Rıfat Ilgaz' ın ilk kitabı Yarenlik'in birinci baskısı önümde duruyor: "1943 İstanbul Sebat Basımevi". Otuz beşinci sayfasındaki "Böyle mi olacak ölümüm" şöyle başlıyor:
"Sanıyorum fazla beklemeyeceğim / tekaüt kahvelerinde ecelimi./ Soğuk algınlığını bahane ederek / el etek çekildiği zaman ortalıktan / başımı alıp gideceğim."
Hiç de sessiz gitmedi Rıfat Hoca. Yaşamı boyunca kovuşturuldu. Öğretmenlikten atıldı, hücrelere konuk oldu, yazıları gazetelere sokulmadı, nefes alışı bile izlendi, sonra bu çelişkiler ülkesinde ölümü televizyonlara haber oldu, neredeyse devlet töreniyle uğurlanacaktı. Oysa ne tören bekledi, ne övgü sözleri. O bir "40 kuşağı şairiydi".
"Ne varsa yitirdiğim / Bütün bulduklarım şiirde / Kafiyeden önce gelen / Sevgilerimiz mi sade / Sürgün de var / Hapis de" diyen oydu.
Rıfat Ilgaz'ı tanıdığımda 'Hababam Sınıfı'nın yazarıydı benim için. Oyunun dorukta olduğu günlerdi. Kimselerin şairliğinden söz etmediği günler. Hemen o günlerde "Karakılçık" yayınlandı. Ama benim Rıfat Ilgaz' ı "şairlerimin" arasına katışım birkaç yıl sonra "Uzak Değil" ile oldu.
'Hababam Sınıfı' gündemdeydi diyordum. Ülkede ne kadar sahne varsa hiç değilse bir kez oynanmış olmalı. Oysa Rıfat Ağabey otelde kalıyor, oyunun geliri kime gidiyorsa gidiyor, o ünüyle yetiniyordu. Arada yakınıyordu ama ümidi kesmiş gibiydi telif haklarından. Tam o günlerde oyun bizim mahalledeki yazlık sinemaya geldi. Ulvi Uraz' lı Zeki-Metin' li ilk kadro oynadığı kadar oynamış, oyuncular ünlenmiş, şimdi nöbeti yeni bir kadro almıştı. Tulum Hayri rolünde Ali Poyrazoğlu vardı. Diğerlerini anımsayamıyorum. Turnenin izini yakalayınca oturup bir mektup yazdı Rıfat Ilgaz. Ben de götürüp oyun gecesi verdim tiyatroculara. Sonuç yok tabii.. Hayat devam ediyordu. Rıfat Hoca evlenecekti. Önünde ise beklenmeyen büyük bir engel: Nüfus kâğıdı Piyer Loti Oteli'ndeydi. Otele borcu olduğu için gidip alamıyordu. Altıncı mı, yedinci mi evliliğini yapan bir büyüğüme başka ne yapabilirdim. Gittim otele. Danışmadaki gence "Rıfat Ilgaz' ın nüfus kâğıdını ver !" dedim. Genç ne sandıysa çıkarıp verdi. Koşar adım döndüm Öncü Kitabevi' ne. Rıfat Ilgaz nüfus kâğıdını alınca bir sevindi ki, "Artık evlenebilirim" dedi sanki başka bir şey gerekmiyormuş gibi. Nüfus kâğıdına baktık. Evlenme ve boşanmalardan boş yer kalmamıştı. Ne güzeldi o çok sayfalı nüfus kâğıtları. İlkokula giriş, ekmek vesikası, askerlik, evlilikler, boşanmalar. Şimdi adı kimlik oldu. Her seferinde değiştiriyorlar. Geçmişimizle bağımız kopuyor.
Rıfat Hoca, her ne kadar "Anlaşıldı kara günler için doğmuşuz. / İçli dışlı olmuşuz acılarla. / Aydınlığın dar kapılarından / Geçemeyiz güle oynaya / Bayram kaçağıyız." dese de hayatı neşeli tarafından alıyordu. En sıkıntılı günlerini "Nasıl sevmezsin Heybeli' yi / Herkesin bağı bahçesi ayrılmış / Denizde kotrası yalısı / Ayırmış ayıran hastanesinde / Bizim de yatağımızı" diye tiye almasından belli değil mi.
Altmışlarda umut havası esiyordu. Henüz 12' lerden eser yoktu. Otellerde de kalsa yüreği umut dolu, neşesi yerindeydi. O günlerde en eğlenceli maceralarından biri Orhan Kemal ile yaptığı röportajdı. Orhan Kemal' in hastaneden yeni çıktığı bir dönemde, röportajı fotoğraflarla da süslemek için poz poz resmini çekmişti. Orhan Kemal, "Yorgunum, halsizim" dedikçe, "Ayağa kalk, otur, elini kaldır, şu tarafa bak" diye canını çıkarmıştı. Filmi fotoğrafçıya verirken de uzun uzun tembihlemişti, "Büyük bir yazarın fotoğrafları var. Aman iyi banyo et" diye. Filmi almaya gittiğinde fotoğrafçı "Bu kocakarılar yazardır ?" diye sormuş. Filmin başında üç beş poz aile resmi. Sonrası bomboş. Diyafram açılmamış. "Utana sıkıla gidip 'bir resmini versene' dedim" diye gülüyordu.
Öyle seviyordu ki yurdunu, insanlarını; öğretmen oldu, şair oldu, her şeye göğüs gerdi, "gülmece yazarı" ve "veremli" sanlarına bile. Saygı duyulacak direnci ile "Ara ki bulasın sayfalarda / Şair Rıfat Ilgaz' ı" günlerini de atlattı. Kitap fuarlarında uzayıp giden bitmek bilmeyen imza kuyrukları bilmem unutturabildi mi geçmişin ayıbını ?
Bir şair öldü. Geride dizeleri kaldı: "Rahat günlerin işçisi olacaktık / Güzel günlerin şairi / Bir çift sözümüz vardı / Nar çiçeği gül dalı üstüne / Dudaklarımızda kaldı."
Ergin Koparan
(Temmuz 2003 - Tersakan)
