12 Haziran 2025 Perşembe
Son İstek
22 Mart 2025 Cumartesi
"Bir rüya gördüm. Yazık, rüyalarımı ziyan ediyorum."
11 Mart 2025 Salı
Deli Olmayan Deli
14 Şubat 2025 Cuma
"İnsan hakları kavramını algılamak bir duyarlılık sorunudur."
18 Ocak 2023 Çarşamba
Gürültü Yapan Komşuya Mektup
Sevgili Kazım Bey’ciğim,
Hiç grev yapmadan, Pazar günleri bile çalışan, apartmanın ikinci katındaki fabrikanızdan dolayı sizi candan kutlarım. Büyük bir icat üzerinde çalıştığınızı tahmin ettiğimden, bu saate kadar kıyıp da fabrikanızın çalışmasını engellemek istemedim.
Ama böyle giderse, her zaman faal olan fabrikanızın altında çalışıp para kazanamayacağımdan, bizim aileyi de geçindirmek size düşecek.Çok uzun zamandan beri fabrikanız çalıştığına göre, bir büyük gemiyi parça parça yapmakta olduğunuzu tahmin ediyorum.
Herhalde parçaları birleştirip gemiyi yapınca hepimizi şaşırtacaksınız. Artık bugün akşam olmak üzere.
Acaba fabrikanızı bir iki saat paydos edip, biraz da benim çalışmama müsaade eder misiniz ?
Bu iyiliği bir yazardan esirgemeyeceğinizi düşünerek, size hürmet olarak imzalı bir kitabımı gönderiyorum.
En iyi komşuluk duygularımla.
21 Kasım 2022 Pazartesi
Bütün Güneşleri Yalnızlıklar Doğurur
Şubat ortasında ılık bir gece
16 Kasım 2022 Çarşamba
Hasan Beyin Kitabı Çıktı !..
- Bugün para ödeme günümüz değil, dediler.
Fıkra yazdığım gazeteye uğradım.
- Bir sürü avans çekmişsin. Veremeyiz! dediler.
Kitabımı basan yayınevine uğradım. Orada da para yok.
Gün, Haliç'in batak kokulu sularında sönerken, benim de son umudum erimişti. (Şiir gibi laf ettiğimi lütfen kabul buyurun!)
Ankara caddesinden aşağı inerken,
- Hay şu parayı icat edenin... diye sövüp sayıp duruyordum kendi kendime.
Arkamdan biri,
- Hasan Bey! diye seslendi.
Adını, sanını, neyin nesi olduğunu bilmediğim biriydi ama sık sık görürdüm. Selâmlaşırdık da...
- Kaç gündür sizi arıyordum, dedi.
Arayan polis, savcılık, icra memuru, alacaklı olmazsa, aranmak güzel şeydir.
- Bir dergi çıkaracağız, sizden de yazı rica ediyoruz.
İçimde nasıl bir umut ışığı yandı anlatamam. Hemen yol üstünde, şişkin çantamı bir dizime dayadım. Çantamdan çıkardığım tomarla yazılarımı övmeye başladım.
- Nasıl bir yazı istiyorsunuz? Bunlar aşk üzerine... bunlar macera yazıları... bunlar oturaklı yazılar. Hikâye isterseniz, birkaç hikâyem var, "şaheser" vallahi... Yoksa şiir mi istiyorsunuz? Şiir de var. Eğer edebiyat dergisiyse eleştirme vereyim. Yok bir fikir dergisiyse inceleme yazılarım da var. Yoksa magazin mi çıkarıyorsunuz? Öyleyse size seksoloji üzerine bir yazı vereyim.
Malın bu kadar bolluğu karşısında adam şaşırdı. Akşam pazarı diye çantamı dolduran bütün yazıları on liraya verebilirdim. O bir mâcera hikâyesi seçti. Ayaküstü hikâyenin konusunu bir anlattım ki adam heyecanlandı. Bu anlattığımla hikâyenin ilgisi var mı, yok mu bilmiyorum. Ne olursa olsun ben on lirayı cebime koymuştum.
Beni asıl sevindiren iş bundan sonra oldu. Köprüye gelince, bir de baktım bütün gazete satıcıları bar bar benim adımı bağırıyorlar. Doğrusu bu, bir yazarın hoşuna gider. Bir yazarın adının bağırıla bağırıla kitabının satılması ne demek! "Satılması" mı dedim? Kitabı satmak için gazete satıcıları bağırıp duruyor ama, kimsenin bir tek kitap aldığı yok. Ne kitap alıyorlar, ne de aldırış ediyorlar.
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı!
Köprünün Kadıköy iskelesindeki bütün gazeteciler böyle bağırıyorlardı.
Dudaklarımı tutamadım. Birden ağzım yayıldı, genişledi. Sonra, birisi beni böyle görür de tefe koyar diye kendimi toparlamaya çalıştım ama, elde mi? Kulaklarıma varan ağzımı bitürlü toparlayıp, dudaklarımı birleştiremiyorum. İki dudağım, sanki yedi beygir kuvvetiyle gerilmiş, birbirinden ayrılmış. Dudaklarıma söz geçiremeyince, hiç olmazsa ele güne karşı dişlerimi gizlemek için elimle ağzımı kapadım.
Beni kınar mısınız bilmem. Sizin de bir kitabınız çıksın, gazeteciler adınızla bağırıp kitabınızı satmaya çalışsınlar da bakalım ne oluyorsunuz? Hoşunuza gider mi, gitmez mi? Uzaktan bakıp insanlarla alay etmek kolay.
Gazeteci kulağımın dibinde direk direk bağırıyor:
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktıııı...
Sesi de beter mi beter ama bana dünyanın en yanık, en içli sesiymiş gibi geliyor.
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı.
Her yandan kendi adımın, kitabımın adının bağırıldığını duyuyorum. Sanki akşamın o saatinde Köprü iskelesindeki kalabalık arasında değilim de, ılık esintili bir ormandayım. Dört bir yanımdan altın sesli bülbüller şakıyor:
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı...
Durup dinliyorum, durup bakıyorum. Sarhoşluk diye işte ben buna derim. Ama yavaş yavaş şu insanlara kızmaya başladım. Şunca kalabalığın içinden biri, gazetecilerin çığlıklarına kulak asmıyor, ne dersiniz? Başlarına bile çevirmeden geçip gidiyorlar. İçimden ortaya fırlayıp
- Sağır mısınız? Duymuyor musunuz? diye bağırmak geliyor.
Bre Tanrı kulları, içinizden bir kişi de, "Şu Hasan Yazman neler yazmış bakalım..." diye bir kitap almaz mı!
Vallahi almıyorlar. Haydi Hasan Yazman'a acımıyorsunuz, demindenberi bağırmaktan damakları kuruyan gazetecilere de mi acımıyorsunuz? Kişioğlunun yüreğinde bir çimdiklik acıma duygusu kalmışsa yuh olsun bana. İnad etmişler, almıyorlar işte...
Gazetecilerin ağzından adımı, duymaktan büyülenmişim de oradan bitürlü ayrılamıyorum. Bir tanıdık beni böyle görüp, alay edecek diye de çekiniyorum.
Efendim, biz okumuyoruz. Okumayınca ne olur? Memleket ilerler mi? İlerlemez elbet... İşte ilerlemiyoruz. İskele öyle kalabalık ki bir adım bile ilerleyemiyoruz. Şurdan bir kitap alsanız ne olur sanki... Batar mısınız? Yok, yok, biz okumuyoruz. Okumayınca da sonumuz kötü. Neye ilerlemediğimiz şimdi anlaşıldı. Birtakımları, tutulan balıkları beceriksizliğimizden satamayıp denize döküyoruz da ondan bitürlü ilerliyemiyoruz, diyor. Üniversiteye muhtariyet verilmediği için ilerliyemediğimizi söyleyenler de var. Kimisi de çöpleri sokağa attığımız, yollara tükürdüğümüz için bitürlü ilerliyemediğimiz düşüncesinde. Bana kalırsa, ilerlemeyişimizin nedeni ne denize dökülen balıklar, ne üniversite muhtariyeti, ne de yollara tükürmemiz. Okumuyoruz da ondan. İnsan şuradan bir kitap almaz mı yahu?
Gazetecilerin bağırmalarına dayanamadım, içim acıdı. Yavaşça birine sokuldum, iki lirayı uzattım.
- Ver şu Hasan Yazman'ın kitabından, dedim.
Gazeteci,
- Bir tane mi? dedi.
Param olsa hepsini alırım ama, bende o şans nerede? Bir yazar, adının şöyle rezil olmasındansa, en iyisi kendi kitaplarını kendisi satın almalıdır.
Gazeteciden aldığım kitabı kimse görmesin diye hemen çantama attım. Bir bildik görürse, yarın Babıâli'de, "Kendi kitabını satın alıyor enayi!" diye davul çalar.
Ben bir kitap alınca gazeteci coştu. "Yangın var! İmdat!" diye bağırır gibi,
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı! diye bar bar bağırıyor, iskeleyi çın çın öttürüyor.
Artık kendimi zor tutuyorum. Neredeyse,
- Yurttaşlar! diye bağıracağım. Şu gazetecilerin çığlık çığlık Hasan Yazman diye bağırdıkları adam, işte benim. Bu kitabı da ben yazdım!
İskeledeki gazete satıcılarının arkasından fırfır dönüyorum. Yanılıp da bir insanoğlu da benim kitabımdan alacak mı diye kolluyorum. Hayır, almıyorlar. Artık buna dayanılır mı? Bu sefer başka bir satıcıdan bir kitap daha istedim. O da,
- Bir tane mi? diye sormasın mı!
Şuna bak hele... Bulmuş da bunuyor. Şurda benden başka kitap alan var mı? Toptan kaldıracak değilim ya...
Ben kitabı alınca satıcı öyle bir aşka geldi ki, bağırmasından insan sağır olacak.
Derken iskelenin kapısı açıldı, vapura dolduk. Gazete satıcıları da bizimle birlikte vapura girdiler.
- Hasan Yazman'ın yeni kitabı çıktı... diye bar bar bağırıyorlar.
Dört bir yanıma baktım, tanıdık kimse yok, yavaşça bir kitap daha satın aldım. Hani ben kitap alırsam, gazete satıcıları büsbütün bağırınca başkaları da alacakmış gibi görünüyor. Ne gezer... Benimkisi avuntu.
Vapur bir kalksa, satıcılar da vapurdan iskeleye doğru atlarlar, ben de bu sıkıntıdan kurtulurum.
Efendim, en iyisi yazar dediğin zengin olacak. Kitaplarını bedavaya dağıtacak. Okuyanlara da ayrıca para verecek, ya da birer hediye alacak. Şu gazete satıcıları da bu kadar bağırıp çağırdıktan sonra bir kitap satılmazsa, artık ne yapsan satılmaz.
Vapur bitürlü kalkmıyor. Ellerinde benim kitabım, salona gazete satıcılarının biri girip biri çıkıyor. Bir kitap daha alacağım ama, üst üste kitap aldığımı görenler kitabı benim yazdığımı çakacaklar. En iyisi yer değiştirip, başka bir yerde kitabı satın almak. Güverteye çıktım, Orada da,
- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı! diye bağırıyorlar.
Her yerde adım geçiyor diye sevindim. İster satılsın, ister satılmasın, satıcılar adımı bağırıyorlar ya. Bir kitap da güvertede aldım. Hem ben neye kaygu çekiyorum kuzum? Bu benim kitabım hiç satılmasa gazeteciler boyuna adımı bağırırlar mı böyle? Elbette satılıyor. ama terslik olacak, satıldığını ben göremiyorum. Birisinin aldığını bir görsem, hemen atılıp,
- Satın aldığınız o kitabın yazarı benim, adınıza imzalayayım... diye elinden alacağım. Ama bitürlü kitabımı alanı göremiyorum.
Cebimde de sattığım yazıdan ancak bir kitap daha alabilecek para kaldı. Gazete satıcılarından birinin arkasına düştüm. Bakalım, bir tane olsun satabilecek mi diye izliyorum. Kimse görmesinde diye de köşeleri siper alıyordum.
Düdük öttü, vapur kalkmak üzere. Son paramla bir kitap daha alıp hiç olmazsa satıcıyı sevindirmek, hem de coşturmak için ona doğru giderken, iki gazete satıcısı karşılaştı. Ben makine bölmesini siper almıştım. Biri öbürüne,
- Sattın mı? diye sordu.
Öbürü de,
- Bırak yahu, dedi. Ben böyle cimri yazar görmedim. O kadar bağırdım da topu topu bitek kitap aldı.
- Benden hiç almadı ya...
- Ben yazar diye Rıza Bey gibisine derim. Kitabı çıkınca onar onar alır.
İskele çekilirken vapurdan atladılar.
Köprüdeki gazete satıcılarının bütün yazarları tanıdıklarını ben nereden bileyim? O günden sonra kitabım çıktı mı Köprünün Kadıköy iskelesine bir ay uğramam. Kendi kitabımdan onar onar alacak param olmuyor da ondan. Hiç olmazsa gazete satıcılarının yanında iki paralık olmayalım.
Aziz Nesin
Deliler Boşandı. S.57-63 (Tekin Yayınevi, 5.Basım, 1975)
20 Aralık 2016 Salı
Nesin ?
Dünyanın en cimrileri “Eli açık”, dünyanın en korkakları “Yürekli”, dünyanın en tembelleri “Çalışkan” gibi soyadları aldılar. Bir mektup yazılabilecek bir zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine “Çeviker” soyadını almıştı.
Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılık anlatan soyadlarını kapışıyorlardı.
Hertürlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime “Nesin” soyadını aldım. Herkes “Nesin?” diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim, istedim.
Aziz Nesin18 Ağustos 2016 Perşembe
Fil Hamdi Nasıl Yakalandı

4 Temmuz 2015 Cumartesi
Dayanın Yurttaşlarım
Eski Roma'da Yaşayan Biri
"Tenasüh" denilen ruh göçüne, yani şimdiki insanların çok daha önceki yıllarda başka kişilerin, hatta hayvanların kalıplarında yaşadıklarına inanır mısınız? İster inanın, ister inanmayın, bu beni ilgilendirmez. Ben dün gece, bundan ikibinseksendört yıl onceki hayatımı yeni baştan yaşadım. Daha "ruh-ül-kudüs" ebedi bakire Hazret-i Meryem'in karnına girmemiş, yani ortada Hazret-i İsa'nın ne adı, ne sanı var. Yıl, milattan önce 128... Ben Romalı bir yurttaşım. Plafium dağının eteğinde çok geniş bir bahçe içinde büyük bir villam var. Üç gece önce villama bir sürü konuk geldi: Valustus, Yulius Perus, Sompeius, Tiseron ve daha başkaları. Bütün dostlarım gelmişlerdi. Siz bunların hiçbirini tanımazsınız. Onun için kimler olduklarını kısaca anlatayım. Dostum Valustus, ünlü bir gladyatördür. Daha geçenlerde Kolesseum 'da çok tanınmış bir gladyatörle dövüştü. Bu sıkı dövüşü görmenizi çok isterdim. İki gladyatör ortaya çıkınca, Kolesseum' u dolduran altmışbin kişinin uğultusu insanı sağır edecek kadar yükseldi. Şimdiki zamanda parti toplantılarında, bir de milli takımların futbol maçlarında ancak bu kadar gürültü olur. Dostum Valustus, saygıyla Konsül'ün locasına döndü, Konsül' ü selamladıktan sonra,
- Elveda saygıdeğer konsülümüz, Şimdi ölecek olanlar seni selamlıyor!.. diye bağırdı.
Halk öyle alkışladı ki, siz bu kadar gürültüyü ancak striptiz'e çıkan bir dansöze yapılan gösteride duymuş olabilirsiniz. İki gladyatör tam üçbuçuk saat dövüştüler. Sonunda dostum Valustus düşmanını amansız bırakıp yere yıktı. Yerdeki gladyatörün, pınl pırıl parlayan tunç zırhlarının altında göğsünün kalaycı körüğü gibi nasıl inip çıktığı görülecek şeydi. Yenik gladyatör, elinin iki parmağını konsüle doğru uzattı. Öldürmemesi için af diliyordu. Coşan seyirciler,
- Ölüm, ölüüüüüm!.. diye bağırdılar. Bu, tıpkı, futbol maçlarında seyircilerin,
- Kovaaa! Kova! Ye onu!.. diye bağırmalarına benziyordu.
Konsül, aslan pençesine benzeyen elini, locasının önünü örten, altın sırma işlemeli kadifeye uzattı, güldü. Başını yavaşça aşağı indirdi. Bu, Valustus'a işaretti. "Düşmanın işini bitir!..." diyordu. Valustus, mızrağını kaldırdı, yerdeki düşmanın kalbine sapladı. İşte, dostum Valustus, böyle bir adamdır.
Çağırdıklarımdan öbürü Yulius Perus benim savaş arkadaşım. Ünlü bir generaldir.
Hellenizm krallığını yıkan ordunun başındaydı.
Dostum Sompeius'e gelince, o eskiden köleydi. Ama ünlü bir hekim ve felsefeci olduğundan, efendisinin hastalığını iyi edince efendisi de onu azat etti. Kölelikten patrici'ler arasına katılan Sompeius aklı ve bilgisiyle Tribuna Meclisinde tribun oldu.
Dostum Tiseron gençliğinde Roma'nın en iyi araba yarışçısıydı. Şimdi şiirler, piyesler yazar.
Evimdeki şölen çok iyi geçti. Çalgıcılar harp, lir, gitar, filavtalar çaldılar. Dansözler en iyi rakslarını oynadılar. İçki sel gibi aktı. Valustus, şölenin şampiyonu oldu. Üç günde, uzandığı divanın önüne tam yirmi defa yiyecek, içki ve yemişle dolu sini geldi. Volustus dört defa kustu, sonra yeni baştan yedi, içti. Böylece şölenin şampiyonu oldu. Bu kadar yiyen adamı siz belki gazetecilere verilen ziyafetlerde görmüş olabilirsiniz. Çok güzel bir şölen oldu. Üç gün yenildi içildi. Sonra yemekten, içmekten hepimiz baygın düştük. Şimdiki açılış törenlerindeki ziyafetler gibi bişeydi bu. Üç gün sonra kendimize gelebildik.
Banyodan sonra vücuduma kokular sürdüm, harmaniyemi omuzuma alıp dışarı çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Komşum Plebius'un villasına gittim. Plebius,
- Yarın ava çıkacağız, adamlarınla hazırlan!.. dedi.
- Yarınki iş kolay, dedim, bugün ne yapacağız?
Plebius parti arkadaşımdır. Bizim partiye büyük hizmeti vardır.
- İstersen yarışlara gidelim, dedi, iddialı koşular var.
- Yorgunum Plebius... dedim.
- Öyleyse Büyük Amfi'ye gidelim, iyi oyun var.. dedi.
Dostum Plebius'la Büyük Amfi'ye gittik. Hesapianus'un bir komedisi vardı. Bu alçak herifi ben hiç sevmem. Dili koparılacak bir heriftir, zehir gibi dili vardır hergelenin. Her oyununda da ya Senatus'a çatar yada Kuria Meclisine... Ya Konsül'ü yerer, yada Pretur'u. Kaç defa "Şu herifin işini bitirelim, şölende zehirli şarap verelim..." dedim. Bizim felsefeci Sompeius,
- Roma cumhuriyettir. Bir cumhuriyette böyle şey olmaz. Herkes istediği gibi yazar da söyler de... dedi.
Çok kızıyorum bu Hesapianus denen hergeleye. Ben Konsül'ün yerinde olsam, onu sirkte kudurmuş aç kaplanlara parçalatırdım. Onun leşini yiyen kaplanlar bile zehirlenirdi, pis herif..
Halka da kızıyorum. Şu hergelenin yazdığı oyun oldu mu, Büyük Amfi'yi tıklım tıklım dolduruyorlar. Ama gelenlerden çoğu Pleb'ler. Patrici'lerden, yani öz yurttaşlardan pek az gelen var.
Hesapianus o günkü oyununda yine bizim partiyi yeriyordu. Güya bizimkiler seçmenleri kandırmışlar. Düpedüz böyle söylemiyor ama, ne kadar dolambaçlı söylerse söylesin, anlaşılıyor yine. Oyun bitince alkıştan Büyük Amfi yıkılıyordu. Çok canım sıkıldı. Söve saya villama geldim. Ama ne o? Ne oluyor? Villamın önünde bir kalabalık. Kölelerim dışarı fırlamışlar.
- Ne oluyor?.. diye sordum.
Kölelerimden biri,
- Efendimiz, dedi askerler oğlunuz Kabakius'u tutuklamaya geldiler.
Oğlumu tutuklamaya gelen askerlerin başında dostum Yulius Perus vardı.
- Bu ne iş bre Perus? Oğlumu neden tutukluyorsunuz?.. dedim. Perus,
- Sebebini bilmiyorum ama, söylentilere bakılırsa, oğlun Kabakius bir şiir yazmış. Şiirin bir mısrasında "Roma'ya giden yollar kapalı" demiş.
- E, bunda ne var? Lağım çukurları kazıldığı için yollar kapalı. Yalan mı söylemiş?
- Belki de suçu bu değildir. Belki budur. Bilmiyorum. Herkesin bildiği gerçekleri açıkça söylemek bazan suç olur. Mercimekius'un neden öldürüldüğünü hatırlarsan. Roma'nın cumhuriyetle yönetildiğini herkes bildiği halde o, "Roma bir cumhuriyettir!" diye bağırdığı için öldürülmüştü. Ben tutuklama sebebini bilmem. Ama elimde tutuklama buyruğu var.
- Yulius Perus, bu emri kim verdi? Çabuk söyle Jupiter hakkı için leşini sereceğim onun.
Hançerimi kınından çıkardım. Yulius Perus elindeki kağıtları uzattı:
- İşte senin düşmanın bu kağıtlar, dedi. Emir burada. Mars'ın üzerine yemin ederim ki, oğlunu ben kendiliğimden tutuklamıyorum. Sen de bilirsin ki ben ancak görevimi yapıyorum.
- Evet, görev görevdir, dedim. Ama sana bu buyruğu veren kim?
- Bucak Müdürü Polakius.
Harmaniyemi savura savura Bucak Müdürü Polakius' e giderken yolda dostum felsefeci Sompeius'la karşılaştım.
- Beberius, nedir bu telaşın, arkadan cehennem tanrısı mı kovalıyor?.. dedi.
- Plüton beni çarpsın ki, bu Bucak Müdürü Polaikus'un canını cehenneme yollayacağım. Oğlum Kabaikus'un tutuklanması için buyruk çıkarmış.
- Polakius kendiliğinden bişey yapmaz. 0 da biyerden emir almıştır.
- Ben halis yurttaş patrici'lerden değil miyim Sompeius?.. diye sordum.
- Evet, dedi, sen eski bir Romalısın. Romalı ana babadan dünyaya gelen soylu yurttaşsın.
- Ben toprak, çiftlik ve köle sahibi değil miyim?
- Evet Beberius.
- Bu herifleri iş başına getirmek için oy vermedim mi?
- Verdin Beberius.
- Öyleyse bu iş bana yapılır mı? Bu haksızlık değil mi?
- Haksızlık Beberius.
- Öyleyse bu haksızlığı yapan bir suçlu var. Jüpiter hakkı için onu öldüreceğim.
- Yemin etme Beberius. Eğer gerçek suçluyu bulabilirsen öldüremezsin. Hançerin suçlunun kalbine değil, kınına girer.
- Büyük yemin ettim. Görürsün... dedim.
Harmeniyemin eteklerini uçura uçura, hançerim elimde, fırladım. Bucak Müdürü Polakius'a,
- Doğruyu söylediği için oğlumu tutuklayan sen misin?.. diye sordum.
- Benim suçum yok, işte kaymakamın verdiği yazılı buyruk... dedi.
Kaymakama koştum. O da,
- Ben aldığım emri yapıyorum, o kadar, dedi. İşte Roma Valisi Zıbarius'un emri. Valiye koştum.
- Oğlumu sen mi tutukluyorsun?
- Hayır Beberius. Doğru söylediği için bir gencin tutuklanmasına ben de üzüldüm.
- Öyleyse suçlu kim? Bana bir sürü kağıt parçaları, dairelerin taş duvarlarını gösteriyorlar. Oğlumu, doğruyu söyledi diye bu kağıtlar, bu mermer duvarlar mı tutukluyor? Kağıtları mı hançerleyeyim ? Duvarları mı dişleyeyim ? Söyle, düşmanım kim?
Zıbarius da bir sürü kağıt uzattı,
- İşte Tribuna Meclisi' nin emri, dedi, üstünde üç tribün'ün imzası var. , Hemen soluk soluğa tribünlere koştum
- Ben Roma için kanım döken Beberius değil miyim?
- Kahraman Roma yurttaşı, partimizin en iyi üyesi Beberius' u selamlanz... dediler.
- Selam da, kahraman da yerin dibine batsın! diye bağırdım. Oğlumu siz mi tutukluyorsunuz?
- Biz bu işi nasıl yaparız? dediler. Konsül emir verdi.
- Konsül mü? İsterse Konsül olsun, bu haksızlığın cezasını çekecektir.
Hançerim elimde Konsül Oktamirus'un karşısına çıktım.
- Söyle, benim düşmanım sen misin?.. diye bağırdım.
Konsül Oktamirus,
- Çıldırdın mı Beberius, dedi, ben kral değilim, diktatör de değilim. Roma cumhuriyetle yönetiliyor. İşte oğlunun tutuklama emri burda.
- Yine mi karşıma kağıtlar çıktı? Oğlumu bu kağıtlar mı tutukluyor? Birisi çıksın karşıma!
- Bu emri Senatus verdi, Beberius. Senatus üyelerinin kararıyla oluyor.
Rüzgar gibi fırladım. Mutlaka düşmanımı bulacaktım. Yolda o uğursuz herife rastladım, hani Şu Senatus aleyhinde yergiler, taşlamalar, alaylar yazan oyun yazan Hesapianus'la karşılaştım.
- "Roma'ya giden yol kapalı" dediği için oğlumu tutukluyorlar Hesapianus, dedim. Bu haksızlık değil mi?
- Evet, haksızlık... dedi.
- Bu haksızlığı yapan kim? Düşmanım kim? diye soruyorum, bana üstünde emirler yazılı bir sürü kağıt gösteriyorlar. Söyle, ben kağıtları mı parçalayayım? Bu haksızlığı yapan suçlu nerede?
- Suçluyu ne yapacaksın?
- Jupiter hakkı için leşini akbabalara yem yapacağım. O da tıpkı dostum felsefeci Sompeius gibi.
- Suçluyu bulsan bişey yapamazsın... dedi.
- Yapamaz mıyım? Görürsün. Büyük yemin ettim. Bu kağıtları ilk çıkaran yeri arıyorum.
- Hiç şüphesiz Senatus... dedi.
- Evet... dedim.
- Senatus üyeleri kimler?
- Bizim partililer.
- Onları kim seçti?
- Ben!
- Öyleyse daha suçluyu mu arıyorsun?
Hançerimi kaldırdım, göğsüme sapladım. Beyaz harmaniyem ala boyandı. Suçluyu öldürmüştüm..
İnsanın, eskiden hangi çağda, hangi kalıplarda yaşadığını hatırlaması kadar kötü hiçbişey yok. Aranızda benim gibi milattan önce 128 yılında Roma Cumhuriyetinde yaşamış biri daha var mı ?
Aziz Nesin, Memleketin Birinde adlı kitabından