Enver Karagöz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enver Karagöz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2024 Pazar

Acıya Şiirle Direnebilir İnsan

         
                                                        Enver Karagöz Anısına

Şafağı seviyorum en çok, tan vaktini karşılamayı
Ağaçlara karışıyorum, kuşlara… Denize ve yele…
Sözcüklerimle dikiliyorum güne

Zamanla direnmeyi öğreniyor insan
Şiirle kazıyorum içimdeki acıyı, kıymık kıymık…
Sayfalar, kitaplar dolduruyorum söktüğüm ağulardan

Bir de içimde 'alıp başını gitme' duygusu
                          umudu çağrıştıran
Acımı bilmediğim kentlerin caddelerinde yitirmek istiyorum
Yaşamadığım iklimlerin toprağına gömmek

Duymadığım, söylemediğim şarkılarda unutmak istiyorum 
Başka yurtların aryalarında, liedlerinde
Acıya sevdiği ezgilerde direnemiyor insan

İstanbul’da solduramam acımı bu yüzden
Ol şehir ki yangın yeri… Acının kendi evi…
Acıyı evinde kaybedemem ki ben

Benim olmayan gökyüzünü istiyorum 
Hiç görmediğim bahçeleri, gölleri, ırmakları…
Trenleri, sokaklarında kederle devinen insanları

Acının orta yerinde yüreğine dolanıyor insan
Şiir ki acının direnç gülü:  Ancak, 
O'nunla direnebilir insan 

Tufan Akgül
 


26 Eylül 2024 Perşembe

Metris

Ben hep 17 yaşındayım 
Demir kapının her açılışında 
Her ayak sesinde içime sığmaz yüreğim 
Her türlüsünü tattım acının ve ızdırabın 
Yalnız seni özlerken kendimi yenemedim 
Çünkü; senden gayrısı haram 
Şu Metris'in önü bir uzun alan 
Bir tek seni sevdim gerisi yalan

Cigara çekmedi canım hiç 
Çıkarken havalandırmaya 
Olmadı avluda atılmış voltam hiç 
Hele masmavi bir denize atılmış oltam 
Hiç mi hiç... 
İçerde bıraktım dünyayı 
Parmaklıklarla bölünmüş olarak 
Görmeye alışık gözleri 
Ve senin için yazdığım şiirleri, sözleri. 
Sana olan aşkımı 
Defterlere değil 
Metris'in duvarlarına yazdım 
Uykusuz geçen geceler akıllara zarar 
Kıramazdı beni duruşmada kırılan kalem 
Senin görüşlere gelmediğin kadar 
Şu Metris'in önü bir uzun alan 
Bir tek seni sevdim gerisi yalan 
Senin hasretindi hücreme dolan 
Yalnız seni sevdim gerisi yalan.

Parmaklıkların elime bulaşan pası 
Havalandırmadan gelen hela kokusu 
Işık ve ufuksuz hücremde 
Gözlerim kuvvet kaybındaydı. 
Bir şişin ucundaydı ölüm korkusu 
Ve özgürlük kravatlıların avucundaydı

Bir kazaydı gelişin 
Ya seni sevişim? 
Bir masaldı. 
17 yıl 15 gece 
Bir ranzaydı yattığım 
Bir de oturduğum masaydı

Ben gençliğimin en tutkulu aşkını 
Kağıtlara değil 
Gönlümün en derin nağralarını 
Kalemle değil 
Tırnaklarımla 
Metris'in duvarlarına yazdım 
Ve kanayan ellerime tuz bastım

Çok mektup yazdım sana 
Ama hiç yollamadım 
Ben sana olan mektuplarımı 
Metris'in duvarlarına yazdım 
Ve üzerine zarf değil 
Mapushane kapılarını kapattım

Şimdi bir şey yok yanımda senden kalan 
Şu Metris'in önü bir uzun alan 
Benim sevdam gerçek 
Senin aşkın yalan 
Hücrem değil hasretinle yanarım 
Senin için hergün hergün ağlarım 
Kanım hep içime akar kanarım 
Beni anlamadın ona yanarım...

Enver Karagöz

Doğum tarihi: 2 Mayıs 1948 Şavşat 
Ölüm tarihi ve yeri: 29 Mart 2007  Almanya

Elveda bile diyemeden...

Enver Karagöz'ü tanır mıydınız? Bileniniz, göreniniz, tanıyanınız vardır elbet! Biz 12 Eylül siyasi göçmenleri onu "Enver Hoca" olarak bağrımıza basmıştık. O da dostlarını, arkadaşlarını, yol arkadaşlarını, can yoldaşlarını, insanları, hepimizi kucaklamıştı. Ansızın acı acı çaldı telefon. Gözyaşlarıyla yıkanmış haber sadece üç kelimeydi:

"Enver Hoca'yı kaybettik!" Donup kaldım! Kulaklarıma inanamadım! Vay Enver Hoca vay! Vay benim can yoldaşım, vay benim Artvinlim, Savsadım vay!

Daha iki ay önce, Hrant Dink'in katledilmesini protesto mitinginde, Köln'de birlikte yürümüştük. Sessiz sesiyle haykırıyordu nefes nefese: "Hepimiz Hrant'ız hepimiz Ermeniyiz!" diye... Dom Kilisesi'nin önünde resimlerini çekmiştim. Sırtında yeşil parkası, kalbinin üstünde Hrant'ın resmi vardı. Çok resimlerini çekmiştim daha önceki yıllarda. Fotoğraf makinamda, kalbinin üstünde madalya gibi Hrant'ı taşıyan son resmi kaldı. Şimdi bu satırları yazarken bana bakıyor gülümseyerek! (...)

Türkiye, başka bir Türkiye idi o zaman. Gençler okuyor, araştırıyor, düşünüyor, yazıyor, örgütleniyordu. Enver Karagöz de o gençlerden biriydi. Hem okuyor, hem yazıyor, hem haykırıyordu gür sesiyle! İyi bir örgütçüydü. Özü sözü bir devrimci gençti. Kendinden çok seviyordu yurdunu, toprağını, insanlarını...

Öğrencilik yıllarında olsun, öğretmenlik yıllarında olsun toplantılarda, mitinglerde, gösterilerde şiirler okurdu. En sevdiği şairlerden biri Nazım Hikmet'ti. Nazım Hikmet'in şiirlerini sadece okumaz, yaşardı, yaşatırdı...

Enver'in sesi, dinleyenlerin damarlarına girer, akar giderdi ta akla kadar!

(...) 12 Eylül 1980 günü, tankların paletleri, silahların dipçikleriyle kesildi barışa, özgürlüğe, kardeşliğe giden yollar. Sınırsız bir kinle saldırıyorlardı devrimcilere, ilericilere, yeni bir düzen için mücadele edenlere.

12 Eylül sonrası altı yüz bin kadar insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, sorgulandı, hesap soruldu... Enver Hoca da, esir alınmıştı. Ama teslim olmuyordu. Konuşmuyor, kimseyi ele vermiyordu. Ağır işkencelerle onu kana buladılar.

Enver Hoca, kana bulandı, ama alnına kara bir leke sürdürmedi. İşkenceciler onun onurlu tutumundan çılgına dönmüştü. Yapabilecekleri en büyük kötülüğü yaptılar:

Haydi bakalım bir daha oku o şiirleri! Haydi bir daha haykır bakalım o komünistin, o vatan hainin şiirlerini! diyerek boğazına kaynar su döktüler! Ses tellerini kaynar suyla yaktılar! Enver Hoca, boğazının yakılmasından sonra gırtlak kanseri oldu. Hapisten çıktı. Tedavi için Almanya'ya geldi. Almanya'ya iltica etti. İlticası kabul edildi. Tedavileri aralıksız devam ediyordu. Bazen bir lokma ekmek, bir damla su bile geçemedi boğazından. Ama Enver Hoca direndi. Sesi, sesini kaybetmişti. Fısıltı halinde zorlanarak konuşabiliyordu.

Gene şiirler yazdı. Gene şiirler okudu. Susmadı!

(...) Elveda! bile diyemeden ayrılmıştı kendini hem var eden, hem de kahreden topraklardan.

Uzun yıllar sürdü yurduna giden yolları açabilme uğraşı. Avukatlar, dosyalar, araştırmalar, incelemeler derken yıllar geçti!

Nihayet 2004 yılında Türkiye'ye gidebilme imkânı doğdu. 18 yıl aradan sonra İstanbul Atatürk Havaalanı'nda ayaklarını kendi toprağına basmıştı. Pasaport kontrolündeki polis: "Siz biraz bizimle geliniz!" dedi. Terörle Mücadele Şubesi'ne götürdüler. Elini, gözünü bağladılar. "Açın gözünü!" dedi kirli bir ses: "Beni tanıdın mı?" dedi pis pis sırıtarak. Enver tanıdı... Erzurum'da boğazına kaynar su döken işte bu adamdı! İşkenceciler hala işbaşındaydı...

(...)Dün baş sağlığına gittim. Enver Hoca'nın evi dostlarıyla doluydu. Kemal Uzun, Hacı Mehmet, Azim Yalçın, Adnan... Enver Hoca'yı son yolculuğuna uğurlamanın hazırlığını yapıyorlardı.

(...) Ren nehri akıyordu okyanuslara doğru. Enver Hoca bir vardı, bir yok oldu! Toprağın bol olsun sevgili arkadaşım!

Kemal Yalçın - Bochum, 1 Nisan 2007 (Birgün Gazetesi'nden alıntılanmıştır)


İzleyiciler