10 Ağustos 2025 Pazar

Direniş Günlerinin Şiirleri

I

Şu günlerde güpegündüz
Genç bir sözcükle beraber
Öpmek istiyorsun hayatı
Alnının ortasından

En güzeli yürüyorsun
Alibeyköy'ün az ilerisinden
Direniş günlerine doğru
Gül oluyor göğsün
Kokluyorsun

II

Senin bu haklılığına
Bir yara yeri gibi yüzünde
Taşıdığın Halep çıbanının
İzi bile farkında

En güzeli yürüyorsun
Yanında umudun inancın
Güzel günlere bakarak
Çürük bir kavun gibi
Taşımamak için alnını.

Abdülkadir Bulut

Fotoğraf: Charles W. Cushman


Anamur’un Esmer Çocuğu Abdülkadir Bulut’a Ağıt

    "Bilsem ki şiirler yarım kalmayacak, Bir çocuğun ardına düşer giderim..." Abdülkadir Bulut

İnanmak öyle zor ki; her şey kötü bir şaka gibi!
Son gördüğümde, esmer yüzlü, gür bıyıklı, ince yürekli aziz dostumu son gördüğümde, “Gelişim”deki odamın kapısından başını uzatıp “Allahaısmarladık!” demişti… “Ben gidiyorum. Allah’a emanet olun…”
Yıllık iznine çıkıyordu Abdülkadir. Bütün bir yıl, yarım gün öğretmenlik yapıyor, yarım gün de “Gelişim”de çalışıyordu. İki yıldır beraberdik bu durumda. İki yıldır ara sıra başını uzatır böyle; kâh birilerinin adresini sorar, kâh dertlendiği bir konuda içini dökerdi… Çevresinde olup biten kimi olayları garipser, sineye çekemez, dert ederdi kendisine… “Allahaısmarladık” derken, doğup büyüdüğü (ve ölümün çağırdığı!) topraklara gidebilmenin huzuru vardı sanki sesinde. Her yıl giderdi böyle: Anamur’da denize yakın bir yerlerde çadır açar; Akdeniz’le yakın çevresiyle iç içe yaşar bir süre; bütün bir yılın yorgunluğunu; insanlarına, yerel dünyasına, anadiline olan hasretini giderirdi Abdülkadir… Bir iki yıl önce de, yine böyle bir gidişinde, babasını toprağa vermişti…
Esmer Tenli, saf yürekli
İstanbul’a gelip yerleşeli on yıl kadar olmuştu. Ama bu on yıl içinde İstanbul, koca kent, onun kılına bile dokunamamıştı… O hep, gülünce bütün içtenliğiyle gülen, sevince bütün kalbiyle bağlanan Güney Anadolu’nun esmer tenli, saf yürekli bir çocuğu olarak kaldı. Dost bildiği insana sonuna kadar güvenirdi. Güvendiği insanın her sözüne, her şakasına katlanırdı. Katlanmayı da bilen bir insandı. Birinden, ummadığı bir kötülük görünce, tam bir köylü saffetiyle şaşırırdı…
Antalya’da bir kültür etkinliği sırasında karşılaşmıştık ilk kez. Oradan bizi Anamur’a çağırıp konuk etmişti geceleyin. Muz ağaçları arasında bir öğretmen evi vardı; orada, eşiyle birlikte öğretmenlik yapıyordu Abdülkadir. Evinin önünden gümüş renginde bir dere akıyordu. Önünde Akdeniz, arkada orman… Gaz lambasının ışığında, o sıcak hava içinde oturup rakı içmiştik, bakır sininin çevresinde. Şiirden, son çıkan kitaplardan, edebiyat dergilerinden konuşurken, duvarda, gaz lambasının sarı ışığında tüyleri titreşen bir akrebin yürüdüğünü görüp irkilmiştim… Abdülkadir telaşlanmadan yerinden kalkıp, ayağındaki ayakkabıyı eline alıp topuğuyla ezmişti bu ölüm simgesi hayvanı!
Abdülkadir, daha sonra İstanbul’a gelip yerleşti. O, duvarlarında akreplerin yürüdüğü, önünden gümüş renkli suların aktığı, muz ağaçları içinde, önünde Akdeniz’in, arkasında koca bir ormanın uzandığı okul evini geride bıraktı… Amacı, edebiyatın, şiirin daha yoğun yaşandığı bir dünya içinde soluk almakta. Geldi, Alibeyköy’de bir okula yazıldı, orayı kendisine yurt edindi. Çevresi Anadolu’dan gelmiş garip insanlarla doluydu ve onların içinde mutluydu Abdülkadir. Kaç yıldan beri kiracıydı Alibeyköy’de? Bir ev sahibi olabilmek için iki işte çalışıyordu; öğretmenlerin kurduğu bir de yapı kooperatifine girmişti; tanıdıklarını da yanına almaya çalışıyordu.
Kasabalı Bir Lorca!
Her şey yarım kaldı Abdülkadir için; bitmemiş şiirler gibi!
Şiirlerinde, içinden geldiği çevreyi motif motif işledi. Toroslar’da dokunmuş bir yörük kiliminin renklerini düşürmeye çalıştı. Cemal Süreya, yıllar önce onun için “Kasabalı bir Lorca” demiş; Abdülkadir bu benzetmeyi pek benimsemişti. Mümkün olsa, kokulu bir karanfil gibi yakasında taşırdı bu sözü Abdülkadir. Cemal Süreya’yı da, onun şiirini de çok severdi. Bir şiirinde bu sevgiyi şöyle anlatır: “Nergis dikilir Anamur’da / Toprak damlı eski evlerin / Saçaklarının üstü fırdolayı / Ev değil de sanki her biri / Birer Cemal Süreya şiiri.”
Türküler tadında
Abdülkadir Bulut’un son kitabı “Yurdumun Şiir Defteri”ndeki şiirleri, gerçekten kendi çizgisinin usta örnekleriyle dolu. Kitaba adını veren şiirle, “Güleddare”, “Pasavan” gibi örnekleri unutmak mümkün değil. Yeniden, yeniden okunacak şiirler. Günümüz Türkiye’sinden sesler, motifler, insan yüzleri getiriyor… Söyleyeceklerini şiirsel bir kapalılıkla söylüyor. Sıcak, duyarlık yüklü, özenli dizelerle kuruyor şiirini. Ölenler, mahpuslara düşenler, gurbette yitenler için söylenmiş türküler tadında. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir yörük kilimi albenisi taşıyor Bulut’un şiirleri. Şiiri, (tıpkı yaşantısı gibi,) alçakgönüllü bir sesle söylemeye çalışırdı.
Ölümü de, alçakgönüllülüğünün bir sonucu sanki! Arabesk bir minibüsün içinde, tabure üzerinde, kapıya yakın otururken…
Kötü bir şaka gibi!
Son kitabı için hak ettiği ilgiyi toplayamayışına üzülüyor, ama belli etmiyordu dostum. Bir dergiye kısa bir tanıtma yazısını ben yazmıştım, onu da uzun süre oyalamışlardı!
İşte, Anamur’a gitmeden önceki son görüşmemizde, “Allah’a emanet olun” demeye geldiğinde, söz konusu yazıyı geri çekmemi istemişti ısrarla. Savsaklanmayı onuruna yediremiyordu…
Onu bir daha göremeyeceğiz. Bizi Alibeyköy’de rakı içmeye çağıramayacak Abdülkadir… Bizi, Anamur’da, Akdeniz’e yakın kurduğu çadırına çağıramayacak.
“Yurdumun Şiir Defteri”ni yeniden karıştırıyorum; Şöyle demiş Abdülkadir: “Ağıt: Gözlerin tekrarladığı son süs…”
Nerden bilebilirdi, bu dizenin en çok kendisine yakışacağını!
Canım kardeşim! Bize hep, “Allah’a emanet olun” derdin. Sen şimdi topraklara emanetsin! Artık gülerken parıldayan dişlerini, posbıyığını resimlerinde göreceğiz. Şiirlerin, anıların bize emanet, sense toprağa! Canım kardeşim… Artık Anamur’dasın; ölüm çığlığın Toroslar’da yankılansın! İçine sindiremediğin kötülüklere, gözlerini erken yumdun…
Necati Güngör , Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ağustos 1985



Bana bir gurbet adı gönder

Bana bir gurbet adı gönder
Her yolda bir yürüme isteği
Bir de anımsamak için sevdiklerimi
Sarışın kızların gözleri gibi açılan
Bir harnup çiçeği

Bana bir gurbet adı gönder
İçinden çıkamadığım çok şey var
Kuşların ağzını açarak ölmesi
Ve dünyadaki çiçekler içinde
Fesleğenin örselenerek koklanması

Bana bir gurbet adı gönder
İlk kez oturup ağladığın yerden
Yeni yakılmış bir ağıt sözü içinde
Bir de söğüt yaprağı koy yanıma
Belki sulara olan hasretliğimi giderir

Bana bir gurbet adı gönder
Çoktandır kimsenin yüzüne bakmıyorum
Uyuyup kalıyorum oturduğum her yerde
Unutma bana bir gurbet adı gönder
Şu günlerde

Abdülkadir Bulut





















"İyi şair, arkadaşım Abdülkadir Bulut'u, Anamur'da köyden ilçeye giderken bindiği ve anlatılanlara göre bir tabure üzerine oturmak zorunda kaldığı minibüsün kapısının açılması sonucu düşmesi nedeniyle 8 Ağustos 1995'te kaybettik. Yine söylenenlere göre, Abdülkadir, minibüs kapısının penceresine kolunu dayamış, bir virajda sartıntı nedeniyle kolu kayarak hemen alttaki kapı kolunun açılmasına neden olmuş. Minibüsten düşme nedeni buymuş. Yok yere ve çok acı bir son. İçimiz yandı. Kim bilir daha neler yazacaktı. İçtenlikli, yalın dostluğumuz hep sürdü. Dönemeç'i ilk çıkardığımız aylarda İzmir'e gelmişti. İkiçeşmelik'teki dergi yönetim yeri olarak kullandığımız M. Kadri Sümer'in kayınperderine ait kırtasiye dükkânına gelmişti. Öğleyin yakındaki bir küçük aşevinde kuru fasulye pilav yemiştik. O gece miydi, yoksa başka bir gelişinde mi, annemle birlikte kaldığımız bizim evde konuk etmiştim kendisini. Sonra ilişkimiz İstanbul'daki görüşmelerimizle sürüp gitmişti. Gelişim Yayınları'nda çalışıyor, ansiklopedilere madde yazıyordu. Adnan Benk genel yönetmendi. Şair arkadaşım Aydın Yalkut onun yardımcısıydı. Onun için en çok Gelişim Yayınları'na gittiğimde görüşüyorduk. Haberleşip buluştuğumuz da oluyordu. Bir gün ikimiz Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkarken, İran Konsolosluğu'nun duvarı dibinde Yaşar Kemal'e rastladık. Yaşar Kemal, onu görünce karşıdan kollarını açtı, 'N'aber lan yörükoğlu?' dedi. Yaşar Kemal'i orada, ayaküstü o görüşmede tanıdım. Sevgili Abdülkadir'i sevgiyle, dostlukla, özlemle anıyorum."

Hüseyin Yurttaş, 9 Ağustos 2018

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Suların da bir arkadaşlığı olur diye

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Gördüğüm her yağmurun ardından gittim
Ve en sonunda cebimde bitmemiş şiirler
Yollara yakışan birisi oldum çıktım

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Çıkarıp adresimi verdim hemen hepsine
Gidebileceğim yerleri söyledim bir bir
Sonra yüzümü serdim ellerimin içine

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yüzümü sadece beyazlığıyla örtebilecek
Bir mendil istedim gördüğüm herkesten
Solgun bir söz de olsa benim için istek

Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Yurdu olur diye bütün karanfillerin altı
Sabahları işlerine giden kızların avuçları
Korudum durdum suların yurdudur diye

Abdülkadir Bulut  (Anamur 21.04.1943 - Silifke 08.08. 1985)


8 Ağustos 2025 Cuma

"Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir."

  "Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar… İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir, buna olan inanç biterse, totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır.
    Herkes sürekli yalan söylediği zaman sonuçta buna inanmazsınız ama hiç kimse de hiçbir şeye inanmaz. Böyle bir toplum, hiçbir konuda fikir sahibi olamaz. Giderek düşünme, yargılama ve eylem yetisini kaybeder. Böyle bir topluma her istediklerini yaptırabilirler…!
    Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacaktır…"

Hannah Arendt 


"Öyle Güzelsin ki Kuş Koysunlar Yoluna"

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…

Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna”
bir çocuk demiş.

Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter, S.60

Yorumlayan: Aslıhan Gürbüz

24 Haziran 2025 Salı

Denizin Asi Çocuğu: Kazım Koyuncu

(7 Kasım 1971, Hopa / 25 Haziran 2005, İstanbul)

Dümende ve baş altlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
                                                zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

    Nazım Hikmet Ran böyle anlatır Arhavili İsmail’i şiirinde. Arhavili İsmail Nazım'ın yakın dostunun adını verdiği, gerçek yaşamda da birçok örneği olan Karadeniz insanını temsil eden bir kurgu kahramanıdır.
    O kahramanlara benzeyen aramızda yaşayan güzel insanlardan birini Kazım Koyuncu'yu ölümünün 17. Yılında anmak istedik. Karadeniz’in hırçın ve asi çocuğu Laz kökenli Kazım Koyuncu 7 Kasım 1971 tarihinde Hopa'da doğdu. Doğduğu toprakların zor şartları onu mücadeleci bir insan yaptı.
    Çok küçük yaşlarda müzikle tanıştı. Çocukluğunda "Kemençeci Yaşar" olarak tanınan Yaşar Turna'nın türkülerini çok dinlediğini her zaman dile getirirdi. Kazım Koyuncu çocukluk günlerini anlatırken "Kitap okuyan babamdan kaynaklı olarak diğer çocuklardan farklı oldum" diyerek babasının kendisine nasıl yansıdığının altını çizer.
    Babası Cavit Koyuncu Hopa'da bakkallık ve berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlamaktadır. Aydın bir insan olan babasının dükkanı 1960'lı yıllarda öğrencilerin kitap-gazete okuma yeri haline gelmiştir.
    Kazım Koyuncu dört erkek ve bir kız olmak üzere beş kardeşi vardı. Kâzım on yaşlarında iken babası, 12 Eylül darbe döneminde Erzurum'da 6 ay hapis yatmıştır.
Babasının aldığı mandolin ve amcasının Almanya'dan getirdiği gitar sayesinde küçük yaşlarda müzik ile tanışır.
    1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. 1993 yılında okulu bırakır ve müzik yapmaya karar verir. Bu dönemi Kâzım Koyuncu "Zor dönemler, o okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın. Ama hep soru işaretleri olacak, sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim" diyerek anlatır.
    1990 yılında Çağdaş Sanat Atölyesi’nin etkinliklerinde yer almış Çağdaş  Oyuncular'ın sahneye koyduğu "Faşizmin Korku ve Sefaleti" adlı oyunun müziklerini yapar.
    Amatör rock müzik yapmaya başlar. 1990'lı yılların başında arkadaşları ile çeşitli yerlerde küçük çaplı konserler verir. 1994 yılında Laz müziğini rock müziği ile birleştirerek kendi tarzını yaratır.

    ZUĞAŞİ BEREPE (LAZCA: DENİZİN ÇOCUKLARI) :

    1993 yılında Mehmedali Barış Beşli’nin Lazca sözlü ve politik içerikli müzik yapma fikri üzerine M. B. Beşli, Kazım Koyuncu tarafından “ŞK’U” (biz) adıyla kuruldu, daha sonra grup Zuğaşi Berepe ( Lazca: Denizin Çocukları ) adını aldı.
İlk albümleri “Va Mişk’unan” (Bilmiyoruz) 1995 yılında Anadolu Müzik etiketiyle yayınlandı. Albümde sert rock tınılarına, bir Karadeniz müzik enstrümanı olan tulum da eşlik eder. Albümde sol-politik mesajlar da gözardı edilmemiş, “Ernesto”, “Oxoşk’va do Oropa Şeni” (Özgürlük ve Aşk İçin) adlı Lazca şarkıların yanısıra “Ben” adlı Türkçe parçada anarşizan sözler kullanılmaktadır. Aynı albümde “Avlask’ani Cuneli’ (Avlun Güneşlidir), “Golas Empula Yulun” (Yaylada Bulut Geziyor) gibi otantik Laz şarkıları da seslendirilmiştir.
    1998 yılında gruba, Cafer İşleyen (bass gitar,perküsyon ve flüt), Gürsoy Tanç (elektronik gitar), Zülkifil Murat Dilek (davul), Uğurcan Sezen (keyboard) katılmıştır. Tulumda ise ilk albümde olduğu gibi bu enstrümanın sayılı ustalarından Mahmut Turan vardır. Sınırlı sayıda basılan ve konser kayıtlarından oluşan “Bruxel-Live” CD’sinden sonra “İgzas” (Yürüyor) adlı albümü çıkaran grup albümde sert rock müzik yerine, daha yumuşak ve teknik altyapılı bir müziği tercih eder. “Ka Tun Mita Xendasoç” (Dilerim Kız Sen Yaşamayasın) adlı Hemşince bir şarkıda albümde yer alır. Bu albümden sonra grup dağılır.
    2000'li yılların başında Kâzım Koyuncu askere gider. Askerden geldikten sonra ilk solo albümünün çalışmalarına başlar. 2001 yılında, “Viya” adlı ilk solo albümünü yayınlar. Albüm pek ses getirmez.
    2002 yılında Gökhan Birben ile birlikte Gülbeyaz adlı televizyon dizisinin müziklerini yapar. Aynı zamanda dizinin bazı bölümlerinde oynamıştır. Dizi müzikleri büyük ilgi görür. Kazım Koyuncu, Türkiye çapında tanınmaya başlar. Konserleri büyük kitlelerce izlenir. 2003 yılında ikinci solo albümünün kayıtlarına başlar. 2004 yılında "Hayde" adlı ikinci albümünü çıkarır. İkinci albüm ilkine göre büyük bir satış rakamına ulaşır, en çok satan albümlerinden birisi olur.
    2004 yılında ailesi ve sevenlerini üzen kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Doktorlar kendisini çok fazla yormamasını söylese de Kâzım Koyuncu konserler vermeye devam eder. 2005 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde verdiği son konserden sonra aynı yıl 25 Haziran tarihinde hayatını kaybeder.

    AYDIN BİR BABANIN MÜCADELECİ OĞLU

    "Konserime sadece bilet alarak giremezsiniz. Herkes gelirken yanında bir kitap getirsin. Kapıda durup tek tek kontrol edeceğim." 
    "Çok kitap okumaya çalışıyordum ama az kitap vardı. O yüzden ansiklopedi okuyordum. Çünkü kırtasiyeye birkaç kitap geliyordu, onları zaten ediniyordum. Ama ne bulursam okuyordum. Üniversiteyi kazanmam başkalarına göre enteresandı çünkü okulu takdirle bitiren çocuk değildim."
    Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi mücadelecidir. Ve her Karadeniz çocuğu gibi Trabzonsporludur. "Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti." Sözleri ile anlatır.
*
    "HAYATI İLERİ GÖTÜREN ŞEY HAYALLERİMİZ, HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİREN ŞEYLER DE CESARETİMİZ..."

    Kazım Koyuncu bir röportajında : "Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem."  "Ne tarz müzik yapıyorsanız yapın, siz eğer hayata muhalif bir noktadan bakıyorsanız -bana göre de bakmak gerekir- her zaman yapacak bin tane eylem söz konusudur." diye kendisini anlatır.
    "Dünyayı görebilen bir insan" olduğunu düşündüğü andan itibaren en değerli şeyin emek olduğuna karar verir. Ancak emek değerli midir? "On iki yıldır müzik yapıyorum. 1992'den beri İstanbul'dayım ve profesyonel olarak sürünüyorum." Sözleri ile emeğin çalışmanın her zaman para etmediğini anlatır.

    SEVGİ; BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİLE OLSA GELİR DOKUNUR BİZE!..
    
    Müziği sadece para kazanmak için yapmaz müzik onun için tutkudur. "Yüz sene daha yaşasam, yapsam, yapsam, yapsam hep yapsam yine eksik gideceğiz. Ne kadar eksik gidersek hayatta yapacak o kadar çok şey bırakırız…"
    "Esas güç o bildiğimiz yöntemlerle elde edilmeyen güç. Şu televizyonlarla promosyon faaliyetleriyle, makyajlarla kazanılan değil. Bu bir güç değil. Bu bir rüzgârdır, hiçbir şey olmaz ondan, esas güç, adım atmaktadır, yürümektedir. Hayatta izlerinizi sağlam bırakmaktadır. Şu anda yaşadığımız şey bir güçtür. Çünkü gerçekten bir sevgi var."
    "Siyasetler, devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.”
Bize kalan şarkıları türküleri gibi.

    ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ: 

    26 Nisan 1986'da, o dönem Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Ukrayna'nın başkenti Kiev'in 130 kilometre kuzeyindeki Çernobil kenti, insanlık tarihinin en korkunç çevre felaketlerinden birine sahne oldu. Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayıldı. Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi.
    Çernobil nükleer faciası bazı bağımsız araştırmalara göre yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olmuştur. Facianın etkileri nedeniyle yüz binlerce çocuk sakat dünyaya geldi, kanser vakalarının arttığı iddia edildi. Kazanın olumsuz etkilerinin nesiller boyunca sürmesi beklenmektedir.

    ÇEVREYE DUYARLI BİR İNSAN

    "Güzel olduğuna inandığım şeyleri yaptım. Piyasanın istediği şeyleri yapmak beni mutlu etmeyecekti..." 
    "Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik şey değil, sevgi denen şey herhalde”
    "Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır. Tüm topraklar da memleketimizdir." Sözleri ile topluma sevgi mesajları vermiştir. Çevre sorunlarına hep duyarlı olmuş ve Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı Rize ilinin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destekte bulunmuştur.

    ÇOK FİYAKALI BİR HASTALIĞA YAKALANDIM BABA... 

    Çernobil nükleer felaketinden en çok etkilenen bölgelerden birisi Karadeniz bölgesidir. Çernobil faciası (1986) sonrası çaydaki radyasyonun tehlikeli olmadığını kanıtlamak için dönemin Sanayi ve Ticaret bakanı kameralar önünde çay içerek poz verir.
    Bu konuda "O çayı içen biri geri zekâlıdır. Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış haline ihtiyacı var.” Şeklinde açıklama yapar.
    Kanser olduğunu öğrendikten sonra "Birkaç aylık ömrün var. Soruyorsun kendine, Ne götürmek istiyorsun? Para yok işine yaramaz. Can kalıyor elinde, can nedir, uyur, gözünü kapatır gidersin. İyi ki mülkiyetten bu kadar uzakmışım. Şimdi gitmemem için, asla ölmeyi düşünmemem için bir sebep var. Acayip bir sevgi var.
Kanseri, kanser olmayanlar anlayamaz. Kanser de oldum artık. Duyarlı bir sanatçı olarak onları da hissediyorum. Ben kanserden çok korkan bir insandım. Kanserim ve korkmuyorum. Sadece beni sevenleri ve özgürlüğümü düşünüyorum. Ölüm küçük bir şey, ama hastalık özgürlüğünüzü sınırlıyor.” şeklinde anlatır hastalığını.

    BENİ RADYASYON DEĞİL, TÜRKİYE'DEKİ SİSTEM KANSER ETTİ!

    2004 senesinin sonlarında 33 yaşındayken akciğer kanseri teşhisiyle tedavi görmeye başlar. Akciğerindeki kanser daha sonra testislerine yayılır. 25 Haziran 2005'te tedavi gördüğü hastanede genç yaşta yaşamını yitirir.
    Çernobil nükleer faciası bir çok insanın ölümüne sebep olduğu gibi genç yaşta çok sevilen müzisyenin ölümüne de sebep olarak sevenlerini yasa boğar.
    26 Haziran 2005 tarihinde Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlenen tören sonrası onbinler tarafından Hopa'ya uğurlanan Koyuncu, 27 Haziran 2005'te, doğduğu köy olan Pançol'da fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında ebedi istirahatgâhına defnedilir.
    2014 yılında çekilen "Yağmur: Kıyamet Çiçeği" isimli filimde Kazım Koyuncu'nun hayatı ve bölge insanlarının yaşamı anlatılır.

    ŞAİR ÇEKETLİ ÇOCUK 

    Şiir yazmaz ama onu sevenleri "Şair Ceketli Çocuk" olarak adlandırır. Veda etmeden söyledikleri de çok anlamlıdır.
*
    TEŞEKKÜRLER DÜNYA

    "Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine,ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişot’lara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya, yollara, yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece  düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük: Savaşlar, katliamlar, ölen öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar ve topluluklar gördük. Yanan kentler, köyler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük, biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu dünyada şarkılar söyleyebildik.
Teşekkürler Dünya"  demiştin.

    BİZDEN DE TEŞEKKÜRLER

    Teşekkürler Şair Ceketli çocuk. Teşekkürler Karadeniz’in Asi çocuğu. Teşekkürler Denizlerin çocuklarının türküsünü dağlarla birleştiren, şarkılarını bizlere ulaştıran güzel insan. Sen şarkılarla geçtin bu dünyadan. Biz de seni şarkılarla anıyoruz.
Teşekkürler Kazım Koyuncu. Fındık ağaçlarının serin gölgesinde Karadeniz’in hırçın dalgalarının seslerinde uyu. Yıldızlar yoldaşın olsun..
Unutulmadın…

Semihat Karadağlı 25.06.2019
Güncelleme: 25.06.2022

(Semihat Karadağlı facebook paylaşımından alınmıştır.)





18 Haziran 2025 Çarşamba

Yitik Bahar

Hayat, kar altında kalan bahar
Çiçekleri üzerinde ölüyor en bereketli ağaçlar
Üretkenlik dört duvar arasında
Kar yağıyor bahar dallarına

Üç bin yıllık hayatın bilgesi
Sevene acı veren, bedeni bal ülke
Işıklarının ardından solup gidiyor insanlar
Kar yağıyor güneşli kirpiklerine

Yalnız sevda ve kocalma hüznünü yakıştıran ozan
Karşında bir sigara içip ölebilirdik
İlk sen mi soldun böyle uzak toprağından
Denizlerde yatanlar, adları yitik
Boyna dolanan kement, Magosa Kalesi
Hepsi sayılsa tüm bir tarih mi

Hayat, kar altında kalan bahar çiçekleri
Yazın tek tük meyve dallarda
Kim doyacak, kim doyuracak

Turgay Fişekçi

Yeni Türkü Yeşilmişik Albümü


17 Haziran 2025 Salı

Arabacı Salih

Arabacı Salih at koşar bildim bileli
Atı eski, arabası eski, kendi de eski
Sırf burun Salih, sırf bıyık ve kocaman elli
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Ki, atını kızından çok sevmiştir
Yük çekmiş, bel ağrısı çekmiştir
Kendisi yememiş, atına yedirmiştir
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Ata vurma, arpaya vur Salih usta
Düşme, rezil olma eşe dosta
Kol kalkmaz, ayak tutmaz bu yaşta
At yerine kendini koşar arabaya besbelli

Yaşadıkça akıl erdiremedi gidişata
Gökte uçak, denizde gemi ve yerde karınca
Tozu dumana katarak ve şaşırtarak Salih'i
Geçip geçtiler, koyup gittiler bir başına

Ahmet Çuhacı

Şiir, Ünol Büyükgönenç'in "Güzel Günler Göreceğiz" albümünde aynı isimle yer almaktadır. Şehabettin Genç tarafından bestelenmiştir.


Deloslu Dalgıç

insan görünüşe saklanır
ateş aleve, su dipteki yüzeye
gökyüzü yağmura saklanır
Deloslu dalgıç gereklidir

beden toprağın hayalidir
yolda tinin kanatları
içindeki, bir vaat aradı alevde
külde oysa doğanın planı

sevgi cilvede değildir
aldanmadan olma kalbin hamuru
yanılırsın sonra buldum diye
seni kıyıda bırakacak olanı

bir şeyi birlikte istemek
aynı hayali kurmak değildir
sevgi emektir, sanırdın
tiksinme ihmal etmez sınıf farkını

huylar çelik yelek gibidir,
karakterdir tanrısal olan
ateşten olma, içerdedir yalım
geriye kalan külün yakını

Yücel Kayıran


15 Haziran 2025 Pazar

Şiirsel İlham: Pegasus

    Edebî türler içinde şiir ve mitoloji ögesi mitler (mitos) insanlık tarihinin en eski verimlerindendir. Eski Yunan dilinde söz kavramını vermek için bir değil, üç sözcük vardır: Biri "mythos", öbürü "epos", üçüncüsü "logos". Azra Erhat'a göre; söylenen veya duyulan söz, masal, öykü, efsane anlamına gelen "mitos" bir toplumun kutsalı, evreni, insanı, geçmişe bağlı kalarak geleceği algılama biçimi ve anlamayı sağlayan bu algının ürettiği tasavvurun bütünüdür'(1)
    Ayrıca Erhat; mit tanımını yaparken mit ile epos üzerinden yola çıkar ve bu iç içe geçmiş iki kavramın aslında ne kadar ince bir ayrımı olduğunu gözler önüne serer: "Mythos'la epos arasında bir yakınlık vardır, mythos söylenen sözün, anlatılan öykünün içeriği ise, epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü süslü ve dengeli biçimidir. Epos ne kadar güzelse mythos o kadar etkili olur, eposla mythos'un bu başarılı evlenmesidir ki, ilk çağdan kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yaşamasını ve myhtos kavramının çağlar ve uluslararası bir nitelik kazanarak ölmezliğe kavuşmasını sağlamıştır(2).
    Mitler önemlidir çünkü insan korkularıyla, kaygılarıyla, umutlarıyla,  sevinçleriyle, üzüntüleriyle yani kısaca yaşadığı her türlü duygu ve düşünceyle bilincinin gelişimini sağlamıştır(3). Şair, yanılsamayı yaratan bir şey yapar, bu onun yaratıcı özelliğinden ileri gelir. 
    Sokrat, ozan İon'la konuşmasında: "Seni coşturan, Euripides'in mıknatıs, halkın ise Herakles dediği taştaki cinsten bir tanrısal güçtür. Çünkü bizim hayran kaldığımız o büyük şiirleri yazanlar, o yüceliğe herhangi bir sanatın kuralları aracılığı ile erişmezler; mısralar biçimindeki o güzel ezgilerini kendilerinin olmayan bir ruhun elinde, bir esinlenme halinde söylerler." der. Sokrat'a göre, şairler şiirlerinin ilhamını, herhangi bir sanat dalında ustalık kazandıkları için değil, içlerindeki tanrısal gücün esinlerinden alır. Bu esin kavramını, Yunan mitolojisinde şairlerin babası kabul edilen Homeros'ta da görürüz. 
    Batı ve Doğu edebiyatlarında mitolojik ögeler çokça işlenmiştir. Klasik Türk edebiyatı şairlerinden başka modern Türk edebiyatı şairleri de şiirlerinde mitlerden esinlenmiştir. 
    Behçet Necatigil mitleri şu şekilde yorumlar: "İlkel insan topluluklarının evreni, dünyayı ve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak ihtiyacından doğmuş öykülerdir(5)." Necatigil, mitosların eposlara malzeme oluşturduklarını söyleyerek aralarındaki ilişkiyi belirtir. Necatigil, Mitologya Sözlüğü'nde, "Pegasus'un şairler atı sayılışı, antik değil, modern bir tasavvurdur." diye yazar(6)
    Edip Cansever, İkinci Yeni şiirinin olduğu kadar Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin de en önemli temsilcilerindendir. Mitoloji; Cansever için imge oluşturmada önemli bir kaynaktır. Şiirlerde tematik ve imgesel bağlamda mitolojiden yararlanır. Özdemir İnce, "Edip Cansever de şiirlerinde: Yunan mitolojisi kaynaklı simgeleri kendi adlarıyla (Antigone, Pegasus vb.), kendi özgün içerik ve mesajlarıyla almıştır." der(7)
    Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır? kitabında Veysel Çolak, "Türk şiirinde mitlerden eylemle yazılmış çok örnek yok. İlk us'a gelen, Tevfik Fikret'in el aldığı Prometeus olsa gerek." der. Mitolojiyi şiirlerinde kullanan şairlere eklemeler yaparak, "Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Ömer Defne, Arif Damar, Hasan İzzettin Dinamo, Mehmet Başaran, Yılmaz Gruda, Ülkü Tamer, Ali Püsküllüoğlu, İlhan Berk, Sabahattin Kudret Aksal, Ece Ayhan, Ahmet Oktay, Güven Turan, Hilmi Yavuz..." gibi isimleri sıralamaktadır. Çolak; Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat ve Behçet Necatigil'in mitoslara eğilişinin daha bir yoğunluk taşıdığını ifade etmektedir(8)
    Mitlerin kendine özgü ifade şekilleri, gerçekleri, kuralları vardır. Mitolojilerde geçen karakterler, isimler, yer adları, canavarlar hem gerçek anlamlarında hem de benzetmeler ile edebiyat, müzik, sinema, resim gibi sanat dallarının birçoğunda kendini göstermiştir. Bunun sebebi mitlerin de insan yaratısı olmasıdır. 
    Postmodern toplumsal dinamiklerin ve kitle iletişim araçlarının atomize ettiği, parçaladığı bireyin eden) toplumsal bağının kurulmasında tarihî ve kültürel yönelişlerin sonucunda ortaya çıkan bilinç durumunun etkisi; mitlerin ve destanların önemi olay örgülerinden çok, yüklendiği anlam ve sembollerden ötürü önem taşır. 
    Mitolojinin sağladığı imgesel düşlerimiz olmasaydı; ne uzak dağları aşabilen bin bir renkli Zümrüdü Anka Kuşu, ne kanatlı at Pegasus ne de Homeros'un destansı İlyada'sı olurdu... İşte bu yüzden, mitoloji, sanatsal yaratıcılığın özünü oluşturmaktadır. 
    Yunan Mitolojisinde, "şiirsel ilham" olarak adlandırılan kanatlı at Pegasus, çok güçlü bir semboldür. Rengi tamamen beyazdır ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada koşan at gibi görünür. 
    Köken bilimine (Etimoloji) göre, Pegasus; "İlkbahar - İyi” anlamındadır. Diğer bir görüşe göre; Güney Kilikya'da Gök gürültüsü ve yıldırım ile temsil edilen Luvi - Hitit Hava tanrısı olan Pihassassi'den geldiği söylenmektedir(9)
    Medusa'nın kanından doğan Pegasus, Yunan Mitolojisi'nde Deniz tanrısı Poseidon ile Gorgonlardan biri olan yılan saçlı Medusa'nın oğlu ve adı 'altın kılıç' anlamına gelen canavar Chrysaor'un kardeşi olduğuna inanılır. Kimi kaynaklara göre, Sisyphus'un torunu olan Bellerophontes, Minerva'nın verdiği altın bir başlıkla gem vurduğu Pegasus'a binerek, ateş soluyan Chimaera'yı öldürür. Tanrıların  doğumlarını ve dünyanın başlangıcını anlatan ünlü Yunan şair Hesiodos,  "Theogonia" eserinde Pegasus'un doğumunu şöyle anlatır: 
    Phorkys ile birleşen Keto Graiaları doğurdu../ Gorgonları da doğuran Keto' dur.../ Sthenno, Euryale ve bahtsız Medusa.../Perseus kestiği zaman kafasını /Khrysaor'la Pegasos çıkıverdi kanından... / Biri Okeanos'un kaynaklarından doğduğu için, / öteki elinde altın kılıç tuttuğu için / almışlardı Pegasos'la Khrysaor adlarını. / Pegasos bırakıp davarlar anası toprağı/havalandı gitti ölümsüzlere doğru. /Zeus'un sarayında oturur şimdi / şimşekle yıldırım taşıyıp onun adına(10)
    Thomas Bulfinch, 1855'te hazırladığı Eski Yunan ve Roma mitlerini anlatan ve mitoloji dünyasına açılan kapı görevi gören eserinde: "Perseus, Medusa'nın kafasını kestikten sonra, yere dökülen kanlardan kanatlı at Pegasus ortaya çıktı. Minerva onu yakalayıp ehlileştirdi ve Musa'lara armağan etti. Musa'lar şarkı, müzik, oyun, şiir ve bilimden anlayan 'ilham perileri' olup Jupiter ile Mnemosyne'nin kızlarıdırlar. Helicon Dağı'nda yaşayan ve sayıları dokuz olarak sabitlenen ilk bellek tanrıçalarıydılar." diye anlatır. Minerva onları Pegasus'a bakmakla sorumlu tutmuştu. Adları (anlamları) ve etkili oldukları alanlar şöyleydi. Calliope (güzel sesli) - destansı şiir; Clio (ün veren) - tarih; Erato (arzulanan) - aşk şiiri; Euterpe (hoşnut eden) - lirik şiir; Melpomene (şarkı söylemek) - tragedya; Polymnia (birçok şarkı) - kutsal şiir; Terpsichore (dans etmenin zevki) - koro dansı; Thalia (neşeli) - komedya; Urania (cennet gibi) - astronomi(11).
    Mitoloji ile ilgili kaynaklarda yalnızca dokuz ilham perisinden bahsedilse de, "... yaşadığı dönemde ve daha sonraki dördüncü ve üçüncü yüzyıllarda Yunan kültürünün yaygın olduğu yerlerde ona büyük hayranlık duyanlar Sappho'yu 'onuncu esin perisi' olarak adlandırmışlardır(12)." 
    Pegasus, yeryüzünden ayrılarak Tanrıların diyarı olan Olimpos Dağı'na uçar. Zeus tarafından takımyıldızına dönüştürülür, şimşek ve yıldırım taşır. Musa'ların atı olan Pegasus, her daim şairlerin emrine amadeydi. Şair Longfellow da 'Pegasus in Pound' şiirinde bu ünlü atın maceralarından söz eder. Shakespeare de IV. Henry'de Vernon'un Prens Henry'yi anlattığı yerde Pegasus'tan dem vurur: 
    Gördüm sakallı Harry'yi, / Kalçalarında zırhı, kibarca silahlanmış, / Kuş tüylü Mercurius gibi yerden yükselip/yerine sıçradı kolaylıkla,/Bulutlar üzerinden bir melek düşmüş gibi, / Dönüp ateşli bir Pegasus'u uçurmak için / Ve dünyayı büyülemek için soylu biniciliğiyle. // (Bulfinch, 2011:152) 
    Rönesans'a kadar Ortaçağ'dan gelen bilgelik ve şöhretin simgesi Pegasus 19. yüzyılda şiirlerle ilişkilendirildi. Bu değişimin sebebi ise, Helicon Dağı'nda bulunan ve Musa'lara (ya da Müzler) ilham kaynağı olan Hippocrene Pınarı'nın Pegasus'un toynaklarıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılmasıdır. Bu nedenle, Pegasus genellikle "şiirsel ilham" ile özdeşleştirilir ve "şiirin esin perisi" diye algılanır. Mit kahramanının öyküsü Yunan sanatını olduğu kadar Avrupa klasik sanatını da etkilemiştir. 
    Mitler farklı toplumlarda benzer şekillerde ortaya çıkmışlardır. Türk Mitolojisinde önemli bir yeri olan kanatlı at'ın adı "Tulpar"dır. At; antik dönemlerden beri özellikle göçebe toplumlarda insanların en sadık ve en güvenilir dostu olmuştur. Kutsal varlıklar olarak görülmüş ve onlara efsanelerde, masallarda hep olağanüstü özellikler verilmiştir. At; gücü, büyük idealleri ve kararlılığı ifade eder. Kanatlı at ise zirvenin, en yüksek noktalara erişmenin, başarının sembolüdür. Manas Destanı'nda söylendiği gibi rüzgârdan bile hızlı koşarlar. Kazak kültüründe önemli bir yere sahip olan Tulpar'a günümüzde de Kazakistan Devlet Armasında rastlıyoruz. Armada iki yöne bakan iki altın kanatlı at vardır(13)." 
    Kanatlarıyla ruhun özgürlüğünü ve ölümsüzlüğünü temsil eden Pegasus'un, yalnız edebiyat - kültür-sanata değil, farklı alanlara da ilham verdiği görülmektedir. Şairler coğrafyasının "Dünya Şiir Günü" kutlu olsun! Pegasus'un kanatlarından hiç inmesin şairler... 

Seval Arslan, 6 Şubat 2021, Manisa 

Kaynakça: 
1'Erhat, Azra; Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi. (1978), S:5. 
2 Erhat, Azra; Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi. (2008). S:5. 
3 Ekşi Esin, Türk Mitolojisinde Gerçeklik, Yüksek Lisans Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mart 2017. S. 18-62 (İnternet kaynağı) 
4 Ergün Ünsal Asuman, "Mitoloji ve Şiir", Gazi Üniversitesi, Genç Bilim Adamları Sempozyumu, Ankara 2010. (https://www.edebiyatdefteri.com/62422-mitoloji-ve-siir/)
5 "Necatigil Behçet, Mitologya. İstanbul, Gerçek Y., 1988, s. 7. 
6 "Necatigil Behçet, Mitologya Sözlüğü, Sel Y., İstanbul, 2006, s. 119. 
7 "İnce Özdemir, "Edip Cansever: Yani O Kendine Sürgün Olan", Hürriyet Gösteri, 1990, s. 121. 
8 Çolak Veysel, Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır?, İkaros Y., genişletilmiş baskı, İst., 2011, S: 118-119-120. 
9 "Kara A., Din ve Mitoloji - Pegasus, (http://www. dinvemitoloji.com/2018/12/pegasus.html) 
10 Pegasus: Yunan Mitolojisinin Kanatlı Atı, (https:// okuryazarim.com/pegasus/) 
11 "Bulfinch Thomas, Bulfinch Mitolojileri, çev: Aysun Babacan - Bora Kamcez - Berk Özcangiller, Pinhan Y., İst, 2011. S.149-152-153-874-881-922-931. 
12 Sappho, Nedir Gene Deli Gönlünü Çelen, çev.: Cevat Çapan, Can Y., II. basım, İstanbul, 2014, s. 14.
13 Öztürk Derviş, Türk Mitolojisinde Kanatlı At "Tulpar", (https://atdunyasi.com.tr/)

Resim: Fortunino Matania







14 Haziran 2025 Cumartesi

Yürüyen İşçiler Kapılarında İstanbul’un

Yürürüz devrim gününde
Bütün Ulusun önünde 
Toprak bu yurt denen toprak 
Bu yurt benim elim aya’m 
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak. 

İşçi yürür mü yürür ya 
Koca illere varır ya 
Ağayı beyi görür ya 
Kalmadı gerçeğe uzak 
Bu yurt benim elim aya’m 
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak.

Ölü girer gecesine 
Ulaşır dağ yücesine 
Bittim dedim nicesine 
Sustular taşlar gibi bak 
Bu yurt benim elim aya’m 
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak. 

Kişi kişiye kul değil 
Neden karanlık al değil 
Yeryüzü uzun yol değil 
Varılır gökler aşarak 
Bu yurt benim elim aya’m 
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak. 

Fazıl Hüsnü Dağlarca








İzleyiciler