Abdülkadir Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdülkadir Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ağustos 2025 Pazar

Direniş Günlerinin Şiirleri

I

Şu günlerde güpegündüz
Genç bir sözcükle beraber
Öpmek istiyorsun hayatı
Alnının ortasından

En güzeli yürüyorsun
Alibeyköy'ün az ilerisinden
Direniş günlerine doğru
Gül oluyor göğsün
Kokluyorsun

II

Senin bu haklılığına
Bir yara yeri gibi yüzünde
Taşıdığın Halep çıbanının
İzi bile farkında

En güzeli yürüyorsun
Yanında umudun inancın
Güzel günlere bakarak
Çürük bir kavun gibi
Taşımamak için alnını.

Abdülkadir Bulut

Fotoğraf: Charles W. Cushman


Anamur’un Esmer Çocuğu Abdülkadir Bulut’a Ağıt

    "Bilsem ki şiirler yarım kalmayacak, Bir çocuğun ardına düşer giderim..." Abdülkadir Bulut

İnanmak öyle zor ki; her şey kötü bir şaka gibi!
Son gördüğümde, esmer yüzlü, gür bıyıklı, ince yürekli aziz dostumu son gördüğümde, “Gelişim”deki odamın kapısından başını uzatıp “Allahaısmarladık!” demişti… “Ben gidiyorum. Allah’a emanet olun…”
Yıllık iznine çıkıyordu Abdülkadir. Bütün bir yıl, yarım gün öğretmenlik yapıyor, yarım gün de “Gelişim”de çalışıyordu. İki yıldır beraberdik bu durumda. İki yıldır ara sıra başını uzatır böyle; kâh birilerinin adresini sorar, kâh dertlendiği bir konuda içini dökerdi… Çevresinde olup biten kimi olayları garipser, sineye çekemez, dert ederdi kendisine… “Allahaısmarladık” derken, doğup büyüdüğü (ve ölümün çağırdığı!) topraklara gidebilmenin huzuru vardı sanki sesinde. Her yıl giderdi böyle: Anamur’da denize yakın bir yerlerde çadır açar; Akdeniz’le yakın çevresiyle iç içe yaşar bir süre; bütün bir yılın yorgunluğunu; insanlarına, yerel dünyasına, anadiline olan hasretini giderirdi Abdülkadir… Bir iki yıl önce de, yine böyle bir gidişinde, babasını toprağa vermişti…
Esmer Tenli, saf yürekli
İstanbul’a gelip yerleşeli on yıl kadar olmuştu. Ama bu on yıl içinde İstanbul, koca kent, onun kılına bile dokunamamıştı… O hep, gülünce bütün içtenliğiyle gülen, sevince bütün kalbiyle bağlanan Güney Anadolu’nun esmer tenli, saf yürekli bir çocuğu olarak kaldı. Dost bildiği insana sonuna kadar güvenirdi. Güvendiği insanın her sözüne, her şakasına katlanırdı. Katlanmayı da bilen bir insandı. Birinden, ummadığı bir kötülük görünce, tam bir köylü saffetiyle şaşırırdı…
Antalya’da bir kültür etkinliği sırasında karşılaşmıştık ilk kez. Oradan bizi Anamur’a çağırıp konuk etmişti geceleyin. Muz ağaçları arasında bir öğretmen evi vardı; orada, eşiyle birlikte öğretmenlik yapıyordu Abdülkadir. Evinin önünden gümüş renginde bir dere akıyordu. Önünde Akdeniz, arkada orman… Gaz lambasının ışığında, o sıcak hava içinde oturup rakı içmiştik, bakır sininin çevresinde. Şiirden, son çıkan kitaplardan, edebiyat dergilerinden konuşurken, duvarda, gaz lambasının sarı ışığında tüyleri titreşen bir akrebin yürüdüğünü görüp irkilmiştim… Abdülkadir telaşlanmadan yerinden kalkıp, ayağındaki ayakkabıyı eline alıp topuğuyla ezmişti bu ölüm simgesi hayvanı!
Abdülkadir, daha sonra İstanbul’a gelip yerleşti. O, duvarlarında akreplerin yürüdüğü, önünden gümüş renkli suların aktığı, muz ağaçları içinde, önünde Akdeniz’in, arkasında koca bir ormanın uzandığı okul evini geride bıraktı… Amacı, edebiyatın, şiirin daha yoğun yaşandığı bir dünya içinde soluk almakta. Geldi, Alibeyköy’de bir okula yazıldı, orayı kendisine yurt edindi. Çevresi Anadolu’dan gelmiş garip insanlarla doluydu ve onların içinde mutluydu Abdülkadir. Kaç yıldan beri kiracıydı Alibeyköy’de? Bir ev sahibi olabilmek için iki işte çalışıyordu; öğretmenlerin kurduğu bir de yapı kooperatifine girmişti; tanıdıklarını da yanına almaya çalışıyordu.
Kasabalı Bir Lorca!
Her şey yarım kaldı Abdülkadir için; bitmemiş şiirler gibi!
Şiirlerinde, içinden geldiği çevreyi motif motif işledi. Toroslar’da dokunmuş bir yörük kiliminin renklerini düşürmeye çalıştı. Cemal Süreya, yıllar önce onun için “Kasabalı bir Lorca” demiş; Abdülkadir bu benzetmeyi pek benimsemişti. Mümkün olsa, kokulu bir karanfil gibi yakasında taşırdı bu sözü Abdülkadir. Cemal Süreya’yı da, onun şiirini de çok severdi. Bir şiirinde bu sevgiyi şöyle anlatır: “Nergis dikilir Anamur’da / Toprak damlı eski evlerin / Saçaklarının üstü fırdolayı / Ev değil de sanki her biri / Birer Cemal Süreya şiiri.”
Türküler tadında
Abdülkadir Bulut’un son kitabı “Yurdumun Şiir Defteri”ndeki şiirleri, gerçekten kendi çizgisinin usta örnekleriyle dolu. Kitaba adını veren şiirle, “Güleddare”, “Pasavan” gibi örnekleri unutmak mümkün değil. Yeniden, yeniden okunacak şiirler. Günümüz Türkiye’sinden sesler, motifler, insan yüzleri getiriyor… Söyleyeceklerini şiirsel bir kapalılıkla söylüyor. Sıcak, duyarlık yüklü, özenli dizelerle kuruyor şiirini. Ölenler, mahpuslara düşenler, gurbette yitenler için söylenmiş türküler tadında. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir yörük kilimi albenisi taşıyor Bulut’un şiirleri. Şiiri, (tıpkı yaşantısı gibi,) alçakgönüllü bir sesle söylemeye çalışırdı.
Ölümü de, alçakgönüllülüğünün bir sonucu sanki! Arabesk bir minibüsün içinde, tabure üzerinde, kapıya yakın otururken…
Kötü bir şaka gibi!
Son kitabı için hak ettiği ilgiyi toplayamayışına üzülüyor, ama belli etmiyordu dostum. Bir dergiye kısa bir tanıtma yazısını ben yazmıştım, onu da uzun süre oyalamışlardı!
İşte, Anamur’a gitmeden önceki son görüşmemizde, “Allah’a emanet olun” demeye geldiğinde, söz konusu yazıyı geri çekmemi istemişti ısrarla. Savsaklanmayı onuruna yediremiyordu…
Onu bir daha göremeyeceğiz. Bizi Alibeyköy’de rakı içmeye çağıramayacak Abdülkadir… Bizi, Anamur’da, Akdeniz’e yakın kurduğu çadırına çağıramayacak.
“Yurdumun Şiir Defteri”ni yeniden karıştırıyorum; Şöyle demiş Abdülkadir: “Ağıt: Gözlerin tekrarladığı son süs…”
Nerden bilebilirdi, bu dizenin en çok kendisine yakışacağını!
Canım kardeşim! Bize hep, “Allah’a emanet olun” derdin. Sen şimdi topraklara emanetsin! Artık gülerken parıldayan dişlerini, posbıyığını resimlerinde göreceğiz. Şiirlerin, anıların bize emanet, sense toprağa! Canım kardeşim… Artık Anamur’dasın; ölüm çığlığın Toroslar’da yankılansın! İçine sindiremediğin kötülüklere, gözlerini erken yumdun…
Necati Güngör , Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ağustos 1985



Bana bir gurbet adı gönder

Bana bir gurbet adı gönder
Her yolda bir yürüme isteği
Bir de anımsamak için sevdiklerimi
Sarışın kızların gözleri gibi açılan
Bir harnup çiçeği

Bana bir gurbet adı gönder
İçinden çıkamadığım çok şey var
Kuşların ağzını açarak ölmesi
Ve dünyadaki çiçekler içinde
Fesleğenin örselenerek koklanması

Bana bir gurbet adı gönder
İlk kez oturup ağladığın yerden
Yeni yakılmış bir ağıt sözü içinde
Bir de söğüt yaprağı koy yanıma
Belki sulara olan hasretliğimi giderir

Bana bir gurbet adı gönder
Çoktandır kimsenin yüzüne bakmıyorum
Uyuyup kalıyorum oturduğum her yerde
Unutma bana bir gurbet adı gönder
Şu günlerde

Abdülkadir Bulut





















"İyi şair, arkadaşım Abdülkadir Bulut'u, Anamur'da köyden ilçeye giderken bindiği ve anlatılanlara göre bir tabure üzerine oturmak zorunda kaldığı minibüsün kapısının açılması sonucu düşmesi nedeniyle 8 Ağustos 1995'te kaybettik. Yine söylenenlere göre, Abdülkadir, minibüs kapısının penceresine kolunu dayamış, bir virajda sartıntı nedeniyle kolu kayarak hemen alttaki kapı kolunun açılmasına neden olmuş. Minibüsten düşme nedeni buymuş. Yok yere ve çok acı bir son. İçimiz yandı. Kim bilir daha neler yazacaktı. İçtenlikli, yalın dostluğumuz hep sürdü. Dönemeç'i ilk çıkardığımız aylarda İzmir'e gelmişti. İkiçeşmelik'teki dergi yönetim yeri olarak kullandığımız M. Kadri Sümer'in kayınperderine ait kırtasiye dükkânına gelmişti. Öğleyin yakındaki bir küçük aşevinde kuru fasulye pilav yemiştik. O gece miydi, yoksa başka bir gelişinde mi, annemle birlikte kaldığımız bizim evde konuk etmiştim kendisini. Sonra ilişkimiz İstanbul'daki görüşmelerimizle sürüp gitmişti. Gelişim Yayınları'nda çalışıyor, ansiklopedilere madde yazıyordu. Adnan Benk genel yönetmendi. Şair arkadaşım Aydın Yalkut onun yardımcısıydı. Onun için en çok Gelişim Yayınları'na gittiğimde görüşüyorduk. Haberleşip buluştuğumuz da oluyordu. Bir gün ikimiz Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkarken, İran Konsolosluğu'nun duvarı dibinde Yaşar Kemal'e rastladık. Yaşar Kemal, onu görünce karşıdan kollarını açtı, 'N'aber lan yörükoğlu?' dedi. Yaşar Kemal'i orada, ayaküstü o görüşmede tanıdım. Sevgili Abdülkadir'i sevgiyle, dostlukla, özlemle anıyorum."

Hüseyin Yurttaş, 9 Ağustos 2018

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Suların da bir arkadaşlığı olur diye

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Gördüğüm her yağmurun ardından gittim
Ve en sonunda cebimde bitmemiş şiirler
Yollara yakışan birisi oldum çıktım

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Çıkarıp adresimi verdim hemen hepsine
Gidebileceğim yerleri söyledim bir bir
Sonra yüzümü serdim ellerimin içine

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yüzümü sadece beyazlığıyla örtebilecek
Bir mendil istedim gördüğüm herkesten
Solgun bir söz de olsa benim için istek

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yurdu olur diye bütün karanfillerin altı
Sabahları işlerine giden kızların avuçları
Korudum durdum suların yurdudur diye

Abdülkadir Bulut  (Anamur 21.04.1943 - Silifke 08.08. 1985)


İzleyiciler