Hasan Hüseyin Korkmazgil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Hüseyin Korkmazgil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2025 Çarşamba

Haziranda Ölmek Zor

                               
                      orhan kemal'in güzel anısına 

işten çıktım 
sokaktayım 
        elim yüzüm üstümbaşım gazete 
  
sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
        sokağa çıkmak yasak 
  
sokaktayım 
gece leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 
  
havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 
              çırpınıp durur 
  
çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 
       ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
             susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
             unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
                    vurmuşum sokaklara 
  
sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
             dallarda insan iskeletleri 
  
asacaklar aydemir'i 
asacaklar gürcan'ı 
       belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
               sarı yapraklar gibi
 
asmak neyi kurtarır
       sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
               ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
        hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
        asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
               budur işte asıl sorun!
 
sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
             ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
        yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
                               kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
 
işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
        gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
              ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
                    gitme korkusu
ah desem
       eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
       tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
       öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
               güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
       ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
 
ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
                     bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
       n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
              ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
       nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
        kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
            göçen kim dünyamızdan?
 
asmak neyi kurtarır
       öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
       ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
              söyler hangi güzelliği?

kökü burda
        yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
       göçtü memet diye diye
              şafak vakti bir çınar
           silkeledi kuşlarını
                         güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
                                            memet!»

gece leylâk
       ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
       uy anam anam
       haziranda ölmek zor!
 
bu acılar
bu ağrılar
              bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
        kim bu umut
ne adına
              kim için?
 
«uyarına gelirse
       tepemde bir de çınar»
             demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
              geride kalanlara
 
nerdeyim ben
        nerdeyim?
kimsiniz siz
        kimsiniz?
 
yıllar var ki ter içinde
       taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
                      3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı 
                    şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
                    iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
       yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
              iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı 
                      nâzım ustanın
 
gece leylâk
       ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
              şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

Hasan Hüseyin Korkmazgil

"1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire. Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "El elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler."  (Hasan Hüseyin Korkmazgil)



27 Eylül 2024 Cuma

Ağustos Şiiri

yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
hep böyle havalar besler fırtınaları
korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
bir rüzgâr kulaklarımdan hiç eksilmiyor
esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

ben mısrâlarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
beş numara lâmba kederi var mısrâlarımda benim
yitirmişim yıldız ışığında dost çizgileri
deli çizgi gözlerimi kör etmiş kör etmiş kör etmiş
göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
çığlıkçığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde - neyleyim
insan demişim kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum
kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı
sen olmasan ben böyle uysal değildim
böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

yılandere ölüler yatağı helâlim ölüler
katran mazot bidonları paslı putreller
kargalar üşüşmüş ahmedom'un ellerine kargalar
ahmedom'un düşlerine yılan çiyan doluşmuş
garipler mezarlığı, doymamışlar dünyası
yıkılası karakuşak, kurudere sırtları
ahmedo'm bir yaz bulutu, bir varmış bur yokmuş
fenerler titreşiyor bıçaklanmış türkülerin gözbebeklerinde
vinçler beni balçık gibi akşamlara bindiriyorlar
sen olmasan şu sabahlar olmasa
şu benim büyük büyük susamışlığım
bu mızmız takvimi bir solukta susturacağım
yılandere ölüler yatağı helâlim ölüler

rüzgâr gibi bir ağustos geçti ellerimizden
meyvalar bizi balrengi günahlara çağırıyorlar
biryanda yaşanmamış günlerin hırsı
biryanda boşa geçen gecelerin acısı
malûm o dramın en güzel perdesindeydik
ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
duracak vaktimiz yoktu bitmiştik
her gören didik didik bizi denetliyordu
biz kendi derdimize düşmüştük

orda da akşamlar olacak allı'nın kızı
kanlı mendil gibi ağustos akşamları
şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
belki yanında başkaları olacak
belki düşlerine bile girmeyeceğim
gün oldu acıların şiirini yaşadım
gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
ne diye gurbet gibi mısrâlarıma sindin
dokunsan parmaklarıma tutuşacağım

yine ağustos gelse elele versek
sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan
yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek
güneşin bahçeleri emzirdiği saatte
susamışlar aşkına, kandım diyesi
uzun uzun öpüşsek
yine ağustos gelse kovulsak cennetimize
şantiye hiç durmadan ötse bağırsa
lâzoğlu büyük harflerle sövse işçilerine
damlarda kaysı yarsalar rumeli göçmenleri
dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini,
ıssız bahçelerden geçsek, unutulmuş sokaklardan
çocuklar mavi mavi gülüşüp kaçışsalar
bir masal dinler gibi sessizliği dinlesek
kendimizi dinlesek köklerin çığlığını
seni kollarıma alsam, yine yumsan gözlerini
yine kapışılsa yavrum, batan şehrin hazineleri
biz yine kendi derdimize düşsek

yere batan şehrin tek yalnızıyım
yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
ekmeğime barut sinmiş, bulanık özgürlükler
tepmişim rahatımı boynu bükük mutluluğumu
yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum
istemem, sarmasın yumuşak duygular susuzluğumu
geceler bıcak bıçak böğrümde yatsın uyusun
kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı
ellerimi kemirmekten memnunum
düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
en güzel günlerinde gençliğimizin
ölümden ötesini aklım almıyor
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
istesek cenneti kurtarabiliriz
ben bir ışık için tepmişim rahatımı
ellerimi kemirmekten memnunum
bu güleç yüzlülerin bu acı türkülerini
bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
delice anlayarak allı'nın kızı

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Oğlak, Bilgi Yayınevi, S.167-172



4 Eylül 2024 Çarşamba

Mutluluk Benim Şirinim'dir

Ben hiç turna görmedim 
Ama tanıyorum turnayı türkülerden
Biri bir turnalı türkü tuttursa 
Hele de tirendeysem 
Hele de hapisteysem 
Yitirmişsem sevdiklerimi 
Oy dağlar dağlar
 
Mutluluğu hiç görmedim
Ama tanıyorum yokluğundan 
Geceler böyle olmazdı herhal 
Ayrılık getirmezdi kucaklaşmalar 
Durup durup iççekmeler 
Kıyı köşe ağlaşmalar 
Ölüme kurtuluş denmezdi herhal 
Sevişmek suç sayılmazdı 
Mutluluk dilesem birine 
Ağlıyasım geliyor ardından 
Mutluluk benim şirin'imdir 
Oy dağlar dağlar
 
Nazım'ı hiç görmedim ben 
O çıktı ben girdim içeri 
Gördüm toprağını o acı gülün 
O kuş ancak o bahçelerde 
Nesini anlatayım ben özgürlüğün 
Gün olur zincire vurulmaktır özgürlük 
Gün olur
göğsünü gere gere
Islık çalmak caddede
 
O çekip gitti buralardan 
O çekip gitmezden önce 
Bilmezdim gitmenin ne olduğunu
Şimdi kim gitmelerden söz etse 
Karanlıkta bir baba
sessizce öpüyor çocuğunu
 
Yapın bunun resmini 
Yapın bunun heykelini 
Müziğini, şarkısını 
Yapın bunun romanını
 
Oy dağlar dağlar

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Acıyı Bal Eyledik, S.119-122


3 Mart 2024 Pazar

Yurttan Nakışlar

küçük dağ istasyonlarında çocuk yüzlü çuvallar durur
elleri kucaklarında
mormenevşe boyunlu
ve sapan demirinden etleri
kadınlar durur

kadınlar
türkü türkü
kadınlar
ağıt ağıt
kadınlar ki
nakış nakış
göz olmuş gözlemekten
kadınlar!
çığrışırlar yaramızda
çığrışırlar bıçak bıçak
kurşun kurşun
fitil fitil
kadınlar!

bakışları niçin turna katarı
bakışları neden demirparmaklık?
kapanmış bıçak yarasından da beter sanki ağızları
kilitli kapılardan da beter
kadınlar!
dururlar/nasıl da yorgun
dururlar/nasıl da uzak
bakarlar sıcak sıcak
nasıl da namlu!

sürgün mü kıran mı deprem mi nedir
nedir yeşildeki sarı korku
ne var havada?
dalkıran yağmış da sanki/kırılmış ağustos dalları!
bunlar mı kurtarmışlar vatanı?
nere gitmiş kurtarılan o güzel
nerde kalmış o kadınlar
bu ağıt kimin?
aman allah
koyunlar biryanda meleşir, kuzum kuzum
biryanda kuzuları!

küçük dağ istasyonlarında dul kadın bakışlı çuvallar durur
bıyıkları toz içinde erkekler durur
duvarda mavzer gibi sarkar omuzlarından
toprağı yârim sanıp saran kolları
saramayan kolları/of ooof
erkekler durur!
devlet bir güz yağmurudur
ıslatır çulları çuvalları
üşür yürek, kocaman!
umut umut dedikleri bu mudur
hurda yüklü marşandiz/takır da tukur
çekip gider gece vakti uzak bozkırdan
ıpıldar ışıkları
çözüm, çözüm/nerde çözüm
bir yelpikli yolcudur o
eli öflez fenerli bir istasyon memuru
aydınlatmaz çığlıkları
üşür yürek, kocaman!

küçük dağ istasyonlarında boynubükük çuvallar durur
çuvalların içinde bütün bir ömür
ekmek diye diye
muhanet diye diye
bütün bir ömür
çuvalların yanında kadınlar durur
önlüklerinin üstünde çetin elleri
altında vatan kulu
umut kulu dölleri
kadınlar durur

bir pınar uzak uzak
artırır susuzluğu
bir çeşme yaşlı gözdür
akarken kurur
devlet bir güz yağmurudur
ıslatır çulları çuvalları
türküleri ağıtları gurbetleriyle
özlemleri öfkeleri kahırlarıyla
toz toprak içinde bir vatan durur

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 2, Oğlak, S.196-199, Bilgi Yayınevi


14 Şubat 2024 Çarşamba

Uçun Kuşlar

İnsandır suda akan, yaprakta yeşil, gülde kırmızı
zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla
ince bir sızı birden, bastırır kırar kollarımızı
ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk
bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir
yaşayalım çocuklar
her şey bizimdir

bir giysi örtüsünde ben bu yedi satırı
ipek ipliklerle işlenmiş buldum
bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası
yedi renk ipek satır yedi bülbül yavrusu
vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu
bir sürgün ozan yazmış vaktin birinde
bir gençkız ipeklemiş onu örtüye
yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu
ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi
bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı
aldım yedi yavrucuğu koydum buraya
yedi bülbül yavrusunu verdim anaya
yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün ozan
yaşıyorsa bilsin diye o sürgün ozan
birgün çıkıp gelsin diye o sürgün ozan
'uçun kuşlar'
'uçun kuşlar'
koydum adını
ben bu şiirin

ben miyim sürgün ozan, kardeşim mi o gençkız
i'leri yıldız yıldız, ü'leri yıldız yıldız
işleyen o kardeşim
kimbilir nerde yalnız!

bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu
yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi
içer içer ağlar biri şimdi uzakta
bu bir sınıf acısı

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 2, Oğlak, S.95-96, Bilgi Yayınevi


4 Mart 2021 Perşembe

filizkıran fırtınası

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası

ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm

acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim

severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası'nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü

Hasan Hüseyin Korkmazgil (1978)

2 Ekim 2011 Pazar

Akarsuya Bırakılan Mektup

   
      incecikti
        gül dalıydı
          dokunsam kırılacaktı
            dokunmadım
              kurudu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç 
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil

İzleyiciler