Müjde Dural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müjde Dural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2010 Cuma

Temiz, İyi Aydınlatılmış Bir Yer (A Clean, Well - Lighted Place)


Epey geç olmuştu ve ağacın yaprakları elektrik ışığını kapattığından gölgede kalmış yaşlı adam haricinde, kafedeki herkes gitmişti. Sokak gündüz toz topraktı ama gecenin nemi tozları götürmüştü ve yaşlı adam geç saatlere kadar oturmayı seviyordu çünkü sağırdı ve geceleyin etraf sessizleştiğinden farkı hissediyordu. İçerideki iki garson yaşlı adamın biraz sarhoş olduğunu biliyordu ve iyi bir müşteri olmasına rağmen çok sarhoş olursa parayı ödemeden gideceğini bildiklerinden gözlerini adamdan ayırmıyorlardı.
Garsonlardan biri “geçen hafta intihara kalkışmış” dedi.
“Niye?”
“çaresizlikten”
“Nesi varmış?”
“ Hiç”
“Hiç olduğunu nereden biliyorsun?”
“Çok parası var”
Kafenin kapısının yanında, duvara bitişik bir masada oturuyor ve rüzgarla hafif hafif sallanan ağaçların gölgesinde oturan yaşlı adam hariç tüm masaların boşaldığı terasa bakıyorlardı. Caddeden bir asker ve kız geçti. Elektrik direğinin ışığı askerin yakasındaki rütbeyi aydınlattı. Kızın başında bere yoktu ve adamın yanında hızlı hızlı gidiyordu.
Bir garson “devriyeler yakalayacak” dedi.
“ Adam istediğini elde ettikten sonra ne fark eder?”
“Caddeden sapsa iyi eder, devriyeler yakalayacak, beş dakika önce geçtiler”
Gölgede oturan yaşlı adam bardağıyla tabağa vurdu. Genç olan garson adamın yanına gitti.
“Ne istiyorsun?”
Yaşlı adam ona baktı “bir brandi daha” dedi.
Garson “sarhoş olacaksın” dedi. Yaşlı adam ona baktı, garson gitti.
Arkadaşına “bütün gece oturacak” dedi. “uykum geldi, hiçbir zaman saat üçten önce yatmıyorum, geçen hafta kendisini öldürmeliydi”
Garson brandi şişesini ve tezgahın içinden bir başka bardak altlığı alıp yaşlı adamın masasına doğru gitti. Tabağı koydu ve kadehi ağzına kadar brandiyle doldurdu.
Sağır adama “geçen hafta kendini gebertmeliydin” dedi. Yaşlı adam parmağıyla işaret ederek “biraz daha koy” dedi. Garson biraz daha brandi koydu öyle ki, içki kadehin sapından iç içe konmuş bardak altlığı yığının en üstündekine kadar taştı. Yaşlı adam “teşekkür” dedi. Garson şişeyi kafeye götürdü. Tekrar masaya arkadaşının yanına oturdu.
“Sarhoş oldu”
“Her gece sarhoş”
“Niye kendini öldürmek istemiş?”
“Nereden bileyim?”
“Nasıl yapmış?”
“Kendini iple asmış”
“Kim kurtarmış?”
“Yeğeni”
“Niye kurtarmışlar?”
“ Günaha girmesinden korkmuşlar”
“Ne kadar parası var?”
“Çok parası varmış”
“Seksen yaşında filan vardır”
“Bence de seksen var”
“Keşke evine gitse hiçbir zaman saat üçten önce yatağa girmiyorum, yatılacak saat mi bu?!”
“ Gitmiyor çünkü oturmak hoşuna gidiyor”
“O yalnız ama ben yalnız değilim yatakta beni bekleyen bir karım var”
“Vaktiyle onun da karısı varmış”
“Şimdi karısı olsa da ona faydası olmazdı”
“Bilemezsin, bir karısı olsa daha iyi olabilirdi”
“Yeğeni bakıyormuş işte, ipten aldığını söyledin”
“Biliyorum, ben bu kadar yaşlanmak istemem, yaşlılar pis oluyor”
“Hepsi değil, bu yaşlı adam temiz pak biri, döküp saçmadan içkisini içiyor, şimdi sarhoşken bile öyle, baksana”
“Bakmak istemiyorum, keşke evine gitse, çalışmak zorunda olanlara hiç saygısı yok”
Yaşlı adam bardağının arkasından meydana sonra da garsonlara baktı.
Bardağını göstererek “bir brandi daha” dedi. Acelesi olan garson yanına geldi.
Aptalların sarhoşlarla veya yabancılarla konuşurken yaptığı gibi tamamlanmamış cümleler kurarak “bitti” dedi. “bu gece başka içki yok, kapandık”
Yaşlı adam “Bir tek daha” dedi.
Garson bir bezle masanın kenarını sildi ve başını salladı “Yok, bitti”
Yaşlı adam ayağa kalktı, yavaşça tabak altlıklarını saydı, cebinden deri bir cüzdan çıkarttı ve yarım pesata bahşiş de bırakarak hesabı ödedi. Caddeden aşağı giderken garson onu izledi; sallana sallana ama vakurla yürüyen çok yaşlı bir adam.
Acelesi olmayan garson “ Kalıp biraz daha içseydi niye bırakmadın?” dedi. Kepenkleri indiriyorlardı. “saat ikibuçuk bile olmadı”
“Evime yatağıma gitmek istiyorum”
“ Bir saatten ne olur ki?”
“Onun için olmaz ama benim için çok fark eder”
“Bir saat bir saattir”
“Sen de yaşlı adam gibi konuşuyorsun, bir şişe alıp evde de içebilir”
“Aynı şey değil”
Karısı olan garson “evet değil” diye ona hak verdi. Haksızlık yapmak istemiyordu sadece acelesi vardı.
“Ya sen? Her zamankinden önce eve gitmekten korkmuyor musun ya?”
“Sen bana hakaret mi ediyorsun?”
“Hayır yoldaş, sadece şaka yapıyordum”
Acelesi olan garson metal kepenkleri kapatırken “Hayır, ben kendime güveniyorum, kendimden eminim”
Yaşlı olan garson “gençsin, kendine güveniyorsun ve bir işin var, her şeye sahipsin”
“Ya senin neyin eksik?”
“İşten başka her şey”
“Benim sahip olduğum her şeye sen de sahipsin”
“Hayır benim kendime hiç güvenim yok hem genç de değilim”
“Hadii, saçmalamayı bırak da kapıyı kilitle”
Yaşlı garson “Ben şu geç saate kadar kafede oturanlardanım dedi.
“Yatağa gitmek istemeyenlerden, geceleyin ışık yanmasını isteyenlerden”
“Ben eve gidip yatağa yatmak istiyorum”
Yaşlı garson “seninle öyle farklıyız ki” dedi. Eve gitmek üzere giyinmişti. “Bu bir gençlik ve kendine güven meselesi değil, gerçi ikisi de güzel şeyler. Her gece kafeyi istemeye istemeye kapıyorum gelmek isteyen biri olabilir diye”
“Arkadaşım tüm gece açık olan yerler var”
“Anlamıyorsun, burası temiz ve güzel bir kafe, iyi aydınlanıyor, ışık çok iyi, hem ayrıca ağaçların gölgesi de var”
Genç garson “iyi geceler” dedi.
Öteki “iyi geceler” dedi. Işığı söndürüp kendi kendisine konuşmaya devam etti. Işık da mühimdi tabii ama yerin temiz ve güzel olması da gerekir. Müzik istemez. Kesinlikle müzik istemez. Bir barın önünde vakarla oturamazsın ama burada saatlerce bunu sağlayabiliyoruz. Neden korktu? Bu korku ya da ürkme değil. İyi bildiği bir hiçlikti. Hepsi bir hiç. adam da bir hiç. Tüm istediği temiz ve iyi aydınlatılmış bir yer, belli bir temizlik ve düzen, bazıları bunun içinde yaşar ama fark etmez, ama o hepsini biliyor, Cennet'teki hiçimiz, bize hiçliğimizi ver, günlük hiçliğimizi ver, bu dünyada da öteki dünyada da hiçliğimizi ver, hiçliklerimizi hiç et, bizi hiç gününden kurtar ve bizi hiçten koru Gülümsedi ve parlak bir kahve makinasının olduğu bir barın önünde durdu.
Barmen “siz ne istediniz?” diye sordu.
“Hiç”
Barmen “ kafayı yemiş biri daha” deyip gitti.
Garson “küçük bir fincan” dedi.
Barmen bir fincan doldurdu.
Garson “ışık bayağı parlak ve hoş ama tezgah cilalanmamış” dedi.
Barmen ona baktı ama cevap vermedi. Sohbet etmek için çok geç bir saatti.
Barmen “bir bardak daha ister misin?” diye sordu.
Garson “Hayır teşekkürler” dedi ve gitti. Barları ve meyhaneleri sevmezdi. Temiz, iyi aydınlatılmış bir yer çok farklı bir şeydi. Artık daha fazla düşünmeden evine, odasına gidecek, yatağına uzanacaktı. Ve ancak sabaha karşı uyuyacaktı. Kendi kendine sadece uykusuzluktan olmalı, çoğu kişi bundan muzdarip dedi.

NOT: Hikâye 1. Dünya Savaşı İspanya'sında geçiyor. Hikâyede sözü geçen askerin yanındaki kızın başının açık olması, başında bir bere filan olmaması kızın bir kadın asker yahut hemşire filan değil, bir fahişe ya da benzer biri olduğunu ima etmek amacıyla vurgulanmış. Garsonun “devriyenin onları yakalayacağını” söylemesi de bunu doğruluyor. Asker hızlı yürüyor kızı değil kendi arzularını düşünüyor, kıza bir saygısı yok, kız da ona yetişmeye çalışıyor. Genellikle yazarın romanlarında iki zıt tip kadın oluyor: Ya Meryem Ana gibi masumlar ya da fahişeler. Hikayedeki yeğen masum, evcimen, fedakar kadının sembolü, yaşlı adama bakıyor, onu ipten alıyor vs. Hemingway'in kendisi de Paris'e gitmeden önce savaşa katılmıştı ve Gertrude Stein'ın söylediği gibi “kayıp kuşak”ı temsil ediyor. Bir grup ressam ve yazar savaşla değişen Amerika'daki düş kırıklığını yansıtıyor. Garson bu düş kırıklığının, asker de savaş kültürünün bir sembolü.
" hiç " (NADA) nın anlamı:
Hristiyanların Allah'a ettikleri bir duayı 'Lord's Prayer' (Allah'ım bize rızkımızı ver, günlük ekmeğimizi ver, dünyada olduğu gibi öteki dünyada da bize nimetimizi rızkımızı ver, günahlarımızı bağışla, bizi kıyamet gününden koru bizi şeytandan koru) diyen bir dua ama adam oradaki nimet, ekmek, kıyamet vs. gibi sözcükleri “hiç”' ya da 'hiçlik' anlamındaki 'nada' sözcüğü ile değiştiriyor. Çünkü o da tıpkı yaşlı adam gibi hayattan pek bir umudu kalmamış, dine, dini kavramlara, Allah'a olan inancını yitirmiş, kaybetmiş birisi. Hayatın, her şeyin bir 'hiç' olduğunu düşünüyor. Zaten hikayenin de ana teması yalnızlık, umutsuzluk, anlamsızlık. Yaşlı adam da, yaşlı garson da karanlığı değil temiz, iyi aydınlatılmış yerleri seviyorlar çünkü karanlık ölümü, yalnızlığı, hiçliği çağrıştırıyor.

Ernest Hemingway
Çeviri: Müjde Dural

Resim: Vincent Van Gogh, Kafe Teras'da Bir Akşam

Mum (The Candle)

“Göze göz, dişe diş dendiğini duymuşsunuzdur ama ben size böyle yapmamanızı, şeytana direnmenizi söylüyorum” İncil (Matthew)

    2. Aleksandr’ın 1862 yılında altı milyon serfi (çiftçilik yapan köle) özgür bırakmasından uzun yıllar önce, serflik zamanındaydı. O zamanlar insanlar çeşitli lordlar tarafından yönetilirdi. Tanrı’yı hatırlayıp, serflerine hayvan gibi değil, insan gibi davranan çok yoktu, yine de iyi veya cömert davranışlarda bulunan birkaç lord olurdu, fakat en barbarca ve zalimce davrananlar eskiden serf olup, bataktan çıkıp prens olanlardı.
    İşte bu ikinci sınıf kişiler, onların yönetiminde olmak talihsizliğine uğrayanlar için hayatı çekilmez yaparlardı. Çoğu köylülükten gelmiş, asil efendilerinin malikanelerinde kahyalığa atanmıştı.
    Köylüler haftanın belli günlerinde efendileri için çalışmak zorundaydılar. Toprak ve su boldu ve toprak verimli, bereketliydi. Otlaklar ve ormanlar hem efendilerin, hem de köylüleri doyurmaya yeterliydi.
    Malikânelerinden birindeki bir köylüyü kâhya yapan asil bir bey vardı, bu yeni kâhyaya köylüleri yönetme yetkisi verilir verilmez, adam yönetimi altındaki zavallı serflere en acımasız zalimlikleri yapmaya başladı. Adamın karısı ve iki çocuğu olmasına ve Tanrı’ya ya da insanlara karşı günah işlemesine gerek olmayacak kadar çok para kazanmasına rağmen, kıskançlık ve hasetle doluydu ve iyice günaha battı.
    Michael Simonoviç, zulümlerine haftalık resmi çalışma günlerini çoğaltarak başladı, tuğla satmak amacıyla, bir tuğla imalathanesi kurarak, kendi karı için kadın ve erkekleri orada ağır iş yaptırmaya başladı.
    Bir keresinde, aşırı çalışan serflerden biri kahyayı şikayet etmek için Moskova’daki lordlarına bir heyet gönderdiler ama bir şey elde edemediler. Zavallı köylüler asilzadenin yanından eli boş döndükleri zaman, kahya onların bu cüretlerinin öcünü almaya karar vermişti. Ve hayatları ve arkadaşları olan serflerin – kurbanların- hayatları eskisinden daha beter oldu.
    Serflerin arasında çok hain kimi insanlar da vardı, bunlar arkadaşları mahsus yanlış yapmakla suçlar ve köylülerin arasına nifak tohumları ekerlerdi, zavallı köylüler hayatlarından korkarak yaşarlardı, kahya köyden geçtiği zaman köylüler sanki vahşi bir hayvan görmüş gibi kaçar, saklanırlardı. Mujik (köylü) lerin kalplerinde yarattığı bu korkuyu gören Michael’ın davranışları daha da kötüleşirdi. Aşırı çalışma ve kötü davranışlardan zavallıların durumu beter olmuştu.
    Sonunda köylüler, iyice umutsuz bir haldelerken, insanlıktan uzak bir hayvan olan Simenoviç’ten kurtulmak için bir şey yapılabilir mi diye düşünmeye başladılar. Gizli gizli buluşmaya ve en doğru şeyin ne olacağını konuşmaya başladılar. Bu toplantılarda en cesur olanları ayağa kalkıp, arkadaşlarına yakınırdı: “ böyle bir zalimin bizi yönetmesine daha ne kadar katlanacağız? Gelin buna bir an önce son verelim çünkü ölmek bile böyle acı çekmekten iyidir. İnsan kılığına girmiş bu şeytanı öldürmek kesinlikle günah sayılmaz!”
    Paskalyadan önce toplantılardan birini ormanda yaptılar, Michael köylüleri efendileri için temizlik yapmaya göndermişti. Öğle olunca yemeklerini yediler ve bir araya geldiler. “Niye şimdi kaçmıyoruz? Pek yakında bir hiç olacağız, şimdiden çalışmaktan ölmek üzereyiz, gece gündüz dinlemek yok, kadınlar bile aynı durumda, herhangi bir şeyi onun memnun olacağı şekilde yapmazsak, kusur bulup belki ölene dek kırbaçlanacağız, geçenlerde öldürdüğü zavallı Simenon gibi, daha geçen gün de Anisim’e ölene kadar demir çubukla işkence yaptı, buna daha fazla katlanamayacağımız kesin, bir başkası ‘evet’ dedi. Beklemenin ne faydası var bir an önce harekete geçelim. Michael bu akşam burada olacak ve kesinlikle bize utanç verici şekilde davranacak, gelin onu atından devirelim, bir balta darbesiyle hak ettiği sonu verelim ve bu acılarımıza son verelim, sonra büyük bir çukur açıp, it gibi gömeriz, kimse ona ne olduğunu bilmez, şimdi birlik olacağımıza ve birbirimize ihanet etmeyeceğimize karar verelim.
    Son konuşan kişi Vasili Minayef’di, Michael’ın zalimliklerinden şikayet etmek için arkadaşlarınınkinden çok daha fazla sebebi vardı. Michael, adamı her hafta acımasızca kırbaçlama alışkanlığı edinmişti ve karısını da kendisine aşçılık yapsın diye tutmuştu.
    Toplantıyı takip eden akşam, Michael, atının üzerinde oraya geldi, yapılan işe bir kusur bulmak için bakmaya başladı ve birkaç ıhlamur ağacın kesildiği için şikâyete başladı.
    Kızgın kâhya “ ıhlamur ağaçları kesilmeyecek demiştim kim kesti bunları? Çabuk söyleyin yoksa hepinizi kırbaçlarım”
    Sorulunca suçlu olarak Sidor adlı biri gösterildi, Sidor’un suratı yamyassı edilene dek vurdu, kahya Minayef’i de yeterince iyi çalışmadığı için kırbaçladı.
Akşam serfler tekrar toplandılar, Vasili “ Ah, bizler ne tip insanlarız? Sadece korkak tavşanlarız, erkek değiliz! Birbirimize destek olacağız dedik ama harekete geçmeye gelince hepimiz korkup saklandık! Vaktiyle bir sürü serçe, bir şahine karşı komplo kurmuş ama şahin gözükünce, hepsi çimlerin içine saklanmışlar! Şahin gelip içlerinden birini seçip yemiş ve gitmiş, sonra diğer serçeler “ cik, cik, cik bir kuş kayıp, hangisi! diye, Vanka adlı serçenin öldüğünü anlayınca, “biz bunu hak ettik!” Demişler. Dostlarım siz de aynısını yapıyorsunuz, Michael Sidor’a saldırdığında sözünüzü tutmalıydınız, niye yapmadınız ve bir hamlede onun işini ve bu zulmü bitirmediniz?
    Bu nutkun amacı köylüleri kahyayı öldürmek için daha kararlı yapmalarını sağlamaktı, kahya Paskalya tatilinde bile tarlaların sürülmesi, yulaf ekilmesi için emirler vermişti, bunun üzerine köylüler Vasili’nin evinde bir protesto toplantısı daha düzenlediler. “Kahya gerçekten Tanrı’yı unuttuysa ve bize karşı bu suçları işlemeye devam edecekse, onu öldürmemiz gerekli olacak, yoksa ölelim daha iyi, bizim için bir farkı olmayacak”
    Buna rağmen Peter Mikhayef isimli, barışçıl bir köylü, bu toplantıya itiraz etti ve “Kardeşlerim, çok büyük bir günaha giriyorsunuz, bir insanın canını almak çok ciddi bir iştir, birinin ölümlü vücudunu ortadan kaldırabilirsiniz, bu mümkün ama bu suçu işleyenlerin ruhu ne olacak? Eğer Michael bize karşı adaletsiz davranmaya devam ederse, Tanrı onu kesinlikle cezalandıracaktır, dostlarım sabredin!” dedi.
Bu pasif sözler Vasili’nin öfkesini daha da arttırdı, "Peter hep aynı hikâyeyi anlatıyor, birini öldürmek günahmış, tabii ki cinayet günahtır ama nasıl biriyle karşı karşıyayız dikkate almak lazım, iyi bir adamı öldürmenin yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz ama böyle bir itin canını Allah bile alır, bu bizim görevimiz, insanlığa sevgimiz varsa, kuduz bir köpeği vurmamız gerekir, onu hayatta bırakmak günah olur, bu yüzden yakınacaksak, insanların iyiliği için olsun, bize teşekkür edeceklerdir, daha fazla sessiz kalırsak, ödülümüz kırbaçlanmak olacak. Mikhayef sen saçmalıyorsun, Paskalya tatilinde çalışarak gireceğimiz günahı niye düşünmüyorsun? Sen tatilde çalışmayı red mi edeceksin?
    Peter “ eğer beni sabana gönderirlerse gideceğim ama kendi irademle gitmeyeceğim ve Tanrı bu günahın kime ait olduğunu bilecek ve işleyeni cezalandıracak. Onu unutmamalıyız, kardeşlerim size sadece kendi fikirlerimi söylemiyorum, Tanrı’nın hükümlerine göre kötülüğe kötülükle karşılık verilmez, eğer kötülüğü bu şekilde yok etmeye çalışırsanız başınıza daha da belalar gelir, adamı öldürmeniz zor olmaz ama onun kanı sizin kanınızı da kirletir, kötü bir adamı öldürdüğünüzü – bir şeytandan kurtulduğunuzu – düşünebilirsiniz fakat kısa süre sonra içinize kötülük tohumlarının ekildiğini görürsünüz, belaya teslim olursanız sizi bulur.
    Peter köylüler arasında sevilen biri olduğundan, sonuçta zavallı köleler ikiye bölündüler: Vasili’yi tutanlar ve Peter’i tutanlar.
    Paskalya’nın Pazar gününde, hiç iş yapılmadı. Akşama doğru kahyanın evinden biri geldi ve "Kâhyamız Michael Simenoviç yarın tarlaya gidip arpa ekmenizi emretti” dedi. Ve köydekilere ertesi günün işleri için kimilerine nehir kıyısında, kimilerine yol için direktifler verdi, zavallılar kederden o kadar perişandılar ki, kiminin gözlerinden yaşlar akıyordu, fakat hiç kimse kâhyanın emrine karşı gelmeye cesaret edemedi.
    Paskalya pazarının olduğu sabah, kilise çanları insanları dini vecibeleri için çağırır ve başkaları tatilin keyfini çıkartırken, biçare köylüler tarlayı sürmeye başladılar. Kahya oldukça geç geldi ve çiftlikte şöyle bir gezindi, evin içindeki uşaklar, hizmetçiler işlerini yapıyorlardı ve bayramlıklarını giymişlerdi. Kahyanın karısı ve adet olduğu üzere onları ziyarete gelen dul kızı da kiliseden dönüyorlardı. Kaynayan bir semaver onları bekliyordu, çaylarını içmeye başladılar, kâhya piposunu yaktı ve uşağı çağırdı.
    "E, köylülere bugün tarlayı sürmeleri söyledin mi?”
    "Evet efendim söyledim”
    "Hepsi tarlaya gitti mi?”
    "Evet efendim hepsi gitti, başlayacakları yere ben kendim götürdüm ”
    "Çok iyi sen emirlerini verdin ama tarlayı sürüyorlar mı? Hemen gidip bak, onlara akşam yemeğinden sonra bakmaya geleceğimi söyle, bir buçuk hektarlık yer sürmelerini bekliyorum, işi iyi yapsınlar, yoksa paskalya olduğuna bakmam hepsini cezalandırırım”
    "Duydum efendim söylerim”
    Uşak gidecekti ki, kâhya tekrar çağırdı biraz tereddüt ettikten sonra, sıkılmış gibi şöyle söyledi:
    "Aklıma gelmişken bu herifler benim için ne diyorlar dinleyeceksin, eminim bana lanet ediyorlardır, söyledikleri tam olarak neler diyorlar bana söylemeni istiyorum, bu hainleri tanırım, iş yapmayı sevmezler onlara kalsa bütün gün tembellik ederler, bayramda da yiyip, içip eğlenirler, ama tarla sürülmezse sonra geç olacağını unutuyorlar, git ve benim arkamdan neler söylüyorlar dinle ve hepsini bana anlat”
    "Anladım efendim tamam”
    Uşak arkasını döndü, atına bindi ve serflerin ağır koşullarda çalıştığı tarlaya gitti.
    Michael’ın çok iyi kalpli bir kadın olan karısı tesadüfen onunla uşak arasındaki bu konuşmaları duymuştu. Adama yaklaşarak şöyle dedi:
    Sevgili Mişinka (Michael’in kısaltılmışı) bu kutsal günün ehemmiyetini göz önüne alman için sana rica ediyorum, Allah aşkına günaha girme, bırak zavallı mujikler evlerine gitsinler.
    Michael güldü fakat karısının bu insancıl ricasına bir cevap vermedi, sonunda dedi ki:
    Epeydir kırbaçlanmadın ve seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokacak kadar dayılanıyorsun.
    Karısı "Mişinka, dün seninle ilgili korkunç bir rüya gördüm, mujikleri bıraksan iyi edersin” diye ısrar etti.
    Adam "Galiba kırbacı hissetmeyecek kadar fazla yağlandın! Dikkat et!” dedi.
    Kaba bir şekilde piposunun dumanın karısının yanağına üfledi ve kadını odasına kovaladı, sonra da yemeğini getirmelerini emretti, lahana çorbası, domuz kızartması, etli börek, sütlü krema, jöle, kekler ve votkadan oluşan ağır bir yemek yedikten sonra karısını çağırdı, ona oturup, şarkı söylemesini söyledi. Kendisi de gitarla ona eşlik etti.
    Böylece eğlenirken, uşağı döndü, efendisini selamladıktan sonra serflerle ilgili istediği bilgileri vermeye başladı.
    Michael "Ee, tarlayı sürüyorlar mı?”
    Evet, neredeyse yarısını bitirmişler..
    Yanlış bir şey yapmışlar mı?
    Hayır ben bir şey bulmadım, işi iyi yapmışa benziyorlar, belli ki sizden korkuyorlar.
    Toprak nasıl?
    Çok iyi, iyice yumuşamış görünüyordu
    Bir anlık duraksamadan sonra Simenoviç “Ee, arkamdan neler söylüyorlar, eminim lanet ediyorlardır” dedi.
    Uşak biraz duraksadı, Michael ona konuşmasını ve tüm gerçeği anlatmasını emretti
    "Bana hepsini anlat, tam olarak kullandıkları kelimeleri bilmek istiyorum, gerçeği söylersen seni mükafatlandırırım ama benden bir şey saklarsan cezalandırırım, baksana Katerina, şuna bir bardak votka ver de cesaretlensin"
Efendisinin sağlığına içkiyi içtikten sonra uşak kendi kendisine “onu övmüyorlarsa benim suçum değil, gerçeği anlatacağım” dedi. Sonra kâhyaya dönerek
    "Şikâyet ediyorlar Michael Simenoviç, çok şikâyet ediyorlar!” Dedi.
    Michael “ Tamam da ne diyorlar?” Söyle!
    "Şeyy, Tanrı’ya inanmıyor" diyorlar.
    Michael gülerek "Bunu hangisi söyledi? Diye sordu
    "Bu onların ortak fikri gibi, şeytana uymuş" diyorlar.
    Kâhya çok hoş diyerek güldü “Peki her biri ne diyor, Vasili ne diyor?”
    Uşak arkadaşlarına ihanet etmek istemiyordu fakat Vasili’ye karşı garezi vardı ve
    "O hepsinden çok size bela okudu" dedi.
    "İyi de ne dedi?”
    "Tekrarlaması çok korkunç, bir it gibi geberecek, tövbe etmeye şansı olmayacak” dedi
    "Hain herif, korkmasa beni öldürür, tamam Vasiliyle hesaplaşırız, peki Tişka ne dedi, eminim bana it demiştir”
    "Hepsi de sizden şikayet ediyorlardı, ama söylediklerini tekrar etmek bana güç geliyor”
    "Güç ya da değil söyle sen”
    "Bazıları boynunuzun kırılması gerektiğini söyledi”
    Simenoviç bundan çok hoşlanmış gibi kahkahayla güldü,
    "Kimin boynu kırılacak görürüz, bu Tişka’nın mı fikriydi? Arkamdan iyi şeyler söylemediklerini tahmin ediyordum ama bu kadar bela ve tehdit beklemiyordum ya Peter Mikhayef o aptal da bana bela okudu mu?"
    "Hayır, o size hiç bela okumadı, aralarında sessiz olan tek oydu, Mikhayef çok zeki bir köylü ve bazen beni çok şaşırtıyor, davranışlarına bütün köylüler şaşırdı”
    "Ne yaptı?”
    "Çok şaşırtıcı bir şey yaptı, özenle tarlayı sürüyordu, ona yaklaştığımda tatlı tatlı şarkı söylediğini duydum saban demirlerinin arasında ışıldayan çok parlak bir şey gördüm”
    “Neydi o çabuk söyle?”
    “Küçük, 5 kapiklik (Rus para birimi) bir mumdu, parlak parlak yanıyordu ve rüzgâr söndürmüyordu, Peter yeni bir gömlek giymişti ve bir yandan tarlayı sürerken bir yandan da ilahi söylüyordu ne kadar hareket etse de mum yanmaya devam etti, benim önümde pulluğu kuvvetle sarstı ama saban kulaklarının arasındaki muma hiçbir şey olmadı”
    "Peki Mikhayef ne dedi?”
    "Dünyada barış ve iyi niyet olmalı” dedi ve sürmeye şarkı söylemeye devam etti, mum da daha parlak yanmaya devam ediyordu.
    Şimdi Simenoviç gülmeyi bırakmıştı, gitarını da bir yana koydu, başını önüne eğip düşünmeye başladı, uşağı ve aşçıyı gönderdi, sonra da kendini yatağa attı, büyük bir kederi varmış gibi inliyor, içini çekiyordu, karısı gelip nazik bir sesle konuşmaya başladığında kadını dinlemedi ve bağırarak
    "Beni yendi, sonum geldi” dedi.
    Karısı kızgın kızgın “Ne demek istiyorsun?” diye sordu. “Gidip benim söylediklerimi yaparsan, tehlikede olmazsın, hadi Mişinka, senin için atı eğerleteyim"
    Atı getirdiklerinde kadın Mişinka’nın ata binmesine yardım etti ve serflerle ilgili söylediklerini yerine getirmesini istedi. Kâhya köye vardığında, bir kadın girmesi için kapıyı açtı, kahyanın geldiğini gören tüm köylüler korkuyla oraya, buraya, bahçeye filan kaçmaya, saklanmaya başladılar.
    Sonra Michael öteki kapıya gitti, o kapı da kapalıydı atının üzerindeyken kapıyı açamayacağı için yardım istedi ama çağrısına kimse gelmedi. O da attan indi ve kapıyı kendisi açtı, fakat yeniden atına binerken ve bir ayağı üzengiye takılıyken, at birkaç domuzdan ürktü ve fırladı, kâhya attan demir parmaklıkların üzerine düştü ve sivri parmaklıklardan bir tanesi midesine saplandı ve adam bilinçsizce yere yığıldı.
    Akşama doğru köylüler köyün kapısına gelince, atları içeri girmek istemedi, etrafa bakan köylüler, bir kan gölünün ortasında yatan kâhyanın cesedini gördüler. Sadece Peter Mikhayef attan inmeye cesaret etti, yüzükoyun yatan adamın yanına gitti, adamın gözlerini kapattı ve sonra onu bir arabaya koyup, evine götürdüler.
Asilzade kâhyasının başına gelen talihsiz kazayı ve yaptığı zalimlikleri öğrenince, serfleri serbest bıraktı, kendi arazisinde tarım yapmaları için çok küçük bir ücrete onlara kiraya verdi.
    Ve böylece, köylüler tanrının gücünün kötülükle değil, iyilikle kendini belli ettiğini anladılar.

Leo Tolstoy
Çeviren: Müjde Dural

İzleyiciler