Mustafa Aslan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Aslan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2024 Salı

Kedisiz Geniş Zaman

Bir pencereden dışarıya bakıyorsun. Aslında böyle bir pencere yok. Oradan baktığın dışarısı bile. Kendini kandırmayı sevdiğinden, inanıyorsun odanın penceresinden dışarıya baktığına.

Bakışların beklemeli. Bilmem kaçıncı kez girdiği dersin sınavından geçemeyen bir öğrenci. Gözlerinden birini çıkarıp kenarına koyuyorsun pencerenin. Bir şeyler fısıldıyorsun kulağına gözünün. İsteksizce başını sallıyor. Hoşnut olmasa da seni kırmamak için bazı şeylerini onaylamak zorunda kalıyor.

Odalardan birine geçiyorsun. Bir şiir kitabı kitaplıktan okumak için. Yasak bir kitap ama bu. Bitirmeden ilk şiiri, kapatmak istiyorsun kitabı. Tam örtmek üzereyken sayfaları birbirinin yüzüne, yeniden aralıyorsun. Orada bir sözcük bağırıyor. Sözcükle göz göze geliyorsun. Kim olduğunu soruyorsun ona. Bilemiyor. Adını bilemeyen sözcüğe de ilk kez rastlıyordun. Sen biliyordun oysa. Ama nedense sormak istemiştin.

Bir yerlerden tanıyordun, bu yasak şiirin yasak sözcüğünü. İlkokuldaydın. Çantanın en iyi yerine sıkıştırdığın ekmek arası helvaların yağı çıkardı. Kaç kez öğretmenin azarlamıştı seni. Alamadığınız paltonun ekmek arasına sıkıştırılmışıydı helva belki.

Teneffüslerde sobaya sokuldukça sokulurdunuz. Birinde, adını bilmediğiniz bir kız çocuğunun önlüğü yanmaya başlamıştı.

Öteki çocuklar:

- Tutuştu, tutuştu diye bağırmışlardı.

Öğrenmiştin böylece onun adını. Eski bir tanıdığındı bu sözcük. bir şiir yasak sayfaları arasında karşılaşmak... Başka türlü nasıl karşılaşabilirdin, yasaklı bir sözcükle?

Birkaç gün önce, bir arkadaşın: - Hani canım oturup çiçeklere laf attığınız. Anımsamadın mı daha? Figüran Çiçek diye de bir şiir yazan.

Bir kedi bulmam gerek kendime, onsuz yaşanmıyor demişti.

Sen:

- İnsana yaşama özlemiyle zehir eden türden olmasın, demiştin.

Kedinin gözleri hangi mevsimdeydi şimdi. Gerçi yanında olduğu zamanlar gözlerini göremezdin. Cam vardı gözlerinin yerinde. Ucuzlarından. Çocukluğunda oynadığın bilyelerdi, cam parçaları. Göz çukurlarıysa bilye girdirmeye çalıştığın çukurlardandı.

Ara sıra silip geri yerine koyuyordu gözlerini. Bakışlarının var olduğunu kanıtlamak için yapıyordu bunu, sana göre. Anlamı: "Yanındayım. Beraberiz. Sıcak bakışlarımı senin gibi cebimde saklamıyorum." demekti.

İçmiş içmiş sarhoş olmuştu kedim dediğin. Ele avuca sığmıyordu. Usuna geleni söylüyordu. Yasak türküler söylemeye başlamıştı, bütün bunlar yetmezmiş gibi.

Kulağına eğilip:

- Yasak bu türküler demiştin. Sus söyleme. Başımızı belaya sokma lütfen. Yüzüne şiir serpmiştin ayılsın diye. Orada bulunanlar birbirlerinin yüzüne bakmış, yaptığına bir anlam bulmaya çalışmışlardı. Anlam ararken anlamsızlığa gittiklerinin ayrımında değillerdi.

Bardaklarınıza durmadan iğrenme dolduruyorlardı. İğrenme kokusundan başı dönüyordu bardağının. Masadan yere düşüp kırılmak geçiyordu içinden. İntihar ya da kaçış dediğini bir çözüm olarak görüyordu. Kendini masadan aşağı atmasın diye, bardağını ortalardan bir yere koydun.

Arkası arkasına bardaklarınızı boşaltıyordunuz. Yineleyip durduğun tek bir söz vardı. Anlamıyorlardı ama. Bir olasılıkla boşalan bardaklarınızı doldurmalarını istediğini sanıyorlardı.

Kapının zili çalınıyor. Düşüncelerinden sıyrılıyorsun. Aceleyle gözünün tekini bıraktığın pencere kenarına koşuyorsun. Alıp yerine koyuyorsun gözünü. Gelirse seni gözsüz görmesini istemiyorsun. Kim olduğunu bile sormadan gelenin, kapıyı açıyorsun. Kimse yok. Öfkeyle kapıyı kapatıyorsun. Zil çalmıştı belki. Olamaz mı? Öyle sanmıştın kesinlikle. Gelmiş, kapı açılmayınca... Anayola bakan pencereye koşuyorsun. Jaluziyi aralıyorsun. Olamaz... Pencere tuğlayla örülmüş.

Ne yapacağını bilemiyorsun. Soracağın bir şeyler olduğunu duyumsuyorsun ona. Gelmedi oysa. Gelseydi soracaktın.

Örneğin, "- sensiz geçen geniş zamanı anlatmamı ister misin?" Diyecektin.

- Hayır! diyecekti, adı "KEDİ"olan sözcük de

Mustafa Aslan

9 Temmuz 2024 Salı

Sözcüklerin Dili Tutulunca


Gecenin düğümü çözülmek üzereydi uyandığında. Sağa-sola döndün durdun yatakta. Gecenin son saatlerine sövmek istercesine uyumuyorsun. Gözün bazen tavanda, bazen de boşlukta. Camilerdeki çinilerden, kiliselerdeki ikonalardan sonra gökyüzünde kayan bir yıldızla gözün kovalamaca oynuyor. Keskin bir bıçak uzayan sabaha karşıları. Lime lime ediyor seni. Kan hışırtısı duyuyorsun. Elinle yokluyorsun yatağını, üstünü-başını. Kan ıslaklığını arıyor ellerin sevgili eli arar gibi. Seni korkutamayan ıslaklık yok. Olmasını çok istiyordun oysa. Kan hışırtısının ardı-arkası kesilmiyor.

Kalksan, lambayı yaksan. Evdekiler uyanır. Sevmiyorsun uzayan sabaha karşılarını. İstemiyorsun da, bir başkasının aranıza girmesini. Geceyle mi arkadaşlık ediyorsun? Son yıllarda yalnızlık tutkunu oldun. Düşüncelerinle çelişmiyor musun? Söz açıldığında mangalda kül bırakmazsın. Nereye kadar kaçacaksın insanlardan.

Lambayı yaktın diyelim, sonra? Akşamdan gelişigüzel masanın üzerine bırakılmış gazeteyi mi, aylık dergilerden birini mi okursun? Yoksa yaşlıların dişleri gibi yırtıla-yakıla seyrelmiş kitaplıktan bir kitap mı alır okursun? Gözlerin yerlerinde olmayan, yasak korkusuyla yakılmış-yırtılmış kitapları arar mı? Karanlık bir günün öğle sonrasında kendiniz için kitaplarınızı yakmamış mıydınız? Kitap yakmakla insan yakmak ayrı şeyler mi? Korkaksın. Kabul ediyorsun bunu. Dürüstlük değil, zorunluluktan filan gibi uydurduğun kılıflar. Uzun zaman ayrı kaldığın bir dost gibi burnunda tüten kitaplara karşı, hiç olmazsa bu yalanı uydurma.

Sessizce mutfağa gider, çay suyu koyarsın. Gazeteyi karıştırırsın sonra. Okumuyorsundur. Yazıların hepsini ondan söz ediyor diye algılarsın. Gözlerin kapanır kapanır gider. Uyuyamazsın da. Parmaklarınla açmaya çalışırsın gözlerini kirpiklerin birbirine yapışır. Gözlerin yerlerinden aşağıları doğru iner. Boğazından geçerler. Aşağıya... Kalbinde dururlar. Görüyorsun her yanı. Gözlerin içine misket girdirmeye çalıştığın çocukluk günlerindeki yuvarlak çukur gibi.

Günün yanakları birazdan kızaracaktı.

Masada oturmaktan yorulursun. Yorganın üzerine uzanırsın. Sindirilemeyen yemeğin vücuda etkisi nedir? Bilinmeyecek birşey değil. Bilmiyorsun ama. Bir bilsen sindiremediğin şeyler için ne yapman gerektiğini. Unutmak, sindirmek olası mı canım dediğin birini? Sözcükler bile türlü türlüdür, insanlar gibi. İki yüzlüsü, gösteriş meraklısı, yalancısı var. «Canım>> saf katıksız bir sözcük. İkiyüzlülükten gösterişten uzak. Bu sözcüğü bir insana söylediniz mi, başka sözcük aramaya gerek var mı?

“Sen onu tanıyor musun? Fazla inip-kalkma. Uyuyan karıncayı karakışta uyarır. Duyduk sana şiir falan okuyormuş. Orhan Veli midir ne zıkkımsa onun şiirlerini”
Berraklıktan uzak bir günün öğlesinde ayrımsamıştın, bu sözler söylenen çiçeği. Sımsıkı kapalıydı. Gece el-ayak çekildikten sonra açılırdı herhalde. Gözleriydi görebildiğin sadece. Kimbilir, nasıldı saçları? Sahi, bir arkadaşında görmüştün eski bir fotoğrafını. Saçları, biçimli ağzı ne güzeldi. Ön dişleri azıcık dışarıya doğruydu. Gülümsemesi de ayrı bir güzellik.

Gecenin rahmine aydınlık dölü düşüyordu. Usuna aniden ocaktaki çay gelir. Uzandığın yerden fırlarsın. Doğru mutfağa. Su kaynıyordur. Taşıp taşıp gidiyor. Çay ve bir bardak alır, odana dönersin. Eski bir gazeteyi ikiye üçe katlar üstüne çayı koyarsın. Demlenmesini beklerken çayın, dergileri karıştırırsın. Gözlerin şiirlere takılır. Ah şu şiirler! Yaranı deşerler. Dudaklarından kırık-dökük dizeler çıkar. Duvarlara çarpar beynine döner, duvarlara çarpar beynine döner, duvarlara...

Dilinde dolanıp duran birkaç şiir. Dalarsın bu ara. Onun kulağına fısıldıyorsun şiirleri. Nefes alışlarını duyuyorsun. Teninin kokusunu içine çekiyorsun. Uysal bir çocuk gibi dinliyor seni. Seslenmeden, hoşnutça. Gözün çaydanlığa takılır. Sıyrılmaya çalışırsın düşüncelerinden. Ayağa kalkarsın. Üçer-beşer halının üzerine düşerler. Bazıları pijamanın dikişlerinde gizlenmeye çalışırlar. Sıkı sıkıya tutunmuşlar düşmezler. Ağırlıklarından pijaman düşecek gibi olur. Elinle yukarıya doğru çekersin. Elinde acılar duyarsın. Elini ısırıyorlardır.

Niye kalkmıştın? Unuttun. Gözlerini kapatırsın. Sıradan kapatış değil. Uzamış tırnaklarınla alnının kırışıklıklarını kaşırsın. Unutkanlığına kızarsın. Anımsamaya çalışırsın yerinden niçin kalktığını. Doğru ya... Gözlerini açarsın. Kısa bir sevinç duyarsın. Buldun ayağa kalkmanın nedenini.

Çay sade dem. Aktarıyorsun bardağa. «Çat» diye çatlamasını istiyorsun bardağın. Kararlısın. Bir çat sesi bekliyorsun. Arkasından ıslanmış bir masa örtüsü görmek istiyorsun.

Şekerini atıyorsun çayının, sessizce içiyorsun. Sessizce... Senin için çok şeyin gizli olduğu bir sözcük. Sessizce... Yenilginin eşanlamlısı olarak görüyorsun. Susmak yenilmek mi? Hem niye yenilgi sözcüğünü değil de sessizceyi yeğliyorsun? Anlatsana! Dilini mi yuttun? Olan sözcüklere oldu. Dilleri tutuldu.

“Bana şey şiirleri okurdu. Anlayın işte… Açlıktan, yoksulluktan, özgürlükten sözeden şiirler. Bir de denizi dağı taşı anlatan”.

Kulakların uğulduyordur. Duymak istemediğin sözler güzellik, iyilik, dostluk için tutukevi yapmaya araçtı. Şaşırıyorsun, tutukevleri yerine gül bahçeleri yapmak istemeyişine “canım” dediğin insanın.

İrkiliyorsun “Günaydın oğlum” sesiyle.

“Ah, sen miydin anne, günaydın”

Yorganı üzerinden atıp kalkıyorsun.

Mustafa Aslan, Sözcüklerin Dili Tutulunca, Öykü, 1991, Koral Yayınları

İzleyiciler