Gülten Akın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gülten Akın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2025 Çarşamba

Şu Giden Atlıya Türkü

Ben demedim mi
Hazırlandılar
Onların yüz bin kolları var
Kırbaçları sert, yamçıları sağlam, atları kavi
Yeğin git kese sür atınla birleş
Ben demedim mi

Ben demedim mi
Tekin değil koyaklar, dağ yamaçları
Yağmur yağar ki sis basar ki kurt iner ki
Ay bulanığında gümüş rengi çakallar
Ben demedim mi
Yalnız gitme demedim mi

Çiğdeme sor, çeşmeye sor
Tek açan menevşeye sor
Ayrılık getirir ayrılıklar
Birleş demedim mi
Ben demedim mi

Gülten Akın


28 Ağustos 2024 Çarşamba

Yağmur Yağmur

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Bunca siste bunca ıslak serçe
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş
Düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Oyun biter, o kesin güz çizgileri
Sevgi, bir de ölümle örselenmiş
Aklı bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Gülten Akın

Resim: Gustave Caillebotte, Yağmur, Yağlı Boya, 1875, 81x59 cm


19 Temmuz 2023 Çarşamba

Güz

"Güz geldi. Gözlerim karmakarışık. Körüm ben 
Güz geldi. Bunu saçlarımın döküldüğünden. 
derler ki yaylada doğmuşum, denizin ardında 
iniştir, yokuştur, geçer dizlerimden." 

Gazel düştü Derelere ay Yarim 
Kavga bitti. silahını duvara as 
başladı Ocağın krallığı, Ormana git 
baltanı al köşeden, Çocuklarımızı öp.

"Uçurtma salıvermiş göğe aşağıdakiler, havasıdır." 
Çocuklar aşağıdakileri okuyor. ben körüm 
ne güzel kokuyor Gazeteleri Kitapları 
insem bir koklasam kendileri nasıl" 

ben burda bağlıyım ay Yarim 
Körüm ve yaşlıyım otuz yaşında 
Çocukları al, in aşağıya 
dileğimdir, onlar görsünler 

"Güz geldi, açıksın Yarim Yarim 
ben neyse. ben körüm. Dereden öteyi bilmedim 
ama bilirim bir koca yaz çabaladığımız 
Patatesin sana bir parça şayak etmediğini" 

Sor bakalım, adam diye Kaydımız var mı? 
ben körüm, biz eski, Çocukları yazdır 
Patatesi alıcıya götür  ver yirmi beşe 
eşeğine bin türkü söyle dönüşte 

dünyalık şeylere dünyanın parası gerek 
Oysa topraktan çıkardın yirmi beş liracık 
Kefenimizi al. sabunu lifini unutma 
bir cennet ayırt Hoca parasıyla birlikte 

"Bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim 
Derede yıkandım, cevize tırmandım. kuş ürküttüm 
Kaçırdılar on iki Çocuk doğurdum. bekledim gözlerim 
Oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım" 

"Ağlama kız, deme incirim Yar Yar 
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın 
Körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım. 
sebebolanları nerde bulayım 
adamdan içerli kuşlar ağlasın 
                       
Gülten Akın


(...) Ta­rih: 23 Ocak 1933.
“Ya­kın yıl­la­ra dek ken­di­ni yok­sul­luk­lar­la ko­ru­ya­n” Yoz­ga­t’­ta doğ­du.
Ba­ba­sı, Bal­yo­zoğ­lu­gil Ai­le­si’n­den­di.
An­ne­si ise, Ka­vur­ga­lı Ho­ca Nu­ri Efen­di­’nin kı­zı.
An­ne ta­ra­fı eş­raf­tan­dır; ba­ba ta­ra­fı ise halk­tan.
Ho­ca Nu­ri Efen­di; med­re­se eği­ti­mi gör­müş, eği­ti­mi­ni İs­tan­bu­l’­da ta­mam­la­mış, ay­dın bir din ada­mıy­dı. “U­lûm-u Di­ni­ye­” öğ­ret­me­niy­ken, Cum­hu­ri­yet ile bir­lik­te il ki­tap­lı­ğı yö­ne­ti­ci­li­ği­ne ge­ti­ril­di. Sa­rı­ğı atıp, şap­ka gi­yen ilk ki­şiy­di. Sa­na­ta, şii­re, oku­ma­ya düş­kün­dü. Mev­la­na­’ya ve Yu­nus Em­re­’ye tut­kun­du. Ata­türk ve Cum­hu­ri­yet sev­da­lı­sıy­dı. Cum­hu­ri­yet Halk Par­ti­li­’y­di; mil­let­ve­kil­li­ği ve bü­rok­rat­lık yap­tı.
Gül­ten Akı­n’­ın doğ­du­ğu ev, ba­ba de­de­si­nin otur­du­ğu ev­di.
Ba­ba de­de­si ye­şil göz­lü, tü­tün­den sa­rar­mış bı­yık­la­rı olan sa­kal­lı bir Ru­me­li­li­’y­di. Bir­lik­te otur­du­ğu tek to­ru­nu ol­du­ğu için Gül­ten, de­de­si­nin en kıy­met­li­siy­di. De­de­si­nin hay­ran­lı­ğı­nın bir di­ğer ne­de­ni ise, Gül­te­n’­i an­ne­si­ne ben­zet­me­siy­di. “Zey­ne­p” idi ana­sı­nın adı, ve to­ru­nu­na “Zey­ne­p” di­yor­du.
Adı­nın “Gül­te­n” ol­du­ğu­nu il­ko­ku­la baş­la­dı­ğın­da öğ­ren­di…
Okul ya­şı­na ka­dar çok mut­lu bir ço­cuk­luk ya­şa­dı Gül­ten.
Der­ken II. Dün­ya Sa­va­şı gel­di, çat­tı. Ba­ba as­ke­re çağ­rıl­dı. Yok­luk, yok­sul­luk gün­le­ri baş­la­dı.
Ve ar­dın­dan…
Şar­kı­lar mı­rıl­da­na­rak iş gö­ren, ne­şe­li an­ne­si 44 ya­şın­da ve­fat et­ti…
Ba­ba de­de­nin evin­den ay­rı­lıp Yoz­ga­t’­ın Sor­gun İl­çe­si­’ne ta­şın­dı­lar.
İl­ko­ku­la bu­ra­da baş­la­dı…
Şi­ir oku­yan da­yı­lar

Uzun kış ge­ce­le­rin­de an­ne-de­de­si pey­gam­ber kıs­sa­la­rı okur­du.
Da­yı­la­rı ise şi­ir­ler…
Da­yı­sı­nın ta­van ara­sın­da es­ki ba­vul­lar­da ki­tap­la­rı var­dı. Şi­ir ki­tap­la­rı, ro­man­lar, öyküler…
Dos­to­yevs­ki, Tols­toy, Nâ­zım Hik­met, Sa­ba­hat­tin Ali ile böy­le ta­nış­tı.
Ba­ba­sı­nı zor­la­ya­rak, beş ya­şın­da oku­la ya­zıl­dı ve sı­nıf bi­rin­ci­li­ği­ni kim­se­ye bı­rak­ma­dı.
Elin­den ki­tap düş­me­yen bir ço­cuk­tu.
Hiç unu­ta­ma­dı­ğı öğ­ret­me­ni Me­lek Ha­nım, sa­rı­şın, ma­vi göz­lü bir göç­men kı­zıy­dı. Ken­di­ni pa­ra­lar­ca­sı­na ça­lı­şır­dı, öğ­ren­ci­le­ri­ni eğit­mek için.
Gül­ten Akı­n’­ın “rol mo­de­li­“ ol­du ya­şa­mı bo­yun­ca…
Yıl, 1943…
Yoz­ga­t’­tan ay­rı­lıp baş­kent An­ka­ra­’ya git­ti­ler. Ba­ba­sı em­ni­yet mu­ave­net me­mu­ru ola­rak iş bul­du.
Ha­ma­mö­nü ile Ulu­can­lar ara­sın­da kü­çük bir çık­ma­za ta­şın­dı­lar.
İl­ko­kul son sı­nı­fı Ana­far­ta­la­r’­da­ki Ata­türk Kız İl­ko­ku­lu­’n­da oku­du ar­dın­dan Taş­mek­te­p’­te. Taş­mek­tep yı­kı­lın­ca hiç sev­me­di­ği Ce­be­ci Or­ta­oku­lu­’n­da oku­du. Okul­da, ses­siz ha­ya­let gi­biy­di, var­lı­ğı yok­lu­ğu bir…
İç­sel yol­cu­lu­ğu se­ven bir genç kız­dı ar­tık…
An­ka­ra Kız Li­se­si­’n­de şi­ir ya­vaş ya­vaş ha­ya­tı­na gir­me­ye baş­la­dı. Ede­bi­yat ho­ca­la­rı ta­ra­fın­dan du­rum fark edi­lin­ce, li­se­nin şai­ri ilan edil­di.
Okul der­gi­sin­de yer al­ma­ya baş­la­dı şi­ir­le­ri. Di­ğer sı­nıf­lar­dan şi­ir yaz­ma­sı için si­pa­riş bi­le al­ma­ya baş­la­mış­tı!
Hiç sev­me­di­ği ders­ler olan fen, ma­te­ma­tik der­si ho­ca­la­rı­na taş­la­ma­lar ya­zar­ken, Son Ha­ber ga­ze­te­sin­de çık­tı ilk şii­ri. Yıl, 1951 idi. Ar­dın­dan…
20’li yaş­lar­da Hi­sar, Var­lık, Ye­di­te­pe, Türk Di­li, Mül­ki­ye gi­bi der­gi say­fa­la­rın­da yer al­dı şi­ir­le­ri…
Son­suz il­gi­si var­dı ede­bi­ya­ta…
Bir de fel­se­fe­ye…
Ev­le­ri­ne bom­ba atıl­dı.

Li­se bi­tin­ce An­ka­ra Hu­kuk Fa­kül­te­si­’ne kay­dı­nı yap­tır­dı.
Hem ça­lı­şıp hem oku­ya­cak­tı; İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’n­da iş bul­du.
Yıl için­de ak­şam­la­rı ders ça­lı­şı­yor, yıl son­la­rın­da izin­le­ri­ni kul­la­na­rak sı­nav­la­ra gi­ri­yor­du. Ça­lı­şı­yor­du, oku­yor­du ve şi­ir ya­zı­yor­du.
Var­lık Der­gi­si şi­ir ödü­lü­nü ka­zan­dı.
O yo­ğun gün­ler­de aşık ol­du. Sev­gi­li­si Mül­ki­ye öğ­ren­ci­si Ya­şar Can­ko­ça­k’­tı.
Ni­şan­lan­dı­lar.
Dört yı­lın so­nun­da fa­kül­te­yi bi­ti­rin­ce 1956’da ev­len­di­ler.
Ay­nı yıl, ilk şi­ir ki­ta­bı olan “Rüz­gâr Sa­ati”­ni çı­kar­dı.
1957 ve 58 yıl­la­rın­da ar­dı ar­dı­na iki ço­cuk sa­hi­bi ol­du­lar.
Ve 1958’de; sü­rek­li sür­gün­lük ne­de­niy­le 1972 yı­lı­na ka­dar sü­re­cek Ana­do­lu yol­la­rı­na düş­tü­ler. Kum­lu­ca, Şav­şat, Ge­vaş, Aluc­ra, Ger­ze, Sa­ray, Hay­ma­na, Kum­ru…
Eşi kay­ma­kam­dı ve ken­di­si öğ­ret­men­lik ya­pı­yor­du…
Ni­ce zor­luk­la­ra gö­ğüs ger­di­ler.
Ör­ne­ğin…
Aluc­ra­’da Türk­çe öğ­ret­men­li­ği ya­par­ken di­ğer yan­da oku­ma yaz­ma bil­me­yen ka­dın­lar için kurs ver­me­ye baş­la­dı. Ge­ce­le­ri ger­çek­le­şen ders­ler­de, el­le­ri­ne al­dık­la­rı fe­ner­ler ile oku­lun yo­lu­nu bul­ma­ya ça­lı­şan bir grup ka­dın­dı­lar. Ti­yat­ro oyun­lar ha­zır­la­yıp, sah­ne­li­yor­lar­dı.
Ki­mi­le­ri ka­dın­la­rın ay­dın­lan­ma­sın­dan ra­hat­sız ol­du.
Eşi­nin de adı yok­sul­la­ra yar­dım ne­de­niy­le “ef­sa­ne kay­ma­ka­m”­a çık­mış­tı.
Ev­le­ri­ne bom­ba atıl­dı…
Pat­la­yan bom­ba ka­sa­ba­da­ki pek çok evin cam­la­rı­nı kır­dı. Loj­man ha­sar gör­dü. Ya­ra al­ma­dan kur­tul­du­lar.
Fa­kat…
Ölüm teh­dit­le­ri al­ma­yı hep sür­dür­dü­ler. Ge­ce­le­ri yas­tık­la­rı­nın al­tın­da ta­ban­ca ile uyu­yor­lar­dı.
Şi­ir­ler hiç ek­sil­me­di.
1960 yı­lın­da da ikin­ci ki­ta­bı olan “Kes­tim Ka­ra Saç­la­rı­mı­”yı çı­kar­dı.
Baş­lar­da şi­ir­le­ri­nin ko­nu­su; do­ğa, aşk, ay­rı­lık, öz­lem iken da­ha son­ra­la­rı top­lum­sal so­run­lar ağır bas­ma­ya baş­la­dı…
1964 yı­lın­da “Sığ­da­” ki­ta­bı çık­tı. Bu ese­riy­le Türk Dil Ku­ru­mu Şi­ir Ödü­lü­’nü al­dı.
“Pa­şa Abı­la­’’

An­ka­ra­’da ya­şa­ma­yı öz­le­miş­ti…
Düş­le­rin­de si­ne­ma afiş­le­ri gö­rü­yor­du…
Ama ya­şa­mın­da umut­suz­lu­ğa yer yok­tu.
Mü­ca­de­le­ci bir ay­dın­dı.
Ör­ne­ğin…
Hay­ma­na be­re­ket­li top­rak­lar üze­ri­ne ku­ru­luy­du. Ha­zi­ne­’nin top­rak­la­rı­nı zen­gin­ler pay­laş­mış­tı. Ka­dos­tro tes­pit­le­ri ya­pı­lı­yor­du. Ve…
Gül­ten Akın bir yan­dan öğ­ret­men­lik ya­par­ken, bir yan­dan da Ha­zi­ne avu­kat­lı­ğı­nı üst­len­di. Bin­ler­ce da­va var­dı önün­de. Bir ke­şif­ten öte­ki­ne, bir da­va­dan di­ğe­ri­ne koş­tu­ru­yor­du.
Hay­ma­na­’da bu­lun­duk­la­rı dö­nem Kıb­rıs so­ru­nu­nun alev­len­di­ği gün­ler­di. ABD Tür­ki­ye­’yi “yar­dım­la­rı ke­se­ri­m” di­ye teh­dit edi­yor­du.
Hay­ma­na­’da “Mil­let Ya­pa­r” kam­pan­ya­sı baş­la­tı­lıp mi­ting dü­zen­len­di.
Ar­dın­dan sür­gün ka­çı­nıl­maz­dı!..
Top­rak­sız köy­lü­ler ta­ra­fın­dan uğur­lan­dı­lar.
Çok sı­cak bir yaz gü­nün­de, kam­yon­dan boz­ma bir oto­büs­le, otu­zi­ki ki­lo­met­re­yi iki sa­at­te aşıp, var­dı­lar ye­ni ev­le­ri Kum­ru­’ya.
Ki­ra evi­nin al­tın­da­ki yer­de avu­kat­lık yap­ma­ya baş­la­dı.
Yi­ne da­va­lar, yi­ne top­rak­sız yok­sul köy­lü­ler…
Köy­lü­ler do­lu­şup ge­li­yor­lar­dı bü­ro­ya. Sür­gün ol­du­ğu öğ­re­nil­miş­ti; du­yul­muş­tu şöh­re­ti. “Pa­şa Abı­la­” de­me­ye baş­la­dı köy­lü­ler.
Yok­sul­lar­dan üc­ret al­ma­dan ça­lı­şı­yor­du. Bel­li bir üc­ret is­te­me­le­ri ko­nu­sun­da ba­ro ta­ra­fın­dan uya­rıl­dı!
Ak­si­lik…
Kum­ru­’da so­ba üs­tün­den dö­kü­len sı­cak su­lar­la diz­le­ri yan­dı. Yir­mi gün ateş­ler için­de yat­tı. Dok­tor yok­tu. Sağ­lık gö­rev­li­si­nin ver­di­ği ta­rif­ler­le ya­nık­la­rı­nı iyi­leş­tir­di.
27 Ma­yıs 1960 as­ke­ri mü­da­ha­le­si so­nu­cu ya­pı­lan Ana­ya­sa öz­gür­lük­ler sağ­la­mış­tı.
Tür­ki­ye İş­çi Par­ti­si köy­ler­de bi­le ör­güt­len­me­ye baş­la­mış­tı.
Ne te­sa­düf! Gül­ten Akın ve eşi­nin gel­di­ği yer­ler­de TİP he­men ör­güt­le­ni­yor­du.
Ar­dın­dan sür­gün ge­li­yor­du.
Ve bu kez Ma­ra­ş’­a sür­gün edil­di­ler…
1971 yı­lın­da çı­kar­dı­ğı “Kır­mı­zı Ka­ran­fi­l” ki­ta­bın­da­ki şi­ir­ler; bi­raz Kum­ru­’nun, bi­raz da Hay­ma­na­’nın ha­tı­ra­la­rıy­la ya­zıl­dı…
Şi­ir­le­ri şar­kı ol­du

Kahramanma­ra­ş’­ta yaz­dı­ğı “Ma­ra­ş’­ın ve Ök­ke­ş’­in Des­ta­nı­” ese­riy­le 1972 yı­lın­da TRT Ba­şa­rı Ödü­lü­’nü al­dı.
Ay­nı yıl An­ka­ra­’ya/mer­ke­ze çe­kil­di­ler.
Gül­ten Akın, Türk Dil Ku­ru­mu Der­le­me ve Ta­ra­ma Ko­lu­’n­da ça­lış­tı.
Hal­kev­le­ri, İn­san Hak­la­rı Der­ne­ği, Dil Der­ne­ği gi­bi de­mok­ra­tik kit­le ör­güt­le­rin­de ku­ru­cu ve yö­ne­ti­ci ola­rak gö­rev yap­tı.
1978’de emek­li­ye ay­rıl­dı; An­ka­ra ve Bur­ha­ni­ye­’de ya­şa­dı.
Şii­ri hiç bı­rak­ma­dı. Ya­şa­mı bo­yun­ca 10 ödül al­dı. 13 şi­ir ki­ta­bı çı­kar­dı.
Şi­ir­le­ri; İn­gi­liz­ce, Al­man­ca, Fla­man­ca, İtal­yan­ca, Bul­gar­ca, Arap­ça, Leh­çe, İs­pan­yol­ca, Fran­sız­ca ve İb­ra­ni­ce­’ye çev­ril­di.
Kır­kı aş­kın şii­ri bes­te­len­di.
Ve­ci­hi Ti­mu­roğ­lu, Gül­ten Akı­n’­ın şi­iri­ni şöy­le ni­te­le­miş­ti:
“Tür­kü dü­ze­nin­den uzak tür­kü­ler yaz­dı.”
Ki­mi kı­sa ti­yat­ro eser­le­ri Tür­ki­ye­’de ve ki­mi ül­ke­ler­de sah­ne­ye ko­nul­du.
Şa­ir Hay­dar Er­gü­len, hak­kın­da şu­nu de­di:
“Or­ta­da ol­ma­dı, kı­yı­da dur­ma­dı ama hiç­bir şe­ye de ka­yıt­sız kal­ma­dı.”

Yıl, 1979.
Gül­ten Akı­n’­ın bi­ri er­kek beş ev­la­dı var­dır.
Oğ­lu; Dev­rim­ci Yol­cu Mu­rat Can­ko­çak, Ma­mak As­ke­ri Ce­za­evi­’n­de tu­tuk­lu­dur.
Gül­ten Akın ana­lık gö­rev­le­ri­nin ya­nı sı­ra avu­kat kim­li­ğiy­le oğ­lu­nu sa­vun­mak­tan da ge­ri dur­maz.
Bir ka­sım gü­nü…
Ce­za­evi­nin avu­kat bö­lü­mün­de oğ­luy­la gö­rüş­me­si bi­ter ve çan­ta­sı­nı top­lar­ken gö­rev­li as­ker­le­rin ve gar­di­yan­la­rın oda­dan hız­la çık­ma­la­rı­na an­lam ve­re­mez. Bu alı­şı­la­gel­me­dik bir du­rum de­ğil­dir.
Oda­ya bir­den…
El­le­rin­de­ki yan­gın sön­dür­me alet­le­ri, de­mir­ler ve ta­bu­re­ler bu­lu­nan genç­ler gi­rer ve gö­rüş­me oda­sın­da­ki avu­kat­la­ra sal­dı­rır­lar.
Kan­lar için­de ka­lan ve dı­şa­rı­ya açı­lan bir ka­pı­ya ulaş­ma­yı ba­şa­ra­rak kıl pa­yı ölüm­den kur­tu­lan avu­kat­lar as­ke­ri sav­cı­lı­ğa baş­vu­ru­da bu­lu­nur­lar.
Gül­ten Akın as­ke­ri sav­cı­lık­ta­ki ifa­de­sin­de, uzun boy­lu, şal­var­lı bir tu­tuk­lu­nun ba­şı­na de­mir ta­bu­rey­le vur­du­ğu­nu ve “o­ros­pu­” di­ye ba­ğı­ra­rak ha­ka­ret et­ti­ği­ni, en çok da bu­nun ken­di­si­ne do­kun­du­ğu­nu söy­ler…
Sal­dır­gan­lar, Gla­di­o’­nun tez­ga­hı­na ge­le­rek dev­rim­ci­le­ri öl­dür­müş sağ­cı­lar­dı. Yok­sul sol­cu ço­cuk­la­rın da­va­la­rı­nı pa­ra­sız üst­len­me­le­ri­ne kı­zıp avu­kat­la­ra sal­dır­mış­lar­dı!
Gül­ten Akın ölüm­den kur­tul­muş­tur ama bir yıl son­ra ar­ka­da­şı ya­yın­cı İl­han Er­dost Ma­mak Ce­za­evi­’n­de dö­vü­le­rek öl­dü­rü­le­cek­tir…
Gül­ten Akın…
Tu­tuk­lu ana­sı­dır.
Avu­kat­tır.
Ama ay­nı za­man­da şa­ir­dir.
Ma­ma­k’­ta­ki ev­lat­la­rı­nın in­san­lık dı­şı ha­yat­la­rı­nı di­ze­le­re dö­ker.
Özel­lik­le 42 gün sü­ren aç­lık gre­vi­nin öy­kü­sü­nü “42 Gü­n” ki­ta­bın­da oya gi­bi iş­ler:

“A­na­lar­dık. Oğul­la­rı­mı­zın kız­la­rı­mı­zın yat­tı­ğı ce­za­evin­den gö­rüş­ler­den çı­kar­dık. Da­ğı­lır­dık es­ki­den ol­say­dı. O aç­lık gün­le­rin­de da­ğı­lıp git­me­yi dü­şün­me­dik. Bir­lik­te kal­dık. Yü­rü­dük yol­lar bo­yu. Oto­büs­le­re do­lu­şup git­tik. Gör­kem­li ka­pı­lar­da­ki yet­ki­li­le­re ulaş­ma­ya. Di­lek­çe­ler­de, di­lek­çe­ler­de, sa­yı­sız pul­lar­da umar ara­dık…”
1980’ler­de şii­re kü­ser. Şun­dan…
Oğlu ce­za­evin­de iken yaz­dı­ğı şi­ir­le­ri iki ta­nın­mış der­gi­de ya­yın­lat­tı. Oğ­lu­nun bu­na tep­ki gös­te­rip yaz­dı­ğı şi­ir­le­ri ha­pis­te yok et­me­si çok ağ­rı­na git­ti ve şi­ir­den uzak­laş­tı.
1991 yı­lın­da “Sev­da Ka­lı­cı­dı­r” ile tek­rar dö­ner yaz­ma­ya…
Gül­ten Akın…
Yi­ğit bir ozan­dı.
Ni­ce acı­la­ra rağ­men bir gün ol­sun umu­du­nu kay­bet­me­di:

“Ye­ter bek­le­di­ğim / Şim­di bir sil­ki­nir, ça­la­rım pa­ça­ya / Ne var­sa ata­rım üs­tüm­den / Al ka­nat kü­hey­lan olu­rum / Gel­di­ğim yer­le­re va­rı­rım / De­li­kan­lı­lar bu­lu­rum / Kö­pü­ğü ye­le ve­ri­rim, bu­lu­tu sev­da­ya / Kan­dı­rır alır ge­li­rim / Nur­to­pu bir dev­rim do­ğar / Nur­to­pu bir dev­rim do­ğar…” (Atın Tür­kü­sü)
Şi­ir ya­zan el­le­ri­miz öl­dü

Şair olmak ne zor…
Gülten Akın, büyük şair Turgut Uyar için şöyle yazmıştı:
“Öldüğü gün/ hepimizi işten attılar.”
Keza…
Bir başka büyük şair Edip Cansever için ise şu dizeleri yazmıştı:
“Her şeyin fazlası zararlıdır ya/ fazla şiirden öldü Edip Cansever.”
Ozan olmak zor…
Gülten Akın’ın ardından ne yazabilirim ki…
Bildiğim, hayatım boyunca ben “delileri” sevdim.
Evet…
Yazdığı “Deli Kızın Türküsü” dışında ne söyleyebilirim ki:

"Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan
Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü
Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli
Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden"

Gülten Akın!
Siz yoksunuz şiir yazan ellerimiz yok artık…


Soner Yalçın, 15 Kasım 2015



15 Mart 2023 Çarşamba

İlkyaz

Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya

 

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı

Bakıp  kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

 

"Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı

Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz

sisin dere ağızlarından sokulup akşamları

Fındıklarımızı basıyor

Neyleriz kararan tomurcukları

Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz

Tecimenlere yalvarıyoruz:

Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz

Bir banka az çiziniz bir yalvarma

Bizden size ve sizden dışardakilere

 

Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye

-Evet efendim-

Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye

Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet

Yazların motorlu çingeneleri

 

Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya

 

Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş

Toprağa tutku, kendinden dolayı

Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para

Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga

Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga

Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde

-Bilmiyoruz neden kavga.

 

Sonra kasabanın cezaevinde

Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz

Günlerimiz iterek genişletiyoruz

Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye

Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye

 

Durup ince şeyleri anlatmaya

Kimselerin vakti olmasa da

Okulların kadın öğretmencikleri

Tatil günlerini çoğaltsalar da

Kutsal nemiz varsa onun adına

Gözlerimiz için bağlar dokusalar da

Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide

Açmaya ilkyaz çiçekleri

 

Bir gün birileri öte geçelerden

Islık çalar yanıt veririz


Gülten Akın 



 



3 Mart 2021 Çarşamba

Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma

Gülten Akın

12 Eylül 2019 Perşembe

Bir Kayığa Biner Geceleri

Tadını, yağmura duygulanmanın
Paylaşır kuşlarla biri gizlice
Gülmesini tutamamış bir sincap
Sallanır utanç bahçesinde

Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen

Uzun sokakların ucunda evleri
İlk denemelerden geri dönülmüştür
İtildikçe, içe durduğu bilinen
Bazı dostları yitirmeye gidilir

Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen

Bir kayığa biner geceleri
Sığlıkta o kadın tek başına
Dua biçiminde inceltir korkuyu
Sunar içtenliksiz, tanrısına

Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Gülten Akın

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Deli Kızın Türküsü

I

Sabahleyin

Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem
Uzanmışım gölgeliğe bir başıma
Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan
İçten içe ürküyorum ama
Böyle de iyiyim

Siz dayanılmaz bir “Günaydın”sınız
Sabah sabah insanı ayağına getiren
Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren
Siz çocuk ağızlı bir “Günaydın”sınız

Çocuk ağzınızla biraz daha durun
Gittiğinizde güz gelmiş olacak

Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla
Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin
Sizde tutunacak yaslanacak kollar
Biraz daha durun biraz daha
Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin

Akşamüstü

Yollarda akşam dönüşü yorgun argın
Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok
Yarımla dışa dönmüşüm yarım susken
Çizginin üstündekiler yüz yüze
Koca bir gün ne yapmışım nasıl yaşamışım
Haberim yok

Dokunup çekilen bir şarkı rüzgarla
Vakti yalanlıyor sıcak sıcak
Sinema dönüşü iş dönüşü yahut bahanesiz
Beyazın tam ortasında bekliyorum
Ya gelmezseniz ne olacak

Maviyi kaldırın kara koyun sırasıdır
Bana yeni tutkular gerek bıktım
Bir solukta buz gibi yaşamak isterim
Beni öldürürse bu umut öldürür

Gece Türküsü

Alıp ayaklarımı yollardan şöyle rahat
Tam kendimi bulacakken
Kim getirir sizi başucuma
Kim kaldırır uzun uykunuzdan

Başlar gecenin oyunu delice
Dizlerime yükselir bir deniz
Anıları küçük yıldızlar gibi karanlıkta
Yanıma yöreme indirirsiniz

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem
Uzak uzak gitmede fayda yok
Şimdi bütün şehirler birbirine benzer
Bir kendi kendime doyasıya
Bu gece sussanız dinlensem
Ne gezer

II

Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben delice bir şey istiyorum
Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben başımı koyuyorum

Tuttu bir alacakaranlık bastı
Bütün şehirler birbirine benzedi
Saklı köşem bir daha aldattı ellerimi
Ellerimde iki üç isim kaldı

Adına yakılan mumlar İsa’nın
Yana yana bitti umutsuz
İsa, resimleri kadar güzel değildi
Biri kardeşliğimi aldı gitti
Şimdi ben delice yaslanmak istiyorum
Şimdi insanların yalnız kolları var

III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden

Gülten Akın, 1955

İzleyiciler