Yılmaz Elmas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılmaz Elmas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2024 Pazar

Otuz Beş Kuruş Verip Susturamazsın

Alaçam'ın dağ köylüleri, alış veriş için kendi ilçelerinden çok Vezirköprü'ye gelirlerdi. O sıralar ilçeleri, daha çok büyücek bir köyü andırıyordu. Vezirköprü ise alabildiğine gelişmişti. Pazarında dükkânlarında ne ararsan bulunuyordu.

Zeytinlik köyünden yola çıkan atlı, eşekli, yaya köylüler sıcakta çok yorulmuşlar, ulu bir çınar ağacının altında hepsi dinlenme gereğini duymuşlardı. Acıkmışlardı da. Herkes çıkınından pıt pıt ekmeklerini, soğan ve haşlanmış patateslerini, yanında sularını çıkardılar. Tam yemeğe başlamışlardı ki, biri başlarına dikilip:

"Yarasın" dedi. Köylüler,

"Sağolasın buyur" diyerek karşılık verdiler.

Ayaktaki hiç nazlanmadan oturdu, kendi azık torbasını açtı, içinden pıt pıt ekmeğiyle taze peynir çıkardı. Su matarasını da kenara koydu. Torbanın dibinden iki baş soğanı çıkarmayı da unutmadı.

Tanıyan çevre köylüler "Deli Çoban" diyorlardı ona. Fazlabir deliliği de yoktu aslında. Kimseye zararı dokunmazdı. Kimsenin usuna gelmeyecek şeyler yapardı. Güzel kaval çalardı. Hiç yanından ayırmazdı. Canı çektiği zaman dağ, taş, bayır demez nerde isterse orda çalardı. İlçeye indiğinde de kahvede, yolda, dükkânda nerde olursa... İlçeye indiğinde çocuklar peşine takılır çalmasını isterlerdi. Ama o yine de canı çekmedikçe çalmazdı.

Sonradan Zurnaya heves etmişti. İlçede pazar yerinde kaval, düdük, zurna satan satıcıdan bir zurna almıştı. Kısa zamanda bildiği bütün ezgileri çalar olmuştu. Zurnası yanındaydı. Yemekten sonra canı çalmak istedi. Yolcular toparlanıncaya kadar usuna gelen ezgileri çaldı. Yolcular zevkle dinlediler. Herkesin toparlandığını gören çoban, zurnasını torbasına yerleştirdi çarçabuk. Hep birlikte yola düzüldüler.

Akşama Semerci köyüne varmalıydılar. Yolda yine çalmasını istediler. Nasılsa nazlanmadan çaldı bir süre. Yolcular yeter demeden çalmayı kesti. Neden kesti? Biraz daha çalsaydın diyen de olmadı. Kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı.

Akşam, gün batarken köye vardılar. Recep Ağa'nın evinde konakladılar. Recep ağa onlara güzel bir sofra hazırladı. Yediler içtiler serilen döşeklere oturup yastıklara dayandılar. Semaverde çay hazırlanırken Recep ağa tek tek yolcuların hal ve hatırını sordu. Bazılarıyla tanışıyordu zaten.

Çaylar içilirken herkesin neşesi yerindeydi. Köyden gelenler de olmuştu. Yolcular yolda dinledikleri havaları yeniden dinlemek için çobandan biraz çalmasını istediler.

"Canım çekmiyor" diyerek nazlandı.

Ağa merak etmişti. Düğünlerdeki çalgıcıları geceleri herkes çekildikten sonra çağırır, evinde çaldırırdı. Yanında kafa dengi kimseler bulunursa büyük zevk alırdı.

"Hele bir çal da dinleyelim. Güzel çalarsan yeniden bir sofra da düzeriz." Yolcular ağanın ne demek istediğini anlamışlardı. Yolculardan biri.

"Haydi be çoban! Nazlanma! Biraz kulağımızın pası gitsin.

"Cık!" dedi çoban.

"Bizim deli çobanın inadı tuttu yine" dedi, biri. Köylülerden bir genç,

"Aramızda beşer kuruş toplayalım çalman için."

"Olmaz" dedi kısaca.

Genç yine üsteledi.

"Neden olmasın, bak burda kaç kişiyiz. Harçlığın çıkmış olur." Herkes keselerine davranmaya başlamıştı bile.

"Olmaz" dedi.

Bir sessizlik oldu. Sessizliği kendisi bozdu.

"Onar kuruş verirseniz çalarım."

Bazıları çok bulduysa da sonunda herkes onayladı. Recep Ağa çobanın çalmaya davranmadığını görünce,

"Ne o? Herkes onar kuruş verecek neden çalmıyorsun" dedi.

Çoban,

"Parayı toplayıp verin ondan sonra çalayım" dedi.

Çobanı yeni tanıyanlar, bunun neresi deliymiş dediler, kendi kendilerine. Ağa parayı toplayıp uzattı. Çoban paraları ve içerdekileri tek tek sayıp parayı kesesine koydu. Zurnayı çıkarıp çalmaya başladı. Yolculardan köylülerden istekler oldu nazlanmadan çaldı istediklerini. Recep Ağa da çaldırdı bildiği ezgileri. Herkes neşe içindeydi. Bazı ezgilerin sözlerinin birlikte söylüyorlardı. Çaylar içiliyordu. Recep Ağa sofra kurdurdu. Yaşlılardan içki kullananlar atıştırmaya başladılar. Kadehlerini tokuşturdular. Bir iki saat sonra köyden gelenler evlerine gittiler. Sofra kalktı. Semaver de kaldırıldı.

Recep ağa,

"İsteyen var mı? yeniden semaveri kurdurayım." Dediğinde, hep bir ağızdan:

"Yorgunuz, yarın erkenden yola düzüleceğiz" dediler.

Benden söylemesi dedi ev sahibi. Herkes çobanın çalmayı bırakmasını bekler olmuştu, yatmak için. Çok dinlemek bıktırıyordu demek. Zurnanın sesi kulaklarının içinde çınlamaya başlamıştı.

Yolculardan Osman emmi dedikleri:

"Yeter gayrı deli çoban! Yorgunuz yarın erkenden yola çıkacağız."

Çoban hiç oralı değildi. Durmadan çalıyordu. Yolculardan biri, "Biz buna parayla çaldırdık, ancak parayla susturabiliriz." diye düşündü.

"Ey deli çoban sana on beşer kuruş toplayalım aramızda, bırak şu zurnayı."

Kaşlarıyla olmaz işareti yaptı. Yirmi, yirmi beş, otuz dediler olmadı. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Deli çobanın deliliği tutmuştu. İlk para öneren,

"Otuz beşer kuruş verelim" dedi kızgın bir biçimde.

Çoban zurnayı çıkardı ağzından. Herkes razı oldu diye sevinirken,

"Olmaz" dedi, yine.

Kızgınlıktan ne diyeceklerini bilemediler. Recep Ağa karışmıyordu. Kendisine kalsa sabaha dek dinlerdi. Çoban tek tek hepsini süzdü,

"Ellişer kuruş verirseniz çalmayı bırakırım" dedi ve yine çalmaya başladı. Çarnacar odadakiler ellişer kuruşu toplayıp önüne koydular. Çoban çalmayı bıraktı önündeki paraları bir bir saydı. Kesesine yerleştirdi. Zurnasını da torbasına koydu. Kendisinden çalması için para veren genç, öfkeyle söylendi yatağına uzanırken,

"Çattık belaya be! Beş kuruş verir çaldıramazsın. Otuz beş kuruş verir susturamazsın" dedi.

Yolcuların tümü gencin öfkesine ve söylediklerine güldüler. Sinirleri birden boşaldı hepsinin. Osman emmi,

"Doğru söyledin delikanlı, bizim deli çoban böyle işte "Beş kuruş verip çaldıramazsın otuz beş kuruş verip susturamazsın."

O günden bugüne Alaçam ve Vezirköprü köylüklerinde söylenir oldu, bu söz.

Yılmaz Elmas, Samsun Öyküleri, Gerçek Sanat Yayınları, S.82-85



İzleyiciler