Sigmund Freud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sigmund Freud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2011 Pazar

Leonardo’nun Kökleri İstanbul’ da Çıktı

Gelmiş geçmiş en ünlü dâhilerden biri O ! Ressam, heykeltıraş, mimar, müzisyen, mühendis, bilim adamı… Sanatı ile Rönesans’a damga vuran, hayatını konu alan yazarları milyarder yapan Leonardo Da Vinci, şimdi de annesi ile gündemde. Robin Maxwell’in geçen yıl İngilizce yayımlanan “Signora Da Vinci” kitabı Everest Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrildi. Kitap günümüzde sayıları hızla artan popüler tarih kitaplarına çarpıcı bir örnek oluşturuyor. 

Kitapta Caterina İtalya’ nın Vinci kasabasında geleneksel bir eczacı olan babasıyla birlikte yaşayan, dönemin standartlarına göre “fazla meraklı” bir kız. Kırlarda, bahçelerde geçen serbest çocukluğunun ardından sekiz yaşına geldiğinde babası Ernosto ona eczacılığı, tedavinin ve büyü yapmanın formüllerini öğretir. Özgür bir ruha sahip olan Caterina, kırlarda ot toplamak amaçlı gezintilerinden birinde komşu oğlu Piero ile tanışır. Elbette büyük bir aşk başlar, ancak imkânsız bir aşktır, çünkü Piero’ nun ailesi zengindir, Caterina ise bir köylü kızıdır neticede. Bu durum Caterina hamile kaldığında evlenmelerine de mani olur. Dönemin İtalya’sında babasız bir çocuk doğurmak, bir kadın için toplumun kıyısına itilmektir. Caterina “kocaman anne yüreği” ile tüm güçlükleri göze alır ve çocuğunu, yani Leonardo’yu doğurur. Yıl 1452, Caterina henüz 16 yaşındadır. Birkaç yıl büyütür oğlunu, yanından ayırmaz, ancak Leonardo dört yaşına geldiğinde Caterina’dan alınır ve babasının ailesine verilir.

Roman bu minvalde sürükleyici bir şekilde ilerliyor. Peki Maxwell’ in çizdiği, oğlunun dehasında büyük izi olan “dahi köylü kız Caterina” karakteri ne kadar gerçek? Tarihçilerin hemfikir olduğu noktalar var; mesela babası Ser Piero, Leonardo doğduktan kısa bir süre sonra Albiera ile evlendi, annesi de birkaç ay sonra evlenmekte gecikmedi. Annesi ile babası evlenmediği için Leonardo evlilik dışı bir çocuk olarak yaşamanın zorluklarıyla büyüdü. Üniversiteye gitmesi yasaktı. Temel eğitimini okulda aldı fakat Latince, matematik, fizik, anatomi gibi bilimleri kendi çabalarıyla öğrendi. Babasının ailesinin evinde büyümesine rağmen yasal olarak onun varisi değildi, yaygın geleneği izleyerek babasının adını dahi almadı.

Uzun yıllar, Leonardo doğduğunda 25 yaşında olan babası Ser Piero di Antonio’ nun noter, annesi Caterina’ nın ise bir köylü kızı olduğuna inanıldı. Oysa son araştırmalarla Caterina’ nın hayatındaki sırlar aydınlanıyor. Bir iddiaya göre Caterina Orta Doğu kökenli bir köleydi ve İtalya’ya İstanbul’dan gelmişti. Köle sahibi olmak o yıllarda Tuscany’ de çok yaygındı. Üstelik sonradan Hıristiyan olan köle kadınların yaygın olarak aldığı isimlerden biri Caterina’ydı. Bu bilgiler, 1493 yılında Milano’ya gelen ve hayatının son iki yılını oğlunun yanında geçiren Caterina ile Leonardo’nun mektuplarını inceleyince ortaya çıktı. Da Vinci Müzesi’nin 25 yıllık araştırmaları sonucunda gün ışığına çıkan mektuplarda, ilişkilerinin giderek yakınlaştığı görülüyordu. Hatta annesi öldüğünce cenaze masraflarını Leonardo ödedi. Müze Müdürü Alessandro Vezzosi’ ye göre mektuplar Caterina’nın Orta Doğu geçmişinin sanatçı, matematikçi ve felsefeci olarak Leonardo’nun üzerinde sanılandan çok daha fazla etkili olduğunu gösteriyor. Vezzosi Leonardo’nun hayatının son yıllarında Orta Doğu’ya giderek daha fazla ilgi duyduğunu belirtiyor.

Chieti Üniversitesi Antropoloji Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Luigi Capasso, bu bulgulara yenilerini ekledi. Üç yıllık bir araştırmada, sanatçının 52 eserindeki 200′e yakın parmak izi kalıntısı incelendi. Sonuç, Leonardo’nun parmak izinin yüzde 60 Arap özellikleri taşıdığı idi, ki annesinin Orta Doğulu bir köle olduğu bulgusunu kanıtlıyordu. Bu iddialara karşı çıkanlar da oldu, bazı uzmanlar parmak izlerinin Leonardo’ ya değil, zaman içinde tablolara ya da el yazmalarına dokunan kişilere ait olabileceğini ileri sürüyor. Ancak Capasso’ ya göre, Da Vinci’ ye ait olduğundan şüphe edilmeyecek izlerin varlığı göz ardı edilmemeli. 

Leonardo ve Caterina’ ya dair son bir iddia da Kanadalı araştırmacı Louis Buff Parry’den geldi. Parry’ye göre Caterina sadece Orta Doğulu değil, bir Müslüman’dı, üstelik Azeri! “İstanbul’dan gelen kölelere İtalya’da Caterina ismi verilmesi yaygındı” diyen Parry, iddiasını daha da ileri götürüyor ve Leonardo’nun annesinin izlerini aramak için Anadolu’ya ve Azerbaycan’a seyahat ettiğini söylüyor.

Sigmund Freud’a göre Leonardo’nun annesi tarafından çok küçük yaşta terk edilmesinin etkileri en çok bu tabloda görülür. Tabloda İsa’ya uzanan Meryem ve annesi Hena, Leonardo için annesi Caterina ve üvey annesi Albiera’yı sembolize ediyor Da Vinci’ nin Anchiano’da doğduğu çiftlik evi olan “Casa Natale di Leonardo”, 80′lerin ortasında restore edildi. Bugün Da Vinci’nin çalışmalarının sergilendiği bir müze.


(sanatmedya.com isimli kültür sanat sitesinden alıntılanmıştır) 

9 Ocak 2011 Pazar

İllet-i Güzidedir Aşk

Freud “Yaşam belirtisinin kökenini duygulanma; duygulanmanın da temelinin aşk” olduğunu söylerken Victor Hugo “Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır” der.

Bana soracak olursan aşk, Yazar Victor Hugo’nun ironisinden ziyade, cinsiyet farkı gözetmeksizin hayatımızı vakfettiğimiz illet-i güzide, dönülmez akşamın ufku, oyalarımıza dantel dantel işlediğimiz içselliğimizdir.

Aşkın nasıl yaşandığı da önemli tabi.

Bazıları aşkı uzaktan yaşar, aşk aurada var olmamalıdır, çünkü beş metreden daha yakın mesafede ya enfarktüs geçirilir ya da su etkisi yaşanır ve aşk ateşi söner. Kimileri ise meydan okur aşka.. Korkar, istemez, ancak bir gün aşkın kıskacına öyle bir kapılır ki eli ayağı dolaşır ve bu etki yıllarca devam eder. Diğerleri de, daha önce anlattığım gibi aşkı bir marka değeri olarak görerek, o markayı yakasında “elegant” bir rozet olarak taşımak ister.

Halbuki aşk; aktris ve aktörleri belli olamayan, hesabı yapılamayan bir içselliktir. Bir bakışa, tavra, düşünceye kısaca O’nu bütünleyen herhangi bir olguya atfedilir.

Birkaç hafta önce bir arkadaş toplantısında “hangimiz artık karımıza aşığız ki !” lafına irkilerek şahit oldum ve yine kendimi tutamayarak “e demek ki sen aşık olmamışsın” deyiverdim.

Bu örnekte, belli ki kadın adamı mevki, para, araba gibi maddelerle; adamsa kadını yanında gururla taşıyabileceği “sarı gacı” olarak kabullenmişti. Birçok insanın yaşadığına benzeyen bu açmazı görmeye gönlüm el vermese de, “aşk” ın herkesçe yaşanamayacağı gerçeğini kabul ederek hadiseyi atlatıyorum.

Yukarıda küçük bir örneğini ilettiğim ve duyguların çıkarlara ezeli rakip olduğu günümüzde aşkı dillendirmek zor zanaat. Çünkü, insanın temel olduğu her zemin kaygandır ve bu kayganlık kimi zaman mantık, kimi zaman akıl, kimi zamansa duyguyla atılır. Aşk, bu zeminin mantığa en ters düşen tabakasıdır, çünkü sebebi olmadan bir bağlılık içerir ve mantıkla aşk hep çatışır, çatıştırılır.

Bu çatışmanın galibi kimdir bilinmez, çünkü aşkı besleyen kaynağın sebebi mantık ve aklı besleyeninki kadar gözle görülüp elle tutulmaz, çevresel etkilere maruz kalmaz, kördür.

Bir başka ifadeyle aşk; emek ve zamanla beslenir, zaman aralarını doldurarak değil; aşk, cennetin kapılarını sonuna kadar açtığın, cehennemi yaşamayı göze aldığındır ve aşk, ne gözünü alabildiğin ne de göze alabildiğindir; en önemlisi aşk bitmez, sonsuzluktur.

Demem o ki; aşkı yaşamış ya da yaşayan şanslı azınlıktansan; O’ nu bigudilerle ya da traş olurken görme pahasına da olsa değerini bil. Aksi takdirde, mantık kümesine hapsolmuş ve her anını banknotlarla mutlu etmeye çalışan çoğunluktan olabilirsin.

Ve siz, hala aşkı arayan kronik çekingenler! Aşk denizi kıyısında sizi bekleyen kadını ya da adamı göremiyor olabilirsiniz; unutmayın ki, aşk gözlerin içinde saklı engin bir ışıktır. Bulursanız, ne pahasına olursa olsun, bırakmayın!

Evrim Gözener
http://www.hayatadokun.net/?p=954

İzleyiciler