Jose Saramago etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jose Saramago etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2025 Cuma

Filin Yolculuğu

"Kıta Avrupası'nın en batısından, Lizbon'dan Viyana'ya doğru yola çıkan bir fil ile bakıcısı yoksul Subhro'nun ve bu tuhaf yolculuğun hikâyesidir Filin Yolculuğu. 16. Yüzyılda, Portekiz kralı III. João, kuzeni Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Maximilian'a hediye olarak gönderir fil Süleyman'ı. Süleyman ile Subhro, yanlarında kendilerine eşlik eden Portekiz kralının korumaları ve yardımcı ırgatlarla zorlu yolculuklarına başlarlar. Portekiz'i, İtalya'yı, Alpler'i geçerken hayatlarında ilk kez bir Hintliyle karşılaşan, ilk kez bir fil gören köylüleri ve kasabalıları şaşırtır ve etkilerler. Yolculuğun ikinci bölümünde bizzat İmparator Maximilian ve karısı Maria tarafından karşılanır ve Viyana'ya onlarla birlikte giderler. José Saramago'nun bu en eğlenceli romanında, fil terbiyecisi Subhro'nun erdemi, pasifist felsefesi ve yaşama  bakışındaki doğallık ve Süleyman'ın emir kabul etmeyen doğası, yolculuğun ritmini belirlerken, insanların ruhlarında değişimlere yol açar. Hinduizm, mistisizm ve Hıristiyanlık hikâyeleriyle, mucizelerle renklenen romanda Süleyman ve Subhro'nun dokunduğu insanlar, kilisenin söz verdiği türden bir mucizeyle karşılaşmazlar ama bu yabancılar onların ruhlarında derinizler bırakır. Saramago her zamanki ince mizahıyla, muhteşem metaforlarıyla ve insana dair gözlemleriyle olağanüstü bir yolculuğu anlatıyor."

"(...) İşte Alpler orada. Evet oradaydılar ama pek görünmüyorlardı. Kar sakin yağıyor, dalındaki pamuk yumaklarını andırıyordu ama sırtında giderek daha çok göze çarpan bir buz tabakası oluşmaya başlayan filimiz bu yumuşaklığın yanıltıcı olduğunu söylüyordu, sıcak topraklardan geldiği için tüm hayal gücünü seferber etse bile böyle bir kış manzarasını aklına getiremeyecek olmasa, çoktan fil terbiyecisinin dikkatini çekmiş olması gereken bir durumdu oysa. Kadim Hindistan'da, kuzeyinde, dağlarında ve tepelerinde kar eksik değildi elbette, ama Subhro, şimdiki Fritz, hiçbir zaman zevk olsun diye yolculuk edecek ve dünyayı tanıyacak olanaklara sahip olmamıştı. Karla ilgili ilk deneyimini Goa'dan geldikten birkaç hafta sonra Lizbon'da yaşamıştı, soğuk bir gecede, elekten dökülen una benzeyen toz gibi beyaz bir şey gökten yağmış, yere değer değmez yok olmuştu. Göz alabildiğine her yeri kaplayan bu engin beyazlıkla ilgisi yoktu. Pamuk yumakları kısa zamanda büyük ve ağır topaklara dönüştüler, rüzgârın  savurmasıyla fil terbiyecisinin yüzüne şamar gibi iniyorlardı. Muhteşem Süleyman'ın ensesine büzülmüş, pançosuna sarınmış Fritz soğuğu çok hissetmiyordu ama, sürekli, aralıksız inen darbeler onu tehlikeli bir tehdit gibi kaygılandırıyordu. Trentoyla Bolzado arasının, bir şekilde ifade etmemiz gerekirse bir gezinti olduğunu söylemişlerdi, topu topu on fersah, belki biraz daha fazla, bir pire sıçrayışı, ama hava böyle olunca, kar yola çıkma basiretsizliğini gösterenlerin bir yere varmasına izin vermemeye kesin kararlıymışçasına, tırnakları varmış gibi insana yapışıp da hareketlerinin tümünü ve her birini ve hatta soluk alıp verişini bile yavaşlatırken durum çok farklıydı. Muhteşem Süleyman doğanın ona bahşettiği tüm güce rağmen sarp dağ yolunda zorlukla ilerliyordu.(...)"

José Saramago, Filin Yolculuğu, Kırmızı Kedi Yayınları, S.137

Çeviri: Pınar Savaş


18 Ekim 2022 Salı

"Umut Tarlaları"


"(...) En büyük ve belirleyici silah, bilgisizliktir. Çok güzel, dedi Sigisberto doğum günü akşamında sofrada, bilgisiz olmaları çok güzel, okuma-yazma, hesap-kitap bilmemeleri, düşünmeyi bilmemeleri, dünyanın değiştirilemeyeceğine alışmaları, başka türlüsünü gözlerinde canladıramamaları, ölümden sonra cennetin geldiğine inanmaları, siz bunları daha iyi açıklayabilirsiniz Rahip Agamedes; onur ve para getiren tek şey çalışmaktır, ama onlardan daha çok kazandığımı düşünmemeliler, toprak bana ait, vergi ve öteki harcamaların ödenmesi gereken gün geldiğinde, onlardan borç para almayacağım, bu hiçbir zaman olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak; ben onlara iş vermeseydim kim verirdi, ben ve onlar, ben toprağım, onlar da iş, benim için iyi olan, onlar için de iyidir, Tanrı böyle düzenlemiş, bunu siz daha iyi açıklayabilirsiniz Rahip Agamedes, onların kafalarını daha da karıştırmayacak basit sözlerle; rahip de yetmezse, sahneye kraliyet taburu çıkar, köylerde şöyle bir tur atar, yalnızca kendini göstermek için, hemen anlayacakları bir mesajdır bu. Söylesene anne, toprak sahipleri de kraliyet taburu tarafından dövülüyor mu; Tanrı aşkına, bu çocuk normal değil, böyle bir şey nerede görülmüş, kraliyet taburu, çocuğum, halkı cezalandırmak için yaratıldı; bu nasıl olabilir anne, yalnızca halkı dövmek için bir kraliyet taburu kuruyorlar, peki halk ne yapıyor, toprak sahiplerini cezalandıracak kimsesi yok, ama onlar kraliyet taburuna halkı cezalandırmasını buyurabiliyorlar, ama bence halk, kraliyet taburundan toprak sahiplerini dövmesini rica edebilir. Maria, bence bu çocuğun aklı başında değil, çevrede dolaşıp böyle şeyler anlatmasına izin verme, bir de kraliyet taburuyla başımız belaya girmesin.

Halk, pis ve aç yaşaması için yaratıldı. Yıkanan bir halk, çalışmayan bir halktır, kentlerde başka türlü olabilir, ona bir şey diyemem, ama burada, arazide üç ya da dört haftadan fazlası için anlaşma yapılır ve evden çok uzakta geçer bu süre, Alberto'nun canı isterse bazen aylar sürer, bu süre boyunca ne yüzü ne elleri yıkamak ve sakalı uzatmak, erkeklik onurunun gereğidir. Çok düşük bir olasılık, ama olur da bunun tersini yapan çıkarsa, patronun ve kendi arkadaşlarının alaylarıyla karşı karşıya kalır. O zamanın lüksü budur, acı çekenler acılarıyla, köleler kölelikleriyle övünür. Yeryüzündeki bu canlının gerçekten yalnızca bir canlı olması gerek, sabah kalktığında gecenin uykusu kirpiklerine takılıp kalmış, sırada başka geceler; ellerindeki, yüzündeki, koltuk altlarındaki, ayaklarındaki ve bedeninin son deliğindeki kir, arazi işinin saygınlığını simgeliyor; insanın hayvandan aşağı olması gerek, çünkü hayvan kendini yalayarak temizler; ne kendini ne de kendinden sonra gelenleri umursaması için, insanın kendini alçaltması beklenir.

Bu da yetmez. İşçiler tarlada çalışırken ellerinde çıkan nasırlarla övünürler. Meyhanede övünürken her bir nasır madalyaya dönüşür, Berto ve Humberto için şu kadar kazandım, denir bardaklar dolarken. Bunlar yararlı işçilerdi, kırmızı kırbaç izlerini gururla gösterirlerdi, kanıyorsa daha iyi; kentlerdeki alt tabakaya eşit olan ve erkekliği kiralık bir koğuş yatağında kapılmış bel soğukluğunun ve frenginin sıklığına bağlayan tantanacılar. Ah, ağzına bir parmak bilgisizlik balı çalınan halk, seni gücendirenler hiç eksik olmadı. Çalış, çalış, ölene dek çalış, gerekirse sakat kalana dek çalış, ancak o zaman kâhyanın ve patronun gözüne girersin, adın işe yaramaza çıkmaya görsün, bir daha kimse seni istemez. Meyhanenin kapılarına, dert ortaklarının karşısına dikilirsin, onlar bile seni küçümser, kâhya ya da patron tiksinerek süzer seni, işsiz kalırsın sana söyleyeyim. (...)"

Jose Saramago, Umut Tarlaları, S.62-63

Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
 

İzleyiciler