satılmasından çok önce, belki bezin dokunması bitmeden de önce ücretini almıştır. Demek ki, kapitalist bu ücreti bezin satışından elde edeceği parayla değil, önceden biriktirdiği parayla öder. Patronu tarafından sağlanan dokuma tezgahı ve iplik nasıl dokumacının ürünü değilse, dokumacının kendi metası ile, yani emek gücü ile değişerek aldığı metalar da tıpkı öyledir. Olabilir ki, patronu bezi için hiç alıcı bulamaz. Olabilir ki, bezin satışından ücretin tutarını bile çıkaramaz. Olabilir ki, dokumacının ücretiyle karşılaştırıldığında bezi çok daha kârlı bir biçimde satmaktadır. Bütün bunların dokumacıyla hiçbir ilgisi yoktur. Kapitalist, hazır eldeki servetinin, sermayesinin bir bölümüyle dokumacının emek gücünü satın alır, tıpkı servetinin öteki bölümüyle hammaddeyi — ipliği— ve iş aracını —dokuma tezgahını— satın aldığı gibi. Bunları satın aldıktan sonra, ki bu satın alınanlar bezin üretimi için gerekli olan emek gücünü de kapsar, yalnızca kendisine ait olan hammaddeler ve iş araçları ile üretim yapar. Çünkü artık iş araçları, üründe ya da ürünün fiyatında dokuma tezgahı kadar küçük bir paya sahip olan bizim hünerli dokumacımızı da yeterince içermektedir.
    O halde, ücret, işçinin, kendisi tarafından üretilen metadaki payı değildir. Ücret, kapitalistin onlarla kendisi için üretken emek gücünün belirli bir miktarını satın aldığı, önceden var olan metaların bir bölümüdür.
    Demek ki, emek gücü, ona sahip olanın, ücretli işçinin, sermayeye sattığı bir metadır. Ücretli işçi niye emek gücünü satar? Yaşamak için.
    Ama, emek gücünün ortaya konması, emek, işçinin kendi yaşam-etkinliği, onun kendi yaşamının bildirimidir. Ve, işçinin, gerekli geçim araçlarım elde etmek için bir başkasına sattığı bu yaşam-etkinliğidir. Bu yüzden, onun yaşam-etkinliği kendisi için bir var olabilme aracından başka bir şey değildir. O, yaşamak için çalışır. Onun gözünde, emeği, yaşamının bir parçası değil, daha çok, yaşamının bir özverisidir. Bir başkasına devrettiği bir metadır. Bundan dolayı da, etkinliğinin ürünü, onun etkinliğinin amacı değildir. Kendisi için ürettiği şey, dokuduğu ipek değildir, madenden çıkardığı altın değildir, yaptığı saray değildir. Kendisi için ürettiği şey, ücrettir, ve ipek, altın, saray onun gözünde belirli bir miktar geçim aracına, belki pamuklu bir cekete, bir miktar bakır paraya, bodrum katında kiralık bir odaya dönüşür. Ve, on iki saat süresince dokuyan, iplik eğiren, sondaj aleti kullanan, torna çeken, yapı yapan, kürek sallayan, taş kıran, yük taşıyan, vb. işçi, bu on iki saatlik dokumacılığı, iplik eğirmeyi, sondaj aleti kullanmayı, yapı yapmayı, kürek sallamayı, taş kırmayı, kendi yaşamının bir bildirimi, yaşamak olarak mı görür? Tam tersine, onun için yaşam bu etkinliğin sona erdiği yerde, sofrada, kahvede, yatakta başlar. Öte yandan, bu on iki saatlik emek, onun için dokuma, iplik eğirme, sondaj aleti kullanma vb. olarak değil, ancak kendisini sofraya, kahveye, yatağa götüren kazanç olarak anlam taşır. İpek böceği, kozasını varlığını bir tırtıl olarak sürdürmek için örseydi, tam bir ücretli-işçi olurdu. Emek gücü her zaman bir meta olmamıştır. Emek, her zaman ücretli emek, yani, özgür emek olmamıştır. Köle, emek gücünü köle sahibine satmıyordu, öküzün hizmetini köylüye satmaması gibi. Köle, sahibine, emek gücüyle birlikte bir kez ve tümden satılır. O, bir efendinin elinden ötekine geçebilen bir metadır. Kölenin kendisi bir metadır, ama emek gücü kendi metası değildir. Serf, emek gücünün yalnızca bir bölümünü satar. Toprak sahibinden bir ücret almaz; daha doğrusu, toprak sahibi ondan haraç alır.
    Serf, toprağa aittir ve ondan elde ettiği ürünleri toprağın sahibine teslim eder. Öte yandan, özgür emekçi kendisini satar, ve öyle ki, kendisini parça parça satar. Yaşamının sekiz, on, on iki, on beş saatini her gün açık artırmada en yüksek teklif verene, hammaddelerin, iş aletlerinin ve geçim araçlarının sahibine, yani, kapitaliste satar. İşçi ne bir efendiye ne de toprağa aittir, ama onun günlük yaşamının sekiz, on, on iki, on beş saati bunu satın alana aittir. İşçi, kendisini kiralayan kapitalisti istediği zaman bırakır, kapitalist de işçiyi, artık onun sırtından kâr elde etmediğine, ya da beklediği kârı elde etmediğine karar verdiği anda bırakır. Ama, biricik geçim kaynağı kendi emek gücünün satımı olan işçi, kendi varoluşundan vazgeçmeksizin, tüm alıcılar sınıfını, yani kapitalist sınıfı terk edemez. İşçi şu ya da bu kapitaliste değil, kapitalist sınıfa aittir, ve üstelik, kendisini satmak, yani kapitalist sınıf içinde bir alıcı bulmak kendi sorunudur. 
    Şimdi, sermaye ile ücretli emek arasındaki ilişkileri daha yakından ele almadan önce, ücretin belirlenmesinde önem taşıyan en genel ilişkileri kısaca açıklayacağız.
    Ücret, görmüş olduğumuz gibi, belirli bir metanın, emek gücünün fiyatıdır. Bu yüzden, ücret, bütün öteki metaların fiyatını belirleyen aynı yasalar tarafından belirlenmektedir. (...)

Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, S.23-28

Çeviri: Süleyman Ege


24 Eylül 2024 Salı

"Suçlu yalnızca suç üretmez..."

Bir filozof fikir üretir, bir şair şiir, bir rahip vaaz üretir, bir profesör uzmanlık kitabı vb.. Bir suçlu suç üretir. Bu sonuncu üretimle bir bütün olarak toplum arasındaki bağlantıya biraz daha yakından bakarsak, kendimizi birçok önyargıdan kurtarabiliriz. Suçlu yalnızca suç üretmez, aynı zamanda ceza hukuku üretir ve bununla birlikte ceza hukuku dersleri veren profesörü üretir; buna ek olarak aynı profesör, kaçınılmaz olarak derslerini içeren yapıtını genel piyasaya "meta" olarak sürer. Elyazması yapıt — işinin ehli bir tanık olarak bay profesör Roscher'in bize [dediği gibi]— yalnızca yaratıcısına kişisel keyif vermekle kalmaz, ulusal zenginliği de artırır.

Suçlu ayrıca bütün bir polis örgütünü ve hukuk yargılama kurumunu, polis komiserini, yargıçları, cellatları, jürileri, vb. üretir; ve birçok toplumsal iş bölümü kategorileri yaratan tüm bu farklı iş kolları, farklı insan ruhu kapasiteleri geliştirir, onları tatmin edecek yeni yollar, yeni gereksinimler yaratır. Yalnızca işkence, dahiyane mekanik icatlara neden olmuş ve işkence aletlerinin yapımında birçok saygın usta çalıştırılmıştır.

Suçlu duruma göre, bir ölçüde moral, bir ölçüde trajik bir izlenim üretir ve kamunun moral ve estetik duygularını harekete geçirerek bu yolda bir "hizmet" görür. Suçlu yalnızca ceza hukuku yapıtları, yalnızca ceza yasaları ve onlarla birlikte bu alandaki yasa yapıcıları üretmekle kalmaz, ama sanat yapıtları, yazınsal ürünler, öyküler ve yalnızca Müllner'in Schuld'u, Schiller'in Rauber'i değil, ama [Sofokles'in] Oedipus'unun ve [Shakespeare'in] Üçüncü Richard'ının gösterdiği gibi trajediler de üretir. Suçlu, burjuva yaşamın alışılmış güvenliğini ve tekdüzeliğini de bozar. Böylece o yaşamı durağanlıktan uzak tutar ve onsuz, rekabet mahmuzlarının bile köreleceği huzursuz bir gerginliğe ve hep tetikte olma çevikliğine neden olur. Böylece üretken güçleri de teşvik eder. Suç gerçi fazla nüfusun bir bölümünü emek piyasasından çekip alarak emekçiler arasındaki rekabeti azaltırsa —ve belli bir noktaya kadar, ücretlerin taban ücretin altına düşmesini önlerse de— suçla savaşım, bu nüfusun bir başka bölümünü emer. Böylece suçlu, doğal "denge sağlayıcı ağırlıklar"dan biri olarak belirir; doğru bir denge sağlar ve "yararlı" bir sürü mesleğin yolunu açmış olur.

Suçlunun üretken gücün gelişimi üzerindeki etkileri ayrıntılı olarak gösterilebilir. Hırsızlar olmasaydı, kilitler bugünkü yetkin düzeyine ulaşır mıydı? Kalpazanlar olmasaydı banknotlar şimdiki yetkinliğine varır mıydı? Ticaret sahtekârlıkları olmasaydı, mikroskop alelade ticaret dünyasına gelir miydi (Bkz: Babbage)? Pratik kimya, dürüst üretim çabalarına olduğu kadar, metalara hile karıştırılmasına da borçlu değil mi? Suç, mülke sürekli yeni saldırı yöntemleri nedeniyle, sürekli yeni savunma yöntemlerine vücut veriyor; bu yüzden yeni makineler icadedilmesinde, grevler kadar üretken oluyor. Ve özel suç alanını bir yana bırakırsanız, ulusal suç olmasaydı, dünya pazarı acaba varlık kazanır mıydı? İşin aslında acaba uluslar doğar mıydı? Ve Adem'den bu yana Günah Ağacı aynı zamanda Bilgi Ağacı değil mi?

Fable of the Bees [Arıların Öyküsü] (1705) adlı yapıtında Mandeville olası her tür mesleğin üretken oluğunu göstermiş ve bu savın ifade çizgisini ortaya koymuştu:

"Moral ve doğal açıdan, şu dünyada şer dediğimiz şey, bizi toplumsal yaratıklar yapan büyük bir ilkedir, sağlam bir temeldir, istisnasız her türlü iş alanının ve istihdam edilmenin yaşamı ve desteğidir (...) tüm sanatların ve bilimlerin gerçek kaynağını orada aramalıyız; ve (...) şer'in sona erdiği anda, toplum eğer tümden dağılmazsa* bile bozulmak zorunda kalır" [2. Baskı, Londra 1723, s. 428).

Kuşkusuz Mandeville, burjuva toplumun darkafalı savunucularının yanında sınırsızca cesur ve daha dürüsttü.

Karl Marx, Artı Değer Teorileri, Birinci Kitap, Sol Yayınları, 1998, S.363-364


28 Temmuz 2024 Pazar

Kültür, Şiir, Silah

  İsrail başbakanlarından Moşe Dayan Filistinli şair Fetva Tukan'ın her şiirinin, Filistinli on gerillaya bedel olduğunu söyler. Hitler'in sağ kolu Joseph Goebbels ise, "Bana kültürden söz etmeyin, silahımı çekerim." diyerek, kültürün karşısına silahı koyar. Karl Marx "Kapitalizm sanata, özellikle şiire düşmandır." saptamasını yapar. Anlaşılacağı üzere şiir, bireylerin ve toplumların hayatında belirleyici bir güce sahiptir. Şiir, çelişkisi yoğun olan toplamlarda önemli kültürel bir besindir. Bu besinden payını alamayan bireyler ve toplumlar gelişemez. "Gölgesini satamadığı ağacı kesen" kapitalizm; şiirin gölgesini de satamadığı için, onu yok etmeye koyulmuştur. Bu bilinçte olunmayınca şiirin hep ileriye olan gelişimi yavaşladı. Toplumsal / evrensel sorunların yoğun olması şiiri besler. Dünyadaki çelişkiler, şiir için hiçbir dönemde olmadığı kadar önemli ve verimli olanaklar sunuyor şaire. Yani dünyada hayat sorulu, bunun karşısında şairin sorumlu olması beklenir. Galiba olmayan bu.

Veysel Çolak

Fotoğraf: Fetva Tukan (Filistinli Şair)


İzleyiciler