Can Yücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can Yücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2025 Cuma

İnternette Sahte Can Yücel Metinleri

Semih Çelenk Hocamız tarafından hazırlanan bu liste için kendisine teşekkür ediyoruz. Umarım listeyi güncellememiz gerekmez ve yenileri eklenmez.
 
İnternette sahte Can Yücel metinleri / Semih Çelenk (güncel liste)

(Yaklaşık son on yıldır internette, sosyal medyada dolaşan “Can Yücel” imzalı ancak Can Yücel’in ne üslubunu ne ince alayını barındırmayan sahte metinler aşağıda sıralanmıştır.)
 
1.Bağlanmayacaksın
2.Kadın Dediğin
3.Erkek Dediğin
4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı
5.Anladım
6.Herşey Sende Gizli
7.Eğer
8.Herkes Gitmek İstiyor
9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin
10.Sağlık Olsun
11.Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)
12.Tersten Yaşamak
13.Biraz Değiştim
14.Bir gün Anlarsın
15.Gitmek
16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum
17.Asla Keşkelerim Olmadı
18.Özledim Seni
19.Bilmelisin ki
20.Aşk
21.Boşver ve Yaşı Başı
22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın
23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda
24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan
25.Farkında Olmalı İnsan
26.Bir Eşi Olmalı İnsanın
27.Unutma
28.Sevgi Emekmiş
29.Özleme Dair (Kim Özlerdi?)
30.Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür
31.Aşk Ayakkabı Gibidir
32.Rakı İçen Kadınlar
33.Ateş ve Su
34.Ülke Bölünsün İstiyorum
35.Kadınım Ben
36.Senin İçin Yasak Dediler
37.Bayram Şiiri
38.Dostlar Irmak Gibidir
39.Öyle Bir Hayat Yaşadım ki
40.Bir Yolun varsa Gidilecek
41.Ömür Dediğiniz Nedir Ki
42.Fakirin Gayrimeşru Çocuğu
43.Ey Yüreğim

Semih Çelenk 

Kaynak: www.canyucel.org.tr


30 Mayıs 2025 Cuma

Yaz Geldi

Dutlar düşüyor pıtır pıtır
Memet Topçu'nun traktör gökgürültüsüyle
Yaz geldi paldır küldür
Yunus Emre indi
Suya havaya toprağa
Kulak'ın köpeği Demokrat
Yol üstüne yatmış soluyor,
Işık değişti
Işığın yolları değişti
Gölgeler ışığa çaldı
İçinde sarmanlar dolaşıyor
Böyle bir akşamüstü
Hiç ölmek istemezdim...

Can Yücel

Resim: Mikko Tyllinen, Dijital Yağlı Boya



7 Nisan 2025 Pazartesi

66.Sone

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

William Shakespeare,   Türkçe Söyleyen: Can Yücel

Resim: Otto Dix, Sunrise (1913)


19 Ocak 2025 Pazar

Yapracığı Gören Balık

Minnacık bir balık bir yaprak gördü
Körpe - yeşil - ve yemiş bahar güneşini
               -yaprak değildi
               Bahardı gördüğü- 
Ve o düşle fırladı denizden
Ve düştü kaldı

Balık ki yaprağı görüp sarhoşladı
O ben'im işte

Erik ağacından düşen yapracık
Damarlarında hâlâ özsuyun hazzı
Bir gözyaşıyla
Sapından sarkan

Yaprak ki düştü erik ağacından
O ben'im işte

Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü - 
-Güneş ki olduracak meyvasını
Yağmur ki besleyecek meyvasını
Meyva ki sürdürecek erik ağacını

Ağaç ki çiçekler arasında
O ben'im işte

Ve meyva ki güneş kokar
Usulcana erir ağzında
Ve bir an emip de çekirdeğini
Ya yere atarsın ya da denize

O çekirdek ki mutlu
O ben'im işte

Zahrad

Çeviri: Can Yücel

Fotoğraftakiler: Zahrad (solda) ve Ara Güler



10 Ekim 2024 Perşembe

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara..
Hayatından memnun olan yok.

Kiminle konuşsam aynı şey..
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.

Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira..

İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu..
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.

Kalıyoruz..
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler..
Bir çocuk daha doğurmalar..
Borçlara girmeler..
İşi büyütmeler..
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben..
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki..

Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.

Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.

Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek..
Bütçe, zaman, keyif.. Denk olsa.
Gün içinde mesela..
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.

Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma..
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun.. İstemek de güzel.

Can Yücel

Resim: Nazan Özer, Kadıköy İskelesi, Suluboya, 27x37 cm


21 Ağustos 2024 Çarşamba

Belkim Bir Kertenkeleydim

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim

Can Yücel

Resim: Van Gogh, A Wind-Beaten Tree


26 Ocak 2024 Cuma

Üniversite

Ben liseyi bırakıyorum müdür bey kusura bakma
Yürümeği öğreniyorum yeniden konuşmağı düşünmeği
Kırmızıdan başladım önce renkleri belliyorum bir bir
Papatya diyorlar yanına varıyorum hemen
Kırk beş gün yaşarmış arılar kelebekleri öğrenemedim daha
Sen hiç nezle oldun mu müdür bey öyle keyifli şey ki
Apansızdan apşırması sabah olur gibi bir şey

Bir saksı fesleğenim var evde
Aynı onun saçları gibi kokuyor
Bir saksı da sana alırız istersen

Can Yücel
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.66, Ümit Yaşar yayınları, 1962


2 Mart 2021 Salı

Davet

“şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim” diye düşündüm.

Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.

Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.

Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.

Geldiler.

20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.

Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

Yatıştırayım dedim.
“Sen karışma moruk” dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine …

Can Yücel

9 Ağustos 2016 Salı

Kuşlar Vardır


Kuşlar vardır, cana benzer havalarda;
Soğuksa kar, baharsa yaprak;
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak;
– Uslu ayaklarla başlamış yolculuk –
Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk;
Kapanır sukun üzre kitaplar.
Nefeslerle sürüp giden yaşamamız
Bir su kenarına gelir durur;
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.
Can Yücel

19 Temmuz 2015 Pazar

Balat Türküsü


                     Gülümser' e 

Güneş sözlüğünden Raşel
Bütün karanlıklara dama
Giyindiği bişey değil
Soyunduğu bir dal basma

Harf atıyor yukarlardan
Kelebek gözlüklü bir tanrı
Raşel ki bir kutsal yalan
Yalanlıyor kitapları

Oyy bu çaylak yuvası evren
Uçurmuş Raşellerini
Çalan onlardı göğüslerinden
Erkeklerin al mendillerini

Yeruşalim değil bu ülke
İki su omuzlarından aşk
Damlaya damlaya bu öfke
Akkuğulu göl olacak.

Can Yücel

15 Kasım 2013 Cuma

Sevgi Duvarı

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

Can Yücel

Fotoğraf: Nurcan Azaz

27 Haziran 2013 Perşembe

Baharla Ölüm Konuşmaları


I  
Memelerim koparıyor  
Yüzyıl süren bir yalnızlık  
                           dile gelmişçesine  
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!  
Ve ağrıya  
        ağrıya tabi,  
                ağraya  
                    ağraya ağbi...  
Nakkaş Tepe de ancak  
                        bezmimize böyle gelmiştir  
Gelincikleri ve Nâzım Hikmet’leriyle  
Yerbilimsel bir hapisten sonra  
  
II  
İçimdeki karanlığı patlatacağım  
Zifiri bir su akacak  
               kamışımdan toprağa  
Bir kedi yavrulayacak  
                       köpek dişli bir kedi  
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından  
Yedikçe  
          kendi  
                 kendini  
                        mayhoş  
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma  
Mors’un en morundan bir karga   
Konacak karşıki direğin doruğuna  
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu  
Ne kadar taşlasan boş  
                    oynamıyor yerinden  
Ben kargadan korkmam ama  
                      bunun gözleri baykuş  
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak  
Ve ötüyor  
        ötüyor  
             ötecek  
Beni ışığa bağlayan  
               (Bağlayın beni ışığa!  
                Gerin telleri gerin!)  
                beni  ışığa bağlayan  
                             o gelin telleri  
                             o gelin telleri  
                                  kopuncaya dek...  
Akpembe bahar yelkenleriyle  
Güneşin rüzgarına gerilmiş  
                           bir badem ağacı gibi...  
İçimdeki karanlığı patlatacağım  
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla  
                                        ağlaya  
                                             ağlaya  
Yepyeni bir insan  
                pırıl pırıl bir can  
                                 bitecek toprağa...   
  
III  
İki çöpçü geliyordu karşıdan.  
Biri  
     (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar  
     Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla  
     Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )  
Öbürüne  
     (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o  
     Anavavza gözüyle dünyanın en güzel  
     atlarının neredeyse ineceği e biraz  
     genişçe bir çakır su gibi görüyordu,  
     eminim)  
Eyitti kim:  
     Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa  
     Hiç dinlemez oyumu ona veririm  
  
IV  
Sevda Tepesinde  geçen gün  
Karşıki masanın altında  
İki tane tavuk gördüm  
Toprakla yıkanıyorlardı  
Eşeledikleri çukurda  
İnsanlar için de belki ölüm  
Toprakla bi tür  
Yıkanmaktır diye düşündüm  
  
Üşüyor mu deniz  
                üstüne boşandıkça yağmur?  
Ondan mı dersin  
                tüyleri böyle ürperiyor?  
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta  
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba  
Yıllar sonra yılmayıp yine  
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?  
  
VI  
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’ de  
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde  
Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun  
Yamacında bir masa  
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde  
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba  
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı  
“Şunu siliver !” derdi garsona  
“Şu muşambayı siliver, mirim!”  
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye  
Yine de bu bahar öğlesinde  
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi  
-İsterse kalpten olsun, isterse-  
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye  
  
VII  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,  
Mızrapsız bir tambur gibi  
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Ruhum sıkıldıkça ruhum,  
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı  
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!  
Başka yere, başka yere, başka yere!  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,  
Cemil Beysiz bir tambur gibi  
Kendi kendini çalıyor vücudum  
  
VIII  
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da  
Duvarda bir gedik ilişti gözüme  
Uydurdum gözümü deliğe:  
Bir bahçe  
Bahçe değil bir havuz  
Havuz değil bir bahçe  
Üstü nilüfer kesmiş silme  
O nefti yapraklarıyla gelmiş  
O aksarı çiçeğiyle  
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!  
İnsanoğlu beni görsün diye mi?  
Bahçede oysa  
        Bahçedeki bir havuz  
Bir havuz ki bir bahçe  
Ne in var ne cin ne bey ne ağa  
Surları da çekmişler dört bir yanına  
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa  
Sade bir garibim yavru kurbağa  
Serilmiş o ortası çukur  
O sal gibi yaprağa  
Yarı suyun içinde  
Yarı yansımış ışığa  
Pırıla pırıl yeşile yeşil  
Rezil mi rezil  
Başladı birden haykırmağa  
Başladı inin cinin ağanın beyin  
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği  
Çevresine bizler görmeyelim diye  
Surlar çektiği  
O kimsesiz güzele türkü yakmağa  
Şairim ben  
Benim işte o kurbağa  
  
IX  
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç  
Bu da  
Sema’yla Asaf’ın kızına  
Hoşgeldin demek için  
Oysa   
Ne kadar  
Ne kadar  
Ne kadar yalnız  
Sanıyordum kendimi demin  
  
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar  
Er-erken kaldırmış hanımellerini  
                             tühallah üşüyecekler !  
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle  
Esen yel!  
Esen yel!  
Kim gördü böyle gül yiyen horoz  
Tanyeri kokuyor sesi...  
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı  
                    hapiste dolmuş bir şarap şişesi  
Öbür horozlar da ayaklanıyor  
                     merdiven nakışlı ibikleriyle  
Ve balkonlardan sarkarken  
            düşleri bebelerin  
                      bir albayrak yarışı gibi  
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi  
Hırsızlar!  
Hırsızlar!  
Ve deniz  
          levent gölgeleriyle Turgut Reis’in  
Bütün bu dizelerden alınıyor  
Bir ala  
       bir mora  kesiyor yüzü  
Esen yel!  
Esen yel!  
Bu sabah   
          bir firardır  
                kan-davasından bir çocuk  
Kuşluk vaktine kalmadan önce  
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak  
Ve akşamladı mıydı çamlar  
                             ve karadı mıydı  
Tepelerde  
Tepelerde  
Öyle güzel ki esen yel  
Esen yel!  
Esen yel!  
Bu sabah   
         ve bu bahar  
              bir firardır  
Baruta koşan bir fitil  
İfil  
İfil  
Öyle güzel ki esen yel !  
Esen yel!  
Esen yel!  
Öyle güzel   
Öyle güzel ki  
Esmese de  
Esmese de  
Güzel  
  
XI  
İçimden bir his bırakmıyor  beni ölmeceye.  
İçimden bir his.  
Bir his ki  
Çapraz oturmuş denizin kıyısına  
Taş   
Taş  
Taş  
Derken bir GÜNEŞ!  
Tıpkı Üsküdarda’ki  
Şemsi Paşa Camisi gibi.  
Sen iskeletlerle değil diyor bana  
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini  
Ve öyle köpeksin ki sen  
Öldükten sonra bile  
Yılmaz’ın UMUDundaki   
Paytonların ardından  
Koşacaksın hep  
Geleceğe  
Çın  
Çın  
Çın  
Ve karnımın gevşemesine karşın  
Taş..larımdaki tarçın  
Bırakmıyor beni ölmeceye  
Evet diyemiyorum  
Diyemiyorum ki evet  
O hayırlı  
O hayırlı geceye  
  
XII  
Ben de  
    Boğaziçi de bu bahar  
Mavi sakalına erguvanlar takmış  
Sarhoş bir İskele Babası kadar  
Hem delikanlı  
              hem deliler gibi ihtiyar  
  
Can Yücel
Fotoğraf: Nurcan Azaz

28 Ekim 2010 Perşembe

Başka Türlü Bir Şey

başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

Can Yücel

İzleyiciler