Hür Yumer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hür Yumer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2024 Çarşamba

Ben Çiçek Değil Plastiğim!


“Hiç uzağa gitmedim. Yani çingeneler çalmadı beni. 'Sana şeker veririz, gel' demediler. Tembihini tuttum. Uslu durdum. Şimdi karşıma bir çingene çıkarsa, onun beyaz dişlerini saatlerce seyredebilirim. Yanağından da öperim. Ama dudağı...”  (Hür Yumer)

Çeşmeler bir yana, tek katlı bahçeli evlerin olduğu, sokakların her iki yanındaki arklardan şarıl-şarıl suların kahkahalar atarak aktığı bir kasabaydı. Kasabanın en çirkin binası ise, duvarları arasından demirlerin sırıttığı Belediye binasıydı. Festival için geleli iki günü geçmişti lâkin şiir etkinliğinin hangi mekânda olacağını bir türlü öğrenememiştik. Şiir dinletileri için mekânın olmazsa olmaz olduğu düşüncesi ve kaygısıyla ne zaman mekânı sorsam, görevli zabıtalar ağızbirliği etmiş gibi, bazıları “Şair Bey!”, bazıları “Şair abi!”, bazıları “Şair hoca!” diye seslenerek “Mekânın lafımı olur, illâki şairlere mahcup olmayız!” diyorlar, başka bir şey demiyorlardı. Dilimden geldiğince, “mekânın sihri ve hikâyesi” olması gerektiğinden başlayıp, “şiirin bir atmosfer yaratma meselesi olduğunu” anlatmaktan dilimde şiir bitse de teslim olmayıp çareler aramaya başladım. İş başa düşmüştü. Öyle ya aşk ve devrim gibi şiir de örgütlenmekti. Şiirlerin kalbini kırmamak ve izleyeceklere mahcup olmamak derdiyle, kaldığımız evlerin bahçeleri dâhil, bazıları Osmanlıyla bazıları Cumhuriyetle yaşıt bir kaç ulu ağaç altını, alternatif “şiir mahalli” olarak işaretledim. 

Eskilerin, “sayılı gün tez geçer” dediğince, o dinleti günü gelip çattı. Birkaç görevli önde, biz birkaç şair arkada, bize “sır” olan, olası “şiir mahalli”ne doğru dizeler halinde yürümeye başladık. Yol boyunca merakla yürürken iki gündür tanıştığım kuşlarla, ağaçlarla ve sularla selâmlaştım. Gele gele, kasabanın o en “çirkin” binası, belediyenin önüne gelmeyelim mi? O anda, bana “Şairlere mahcup olmayız!” diyen görevliyle göz göze geldik. Söz söze gelme ihtimalini düşünerek bizi ânında içeri buyur etti. Cümle kapısından girdik. Bir ân iyimserliğe kapılıp, binanın içinde şiirin tabiatına uygun bir “dinleti mekânı” olma ihtimali geldi aklıma. Lâkin, ikinci kata çıkan merdivenlerin her iki yanında, her basamakta plastik kaplarda, plastik çiçekleri görünce saçım sakalım, elektrik çarpmış gibi ayaklandı. Kişi başına düşen su miktarının ve çiçek miktarının haddinden fazla olduğu bir kasabada, plastik çiçekleri ve üzerlerinde yıllanmış tozları görünce, öfkeden dilim tutuldu, ezberimdeki tüm şiirleri unuttum, desem abartı olmaz. İster inanıp gerçeğe, ister inanmayıp kurmacaya ve mecaza sayın; şehirlerarası, yolculuklarda “ihtiyaç molası!” verildiğinde zorunlu olarak gittiğimiz “umumi tuvaletlerdeki” umumi manzarayı görünce insanın çişi nasıl geri kaçıyorsa, şiirim, hevesim geri kaçtı... 

Şairler plastik çiçekler arasından yukarı çıkınca ben eşikte kalakaldım. İlk aklıma gelen, eski alışkanlığım gereği tozların üzerine yazılamaya çıkmak oldu. Nasıl olsa beni yakalayacak polis veya bekçi yoktu, boyaya, fırçaya da gerek yoktu, işaret ve itiraz parmağım ne güne duruyordu. Önce, aşağıdan yukarıya çıkanlar okusun diye, aşağıdan yukarıya sol tarafta dizili çiçeklerin üzerine tek tek, “Ben çiçek değil plastiğim! Beni koklamayın plastiğim!” yazdım. Sonra merdivenlerden çıkıp, zabıtaların meraklı bakışları arasında yukarıdan aşağıya inenler okusunlar diye yukarıdan aşağıya da “Ben çiçek değil plastiğim!” yazdım... (Çiçeklerin kalbini kırarak süren hikâyenin sonrası uzun. Aradaki bölüm borcum olsun.) 

Aradan bir kaç ay geçti... Taksim’de bir çiçek satıcısında, çiçeklerinin arasına iliştirilmiş, yan taraftaki “plastik çiçek” satan çiçekçiyi işaret eden bir ok bulunan, kargacık burgacık bir yazı gözüme ilişti. Merakla yaklaşıp okudum; “Ben plastik çiçek satmam. Ben plastik değil, Çingene’yim!”

Hikâye sizin olsun, kasabanın ismi bende saklı kalsın...

Sezai Sarıoğlu, 2013

İzleyiciler