Alacakaranlık artık öylesine çökmüştü ki, Rubashov resimdeki elleri göremiyordu. İki kez çalan tiz zil sesi her yana dağıldı; müze on beş dakika sonra kapanacaktı. Rubashov saatine baktı, daha son sözü söylememişti, görevi ancak o zaman bitecekti. Richard yanında kıpırdamaksızın oturuyordu. Sonunda, gene dümdüz, yorgun bir sesle dedi ki: "Dedikleriniz kuşkusuz doğrudur. Daracık dağ patikası benzetmeniz de çok güzel. Benim tek bildiğim ise yenik düştüğümüz. Hala yanımızda olanlar da bir bir terkediyorlar bizi. Belki de dağın tepesindeki patika çok soğuk geliyor onlara. Ötekilerin müzikleri var, parlak renkli flamaları var, hepsi de sıcak bir ateşin çevresinde oturuyorlar. Belki de bu yüzden onlar kazandı ve biz de bu yüzden kafalarımızı taşa çarpıyoruz."
Rubashov ses çıkarmadan dinliyordu. Kendi son sözünü söylemeden önce çocuğun söyleyeceklerini bitirmesini istiyordu, Gerçi bu aşamada Richard ne derse desin o cümle değişmeyecekti, gene de dinlemeyi sürdürdü.
Arthur Koestler, Gün Ortasında Karanlık, İletişim yayınları S.47
Çeviren: Pınar Kür

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder