21 Ağustos 2024 Çarşamba

Belkim Bir Kertenkeleydim

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim

Can Yücel

Resim: Van Gogh, A Wind-Beaten Tree


19 Ağustos 2024 Pazartesi

gece.. kalbim..

sevdayı kesif yerinden sınayacak gece
sıkı duracak avuçlarım; ve parmaklarım
yıldızlaşacak birdenbire; o an, işte
kalbime değdirip çekiyorum elimi

her rüzgârın şarkısı vardır ayrılığa dair
alacakaranlıkta dağ başında eser, kimsesizdir
ışıltısız gece yaralı bir adam kalbidir
kalbime değdirip çekiyorum elimi

gitmediğin şehirleri düşlersin; ve bilmediğin
bir yabanıl özlemde savrulur küllerin 
talan edilmiş yangın yeridir kalbin 
kalbime değdirip çekiyorum elimi

Tufan Akgül

Resim: İvan Konstantinoviç Ayvazovski


"İki Şehrin Hikâyesi" / "A Tale of Two Cities"

“Zamanların en iyisiydi, en kötüsüydü zamanların; bilgelik çağıydı ve aptallık; inanç dönemiydi, kuşku dönemiydi; Işığın mevsimiydi ve Karanlığın; umudun ilkbaharıydı, umutsuzluk kışıydı; önümüzde her şey vardı, hiç bir şey yoktu önümüzde; cennete gidiyorduk hepimiz ve tam tersi yöne…” 

Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, Açılış Paragrafı

“It was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of Light, it was the season of Darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to Heaven, we were all going direct the other way…”  

Charles Dickens, A Tale of Two Cities, Opening Paragraph


Akşamlar Hey Akşamlar

Kim esir değildir
Kendi içerisinde?
Akşamlar hey akşamlar!

Doğmasaydım eğer
O küçük şehirde
Kim böyle boş gezer,
Yüzer gibi olur,
Bir koca nehirde?

Yorgunluk hey yorgunluk!
İnatçı yorgunluk!
Dalgın bir yüz kadar
Tozlu ayakkabılar.
Yorgunluk hey yorgunluk!

Cahit Külebi


Akşam Türküsü

Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı
Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş… Artık yazmıyor musun?

Kirazlar aldandı
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi… arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

Kızımın da adı Ayşe
Yiğit atılır ateşe
Bu ışık böyle büyüsün
İş düşmez bir gün güneşe

Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla
Ninni söyle:

Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur
Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini

Sennur Sezer

Resim: Nurullah Cemal Berk

Kavuşma

Bir şarkı 
yolculukların dökkün kemanından uzun
kavuşma bilincinin hareli marşı
masalın mayası Kafdağında değil bahçemde
böğrümün yuvasında koruduğum bir fırtınalar
gemisinden çıkmış forsa yüreğim
ve sesimin Asyalı kendir halatları.

Suyu ısıt
kökleri kaynat büyülü ilacı kar
zamanın yaralarını onar sıyrıkları gider
ben evrenin bir duvar afişinden düştüm 
sokak ve çocuklar şimdi uyanırlar 
çınlayıp gelirler öğrenirler kimliğimi
sitem ederler sen yine
suyu ısıt kökleri kaynat
ilacı kar.

Ve anlat
toza dönüşmüş yuvaları ataların
anıların izlerini silmiş rüzgâr
ben ancak yolculuğumun destanına başlarım 
direnmiş forsa yüreğim ve
Asyalı kendir halatlarından gayrı sesimin
hiçbir şey yok çıkınımda
sana ve çocuklara getirebildiğim
suyu ısıt kökleri kaynat
büyülü ilacı kar.

Azer Yaran (1949 - 2005)


17 Ağustos 2024 Cumartesi

Gün Ağarırken Siperlerde

Karanlık eriyip gidiyor - 
Zaman hep o tekinsiz zaman. 
Sadece bir canlı varlık sıçrıyor elinden -  
Garip alaycı bir fare - 
Kulağıma takmak için 
Bir gelincik koparırken siperden. 
Hey gidi garip farecik - vururlardı seni de 
Bilseler böyle ırk ayrımı gözetmediğini 
Şimdi dokundun ya şu İngiliz eline, 
Aynı şeyi bir Alman'a da yaparsın kuşkusuz -  
Çok geçmeden canın çeker de geçersen 
Aramızda uyuyan çayırları. 
İçinden gülüyorsundur giderken 
Baktıkça o delikanlılara: 
Sırım gibi, korkusuz bakışlı, 
Senden daha az yaşama şansı olan 
Ve ölümün keyfine bırakılmış, 
Uzanıp sere serpe toprağın bağrına 
Fransa' nın delik deşik edilmiş ovalarında. 
Nedir gözlerimizde gördüğün 
Çelikle alevin gürlemesinde 
Şu dingin havanın içinde? 
Nasıl bir çırpınış - hangi korkulu yürek? 
Gelincikler ki - kökleri insan damarlarında- 
Soluyorlar, durmadan solup düşüyorlar; 
Oysa güvenlik içinde benim gelincik 
Kulağımın ardında, 
Yalnız tozlanmış biraz. 

Isaac Rosenberg

Çeviri: Cevat Çapan



Ne Kalır Askerden Geriye?

Ne kalır askerden geriye, 
devriyede öldürülen, birkaç ay önce? 
Sadece bir çelik miğfer, ters dönmüş; 
dağılmış birkaç güneş yanığı kemikle,
bronzlaşmış, kıllı bir deri, 
ve çürüyen paçavralar 
çiçeklenen devedikenlerinde.

Muharebe alanı temizlendiğinde, 
millerce ötede, eski kanalın çevresinde, 
orada yaşayanlar evlerini bulmaya çalıştılar; 
bir ümit! - Oysa buldukları evleri yerine 
metruk ileri karakollarla 
toprak altına kazılmış oyuklardı; 
cephede kazılan siperlerin olduğu yerde,
-Almanların dikenli teliyle bizimkinin arasındaki-
o sahipsiz ülkede.

David Bomberg




Siperler / The Trenches

Balçığa gömülmüş sonu görünmez yollarda, 
Çıkıntılar, ve engeller, saçaklanmış harap otlarla, 
Kavanozlarda can çekişirken mavi uyuzotu tohumları; 
Gökyüzü, bir kuyudan görülüyormuşçasına, 
Berraktır donmuş yıldızlarla. 
Lanet ederek sendeliyoruz kaygan tahtalar üstünde 
Lanetlenmişiz gibi dürter bizi görünmez bir gazab, 
Sakinleştirilemez ve tekdüze. 

İşte eğimli bir baca, ve aşağıda 
Zayıf bir mumun tozlu ve titrek ışığı 
Yüzükoyun huzursuzca uyuyanlar Mırıldanarak, 
Ve uyuyamayan adamlar, 
Maske gibi cansız yüzleri, 
Parlak, ateşli gözleri, uzattıkları dudakları, 
Ve mahzun, merhametsiz, korkunç yüzleriyle,

Her biri dönmüş bir lanete. 
Buradaki girintide, miğferli bir nöbetçi 
Sessiz ve hareketsiz, gözetliyor uyurken ikisi, 
Görüyor uzandığını önünde 
Kaygısız gözlerle, çatlayıp yarılan toprağın 
Ahmakça kaskatı kesilmiş insanlarla birlikte 
Sanki hiçbir zaman insan değillermişçesine.

Ölüdür şimdi aşkla gülen veya şakıyan dudaklar, 
Hayata tutunmak için sabırsızlanan gençliğin elleri, 
Gözden göze gülen gözler, 
Ve hepsinin de anneleri, babaları vardı, 
Ah aşk, kolayca yaşandı, ve yanıp kül oldu 
Bir erkeğin ilk gençliğinin hevesiyle: buraya kiralandılar sonra, 
Neredeyse hiçbir şeyin farkında değillerdi, hepsi yabaniydi; 
Ve saçıldılar etrafa kanlı parçalar halinde, leş olmak için 
Sıçanlarla kargalara.

Ve nöbetçi hareketsiz durur, dikkatle gözetler 
Geceyi bir tehdite karşı, yorgun gözleriyle.

Frederic Manning

Endless lanes sunken in the clay,
Bays, and traverses, fringed with wasted herbage,
Seed-pods of blue scabious, and some lingering blooms;
And the sky, seen as from a well,
Brilliant with frosty stars.
We stumble, cursing, on the slippery duck-boards.
Goaded like the damned by some invisible wrath,
A will stronger than weariness, stronger than animal fear,
Implacable and monotonous.

Here a shaft, slanting, and below
A dusty and flickering light from one feeble candle
And prone figures sleeping uneasily,
Murmuring,
And men who cannot sleep,
With faces impassive as masks,
Bright, feverish eyes, and drawn lips,
Sad, pitiless, terrible faces,
Each an incarnate curse.

Here in a bay, a helmeted sentry
Silent and motionless, watching while two sleep,
And he sees before him
With indifferent eyes the blasted and torn land
Peopled with stiff prone forms, stupidly rigid,
And tho' they had not been men.

Dead are the lips where love laughed or sang,
The hands of youth eager to lay hold of life,
Eyes that have laughed to eyes,
And these were begotten,
O Love, and lived lightly, and burnt
With the lust of a man's first strength: ere they were rent,
Almost at unawares, savagely; and strewn
In bloody fragments, to be the carrion
Of rats and crows.

And the sentry moves not, searching
Night for menace with weary eyes.

Frederic Manning



Bazen

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare

Resim: Gustav Klimt, Garda Denizi, 1913, Yağlı Boya 110x110 cm.


"Gerçekten sevenler için bir kitap, her şey olabilir ama asla bir meta olamaz."

"Satın aldığınız tüm kitapları okumak zorunda olduğunuzu düşünmek aptallıktır, tıpkı okuyabileceklerinden daha fazla kitap satın alan kişileri eleştirmek gibi. Bu, yenilerini satın almadan önce satın aldığınız tüm çatal bıçak takımlarını, bardakları, tornavidaları veya matkap uçlarını kullanmanız gerektiğini söylemek gibi bir şey olurdu.

Hayatta, yalnızca küçük bir kısmını kullanacak olsak bile, her zaman bol miktarda malzemeye sahip olmamız gereken şeyler vardır.

Örneğin, kitapları ilaç olarak düşünürsek, evde birkaç tane olmaktansa birçok kitap bulundurmanın iyi olduğunu anlarız: Kendinizi daha iyi hissetmek istediğinizde, 'ilaç dolabına' gider ve bir kitap seçersiniz. Rastgele bir kitap değil, o an için doğru olan kitabı. Bu yüzden her zaman bir beslenme seçeneğiniz olmalı!

Sadece bir kitap satın alıp , yalnızca onu okuyup ve sonra da ondan kurtulanlar  tüketici zihniyetini kitaplara uygulayanlardır, yani onları bir tüketici ürünü, bir mal olarak görürler. Gerçekten sevenler için ise bir kitap, her şey olabilir ama asla bir meta olamaz."

Umberto Eco


16 Ağustos 2024 Cuma

Beyazlar Gelince

Ye, ye henüz ekmek varken, 
İç, iç henüz su varken 
Gün gelecek kırağı çalacak toprağı
Her şey yıkılıp gidecek 
Gözler ölümle kapanacak 
Baba, oğul, torun asılacaklar aynı ağaca
Her şey yıkılacak 
Ve halk ormana dağılacak.

Helen Miller Bailey ve Abraham Nasatir



İzleyiciler