Sabahattin Eyüboğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabahattin Eyüboğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2025 Pazar

Badem Ağaçları

    Napolyon, Fontanas’a şöyle demiş: "Bilir misiniz dünyada en çok sevdiğim şey nedir? Sadece kuvvetle hiçbir şeyin kurulamaması. İki şey dünyaya hükmeder: Biri kılıç, biri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir."
    Demek, fatihler de kederleniyor zaman zaman. Bunca boş şan şerefi biraz olsun ödemeleri gerek elbet. Ama yüzyıl önce, kılıç için doğru olan bu söz, bugün tank için pek o kadar doğru görünmüyor. Fatihlerin bir hayli kazançları oldu ve düşünceden yoksun bırakılan yerlerin acı sessizliği, yıllarca bağrı deşik Avrupa’nın üzerine çöktü. Eskiden o korkunç Flandres savaşlarında, Hollanda ressamları belki kümeslerindeki horozların resmini yapabiliyordu. Yüzyıl savaşı da çoktan unutuldu gitti. Ama, Silezyalı mistiklerin vaazları belki bazı kalplerde hala yaşıyordur. Bugünse durum değişti, ressam da, papaz da asker oldular: Bu dünyanın kaderine hep birden bağlanır olduk. Bir fatihin düşünceye tanıdığı yüksek imtiyazlar elden gitti. Ona kalan şimdi, hakkından gelemediği kuvveti, lanetlemekle kendini tüketmektedir.
    İyi insanlar, buna bir belâ diyorlar. Bunun belâ olup olmadığını bilmiyoruz ama, bu böyle. Yapılacak şey, bu durumu görüp ona göre davranmaktır. Bunun için de ne istediğimizi bilmemiz gerektir. İstediğimiz şey ise, artık hiçbir zaman kılıç önünde boyun eğmemek, aklın hizmetine girmeyen kuvvete hiçbir zaman hak vermemektir.
    Bu çabanın sonu yok, burası doğru. Bizim işimiz bu çabayı sürdürmektir. Ne ilerlemeden yana olacak kadar akla inanıyorum, ne de hiç bir tarih felsefesine. Yalnız şuna inanıyorum ki, insanlar kaderlerinin farkına varmakta durmadan ilerliyorlar… Biz insanlar kendi kaderimizin üstüne çıkmış değiliz ama onu artık daha iyi biliyoruz. Bir çelişme içinde olduğumuzu biliyorsak, çelişmeyi kabul etmemek ve onu azaltmak gerektiğini de biliyoruz. Özgür insanların sonsuz kaygılarını dindirmek için birtakım çareler bulmaktır işimiz, insan olarak. Yırtılanı yeniden dikmek, böylesine açıkça haksız bir dünyada hakkı düşünülebilir bir hale sokmak, mutluluğa zamanımızın kahrına uğramış milletlerin anlayabilecekleri bir anlam vermek gerek. Tabiî, insanı aşan bir iştir bu. Ama insanı aşan demek, insanın uzun zamanda başardığı şey demektir sadece.
    Şu halde ne istediğimizi bilelim, kuvvet bizi çekmek için bir fikir veya rahatlık kılığına girse bile, düşünceye bağlı kalmaktan şaşmayalım. İlk işimiz umutsuzluğa düşmemektir. Dünyanın sonu geldi diye bağıranlara kulak vermeyelim. Uygarlık kolay kolay yok olmuyor ve bu dünya çökecek olsa bile, başka dünyalardan sonra çökecektir. Trajik bir devirde olduğumuz doğrudur. Ama pek çok kimse, trajik ile umutsuzluğu birbirine karıştırıyor. Lawrence, "Trajik, felakete savrulan zorlu bir tekme olmalıdır" demiş. İşte hemen benimseyip kullanabileceğimiz sağlam bir düşünce. Bugün, bu tekmeyi hak eden birçok şey var.
    Cezayir’de oturduğum zamanlar, kışları hep sabrederdim, çünkü bilirdim ki, bir gecede, şubat ayının bir tek soğuk ve temiz gecesinde, Consul’ler vadisinin badem ağaçları bembeyaz çiçeklerle donanacaktır. Sonra da, bütün yağmurlara deniz rüzgârlarına karşı komaya çalışan o nârin karlara şaşardım. Ama yine de her yıl o karlar meyveyi hazırlamaya yetecek kadara dayanırlardı.
    Bu bir sembol değildir. Mutluluğumuzu sembollerle kazanacak değiliz. Biraz ciddi olalım bu işte. Demek istediğim şu: "Felaketle zehirlenmiş olan şu Avrupa’da bazen hayatın yükü pek ağır basınca, daha birçok güçleri dipdiri duran günlük güneşlik ülkelere dönüyorum. Düşünce ile yılmazlığın dengeleşebildiği mutlu topraklardır oraları. Onlardan örnek aldıkça, düşünceyi kurtarmak için onun ağlamaklı değerini bir yana bırakıp güçlü kuvvetli taraflarını belirtmek gerektiğini anlıyorum. Felâketlerle zehirlenmiş olan şu dünya, dertten hoşlanır gibidir. Nietzsche’nin katı kafalılık dediği derdin tâ kendisi içindeyiz. Düşüncenin böylesine yardım için el uzatmayalım. Düşüncenin haline ağlamak boşunadır. Onun için çalışalım elverir.
    Ama düşüncenin gücü kuvveti, fetihçi değeri nerede? Aynı Nietzsche, onları bir bir göstermiştir. Ona göre, bu değerler, bilge kişinin karakter gücü, zevki, "dünyası", akla uygun mutluluğu, bükülmez gururu, soğuk azakanarlığıdır.. Bu erdemler her zamandan çok bugün gereklidir ve herkes kendine uygun olanı seçebilir. Tuttuğumuz yanın büyüklüğü karşısında, her halde, karakter gücü unutulmamalıdır. Seçim kürsülerinde, kaş çatmalarla, yıldırılarla gösterilen güçten söz etmiyorum, beyazlığın ve özsuyunun gücü ile bütün deniz rüzgârlarına karşı koyandan bahsediyorum. Dünyanın bu kara kışında meyveyi hazırlayacak olan odur.

Albert Camus, Denemeler, Çan Yayınları, 1962, S.41-45

Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol


11 Ekim 2024 Cuma

Yunus Emre, Şiirler - XIII

Miskinlik ile gelsin
Kimde erlik var ise
Merdivenlerden iterler
Yüksekten bakar ise

Gönül yüksekte gezer
Daima yolda azar
Dış yüzüne o sızar
İçinde ne var ise

Aksakallı bir koca
Hiç bilmez ki hal nice
Emek yemesin hacca
Bir gönül yıkar ise

Gönül Çalapın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise

Sağır işitmez sözü
Gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü
Alem münevver ise

Az söz erin yüküdür
Çok söz hayvan yüküdür
Bilene bu söz yeter
Sende güher var ise

Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da anı san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise

Bildin gelenler geçmiş
Konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş
Kim mana duyar ise

Yunus yoldan ırmasın
Yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmesin
Sevdiği didar ise

Yunus Emre

Sabahattin Eyüboğlu, Yunus Emre, S.89-90


17 Temmuz 2024 Çarşamba

Sarhoş Gemi

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır  dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.

Arthur Rimbaud

Çeviri: Sabahattin Eyüpoğlu

Fotoğraflar: Özgür Onat Çinkılıç, Amsterdam


İzleyiciler