16 Ağustos 2024 Cuma

Para

Parayla her şeye sahip olunacağı söylenir ama olunamaz. 
Yiyecek satın alabilirsin ama iştah alamazsın. 
İlaç alırsın ama sağlık alamazsın. 
Bilgi alırsın ama bilgelik alamazsın. 
Gösteriş alırsın ama güzellik alamazsın. 
Eğlence alırsın ama neşe alamazsın.
Tanıdık alırsın ama dost alamazsın. 
Hizmetçi alırsın ama sadakat alamazsın. 
Boş vakit alırsın ama huzur alamazsın. 
Parayla her şeyin kabuğunu alır hiçbir şeyin çekirdeğini alamazsın.
 
Arne Garborg


Mutlu Aşk Yoktur

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları hayatım ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur
Ama bu aşk ikimizin
Öyle de olsa

Louis Aragon, Çeviri: Gertrude Durusoy, Ahmet Necdet

Resim: Alfred Gockel, Sonsuz Aşk 64x64 cm.


15 Ağustos 2024 Perşembe

Giderayak

Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?

Orhan Veli Kanık


Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından

Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.

İlhan Berk

Fotoğraf: Nurcan Azaz


"Bilgeliğe doğru ilk adım; ne var ne yok yadsımak, son adım; ne var ne yok buyur etmek."

"İçimizdeki zembereğin gerilimini en çok köstekleyen şey, liyakatsizliklerinden emin olduğumuz kimselerin şöhrete eriştiğini görmektir.”

"Herkes yılda en az bir kez bir dahidir. Gerçek dahiler, parlak fikirlere sadece daha sık sahiptirler."

"Dünyada en büyük şeyler; bizim hiç dikkate değer bulmadığımız, gözümüzden kaçan ve gittikçe biriken başka sebeplerle meydana gelir."

"Kişi karakterini, gocunduğu fıkradan belli eder."

"Bilgeliğe doğru ilk adım; ne var ne yok yadsımak, son adım; ne var ne yok buyur etmek."

"Önemli olan insanın neye inandığı değil, inandığı şeyin onu ne hale getirdiğidir."

"Bahçeye açılan penceresine bir hedef koyan kişi, oraya ateş edileceğinden emin olabilir."

"İnsanoğlunun evrendeki en saygın varlık olduğu kanısına, bu konuda aksini söyleyen başka hiçbir yaratığın bulunmadığına bakılarak ulaşılabilir."

Georg Christoph Lichtenberg


Kapı

Git, kapıyı aç. 
   Belki dışarda
   bir ağaç, ya da bir orman,
   bir bahçe,
   ya da büyük bir kent var.

Git, kapıyı aç.
   Belki ortalığı eşeleyen bir köpek.
   Belki bir yüz göreceksin,
ya da bir göz, 
ya da bir resmi
         bir resmin.

Git, kapıyı aç.
   Sis varsa,
   kalkacak.

Git, kapıyı aç.
   Sadece karanlık varsa bile
   tıkırdayan,
   sade boş bir yel
   varsa bile, 
   sadece
         hiçbir şey
                       varsa bile
git, kapıyı aç.

Hiç olmazsa
bir hava girer
içeriye.

Miroslav Holub, Çeviri: Feyyaz Kayacan

Resim: Francesco Mangialardi, Yağlı Boya



Adın

Adını anıyorum yangın çıkıyor
Adını anmadığım zamanlarda üşürüm
Bütün gemilerden kovulan tayfayım ben
Çünkü güllerimi denize düşürürüm

Olmadık zamanlarda geliyor adın
Karıştırıyor beni çocukların arasına
Yeniden işe alınmamı sağlıyor
Ricalarda bulunarak kaptana

Saksılı bir pencereden giriyor
Gece yatısına geliyor adın
Sokuluyor yorganımın altına
Güzel şeyler oluyor anlatsam anlatamam
Diyelim su doluyor çöldeyken matarama

Adın göle inen geyik sürüsü
Saklıyor avcıların tüfeklerini
Bir kitap dolusu şiir oluyor
Çözüyor gecenin dilsizliğini

Adın ipek gömleğimin deseni

Abdulkadir Budak

Resim: Mükerrem Süslü, İstanbul, Yağlı Boya, 120x60 cm.




Tek Başınalık

Ben tek başına ne yapabilirim
diye düşündü biri
ve hiçbir şey
yapmamaya
karar verdi

Ben tek başına ne yapabilirim
diye düşündü bir öteki
ve yalnızlığının
kuytuluğuna
çekildi

Ben tek başına ne yapabilirim
diye düşündü bir üçüncü
ve tek başına
düşünmeyi
sürdürdü

Ben tek başına ne yapabilirim
diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını
sürdürdüler

Ben tek başına ne yapabilirim
diye düşündü milyonlar
milyonlarcaydılar
ve tek başınaydılar

Bu arada birileri
onlar adına karar vermekteydi

Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan kaldırıldılar...

Ataol Behramoğlu

Resim: Lütfi Ulusoy, Suluboya Çalışma


14 Ağustos 2024 Çarşamba

Günlük Şiirler

Sen gittikten sonra iki çalgıcı
turnalar semahını çaldı ve kimse dinlemedi onları
benden başka. Sarımsak kokusunun
yoksulluk ve rakıyla buluştuğu saygısız kalabalıkta
kimse duymadı beni terkeden
kanatların bıraktığı esintiyi. Biri incecik öbürü kalın
iki tel vururken çalgının yüreğine
nicedir aklımı kurcalayan Bertolt Brecht'in
'Sevenler' şiirini düşündüm bir yaşamdan ötekine
yan yana uçan iki turnayı. Taa yirmisekizlerden.
'Güneşin ve ayın az değişken dilimleri altında
uçup giderler yine, böyle tutkun birbirine.
Hey, nereye gidersiniz? - Hiç bir yere - Nerden gelirsiniz?
Her yerden. Sorarsınız, ne zamandır birliktesiniz? diye.
Az zamandır. Ne zaman ayrılacaksınız peki? - Yakında.'
Çıktığımda hava açıktı ikindi güneşi gibi
nicedir ısıtmayan parlak ayın az değişken dilimleri altında
yürürken sordum kendi kendime. Nereye gidiyorsun?
Hiç bir yere. Ne zamandır yalnızsın? Bilmem, denize
ve ay ışığından yapraklar kesen
şiire sormalı bunu. Daha yazılırken
bir anıya dönüşen şiirlere
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan? Heykel
Acılardan? Aşk. Yoksulluklardan
bir devrim bile yapılabilir. Ama hiç bir şey
hiç bir şey yapılamaz ayrılıklardan.

Sen, çalgıcılar ve ayışığı çekip gittiniz uykunun
eşiğine vurulmuş bir turna gibi dönerek
düşerken sordum otuzdokuzlardan Bertolt Brecht'le birlikte
'Ne yapmalı peki?' Aklım dokunacak
bir başka akıl arıyor. Nicedir yabancı denizlerde
yıkanan tenim başka bir teni. 'Ne yapmalı?'
Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.

Ama hiç bir rüzgâr dolduramaz boş kalan yerini,
bir yaşamdan ötekine
birlikte uçan turnaların yerini
gökyüzünde.

Onat Kutlar, Unutulmuş Kent ve Çeviri Şiirler, Yapı Kredi Yayınları, S.59-60

Resim: Ralph Albert Blakelock, Ayışığı, 1888, Yağlıboya 92x74 cm.


"Solan Fotoğraflarda Biten ve Başlayan"

"Platon'un Protagoras'ın ağzından anlattığına göre, ölümsüzler yaratıldığı zaman tanrılar, Prometeus ve Epimeteus'dan bunlara bazı nitelikler vermesini istediler. Bu işi üstlenen Epimeteus, bütün canlıları türlerinin ortadan kalkmamasını sağlayacak biçimde donatmaya başlar. Kimine hız ve küçüklük, kimine post, pençe, yüksek doğurganlık vb.verir. Fakat sıra insana gelince Prometeus, insanın çırılçıplak ve silahsız bir biçimde ortada kaldığı görür. Bu dengesizliği düzeltmek isteyen Prometeus, Hefaistos ve Atena'dan ateş ve tekniği çalıp, diyetini de ödeyerek insanlara armağan eder."

"Simgeleme yetkisini tekelinde tutan egemenler 'ben'i otomatiğe bağlanmış ve hiçbir işlevselliği olmayan bir nesne olarak adlandırıp, şekillendiriyorlar. Böylelikle resmi ideolojinin eşitsizlik payandalarında edilgen simgeler olan fosilleştirilmiş 'ben'ler bireyin kendisine ait olmaktan çıkan bilmeceler dizini oluyorlar."

Temel Demirer, Solan Fotoğraflarda Biten ve Başlayan, Sorun Yayınları


Fener

Ona "Stalin" derlerdi. Havza'nın bir köyündendi. Annesi bazen bize bakraçla yoğurt getirip, satardı.

Stalin dışadönük, tilki gibi akıllı birisiydi. Uzun boyluydu ve kumral saçları vardı. Konuşurken aynı zamanda düşünüyordu. Kafasından kırk tilki geçer, kırkının da kuyruğu birbirine değmezdi denildiği gibi, kurnazdı. Adil ağabeyimden biraz büyüktü.

Ona Stalin lakabını takanın da "Alman Recep" olduğunu duymuştum. 

Askere gitmeden önce kamyon şoförlüğü yapardı. Stalin'in askerliği yılan hikâyesine dönmüştü. Askerden kaçmayı alışkanlık edinmişti. Özgür, asi bir kişiliği vardı ve disiplin altına alınamıyordu. Kaçar, iki üç ay geçtikten sonra yakalanır ve tekrar askere götürülürdü. Cezalar üst üste eklenince askerliği hiç bitmiyordu. Hücreye atılır, dayak yer, ama bana mısın demez, yine kaçardı. Anlattığına göre komutanları yaka silkmişti ondan.

Bazen annesi ile bize ziyarete gelirlerdi. Annem Stalin'i görünce,

"Yine askerden mi kaçtın?" diye sorardı.

O ise, kafasını sağa ve sola sallar:

"Yok kafa değişimindeyim, Durhan yenge" derdi.

Yılın altı ayı askerde ise, altı ayı kaçaktı. Stalin askerliği kaç yılda bitirdi bilmiyorum. Sanırım en az on yıl sürmüştü askerlik macerası. Belki de sonunda ondan bıkmışlar ve tezkereyi eline vererek, "Git, lanet olsun!" demişlerdi.

Adil ve Levent ağabeylerimin sünnet düğünü birlikte yapıldı. Ben ve küçük kardeşim Zeki'nin sünnet töreni ise daha sonraki yıllarda gerçekleşti.

O gün Adil ağabeyime çok güzel bir fener hediye edilmişti. Feneri çok sevmiş, yatakta yakıp yakıp söndürüyordu.

Düğünden birkaç hafta sonra Stalin yine bize gelmiş. Ağabeyimin elindeki feneri görmüş ve ilgisini çekmiş. Evin önünde feneri istemiş ve şöyle demiş:

"Adil sen biraz uzağa, karşı tarafa doğru git. Bak bakalım oradan fenerin işığını görebilecek misin?"

Adil ağabeyim arkasını dönmüş ve biraz uzaklaşmış. Bir süre yürüdükten sonra tekrar geriye dönmüş. Bir de bakmış ki ne görsün, Stalin'in yerinde yeller esiyor.

Stalin o gün elindeki fenerle birlikte kayıplara karışmış.

Erol Anar, Aşağı Mahalle Öyküleri

Fotoğraf: Havza,1932

12 Ağustos 2024 Pazartesi

İlk Türkü

Otur da konuşalım
Gelmeyen bahardan
Sıcak uzun yazlardan
Yeşil rüzgârlardan
İki çift söz edelim
Otur da konuşalım

Olmadık mutluluklar biçip
Olmadık zamanlardan
İçimizde anlatılamayanı
Yarım kalan sevinci
Otur da konuşalım

Bu şehir kurtlar şehridir
Büyük korkaklar şehridir
Kuşkular kuyusudur
Açlık deliliğidir
Otur Ahmet kardeşim
Otur da konuşalım

Afşar Timuçin

Resim: Mualla Altınok, Yalnız Şehir 2, Yağlıboya 50x70 cm


İzleyiciler