Hüseyin Murat Çinkılıç
18 Eylül 2011 Pazar
17 Eylül 2011 Cumartesi
Her kıyı kendisine uzananı, kendi denizi sanır...
Karşıdaki kıyı için kıyısına veda eden denizdir aşk! Çoğalır, genişler, derinleşir; ancak, herkesin ayağını sokabildiği sığ bir yere varır. Oltasını arayan bir teslimiyetle yüzen şımartılmış balıklar denizin ortasında kalmıştır. / (...) / Her kıyı kendisine uzananı, kendi denizi sanır...
17 Haziran 2011 Cuma
26 Nisan 2011 Salı
Tahir ile Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da..
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir' le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir' i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nâzım Hikmet Ran, 1947
Zühre olmak da..
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir' le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir' i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nâzım Hikmet Ran, 1947
18 Nisan 2011 Pazartesi
Teselli
Bu sevdanın bağından
Gözüm senin boşluğunda kaldı
Benimki dar, havasız
Yüreği kar toplamayana
Fırtına sorulur mu
Düzyazı uzatır ömrünü
Şiir söz dilenmez
Ellerin nar
Tuttuğumda bu kadar
Kalabalık değillerdi
Günden güne çoğaldılar
Hiç değilse dalgakıranlarla
Arası iyi kağıdın
Hiç değilse kiracıyız bu şiirde
Uzun kalacak kadar
Komşu değiliz yalanla
Hiç değilse trenli hala çocukluklar
Bir şiirin beş parmağı aynı olur mu
Bir narın her bir tanesi
Aldım gözlerini içimde gezdirdim
İpek bir şal gibi dolandı omzuma gece
Aldım geceyi yıkadım taş bir avluda
Sözünde mavi olmayana okyanus sorulur mu
Didem Gülçin Erdem
30 Mart 2011 Çarşamba
Tersine Dünya Okulu - Dil / 3
Viktoryen Çağ'da evli olmayan hanımların önünde pantolonlardan bahsedemezdiniz. Bugün de kamuoyu önünde bazı şeyleri söylemek iyi karşılanmaz:
Kapitalizm sahne ismi olarak pazar ekonomisini kullanıyor;
Emperyalizme küreselleşme deniyor,
Emperyalizmin kurbanlarına gelişmekte olan ülkeler deniyor, cücelere çocuk demek gibi bir şey bu;
Oportunizm pragmatizm oldu;
İhanetin adı realizm;
Yoksullara yoksun, dar gelirli ya da kıt kaynaklı insanlar deniyor;
Yoksul çocukların eğitim sistemi tarafından dışlanması eğitimi yarıda bırakma adı altında tanıtılıyor; Patronun, işçinin tazminatsız ve açıklamasız işine son verme hakkına emek piyasası esnekliği deniyor;
Resmi dil, kadın haklarını azınlık hakları arasında tanıyor, insanlığın yarısını oluşturan erkekler çoğunlukmuş gibi;
Askeri diktatörlük yerine süreç deniyor;
İşkenceye, yasadışı baskı ya da fiziksel ve psikolojik baskı deniyor;
Hırsızlar iyi bir aileden olunca, kleptoman oluyor;
Kamu kaynaklarının çürümüş bir politika tarafından boşaltılmasının adı yasadışı servet edinme oluyor; Otomobillerin işlediği suçlara kaza deniyor;
Kör yerine görme engelli deniyor;
Zenci, renkli insan oluyor;
Uzun ve acılı hastalık dendiğinde kanser ya da AIDS olarak okunmalı;
Ani ölüm, kalp krizi anlamına geliyor;
Asla ölüm denmez, fiziksel kayıp;
Askeri operasyonlarda yok edilen insanlar da ölü değildir, çatışmada ölenler zayidir, sivillerse kayıplardır;
1995'te Fransa Güney Pasifik'te nükleer denemeler yaparken Fransız büyükelçisi Yeni Zelanda' da açıkladı: 'Bu bomba kelimesi hoşuma gitmiyor. Bomba değil bunlar. Bunlar patlayan mekanizmalar';
Kolombiya' da askerin himayesi altında insanları öldüren bazı grupların adı Ortak Yaşam;
Şili diktatörlüğündeki toplama kamplarından birinin adı Haysiyet'ti, Uruguay diktatörlüğünün en büyük cezaevinin adı Özgürlük;
1997'de Chiapas'ta Acteal Köyü'nün kilisesinde dua ederken tamamı çocuk ve kadın kırk beş köylüyü arkadan makineli tüfekle tarayan yarı askeri örgütün adı Barış ve Adalet'ti.
8 Mart 2011 Salı
anneler kaçar gibidir
söyle ben saçlarımı kestirsem ne olur
bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur
herkes annesi sanır bir kısır yalnızlığı
oysa herkesin annesi aslında bir baruttur
eylülden ürken temmuz şafaktan korkan gece
dağları bölümleyen o babadan kaçan sudur
hatırla her gün bir çalar saatle oynadığını
çalar saatler bir çocuğun uyanılacak uykusudur
soğuk iklimler, kırımlar akar gider derisinden
çalıp söylediği öğrenip oynadığı bir tabuttur
anne saklanır, baba koşar, günleri münleri bölerler
anne de baba da parça parça bir geyik yavrusudur
birinin sırtı ince, birinin elleri kalın
ikisi de bir gölün saygıdeğer komşusudur
ey hayalin sonsuz çalıştığı gölleri bölmek dönemi
o zaman artık bir yerlerde hazin mevlutlar okunur
dersin ki ayışığı kimin babası kimin oğlu o zaman
sanki herkesin işi bir bölmedir, uzun uzun solunur
senin şarkın bir avcı borusudur ormanları tutar
büyür, yankılanır, bir kale yıkıntısında saygıyla durur
ey en bilge sesi gelip duran sonra akan suların
bilirsin her akşam nasıl öksüz, nasıl güçlükle olur
her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur
babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur
saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim
çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur
günleri bölümlediler ve sonra suya gittiler çoğu
babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur
bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur
herkes annesi sanır bir kısır yalnızlığı
oysa herkesin annesi aslında bir baruttur
eylülden ürken temmuz şafaktan korkan gece
dağları bölümleyen o babadan kaçan sudur
hatırla her gün bir çalar saatle oynadığını
çalar saatler bir çocuğun uyanılacak uykusudur
soğuk iklimler, kırımlar akar gider derisinden
çalıp söylediği öğrenip oynadığı bir tabuttur
anne saklanır, baba koşar, günleri münleri bölerler
anne de baba da parça parça bir geyik yavrusudur
birinin sırtı ince, birinin elleri kalın
ikisi de bir gölün saygıdeğer komşusudur
ey hayalin sonsuz çalıştığı gölleri bölmek dönemi
o zaman artık bir yerlerde hazin mevlutlar okunur
dersin ki ayışığı kimin babası kimin oğlu o zaman
sanki herkesin işi bir bölmedir, uzun uzun solunur
senin şarkın bir avcı borusudur ormanları tutar
büyür, yankılanır, bir kale yıkıntısında saygıyla durur
ey en bilge sesi gelip duran sonra akan suların
bilirsin her akşam nasıl öksüz, nasıl güçlükle olur
her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur
babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur
saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim
çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur
günleri bölümlediler ve sonra suya gittiler çoğu
babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur
Turgut Uyar
30 Ocak 2011 Pazar
Sular Gibi
Sesin bir fesleğen olup kokardı
Ben bu yüzden hep türküler yakardım
Yakın gelip uzak uzak dururdun
Keder dolu ömür geçti bilmedin
Seni baharlara yazlara sordum
Seni yolculara yollara sordum
Kimse bilmez kimse bilmez bu aşkı
Keder dolu ömür geçti bilmedin
Bir yel esse selamın var sanırım
Turnalar göç eder bakakalırım
Hasret türkülerle büyür durmadan
Keder dolu ömür geçti bilmedin
Ahmet Telli
Yorum: Tolga Çandar & Seza Kırgız
20 Ocak 2011 Perşembe
Tahtadan Yaptığım Adam
ne yemek yiyor
ne konuşmak biliyor
kaskatı gözlerle
görünmez yerlere bakıyor
tahtadan yaptığım adam
hatırlıyor ki
bir zaman
nefes alan
ince ince yaprakları vardı
toprağı iştiha ile yiyen
liften
ince ince ağızları vardı
tahtadan yaptığım adam
ağaçtan uzaklaştı
ve insana yaklaştı
yazık ki
ne insan oldu
ne ağaç
Asaf Halet Çelebi
16 Ocak 2011 Pazar
Leonardo’nun Kökleri İstanbul’ da Çıktı

Kitapta Caterina İtalya’ nın Vinci kasabasında geleneksel bir eczacı olan babasıyla birlikte yaşayan, dönemin standartlarına göre “fazla meraklı” bir kız. Kırlarda, bahçelerde geçen serbest çocukluğunun ardından sekiz yaşına geldiğinde babası Ernosto ona eczacılığı, tedavinin ve büyü yapmanın formüllerini öğretir. Özgür bir ruha sahip olan Caterina, kırlarda ot toplamak amaçlı gezintilerinden birinde komşu oğlu Piero ile tanışır. Elbette büyük bir aşk başlar, ancak imkânsız bir aşktır, çünkü Piero’ nun ailesi zengindir, Caterina ise bir köylü kızıdır neticede. Bu durum Caterina hamile kaldığında evlenmelerine de mani olur. Dönemin İtalya’sında babasız bir çocuk doğurmak, bir kadın için toplumun kıyısına itilmektir. Caterina “kocaman anne yüreği” ile tüm güçlükleri göze alır ve çocuğunu, yani Leonardo’yu doğurur. Yıl 1452, Caterina henüz 16 yaşındadır. Birkaç yıl büyütür oğlunu, yanından ayırmaz, ancak Leonardo dört yaşına geldiğinde Caterina’dan alınır ve babasının ailesine verilir.
Roman bu minvalde sürükleyici bir şekilde ilerliyor. Peki Maxwell’ in çizdiği, oğlunun dehasında büyük izi olan “dahi köylü kız Caterina” karakteri ne kadar gerçek? Tarihçilerin hemfikir olduğu noktalar var; mesela babası Ser Piero, Leonardo doğduktan kısa bir süre sonra Albiera ile evlendi, annesi de birkaç ay sonra evlenmekte gecikmedi. Annesi ile babası evlenmediği için Leonardo evlilik dışı bir çocuk olarak yaşamanın zorluklarıyla büyüdü. Üniversiteye gitmesi yasaktı. Temel eğitimini okulda aldı fakat Latince, matematik, fizik, anatomi gibi bilimleri kendi çabalarıyla öğrendi. Babasının ailesinin evinde büyümesine rağmen yasal olarak onun varisi değildi, yaygın geleneği izleyerek babasının adını dahi almadı.
Uzun yıllar, Leonardo doğduğunda 25 yaşında olan babası Ser Piero di Antonio’ nun noter, annesi Caterina’ nın ise bir köylü kızı olduğuna inanıldı. Oysa son araştırmalarla Caterina’ nın hayatındaki sırlar aydınlanıyor. Bir iddiaya göre Caterina Orta Doğu kökenli bir köleydi ve İtalya’ya İstanbul’dan gelmişti. Köle sahibi olmak o yıllarda Tuscany’ de çok yaygındı. Üstelik sonradan Hıristiyan olan köle kadınların yaygın olarak aldığı isimlerden biri Caterina’ydı. Bu bilgiler, 1493 yılında Milano’ya gelen ve hayatının son iki yılını oğlunun yanında geçiren Caterina ile Leonardo’nun mektuplarını inceleyince ortaya çıktı. Da Vinci Müzesi’nin 25 yıllık araştırmaları sonucunda gün ışığına çıkan mektuplarda, ilişkilerinin giderek yakınlaştığı görülüyordu. Hatta annesi öldüğünce cenaze masraflarını Leonardo ödedi. Müze Müdürü Alessandro Vezzosi’ ye göre mektuplar Caterina’nın Orta Doğu geçmişinin sanatçı, matematikçi ve felsefeci olarak Leonardo’nun üzerinde sanılandan çok daha fazla etkili olduğunu gösteriyor. Vezzosi Leonardo’nun hayatının son yıllarında Orta Doğu’ya giderek daha fazla ilgi duyduğunu belirtiyor.
Chieti Üniversitesi Antropoloji Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Luigi Capasso, bu bulgulara yenilerini ekledi. Üç yıllık bir araştırmada, sanatçının 52 eserindeki 200′e yakın parmak izi kalıntısı incelendi. Sonuç, Leonardo’nun parmak izinin yüzde 60 Arap özellikleri taşıdığı idi, ki annesinin Orta Doğulu bir köle olduğu bulgusunu kanıtlıyordu. Bu iddialara karşı çıkanlar da oldu, bazı uzmanlar parmak izlerinin Leonardo’ ya değil, zaman içinde tablolara ya da el yazmalarına dokunan kişilere ait olabileceğini ileri sürüyor. Ancak Capasso’ ya göre, Da Vinci’ ye ait olduğundan şüphe edilmeyecek izlerin varlığı göz ardı edilmemeli.
Leonardo ve Caterina’ ya dair son bir iddia da Kanadalı araştırmacı Louis Buff Parry’den geldi. Parry’ye göre Caterina sadece Orta Doğulu değil, bir Müslüman’dı, üstelik Azeri! “İstanbul’dan gelen kölelere İtalya’da Caterina ismi verilmesi yaygındı” diyen Parry, iddiasını daha da ileri götürüyor ve Leonardo’nun annesinin izlerini aramak için Anadolu’ya ve Azerbaycan’a seyahat ettiğini söylüyor.
15 Ocak 2011 Cumartesi
Beni Öp Sonra Doğur Beni
Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.
Cemal Süreya
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.
Cemal Süreya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)