13 Ağustos 2025 Çarşamba

Kuşlu Gazel

Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım,
Sana bir sevinçlik menevişli kuş yolladım.

Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın,
Geçti artık, göğsümde kuş barınmaz, anladım.

Esti rüzgâr bozuk bozuk, örselendi yüreğim,
Eksik gedik nem varsa ezberden tamamladım.

Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın,
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım.

Kim sürmüş Altıok Metin, dünyanın sefasını,
Kirletilmiş bir zamanı yürürken adım adım?

Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı, S.280

12 Ağustos 2025 Salı

Kod Adı Aşk

Bir istisnayım artık kuralı bozuyorum

Mışlı geçmiş bir şark çıbanıyım
Şimdi yaşamın yüzünde sızlıyor izim

Gündemde ilave tedbirler var, infaz bildirileri
Ecelimi bir hamaylı gibi boynumda taşıyorum
Potansiyel suçluyum, yasa da ceza da benim

Lanetlidir artık gözlerine mil çekmiş
Kurşun damlaları akıtmış kulaklarına
Kösnül kasıklarında yalaz, üstü başı kan
Şimdi isterik bir orospuyu oynuyor zaman

Bütün kapılara ayrılığın suretini astılar
Derme-çatma aşklar onarmaktan bitkinim
Dün erkendi, yarın gecikmiş sayılırım
Bir parça uçurum alıyorum terkime
Kutsuyorum yolları bir iklim bulmak için

Bozdum tüm oyunları şimdi satırbaşıyım
Sıcak uzun yazlardan, kış uykulardan
Sustukça derinleşen büyüyü bozdum
Karlar içinde yorgun bir selam gibi
Vakitsiz ve davetsiz giriyorum gecene
Gözlerinin sıcağına konuk et beni

Sonunda öğrendim konuşmayı, yürümeyi öğrendim
Geçtiğim tüm köprüleri yaktım, dönüş yok
Yollarla artık uğraklarla anlatırım kendimi
İçime akmıyor kanım, yaramı sevdim
Tazeleyin çoban ateşlerini ey ateş ustaları
Kavallarınıza yeni delikler açın
Emzirin sığınaklarımı uyak bulsun koyaklar

Yeni bir sayfa açtım işte ömrümü çiziyorum
Sensiz hiçbir şeyin hükmü yok benim için
Ölüm durmadan tazelese de hünerini
Yeni bir sayfa açtım kanımla yazıyorum artık
Kod adım aşk'tır
Ömrüm bu uzun hecenin ömrüne kayıtlıdır
Çünkü miladı yoktur kod adı aşk olanın
Ateşten gömlek giymiş bir şiirdir ülkesi

A. Hicri İzgören


10 Ağustos 2025 Pazar

Direniş Günlerinin Şiirleri

I

Şu günlerde güpegündüz
Genç bir sözcükle beraber
Öpmek istiyorsun hayatı
Alnının ortasından

En güzeli yürüyorsun
Alibeyköy'ün az ilerisinden
Direniş günlerine doğru
Gül oluyor göğsün
Kokluyorsun

II

Senin bu haklılığına
Bir yara yeri gibi yüzünde
Taşıdığın Halep çıbanının
İzi bile farkında

En güzeli yürüyorsun
Yanında umudun inancın
Güzel günlere bakarak
Çürük bir kavun gibi
Taşımamak için alnını.

Abdülkadir Bulut

Fotoğraf: Charles W. Cushman


Anamur’un Esmer Çocuğu Abdülkadir Bulut’a Ağıt

    "Bilsem ki şiirler yarım kalmayacak, Bir çocuğun ardına düşer giderim..." Abdülkadir Bulut

İnanmak öyle zor ki; her şey kötü bir şaka gibi!
Son gördüğümde, esmer yüzlü, gür bıyıklı, ince yürekli aziz dostumu son gördüğümde, “Gelişim”deki odamın kapısından başını uzatıp “Allahaısmarladık!” demişti… “Ben gidiyorum. Allah’a emanet olun…”
Yıllık iznine çıkıyordu Abdülkadir. Bütün bir yıl, yarım gün öğretmenlik yapıyor, yarım gün de “Gelişim”de çalışıyordu. İki yıldır beraberdik bu durumda. İki yıldır ara sıra başını uzatır böyle; kâh birilerinin adresini sorar, kâh dertlendiği bir konuda içini dökerdi… Çevresinde olup biten kimi olayları garipser, sineye çekemez, dert ederdi kendisine… “Allahaısmarladık” derken, doğup büyüdüğü (ve ölümün çağırdığı!) topraklara gidebilmenin huzuru vardı sanki sesinde. Her yıl giderdi böyle: Anamur’da denize yakın bir yerlerde çadır açar; Akdeniz’le yakın çevresiyle iç içe yaşar bir süre; bütün bir yılın yorgunluğunu; insanlarına, yerel dünyasına, anadiline olan hasretini giderirdi Abdülkadir… Bir iki yıl önce de, yine böyle bir gidişinde, babasını toprağa vermişti…
Esmer Tenli, saf yürekli
İstanbul’a gelip yerleşeli on yıl kadar olmuştu. Ama bu on yıl içinde İstanbul, koca kent, onun kılına bile dokunamamıştı… O hep, gülünce bütün içtenliğiyle gülen, sevince bütün kalbiyle bağlanan Güney Anadolu’nun esmer tenli, saf yürekli bir çocuğu olarak kaldı. Dost bildiği insana sonuna kadar güvenirdi. Güvendiği insanın her sözüne, her şakasına katlanırdı. Katlanmayı da bilen bir insandı. Birinden, ummadığı bir kötülük görünce, tam bir köylü saffetiyle şaşırırdı…
Antalya’da bir kültür etkinliği sırasında karşılaşmıştık ilk kez. Oradan bizi Anamur’a çağırıp konuk etmişti geceleyin. Muz ağaçları arasında bir öğretmen evi vardı; orada, eşiyle birlikte öğretmenlik yapıyordu Abdülkadir. Evinin önünden gümüş renginde bir dere akıyordu. Önünde Akdeniz, arkada orman… Gaz lambasının ışığında, o sıcak hava içinde oturup rakı içmiştik, bakır sininin çevresinde. Şiirden, son çıkan kitaplardan, edebiyat dergilerinden konuşurken, duvarda, gaz lambasının sarı ışığında tüyleri titreşen bir akrebin yürüdüğünü görüp irkilmiştim… Abdülkadir telaşlanmadan yerinden kalkıp, ayağındaki ayakkabıyı eline alıp topuğuyla ezmişti bu ölüm simgesi hayvanı!
Abdülkadir, daha sonra İstanbul’a gelip yerleşti. O, duvarlarında akreplerin yürüdüğü, önünden gümüş renkli suların aktığı, muz ağaçları içinde, önünde Akdeniz’in, arkasında koca bir ormanın uzandığı okul evini geride bıraktı… Amacı, edebiyatın, şiirin daha yoğun yaşandığı bir dünya içinde soluk almakta. Geldi, Alibeyköy’de bir okula yazıldı, orayı kendisine yurt edindi. Çevresi Anadolu’dan gelmiş garip insanlarla doluydu ve onların içinde mutluydu Abdülkadir. Kaç yıldan beri kiracıydı Alibeyköy’de? Bir ev sahibi olabilmek için iki işte çalışıyordu; öğretmenlerin kurduğu bir de yapı kooperatifine girmişti; tanıdıklarını da yanına almaya çalışıyordu.
Kasabalı Bir Lorca!
Her şey yarım kaldı Abdülkadir için; bitmemiş şiirler gibi!
Şiirlerinde, içinden geldiği çevreyi motif motif işledi. Toroslar’da dokunmuş bir yörük kiliminin renklerini düşürmeye çalıştı. Cemal Süreya, yıllar önce onun için “Kasabalı bir Lorca” demiş; Abdülkadir bu benzetmeyi pek benimsemişti. Mümkün olsa, kokulu bir karanfil gibi yakasında taşırdı bu sözü Abdülkadir. Cemal Süreya’yı da, onun şiirini de çok severdi. Bir şiirinde bu sevgiyi şöyle anlatır: “Nergis dikilir Anamur’da / Toprak damlı eski evlerin / Saçaklarının üstü fırdolayı / Ev değil de sanki her biri / Birer Cemal Süreya şiiri.”
Türküler tadında
Abdülkadir Bulut’un son kitabı “Yurdumun Şiir Defteri”ndeki şiirleri, gerçekten kendi çizgisinin usta örnekleriyle dolu. Kitaba adını veren şiirle, “Güleddare”, “Pasavan” gibi örnekleri unutmak mümkün değil. Yeniden, yeniden okunacak şiirler. Günümüz Türkiye’sinden sesler, motifler, insan yüzleri getiriyor… Söyleyeceklerini şiirsel bir kapalılıkla söylüyor. Sıcak, duyarlık yüklü, özenli dizelerle kuruyor şiirini. Ölenler, mahpuslara düşenler, gurbette yitenler için söylenmiş türküler tadında. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir yörük kilimi albenisi taşıyor Bulut’un şiirleri. Şiiri, (tıpkı yaşantısı gibi,) alçakgönüllü bir sesle söylemeye çalışırdı.
Ölümü de, alçakgönüllülüğünün bir sonucu sanki! Arabesk bir minibüsün içinde, tabure üzerinde, kapıya yakın otururken…
Kötü bir şaka gibi!
Son kitabı için hak ettiği ilgiyi toplayamayışına üzülüyor, ama belli etmiyordu dostum. Bir dergiye kısa bir tanıtma yazısını ben yazmıştım, onu da uzun süre oyalamışlardı!
İşte, Anamur’a gitmeden önceki son görüşmemizde, “Allah’a emanet olun” demeye geldiğinde, söz konusu yazıyı geri çekmemi istemişti ısrarla. Savsaklanmayı onuruna yediremiyordu…
Onu bir daha göremeyeceğiz. Bizi Alibeyköy’de rakı içmeye çağıramayacak Abdülkadir… Bizi, Anamur’da, Akdeniz’e yakın kurduğu çadırına çağıramayacak.
“Yurdumun Şiir Defteri”ni yeniden karıştırıyorum; Şöyle demiş Abdülkadir: “Ağıt: Gözlerin tekrarladığı son süs…”
Nerden bilebilirdi, bu dizenin en çok kendisine yakışacağını!
Canım kardeşim! Bize hep, “Allah’a emanet olun” derdin. Sen şimdi topraklara emanetsin! Artık gülerken parıldayan dişlerini, posbıyığını resimlerinde göreceğiz. Şiirlerin, anıların bize emanet, sense toprağa! Canım kardeşim… Artık Anamur’dasın; ölüm çığlığın Toroslar’da yankılansın! İçine sindiremediğin kötülüklere, gözlerini erken yumdun…
Necati Güngör , Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ağustos 1985



Bana bir gurbet adı gönder

Bana bir gurbet adı gönder
Her yolda bir yürüme isteği
Bir de anımsamak için sevdiklerimi
Sarışın kızların gözleri gibi açılan
Bir harnup çiçeği

Bana bir gurbet adı gönder
İçinden çıkamadığım çok şey var
Kuşların ağzını açarak ölmesi
Ve dünyadaki çiçekler içinde
Fesleğenin örselenerek koklanması

Bana bir gurbet adı gönder
İlk kez oturup ağladığın yerden
Yeni yakılmış bir ağıt sözü içinde
Bir de söğüt yaprağı koy yanıma
Belki sulara olan hasretliğimi giderir

Bana bir gurbet adı gönder
Çoktandır kimsenin yüzüne bakmıyorum
Uyuyup kalıyorum oturduğum her yerde
Unutma bana bir gurbet adı gönder
Şu günlerde

Abdülkadir Bulut





















"İyi şair, arkadaşım Abdülkadir Bulut'u, Anamur'da köyden ilçeye giderken bindiği ve anlatılanlara göre bir tabure üzerine oturmak zorunda kaldığı minibüsün kapısının açılması sonucu düşmesi nedeniyle 8 Ağustos 1995'te kaybettik. Yine söylenenlere göre, Abdülkadir, minibüs kapısının penceresine kolunu dayamış, bir virajda sartıntı nedeniyle kolu kayarak hemen alttaki kapı kolunun açılmasına neden olmuş. Minibüsten düşme nedeni buymuş. Yok yere ve çok acı bir son. İçimiz yandı. Kim bilir daha neler yazacaktı. İçtenlikli, yalın dostluğumuz hep sürdü. Dönemeç'i ilk çıkardığımız aylarda İzmir'e gelmişti. İkiçeşmelik'teki dergi yönetim yeri olarak kullandığımız M. Kadri Sümer'in kayınperderine ait kırtasiye dükkânına gelmişti. Öğleyin yakındaki bir küçük aşevinde kuru fasulye pilav yemiştik. O gece miydi, yoksa başka bir gelişinde mi, annemle birlikte kaldığımız bizim evde konuk etmiştim kendisini. Sonra ilişkimiz İstanbul'daki görüşmelerimizle sürüp gitmişti. Gelişim Yayınları'nda çalışıyor, ansiklopedilere madde yazıyordu. Adnan Benk genel yönetmendi. Şair arkadaşım Aydın Yalkut onun yardımcısıydı. Onun için en çok Gelişim Yayınları'na gittiğimde görüşüyorduk. Haberleşip buluştuğumuz da oluyordu. Bir gün ikimiz Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkarken, İran Konsolosluğu'nun duvarı dibinde Yaşar Kemal'e rastladık. Yaşar Kemal, onu görünce karşıdan kollarını açtı, 'N'aber lan yörükoğlu?' dedi. Yaşar Kemal'i orada, ayaküstü o görüşmede tanıdım. Sevgili Abdülkadir'i sevgiyle, dostlukla, özlemle anıyorum."

Hüseyin Yurttaş, 9 Ağustos 2018

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Suların da bir arkadaşlığı olur diye

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Gördüğüm her yağmurun ardından gittim
Ve en sonunda cebimde bitmemiş şiirler
Yollara yakışan birisi oldum çıktım

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Çıkarıp adresimi verdim hemen hepsine
Gidebileceğim yerleri söyledim bir bir
Sonra yüzümü serdim ellerimin içine

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yüzümü sadece beyazlığıyla örtebilecek
Bir mendil istedim gördüğüm herkesten
Solgun bir söz de olsa benim için istek

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yurdu olur diye bütün karanfillerin altı
Sabahları işlerine giden kızların avuçları
Korudum durdum suların yurdudur diye

Abdülkadir Bulut  (Anamur 21.04.1943 - Silifke 08.08. 1985)


8 Ağustos 2025 Cuma

"Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir."

  "Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar… İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir, buna olan inanç biterse, totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır.
    Herkes sürekli yalan söylediği zaman sonuçta buna inanmazsınız ama hiç kimse de hiçbir şeye inanmaz. Böyle bir toplum, hiçbir konuda fikir sahibi olamaz. Giderek düşünme, yargılama ve eylem yetisini kaybeder. Böyle bir topluma her istediklerini yaptırabilirler…!
    Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacaktır…"

Hannah Arendt 


"Öyle Güzelsin ki Kuş Koysunlar Yoluna"

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…

Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna”
bir çocuk demiş.

Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter, S.60

Yorumlayan: Aslıhan Gürbüz

24 Haziran 2025 Salı

Denizin Asi Çocuğu: Kazım Koyuncu

(7 Kasım 1971, Hopa / 25 Haziran 2005, İstanbul)

Dümende ve baş altlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
                                                zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

    Nazım Hikmet Ran böyle anlatır Arhavili İsmail’i şiirinde. Arhavili İsmail Nazım'ın yakın dostunun adını verdiği, gerçek yaşamda da birçok örneği olan Karadeniz insanını temsil eden bir kurgu kahramanıdır.
    O kahramanlara benzeyen aramızda yaşayan güzel insanlardan birini Kazım Koyuncu'yu ölümünün 17. Yılında anmak istedik. Karadeniz’in hırçın ve asi çocuğu Laz kökenli Kazım Koyuncu 7 Kasım 1971 tarihinde Hopa'da doğdu. Doğduğu toprakların zor şartları onu mücadeleci bir insan yaptı.
    Çok küçük yaşlarda müzikle tanıştı. Çocukluğunda "Kemençeci Yaşar" olarak tanınan Yaşar Turna'nın türkülerini çok dinlediğini her zaman dile getirirdi. Kazım Koyuncu çocukluk günlerini anlatırken "Kitap okuyan babamdan kaynaklı olarak diğer çocuklardan farklı oldum" diyerek babasının kendisine nasıl yansıdığının altını çizer.
    Babası Cavit Koyuncu Hopa'da bakkallık ve berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlamaktadır. Aydın bir insan olan babasının dükkanı 1960'lı yıllarda öğrencilerin kitap-gazete okuma yeri haline gelmiştir.
    Kazım Koyuncu dört erkek ve bir kız olmak üzere beş kardeşi vardı. Kâzım on yaşlarında iken babası, 12 Eylül darbe döneminde Erzurum'da 6 ay hapis yatmıştır.
Babasının aldığı mandolin ve amcasının Almanya'dan getirdiği gitar sayesinde küçük yaşlarda müzik ile tanışır.
    1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. 1993 yılında okulu bırakır ve müzik yapmaya karar verir. Bu dönemi Kâzım Koyuncu "Zor dönemler, o okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın. Ama hep soru işaretleri olacak, sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim" diyerek anlatır.
    1990 yılında Çağdaş Sanat Atölyesi’nin etkinliklerinde yer almış Çağdaş  Oyuncular'ın sahneye koyduğu "Faşizmin Korku ve Sefaleti" adlı oyunun müziklerini yapar.
    Amatör rock müzik yapmaya başlar. 1990'lı yılların başında arkadaşları ile çeşitli yerlerde küçük çaplı konserler verir. 1994 yılında Laz müziğini rock müziği ile birleştirerek kendi tarzını yaratır.

    ZUĞAŞİ BEREPE (LAZCA: DENİZİN ÇOCUKLARI) :

    1993 yılında Mehmedali Barış Beşli’nin Lazca sözlü ve politik içerikli müzik yapma fikri üzerine M. B. Beşli, Kazım Koyuncu tarafından “ŞK’U” (biz) adıyla kuruldu, daha sonra grup Zuğaşi Berepe ( Lazca: Denizin Çocukları ) adını aldı.
İlk albümleri “Va Mişk’unan” (Bilmiyoruz) 1995 yılında Anadolu Müzik etiketiyle yayınlandı. Albümde sert rock tınılarına, bir Karadeniz müzik enstrümanı olan tulum da eşlik eder. Albümde sol-politik mesajlar da gözardı edilmemiş, “Ernesto”, “Oxoşk’va do Oropa Şeni” (Özgürlük ve Aşk İçin) adlı Lazca şarkıların yanısıra “Ben” adlı Türkçe parçada anarşizan sözler kullanılmaktadır. Aynı albümde “Avlask’ani Cuneli’ (Avlun Güneşlidir), “Golas Empula Yulun” (Yaylada Bulut Geziyor) gibi otantik Laz şarkıları da seslendirilmiştir.
    1998 yılında gruba, Cafer İşleyen (bass gitar,perküsyon ve flüt), Gürsoy Tanç (elektronik gitar), Zülkifil Murat Dilek (davul), Uğurcan Sezen (keyboard) katılmıştır. Tulumda ise ilk albümde olduğu gibi bu enstrümanın sayılı ustalarından Mahmut Turan vardır. Sınırlı sayıda basılan ve konser kayıtlarından oluşan “Bruxel-Live” CD’sinden sonra “İgzas” (Yürüyor) adlı albümü çıkaran grup albümde sert rock müzik yerine, daha yumuşak ve teknik altyapılı bir müziği tercih eder. “Ka Tun Mita Xendasoç” (Dilerim Kız Sen Yaşamayasın) adlı Hemşince bir şarkıda albümde yer alır. Bu albümden sonra grup dağılır.
    2000'li yılların başında Kâzım Koyuncu askere gider. Askerden geldikten sonra ilk solo albümünün çalışmalarına başlar. 2001 yılında, “Viya” adlı ilk solo albümünü yayınlar. Albüm pek ses getirmez.
    2002 yılında Gökhan Birben ile birlikte Gülbeyaz adlı televizyon dizisinin müziklerini yapar. Aynı zamanda dizinin bazı bölümlerinde oynamıştır. Dizi müzikleri büyük ilgi görür. Kazım Koyuncu, Türkiye çapında tanınmaya başlar. Konserleri büyük kitlelerce izlenir. 2003 yılında ikinci solo albümünün kayıtlarına başlar. 2004 yılında "Hayde" adlı ikinci albümünü çıkarır. İkinci albüm ilkine göre büyük bir satış rakamına ulaşır, en çok satan albümlerinden birisi olur.
    2004 yılında ailesi ve sevenlerini üzen kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Doktorlar kendisini çok fazla yormamasını söylese de Kâzım Koyuncu konserler vermeye devam eder. 2005 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde verdiği son konserden sonra aynı yıl 25 Haziran tarihinde hayatını kaybeder.

    AYDIN BİR BABANIN MÜCADELECİ OĞLU

    "Konserime sadece bilet alarak giremezsiniz. Herkes gelirken yanında bir kitap getirsin. Kapıda durup tek tek kontrol edeceğim." 
    "Çok kitap okumaya çalışıyordum ama az kitap vardı. O yüzden ansiklopedi okuyordum. Çünkü kırtasiyeye birkaç kitap geliyordu, onları zaten ediniyordum. Ama ne bulursam okuyordum. Üniversiteyi kazanmam başkalarına göre enteresandı çünkü okulu takdirle bitiren çocuk değildim."
    Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi mücadelecidir. Ve her Karadeniz çocuğu gibi Trabzonsporludur. "Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti." Sözleri ile anlatır.
*
    "HAYATI İLERİ GÖTÜREN ŞEY HAYALLERİMİZ, HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİREN ŞEYLER DE CESARETİMİZ..."

    Kazım Koyuncu bir röportajında : "Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem."  "Ne tarz müzik yapıyorsanız yapın, siz eğer hayata muhalif bir noktadan bakıyorsanız -bana göre de bakmak gerekir- her zaman yapacak bin tane eylem söz konusudur." diye kendisini anlatır.
    "Dünyayı görebilen bir insan" olduğunu düşündüğü andan itibaren en değerli şeyin emek olduğuna karar verir. Ancak emek değerli midir? "On iki yıldır müzik yapıyorum. 1992'den beri İstanbul'dayım ve profesyonel olarak sürünüyorum." Sözleri ile emeğin çalışmanın her zaman para etmediğini anlatır.

    SEVGİ; BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİLE OLSA GELİR DOKUNUR BİZE!..
    
    Müziği sadece para kazanmak için yapmaz müzik onun için tutkudur. "Yüz sene daha yaşasam, yapsam, yapsam, yapsam hep yapsam yine eksik gideceğiz. Ne kadar eksik gidersek hayatta yapacak o kadar çok şey bırakırız…"
    "Esas güç o bildiğimiz yöntemlerle elde edilmeyen güç. Şu televizyonlarla promosyon faaliyetleriyle, makyajlarla kazanılan değil. Bu bir güç değil. Bu bir rüzgârdır, hiçbir şey olmaz ondan, esas güç, adım atmaktadır, yürümektedir. Hayatta izlerinizi sağlam bırakmaktadır. Şu anda yaşadığımız şey bir güçtür. Çünkü gerçekten bir sevgi var."
    "Siyasetler, devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.”
Bize kalan şarkıları türküleri gibi.

    ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ: 

    26 Nisan 1986'da, o dönem Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Ukrayna'nın başkenti Kiev'in 130 kilometre kuzeyindeki Çernobil kenti, insanlık tarihinin en korkunç çevre felaketlerinden birine sahne oldu. Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayıldı. Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi.
    Çernobil nükleer faciası bazı bağımsız araştırmalara göre yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olmuştur. Facianın etkileri nedeniyle yüz binlerce çocuk sakat dünyaya geldi, kanser vakalarının arttığı iddia edildi. Kazanın olumsuz etkilerinin nesiller boyunca sürmesi beklenmektedir.

    ÇEVREYE DUYARLI BİR İNSAN

    "Güzel olduğuna inandığım şeyleri yaptım. Piyasanın istediği şeyleri yapmak beni mutlu etmeyecekti..." 
    "Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik şey değil, sevgi denen şey herhalde”
    "Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır. Tüm topraklar da memleketimizdir." Sözleri ile topluma sevgi mesajları vermiştir. Çevre sorunlarına hep duyarlı olmuş ve Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı Rize ilinin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destekte bulunmuştur.

    ÇOK FİYAKALI BİR HASTALIĞA YAKALANDIM BABA... 

    Çernobil nükleer felaketinden en çok etkilenen bölgelerden birisi Karadeniz bölgesidir. Çernobil faciası (1986) sonrası çaydaki radyasyonun tehlikeli olmadığını kanıtlamak için dönemin Sanayi ve Ticaret bakanı kameralar önünde çay içerek poz verir.
    Bu konuda "O çayı içen biri geri zekâlıdır. Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış haline ihtiyacı var.” Şeklinde açıklama yapar.
    Kanser olduğunu öğrendikten sonra "Birkaç aylık ömrün var. Soruyorsun kendine, Ne götürmek istiyorsun? Para yok işine yaramaz. Can kalıyor elinde, can nedir, uyur, gözünü kapatır gidersin. İyi ki mülkiyetten bu kadar uzakmışım. Şimdi gitmemem için, asla ölmeyi düşünmemem için bir sebep var. Acayip bir sevgi var.
Kanseri, kanser olmayanlar anlayamaz. Kanser de oldum artık. Duyarlı bir sanatçı olarak onları da hissediyorum. Ben kanserden çok korkan bir insandım. Kanserim ve korkmuyorum. Sadece beni sevenleri ve özgürlüğümü düşünüyorum. Ölüm küçük bir şey, ama hastalık özgürlüğünüzü sınırlıyor.” şeklinde anlatır hastalığını.

    BENİ RADYASYON DEĞİL, TÜRKİYE'DEKİ SİSTEM KANSER ETTİ!

    2004 senesinin sonlarında 33 yaşındayken akciğer kanseri teşhisiyle tedavi görmeye başlar. Akciğerindeki kanser daha sonra testislerine yayılır. 25 Haziran 2005'te tedavi gördüğü hastanede genç yaşta yaşamını yitirir.
    Çernobil nükleer faciası bir çok insanın ölümüne sebep olduğu gibi genç yaşta çok sevilen müzisyenin ölümüne de sebep olarak sevenlerini yasa boğar.
    26 Haziran 2005 tarihinde Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlenen tören sonrası onbinler tarafından Hopa'ya uğurlanan Koyuncu, 27 Haziran 2005'te, doğduğu köy olan Pançol'da fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında ebedi istirahatgâhına defnedilir.
    2014 yılında çekilen "Yağmur: Kıyamet Çiçeği" isimli filimde Kazım Koyuncu'nun hayatı ve bölge insanlarının yaşamı anlatılır.

    ŞAİR ÇEKETLİ ÇOCUK 

    Şiir yazmaz ama onu sevenleri "Şair Ceketli Çocuk" olarak adlandırır. Veda etmeden söyledikleri de çok anlamlıdır.
*
    TEŞEKKÜRLER DÜNYA

    "Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine,ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişot’lara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya, yollara, yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece  düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük: Savaşlar, katliamlar, ölen öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar ve topluluklar gördük. Yanan kentler, köyler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük, biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu dünyada şarkılar söyleyebildik.
Teşekkürler Dünya"  demiştin.

    BİZDEN DE TEŞEKKÜRLER

    Teşekkürler Şair Ceketli çocuk. Teşekkürler Karadeniz’in Asi çocuğu. Teşekkürler Denizlerin çocuklarının türküsünü dağlarla birleştiren, şarkılarını bizlere ulaştıran güzel insan. Sen şarkılarla geçtin bu dünyadan. Biz de seni şarkılarla anıyoruz.
Teşekkürler Kazım Koyuncu. Fındık ağaçlarının serin gölgesinde Karadeniz’in hırçın dalgalarının seslerinde uyu. Yıldızlar yoldaşın olsun..
Unutulmadın…

Semihat Karadağlı 25.06.2019
Güncelleme: 25.06.2022

(Semihat Karadağlı facebook paylaşımından alınmıştır.)





18 Haziran 2025 Çarşamba

Yitik Bahar

Hayat, kar altında kalan bahar
Çiçekleri üzerinde ölüyor en bereketli ağaçlar
Üretkenlik dört duvar arasında
Kar yağıyor bahar dallarına

Üç bin yıllık hayatın bilgesi
Sevene acı veren, bedeni bal ülke
Işıklarının ardından solup gidiyor insanlar
Kar yağıyor güneşli kirpiklerine

Yalnız sevda ve kocalma hüznünü yakıştıran ozan
Karşında bir sigara içip ölebilirdik
İlk sen mi soldun böyle uzak toprağından
Denizlerde yatanlar, adları yitik
Boyna dolanan kement, Magosa Kalesi
Hepsi sayılsa tüm bir tarih mi

Hayat, kar altında kalan bahar çiçekleri
Yazın tek tük meyve dallarda
Kim doyacak, kim doyuracak

Turgay Fişekçi

Yeni Türkü Yeşilmişik Albümü


17 Haziran 2025 Salı

Arabacı Salih

Arabacı Salih at koşar bildim bileli
Atı eski, arabası eski, kendi de eski
Sırf burun Salih, sırf bıyık ve kocaman elli
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Ki, atını kızından çok sevmiştir
Yük çekmiş, bel ağrısı çekmiştir
Kendisi yememiş, atına yedirmiştir
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Ata vurma, arpaya vur Salih usta
Düşme, rezil olma eşe dosta
Kol kalkmaz, ayak tutmaz bu yaşta
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Yaşadıkça akıl erdiremedi gidişata
Gökte uçak, denizde gemi ve yerde karınca
Tozu dumana katarak ve şaşırtarak Salih'i
Geçip geçtiler, koyup gittiler bir başına

Ahmet Çuhacı

Şiir, Ünol Büyükgönenç'in "Güzel Günler Göreceğiz" albümünde aynı isimle yer almaktadır. Şehabettin Genç tarafından bestelenmiştir.


Deloslu Dalgıç

insan görünüşe saklanır
ateş aleve, su dipteki yüzeye
gökyüzü yağmura saklanır
Deloslu dalgıç gereklidir

beden toprağın hayalidir
yolda tinin kanatları
içindeki, bir vaat aradı alevde
külde oysa doğanın planı

sevgi cilvede değildir
aldanmadan olma kalbin hamuru
yanılırsın sonra buldum diye
seni kıyıda bırakacak olanı

bir şeyi birlikte istemek
aynı hayali kurmak değildir
sevgi emektir, sanırdın
tiksinme ihmal etmez sınıf farkını

huylar çelik yelek gibidir,
karakterdir tanrısal olan
ateşten olma, içerdedir yalım
geriye kalan külün yakını

Yücel Kayıran


İzleyiciler