Che Guevara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Che Guevara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2025 Pazar

İhtiyar Maria

Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:

Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.

Geldim seninle umudundan konuşmaya,
kızının nasıl olduğunu bilmeden
kuzuladığı o üç ayrı umuttan da.

Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.

Dinle, emekçi büyükanne,
inan gelen insana,
göremeyecek olsan da geleceğe inan.
Tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran
acımasız Tanrıya da dua etme.
Yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için
ölümden acımasını isteme;
gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende,
her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi,
huzur içinde öl yaşlı mücadeleci.

Bir ayağın çukurda ihtiyar Maria,
o gideceğin günlerden biri
otuz kefen tasarımı
bakışlarıyla selamlayacaklar seni.
Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
suskun kalacak odanın duvarları
birleşince ölüm astımla
ve sevdaların boğazına dizilince.

Bronzdan dökülmüş üç okşama
(geceni hafifleten tek ışık)
açlıkla kuşanmış üç torun
her zaman bir gülümseme buldukları
yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler.
Hepsi bu olacak, ihtiyar Maria.

Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan,
geçti keder içinde hayatın, ihtiyar Maria.

Bulandırdığında gözbebeklerinin acısını
sonsuz dinlenmenin buyruğu,

ömür boyu angaryadaki ellerin
son şefkatli okşayışı içine çektiğinde
onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın,
zavallı ihtiyar Maria.

Hayır, hayır yapma
bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran
umursamaz Tanrı'ya kendini teslim etme,
ölümden aman dileme,
korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın,
sonunda kuşandı astımla.

Fakat bildirmek istiyorum ki sana
umutların kısık ve yiğit sesiyle
intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,
ideallerimin en doğru boyutuyla
yemin etmek istiyorum.

Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.

Huzur içinde yat, ihtiyar Maria,
huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi.
Yemin Ediyorum ki...

Che Guevara

Çeviren : Adnan Özer, Vilma Kuyumcuyan



24 Aralık 2024 Salı

Sinan Cemgil'li Bir Anı

Ankara, Nisan 19...

Sinan’ın öldürümüyle biten yolculuğuna çıkmadan önce, Ankara’da Bestekâr sokakta, Seyhan ve Vahap arkadaşlarımın evinde bir günlük konuğum. Ev sahipleri yok. Yalnızım. Kapı çaldı, açtım: Sinan Cemgil!.. Güzel bir raslantı! Sinan’ı gazete ve dergilerde çıkan fotoğraflarından az- çok tanıyorum. O beni tanımadı. Tedirgin olmasın diye Che şiirimin ilk dizesini okudum. Kucaklaştık. Ev sahipleri, düşün dünyamıza ortak olan arkadaşlarımız.

Öğle vakti. Karnı açmış. Ben de açtım... Mutfakta büyükçe bir kapta Alemdar paket tereyağı ile bol yumurta ve malzemeli bir menemen hazırladım. Ocağa koydum, az piştikten sonra ateşi söndürüp, üstüne kuru nane ufalayıp, bir kapak kapattım. Koştum, bakkaldan üç şişe Çubuk şarabı alıp geldim. Menemeni sıcağı sıcağına öylece masaya taşıdım. Kapağı açınca menemen buhar basıncı ile vakum yaparak kek gibi kabarmış. Üstüne biraz daha kuru nane ufaladım, incecik doğradığım maydanozdan bolca serptim. Bir lokma aldı:

"Böylesini ilk kez yiyorum" dedi. Sinan'a, "Bu menemen sana özel!" dedim. Menemene saldırdık. Beğeni sözünü yineledi. Sesi hâlâ kulağımdadır... Şişenin biri tez buhar olmuştu. İkincisi de bitmek üzere... İyice esridik... Che şiirimden söz etti. İlk dizeden sonrasını bilmiyormuş. Ben okuyorum, o da ardından her dizeyi yineliyor. Onun sesiyle kendi şiirime tutuldum. "Bu böyle olmuyor!.." dedi. Şiiri bir kağıda yazdım, verdim. Ayağa kalkıp sözcüklere hakkını vererek güzel bir vurgu ve tonlamayla, arada sol yumruğunu havaya kaldırarak ilk dörtlüğü okudu...

Ne güzel okuyordu!.. ODTÜ hipodromunda dinleyicileri coşturacak biçimde şiirler okuduğunu duyardım.

Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara (Gevara)
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa,
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa..
Alaçamın mor meşenin ardına silah çatıp yatmaya
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara.

(.....)

Sinan o gün coşkuyla okuduğu Che şiirimin yazılı kağıdını katlayıp kot pantolonun cebine koymuştu. Ona o gün, 1966 yılında Caracas Valisinin oğlu Jose Manuel’den (Hoze Manuel) söz ettim. Henüz haberi yoktu. Ben şiirim için güncelle dirsek temasımı sıkı tutarım. Jose Manuel ve arkadaşlarının dağda topluca katlediliş haberini Cumhuriyet Gazetesi'nde görmüş, Ceyhun ağabeyime de (Ceyhun Atuf Kansu) Demir İşhanı'nda Sol Yayınları bürosunda İlhan’ın çayını içerken okumuştum. Ceyhun Ağabeyim çok duygulanmıştı. Daha sonra Jose Manuel için bir şiir yazdı. (C. Atuf Kansu’ nun 1966 tarihli bu adla bir şiiri vardır.)

Caracas Valisinin oğlu Jose Manuel, 1964 yılında 20 arkadaşıyla silahlanıp dağa çıkmıştı. (Che o günlerde bugünkü gibi ünlü değil. Yıldızlı kepiyle bilinen fotoğrafı altında 'Wanted’ (Aranıyor!) duyurularıyla Latin Amerika gazetelerinde yeni yeni görünmeğe başlamıştı. Yine Cumhuriyet gazetesinin Ekim 1966 yılındaki bir sayısında Che’nin ünlü fotoğrafı altında şöyle bir haber vardı: ”Bugünlerde Latin Amerika’ da bir devrimci aranıyor!''

Che arkadaşlarıyla 6 ekim 1967 yılında yakalandı, 9 ekim günü emperyalizm ve işbirlikçilerin kurşunlarıyla gövdesi delik deşik edildi.

Jose Manuel, yirmi devrimci arkadaşıyla 1966 yılı yazında ormanda Amerikancı ordunun askerleri tarafından öldürülmüşlerdi. Cenazeleri dağdan indirildi. Caracas’ın en büyük caddesinde tabutlarının ardından on binler yürüdü. Hugo Chavez’in ayak bastığı topraklarda bir de böylesi alçakgönüllü çağdaş destansı bir öykü vardır…

Benim, Sinan’ın hayalindeki yolculuğun zerresinden haberim yok, şarap içiyor ve ben boyuna bu konuyu ayrıntılarıyla konuşup duruyorum. Sinan’ın beni dinlerken arada dalıp gittiğini anımsıyorum. Sarhoşluk da var serde. ’Esriklik’ deyip estetize etmiyorum. İkimiz de çakır keyifliği aşan bir saadet içindeydik...

Ne hazin!.. Sinan, Kürecik’ te Amerikan Radar üssüne saldırmak için arkadaşlarıyla çıktığı yolculukta öldürülüp dağdan indirildiğinde o günün faşist zorbalık ortamında cenazesinin başında yalnızca babası (Adnan Cemgil) ve annesi vardı. Türk devrimcileri hep yalnız ve mahzundular. Hani ne derler: "Halksız şehzade gibi mahzun."

Egemenler ve emperyalizm, devrimcilerin işçi ve köylülerle kaynaşmasını ancak cinayetlerle engelleyebildiler…

Che Şiirimle İlgili Bir Anı ve Osman Arolat

2004 de Can yayınlarından toplu şiirlerim çıktı. Erdal Öz'ün ve Deniz Kavukçuoğlu’nun yakın ilgisiyle İstanbul Kitap Fuarı’nın resmi konuğuyum. Benim için bir açık oturum düzenlenmiş: ''Hazır Ol Kalbim Odağında Metin Demirtaş Şiiri''. Konuşmacılar: Mustafa Şerif Onaran, Ataol Behramoğlu, Sezai Sarıoğlu, sanat enstitüsünden sınıf arkadaşım Devlet Tiyatrosu oyuncusu Mustafa Yalçın. Bir de, bana Sinan’ın şiir okuyuşunu anımsatan, Devlet Tiyatrosu oyuncusu Haldun Özgeneç. Che şiirimi olağanüstü bir ses ve yerinde vurgulamalarla okumuştu.

Ara verildi. Nihat Behram'a rastladım. Az ötede Osman Arolat’ı birkaç arkadaşıyla gördüm. ‘Merhaba’ dedim. Tanıyamadı. Kimsin? der gibi bir şaşkınlık gösterdi.

Arolat’ı Ankara’da katıldığımız yürüyüşlerden tanırım, arkadaşları ona 'Oralet Osman' diye takılırlardı. Oturup bir çay içimi görüşmüşlüğümüz yoktur..

Ben, kendimi tanıtmak için “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” der demez, yanındaki arkadaşlara, ''İşte yakaladım; bakın!.. Bu arkadaş bizi CHE şiiriyle dağlara özendirdi, tava getirdi, kendi düzde kaldı...” gibi bir şeyler söyledi, hep beraber gülüştük...

1967 de, “Bizim de delikanlılarımız vardır” demiştim. O günlerde de, bugünkü gibi yiğit kızlarımız vardı. Bu beni hep tedirgin etti. İngilizce’ye bu biçimiyle çevrildi. Bugün dizeyi hem oğullarımızı hem kızlarımıza seslenir biçimde :

"Bizim de gençlerimiz vardır Che Guevara" diye okuyor ve düzeltiyorum.

Bizim de gençlerimiz vardır Che Guevara
Yokluklardan bi yol kopup gelmiş
Üç zeytin az ekmek üniversitelerde
Düzen çarpar önce, yoksulluk vurur
Öfkeli dolanırlar caddelerde.
Ve başkaldırırlar akılları suya erende.

Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam’ı
Kongo hepimizin Kongosu
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara.

Menemenimize eşlik eden üçüncü şişe de bitti. Şarap getirmek için davrandım. Sinan hemen kalktı, Vahap’ ın gömleklerinden birini sırtına geçirdi ve benden önce bakkala koştu. Menemenin, şarabın ve şiirin büyüsü ile mutluluktan uçuyoruz...

Konuşmalarından Kürecik yolculuğuna ilişkin en ufak bir izlenim edinmedim. Yalnız bir iki saat önce Münir Ramazan Aktolga geldi, kapıdan Vahap’ı sordu, gitti. Garip bir telaşı vardı.

Sinan'ı dinlerken bir kulağım kapıda: Seyhan ve Vahap geliverirler ümidi içindeyim.

Şaraplı, şiirli yarenliğimizi onlarla sürdürmek istiyoruz.

Vahapların geleceği yok. Yeniden sofraya oturduk. Ben bir espri yaptım: ''Kısmetsiz hav hav kurban bayramında Hıristiyan mahallesinde gezinirmiş...'' Gülüştük.

Bugün ne zaman böyle bir menemen hazırlığına girişsem, Sinan'ı hatırlarım ve sesi kulağımda çınlar...

Sevim Abla da (Belli) cacığa maydanoz doğrarken İlhan'ın (Erdost) sesi kulağında çınlarmış. İlhan’ın, “Kürt Cacığı” diye adlandırdığı bol maydanozlu özel bir cacık hazırlama usulü vardı. Cacığı hazırlarken olayı törensel bir havaya büründürür, kimseyi işine karıştırmazdı...

Bu satırların yazıldığı tarih 18 Mart 2013. Nihat Behram İsviçre’den on günlüğüne İstanbul’a gelmiş. Nihat’a, "Bir- iki gün için Antalya’ya gelebilirsen Hem Yusuf Aslan’ın annesini ziyaret hem de onlara yakın Hasan Hüseyin'in alçakgönüllü aşevinde aynı tertip, menemen ve şarapla dedim.

Umutsuzluk Yasak ve Sinanlar'a şiirlerimin Yazılış Sürecinin Tanığı Bir Arkadaş

Ankara'daki menemen ve şarap yarenliğimizden 1 yıl sonra, 31 Mayıs 1972’ de Sinanlar'ın öldürüm haberleri geldi. O an Antalya’da yağmurlu havalarda omzu ipli hamalların sığınağı olan, adını benim uydurduğum hızar talaşı, reçine, kızarmış balık, soğan ve şarap kokan 'Eşek Semeri Meyhanesi’ndeydim. Meyhanenin avluya çıkış kapısında semeri andıran antik bir kemer vardı... Ataol ile de bu meyhanede rakı içip, söyleşmiştik. Eve koştum. Karımın şaşkın bakışları arasında Sinan için uzun süre ağladım...

Sonra, bisikletime atlayıp, Şarampol semtinde oturan Zeytinköy İmam Hatip Lisesinde edebiyat öğretmeni sosyalist bir arkadaşıma (T.Ü) gittim ve yasımı orada sürdürdüm.

Umutsuzluk Yasak şiirimi göz yaşlarımla orada tamamladım. Elimdeki defter yaprağına şiiri geçirdim ve arkadaşıma verdim. Gelirken şiiri zaten zihnimde iyice yoğurmuş ve ezberlemiştim. Zaten Ulaş’ın bir evin bodrumunda kıstırılıp öldürüldüğü günlerde ilk dize yüreğimden havalanmıştı! Şiiri ağlayarak yazdığımın tanığı olan arkadaşım, 1969 Temmuz'unda, Kayseri’ de eli meşaleli gerici yobazlara karşı Fakir Baykurt ve öğretmen arkadaşlarıyla kavga vermiştir. O gün Kayseri’de TÖS’lü öğretmenleri toplu halde yakacaklardı. Başaramadılar. İştahlarını Sivas'a saklamışlar…

Yukarıdaki öğretmen arkadaşım bugün Almanya’da taksicilik yapıyor. “Yetmez ama evetçiler” taifesine katılmasını içime sindiremedim. Kaçak kuran kursları konusundaki duruşunu da bu kırgınlığa eklemeliyim. Yıllarca aydınlanma ilkeleriyle öğrenci yetiştiren bir öğretmen, merdiven altı kaçak kuran kurslarında başları örttürülen küçücük kız çocuklarının, hiçbir pedagojik eğitimi olmayan zır cahil insanlara teslim edilmesinden nasıl isyan etmez, normal sayabilirdi!?..

Öğretmen arkadaşım daha sonraki günlerde de, aile boyu döneklerden birinin "Atatürk niye demokrasiyi getirmedi; bir diktatördü." diyerek, Atatürk’e her yazısında saldıran tombul köşe yazarının yazılarını çevresine “Okuyun!” diye salık verdiğini duydum, iyice soğudum...

Bugün bu anlayıştaki dönek ve liboşların safına geçmiş öyle çok “solcu eskisi” arkadaş var ki, ülkemizin üstüne faşizm bir karabasan gibi çökmüşken, saldıracak başka biri yokmuş gibi, Mustafa Kemal Atatürk’e, CHP ve orduya saldırmayı bir marifet sayıyorlar.

Her şeye karşın, andığım öğretmen arkadaşın, Sinanların öldürüldüğü günlerde acımı paylaştığını ve beni teselli etme inceliğini gösterdiğini unutmamışımdır.

"Arkadaşlık ağaca benzer/ Kurudu mu yeşermez bir daha artık."

Nazım’ın söylediği gerçekleşmesin diye yüreğimin bir köşeciğinde ortak anıları hep ısınık tutmaya çalışmışımdır.

Ülkemizin En Yiğit, En Güzel Çocukları Emperyalizmin Sivil - Asker İşbirlikçileri Eliyle Acımasızca Katledildiler.

Ve Böyle Böyle Yurdumuz Bu Hallere Düştü, Düşürüldü!...

Evet, Sinanlar’ın öldürüm haberiyle o akşam şiirimin ilk dizesi, ilk tohumu yüreğime düşmüştü. Dizeler, Kızıldere’dekilerin ve İstanbul’ da bir evin bodrumunda kıstırılıp kurşunlarla delik deşik edilen Ulaş’ın ve katledilen tüm yurtsever devrimcilerin acısına bulanmış, birikmiş acıların şiirime yansımasıydı...

Sevgili arkadaşım Ataol’un yeni bir kavram olarak sözlüğümüze kazandırdığı ve Melih Cevdet Anday’ın da severek kullandığı 'Organik şiir'e örnek şiirlerdir; Umutsuzluk Yasak ve Sinanlara başlıklı şiirlerim. Her iki şiirin imge ve sözcükleri yüreğimin ve gövdemin büyük kan dolaşımında dolaşmıştır. “Kavruldu en yamanı çiçeklerin” derken son kırk yılda yitirdiğimiz tüm değerlerimizin adları zihnimden geçit yaptılar.

Deniz, Yusuf, Hüseyin, Ulaş, Cihan, Taylan, Doğan Öz...

Ve diğer tüm "Ölmez ölülerimiz" gibi yurtsever aydınlar, gençler bu dünyaya bir daha zor gelir...

Hepsi de ülkemizin en nitelikli insanlarıydı. Baskılar, sömürü ve zulüm hükmünü dünden ziyade sürdürüyor.

26 Mayıs 2013

Bekir Yıldız'ın Küçük Kızının Anlattığı

Bekir Yıldız’ın küçük kızı 1983 yılında Antalya'da konuğumuzdu. Bir akşam şöyle dedi:

"Metin Amca biliyor musun, Adnan Amca, (Adnan Cemgil) oğlu Sinan için yazdığın şiiri hep cebinde taşıyor ve gittiği her yerde duygulanarak okuyor."

Bunu duyduğumda onur duymuştum. Adnan ağabeyi az- çok tanırdım: TİP Bursa mitinginde faşistlerin sopalı saldırısından hayatını kurtarması bir mucize idi.

Adnan Ağabeyin adıma imzalı kimi çeviri kitapları kitaplığımda durur. Saygı ve sevgi duyduğum 'Eski Tüfek' saygın sosyalistlerdendir.

Adanmış Şiirlerim

Şiirime ad olan, "Umutsuzluk Yasak" söylemi anonim bir söylem sanılır. Bu söylem sevgili şairimiz Ahmed Arif’indir. Kendisinden şiirime ad olarak iznini istediğimde bana, "Onur duyarım" demişti.

Sinanlara adadığım şiirim de, Umutsuzluk Yasak şiirimin tohumundan çiçeklenmiştir.


Metin Demirtaş, Gerçek Edebiyat, 26 Mayıs 2013 

Fotoğraf: Sinan, Şirin ve Taylan Cemgil

8 Aralık 2023 Cuma

Veda Şarkısı

 

1. 
Kayalıkta çakılı yelkenli 
sana bırakıyorum veda şarkımı. 
2. 
Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da 
kayalar devranının altında değişken köklerle. 
Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların. 
Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. 
3. 
Taşımak istemiştim heybemde 
yüreğinin gelip geçici tadını, 
ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, 
yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. 
Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu
kapalı yalnızlığıyla gezginin,
fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü
ve bir işaret koydu pusula kaderime.
Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin
yol yapacağım bir geleceğim olmasa,
gelmiş olacağım bakışında canlanmaya
kaderimin sırıtan parçası olarak.
Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca
zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.  
4.
Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,
usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,
unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta.
Uzaklara gideceğim, hatıra
parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,
ve devam edeceğim, içimde
hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.
Bu dönenen bakış ve güç
büyülü bir matador mendilinde.
Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,
hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.
Ve bakmak istemedim seni görürüm diye
beni isteksizce davet etmeni
mutluluğumun pembe boyalı torerosu
Deniz seslenir bana sevecen elleriyle.
Çayırım -bir kıta-
Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir
alacakaranlıkta bir çan gibi.  
5.
Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir
kara bir mikroskopu gösteren bilim.
Sanat... sanat diye arzıendam eden şey
bir Leica'nın kısır mekaniğidir.
Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle
olup ta şimdi yiten için
ve onun dönüşünde arzu gönlünde),
coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.
Üç kuruşa satılan cinsellik
-Amerika'da pek ucuz-
Boş çarşafların umursanmaz hatırası.
Guetamala bıraktın beni
bağrımda derin bir yarayla
ve de acılarını bana emzirme
ya da emme fırsatıyla,
kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.
Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:
uyanan insanın haykırışıdır o da.  
6.
İşte bugün böyle titrek ellerle
belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Ağacın olgunluğunu tüketmeden
kasalanmış meyvanın garip tadıyla.
Çağırışını farkedemiyorum bazen
yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,
fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor
ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum
ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın
ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum...
Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu
bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,
Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan
fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.
Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü
halk çocukları benimle omuz omuza verecek,
halkın savaştığı amacın kesin zaferini
göremezsem eğer
fikri en yüksek geleceğe götürmek için
mücadele verdiğimdendir,
eski kabuğun tüylerini yolarken
doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları.
Che Guevara
Çeviren: Adnan Özer - Vilma Kuyumcuyan


İzleyiciler