31 Mart 2025 Pazartesi

Gökyüzü Anımsar Belki

1.
Bir köy mü Düzlüce
Göçmen kuşların geçerken düşürdüğü

Rüzgâr rahvan atıyla buğday tarlalarında
Bizi bir efsaneye sürgün eyledi

            Yağmur yüzlü çocuklar boyardı ufku
            İhtiyar Heyeti uğraşsın dursun
            Kim çimenlerin hayaline ortak?
            Fırça kimin elinde?
2.
Düzlüce bir köy mü
Göçmen kuşların göçerken gördüğü

           Boran Kızı'nın kağnısında dağların eğni
           ve türküsü Çalkan Hanife'nin, Saldır Aşa'nın
           hangi çayın damarlarında?
           Anımsar mı pıynarlar
           "ateşi ve ihaneti"?
3.
Bir köy mü Düzlüce
Göçmen kuşların geçerken yunduğu

           Bilmem ki nereye
           kanat çırpan leylak?
           Gökyüzüne düğümlenmiş raylar
           ellerim patika, bak

Bir köy mü Düzlüce?
Kuşların geçerken unuttuğu

Mehmet Mahzun Doğan, (8-11 Ekim 2021, Düzlüce Köyü / Banaz)

İnsan Bu Kadar Yaşamamalı, Artemis Dergisi, Hermos Şiir Dizisi, 1.basım, Ağustos 2024


29 Mart 2025 Cumartesi

Kuş ve Aşk

bu bir ayrılık valsiydi ama etmedi dans
kazakörümü bu avcı yine çıktı karşına
camküreye alev saçan batık bir kuştu o
yersiz yeminlere sığındı, yenilen sonsuzluğa

dili bale oldu dölündeki yas bir çocuk
büyüdü içindeki sis, adını yalnızlık koyduk

yeryüzü dokunaklı bir arsa, susuz oluk
yüzü ateşleyen harmanı, o bakımsız süs
ne yağmur söndürdü ne fırtına ne okyanus
asil bir periydi kucakladı tutkumu

dölü hâle oldu, dilindeki oyuk bir vaha
duruldu anılar akıntısı, kokunu bitimsiz kıldık

dolunay o usulsüz damla, aşımı kanırttı
kimi arayıp bulsam karşımda kırık bir pus
daldı avluma hızla pelerinle zırh
'kuş ve aşk' adı: içimden kaçan uçurumlar ordusu

kili kale oldu, külündeki meşale bir soluk
afaroz ediliyor arzumdan melekle şeytanın tacı

Orhan Kahyaoğlu

Hoyrat Bir Ruhun Eksilme Tabloları, Korsan Yayınları, S.43-44



Kemal Tahir'e Mektup

"Malatya" diyorum,
        senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.
Bursa'da kaplıcalar
                   Amasya'da elma
                        Diyarbakır'da karpuz ve akrep.
fakat senin oranın,
                      Malatya'nın
                              nesi meşhurdur,
yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,
                              suyu mu, havası mı?
Düşün ki hapisanesi hakkında bile fikrim yok.
Yalnız :
bir oda,
bir tek penceresi var:
                         çok yüksek olan tavana yakın.
Sen ordasın
dar ve uzun bir kavanozda
                              küçük bir balık gibi...
Teşbihim hoşuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
              kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklısın Kemal Tahir,
emin ol ben de öyle,
muhakkak ki arslanız,
şaka etmiyorum
                     hattâ daha dehşetli bir şey:
                                                          insanız...
Hem de hangi tarihte, hangi sınıftan,
                                                 malum...
Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde iş değişmiyor,
                                                       ikisi de bir,
                                                       hele bu günlerde...
— Bunu içerde rahat ve masun
                                            yatan bilir — ...

Hele bu günlerde,
Sarıyerli Emin Beyin fıkralarına gülmek,
sevgili kitapların ve domatesin lezzeti,
tahtakurularına rağmen uyku
                               — günde üç tatlı kaşığı Adonille de olsa —
ve Tahir'in oğlu Kemal
hattâ mektup gelmesi senden
ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havanın ışığını,
karıma olan aşkımdan başka
                          nefsimin herhangi bir rahatlığını
                                                               affedemiyorum...

Fartı-hassasiyet?
Değil.
Döğüşememek,
bir mavzer kurşunu kadar olsun
                                         bilfiil
                                            doğrudan doğruya...
Ancak kavgada vurulan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
                                       en mühimi hürriyetlerin.
İçerim yanıyor, Kemal,
                       dışarım serin...

Anlıyorsun ya,
zaten ettiğim lâf
                 bizim lâflarımızın herhangi biri:
                                           çok konuşulmuş,
                                                  ve konuşulmakta olan...
Şimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
dizlerinde âtıl ve çaresiz yatan ellerine küfredip acıyarak
                                                                            bu lâfları ediyor...

Anlıyorsun ya,
zarar yok,
ben anlatacağım yine!...
Elden hiçbir şey gelmediği zaman
                                   konuşup anlatmanın alçak tesellisi?

Belki evet,
belki hayır...
Hayır öyle değil.
Hangi teselli bırak be dinini seversen bırak...
Bu, düpedüz,
başın önde, olduğun yerde dolanarak
kükremek, böğürüp bağırmak, Kemal...

                                                                         1941, Sonbahar..

Nâzım Hikmet Ran

Kuvâyi Milliye, Şiirler 3, Adam Yayınları, S.187-189



Öylesine Bir Masal ki

Benim bahçem yoksuldu;
İki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan.
Kuşlarım ödünç alırdı kanatlarını
İşlerinden yorgun dönen arkadaşlarından.

Zeytin, peynir, reçel, bal
Konserleri verilirdi her gece
Sofralardaki yapayalnız ekmeklere
Ve yokluklar yarına bırakılırdı böylece.

Soğuk sular akardı çeşmelerden,
Doktorlar saklambaç oynardı hastalarla.
Her akşamki sazlı-sözlü eğlencelerden
Çocuklar hasta olurdu pastalarla.

Aylı-yıldızlı-mehtaplı gecelerdi tüm
Sokaklar, evler ışıl-ışıl parlardı.
Çözümlemesi zor bilmecelerdi, kördüğüm;
Ve bakar bakmaz çözüm bulan adamlar vardı.

Öyle okullarımız vardı ki orada
Öğretmenler Hoca’larının öğrencisi değil.
Ner’deyse kulu-kölesiydi, kıran-kırana.
Derslere bile girilirdi arada.

Nasıl anlatsam, bizim ora’lar
Öyle sıradan bir semt, bakımsız bir mahalle değil,
Sanki Cennet’ten bir köşe,
Bağımsız bir masal ülkesiydi.

Ah! Sizler görmediniz çocuklar, çünkü
- Dilerim görmeyiniz - o günler geride kaldı.
Dinlemediniz böylesine bir öykü.
Şairine gülmeyiniz, bir masaldı.

Özdemir Asaf, Benden Sonra Mutluluk, Adam Yayınları, S.133-134


Beyaz Atlar Surlara

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya, bir kendi olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
İşte horoz öttü yüzümün yarısında
Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

Bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
İçince bir korsan ağzıyla içmeli
Eskidir, yorgundur, kayıptır diye yüzler
Bir sinek bir sinek mi vurunca öldürmeli
Ve sinek oldu muydu hafif bir uzaklık olur
Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil, Toplu Şiirler, Adam yayınları, S.82



27 Mart 2025 Perşembe

Korku Mimarlığı

    Bazı binalar size kucak açmaz, sizi kontrol eder, sizden üsttedirler. Yüksek. Erişilemez. Dokunulamaz. Bu binalara girilmez. Sadece yaklaşılır. Dikkatlice... Yavaşça... Padişahın tahtına yaklaşan bir kul gibi. O binaların yanında küçük görünürsün. Orada bir vatandaş değilsin. Merdivenlerin üzerinde salınan bir toz tanesisin. Mermer. Simetri. Sessizlik. Onlar hizmet etmek için değil, emretmek için inşa edilirler. Yönetenlerin ölümsüz, seninse geçici olduğunu hissettirmek için tasarlanmışlardır. Bunlar bina değildir. Bunlar mimarlık tiyatrosunda oynanan oyunlardır. Gücün başrolü, seninse itaatkâr figüranı oynadığın oyunlar. Bu kontrol mimarisidir. Parlak cepheler, dev boyutlar... Yumuşaklık yoktur. Oturulacak yer yoktur. Gölge yoktur. Amaç konfor sağlamak değildir. İtaat ettirmektir. Kimsenin toplanmadığı meydanlar yapılır. Görkemli ve kontrollü şölenler için sahnelerdir bunlar. Ağaçsız, soğuk, düz, boş... Ama rahatça kontrol edilebilir ve gözlenebilir. Bunlar kamunun parasıyla yapılır ama kamusal alan değildir. Gerçek kamusal alan davetkârdır. "Kal, konuş, nefes al, dinlen" der. Bunlar "Eğil! itaat et! Sonra da defol!" der. Yani saygı için gösteriş ve abartıya ihtiyaç duyan güç, güç değil taşa bürünmüş bir korkudur. Korku mimarlığı işte böyledir."

Mimar Mine Kavasoğulları



25 Mart 2025 Salı

İstanbul

Bir cümle kuruyorum sade acı
Bir cümle kuruyor zenginleri hep şeker
Göğü yüktür bizim sırtımızda
Göğü ki sadece onları taşır üstünde

Yokmuş içinden deniz geçen başka bir kent
Böyle diyor kimyanı bozanlar
Peki var mıdır ki dünyada
Sırtını bir dağa yaslamayan
Veya içinden bir nehir geçmeyen
Ya çiçek polenlerinin baharda şehvetle dağıldığı
Ama çimlenecek toprak bulamadıkları
Her yolu motor homurtuları ile dolu
İnsanın ise bu kadar sessize alındığı bir kent!

Arzularımıza çevrilmiş surlar
Kesilmiş aşkların tüm nakil hatları
Her ortamı neon ışıkları
Tüm taşları mezar taşı
Kaplamış metal martılar her tarafını
Ve kültür musluklarından içilebilen
Tarihin zehirli pası

Pazarlarında, avm’lerinde alışverişi yapılan biziz
Bir yel gibi bir tık ile borsalarda
İşlem görüyor alın terimiz
Buharlaşıveriyor bir anda tüm biriktirdiklerimiz
Bir tık ile işsiz işlevsiz
Tokluğu getiremez olur hiçbir sipariş

Fiber optik kablolarından sayısız veri akar
Bakışlarımız, fikirlerimiz, beğenilerimiz
Her gün dolaşır sayısız emlak ilanı gibi
Ama nasıl olur da kimsenin fazlası
Bir başkasının eksiğine denk gelmez
Nasıl uzanamaz hiçbir tasarı geleceğe
Paranın o merceğinden geçmeden.

Fatih’in ve Siluetinle değil
Mimarın Sinan’la anılacaksın İstanbul
Çelik ve betondan kulelerinle değil
Harcına karışan işçi cesetleriyle
Devasa bir dert fabrikasısın
Çözemiyor dünyaca büyük adalet sarayların
İşte her gün adaletiniz batsın diyen
O sayısız insanla anılacaksın
Ne zaman toplu olsak kovulduğumuz meydanlarınla
Kadınların kahkahasına bıçak saplanan parklarınla
Kıtalar yerine yoksulluk ve yalnızlığı birleştiren
Köprülerinden intihar edenlerinle
Sokaklarda Polislerce vurulan Berkin’lerinle anılacaksın

Her türlü yabancıdır parasız olan bu kentte
El üstündedir paralı her kimse
Bizim için fethedilmedin İstanbul
Devam ediyor o talan ve sömürü düzeni
Ve hapishanesisin on beş milyonun şimdi
Seni ancak biz işçiler fethettiğinde
Çağ, asıl o zaman değişecek
O zaman güzelleşecek 
Ayasofya’n Süleymaniye’n Sultanahmet’in
Sokakların Boğazın göğün denizlerin
ve Cümle tarihin

Ali Eşki, Çağın Duygusu, Kafe Kültür Yayınları


24 Mart 2025 Pazartesi

Çağ Yılgını

O çağ ki hiç bilinmeyen
Gizi kutsal - Yaban güzel
Merakımı çeker ve beni daha
Bırakırım da görüntümü burada
Alır başımı giderim yalın-kat
O bilinmezliğe
O ilkel güzelliğe...

Atom, beton, kömür, demir, petrol
Büyürler yerlerinde - siz onlarla
Antenler radarlar size bayram
Size bayram bonolar, çekler -ne denir-
Oysa saatin sarkacı
Dişliye tutsak.
Bir sağa bir sola - istemese de.
Bunalırım elbet, elbet duramam
Babasını hiç bilmemiş
Anası çoktan toprak
O savaş öksüzünün yaşını kurutacak
Bir mendil bulunmazsa
Bir meltem esmezse.

Gelişim müjdelenir boynuz borularla
Ateşler yakılır - ava koşarlar
Çizerler resmimi kuma göğe ve suya
Giyimleri post, yaşamaları ilkel
Ama yürekleri, yürekleri uygar
Günü gelen doğar, günü yiten gider
Yetki vermez orada atoma - ecel.

Güneşi bölüşürler avuçlarıyla şavk şavk
Ve
Orda Tanrıdır aşk.

Türkan İldeniz, Buz Altında Yanardağ, Everest Yayınları


23 Mart 2025 Pazar

Telgrafhane

Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.

Melih Cevdet Anday, 1952


Ağıt Değil

Gücünüz varsa sizin
Sözcüğü tutuklayın.
Öğrenci, kitap, türkçe
En güzel kavramı dilimin
Özgürlüğü tutuklayın.

Ben ki düşünüyorum
Var olduğumdan beri
Silahlar bana dönük
Savaşlar sizin için
Gücünüz varsa artık
Usumu tutuklayın.

Açtı kendini, bir bayrak gibi işte
Ölümün üzerinde Hasan Tahsin...
Bu silah başka silah
Bu ölüm başka ölüm
Gücünüz varsa sizin
Ölümü tutuklayın.

Şükran Kurdakul


22 Mart 2025 Cumartesi

"Bir rüya gördüm. Yazık, rüyalarımı ziyan ediyorum."

14 Şubat 1981 Cumartesi, Saat 02.19 

    Saat 19 haberlerini dinlerken iyice uyku bastırdı. Yatıp uyudum. Bir rüya gördüm. Yazık, rüyalarımı ziyan ediyorum. Biyerde (Nişantaşı gibi biyer) Alpay Kabacalı'yla buluşuyoruz. Bir sinemaya gidiyoruz. Ben bu sinemaya hiç gitmedim diyorum. Giriyoruz. Benim biletim yok. Alpay önümden giderken bende iki tane var diyor. Bilet denetleyen kadına, öndekinde diye başımla işaret ederek geçiyorum. Biletçikadın bile ayrıntılarıyla kafamda. Bu rüyalar ne müthiş bişey. Gerçekte olsa böyle bir kadın hiçbir iz bırakmaz. Boylu poslu, kırk elli arası bir kadındı. Hafif kır saçlarını topuz yapmıştı. Bir geniş merdivenden başkalarıyla iniyoruz. Yapının güzelliği çok hoşuma gidiyor. Tavanlar çok yüksek ve heryan ceviz kaplama, duvarlar ve kimi yerde tavanlar da... Avizeler, lambalar harika... Bitakım salonlardan, geçitlerden geçiyoruz. O ne güzel mağazalar, konferans salonları... Duvarlar cilalı ceviz ağacı, ama salt kaplama değil, işli, nakışlı, oymalı, kabartmalı, çökertmeli... Rüya gibi güzel denir ya, işte tam öyle, rüyada rüya gibi güzel biyer görüyorum. Uzun, büyük... Kendi kendime, "İstanbul ne büyük, ne gizemli biyer, doğma büyüme İstanbulluyum. Bunca yıldır bu kentte yaşadım. Ne şaşılası şey, hem de İstanbul'un göbeğindeki böyle biyeri hiç bilmiyorum, gelmemişim buraya" diye düşünüyorum. Öyle büyük ki bu yer altı alanı, içinde bir de okul var; güzel giyimli öğrencileri görüyorum. 
    Alpay'a, "Burası ne güzel biyer, hiç gelmemişim... Kimin burası?" diyorum. "Helmut'un," diyor. Anlayamıyorum. Söylenişini açıklamak için, "Helmut Schmidt gibi," diyor. Demek İstanbullu bir zengin Alman'ın... Ama Alpay onu herkes tanırmış, benim de tanımam gerekirmiş gibi söylüyor. Bisürü güzel dükkânlar; kuyumcu, antikacı, mobilyacı... Bütün dükkânlar kalın ceviz ve çam... Sinema da oralarda biyerde... Bana kalırsa Kafka rüyalarından en iyi yararlanmasını bilen, rüyalarını en iyi kullanan yazarmış. Rüyalarıyla yaşamından bileşkeler yaratmış. 
    O yeraltı gezi yer[i] Kafka mekânları gibi biyer. 
    Alpay'a, peki bu mağazalara gelmek isteyenler nasıl gelecek, her buraya gelen sinema bileti almak zorunda kalacak... Salt sinema seyircileri içinse bunca mağaza, seyircilerden müşteriyle geçinemez. Sonra düşünüyorum ki dükkân sahiplerinin ve çalışanlarının geçiş kartları vardır. Ama olmaz ki, müşterilerin de geçiş kartları olamaz ya... Uyandım. Radyoyu başucumda açık bırakmıştım. Saat 24. Tam radyo son haberleri verip kapanırken uyandım. Uyumaya çalıştım. Uyuyamadım. Kalktım. Helaya gittim. Giyindim. Yatağımı yaptım. Büyük yapıdan tahta parçaları getirdim. Hava berbat, yağışlı, rüzgârlı, oldukça soğuk. Sobamı yaktım. Çay yaptım. Bu notları yazdım. Şimdi Almanya yazılarının belgelerine bakarak notları sıralayacağım. 

*Helmut Schmidt 1974-1982 arası Almanya başbakanı.

Aziz Nesin, Unutulmayan Rüyalar, Nesin Yayınevi, S.96-97


21 Mart 2025 Cuma

Kendi Kaleminden Sennur Sezer

"(…) 12 Haziran 1943 tarihinde doğdum. Eskişehir’de. Babam, Devlet Demiryolları teknisyenlerindendi. Çalıştırılırken işçi, ücreti ödenirken memur sayılanlardan. Fazla çalışmaya zorunlu ama örgütlenmesi yasaklı olanlardan. Annem, bana ve kardeşlerime okumayı evde öğretmeyi başaracak; şiire, müziğe düşkün biri. 1959 yılında lise 2. sınıfta, yıl sonu yaklaşırken, tersanedeki işi bulup, sınava girip öğretimimi bıraktım. Ailemin sonradan haberi oldu. Okumayı sevdiğim için şaştılar da. Düşlediğim eğitim dalının gerektirdiği para, lisenin bana artık verecek bir şeyi kalmadığına inanç, para kazanırsam daha özgür olabileceğim kanısı, bu kararda rol oynadı. Ailemle bunları tartışamazdım. Daha küçük bir okulda dikkati çekecek, velimi çağırtacak davranışım, bürokrasisi kalabalık bir lisede kaynadı. Öğretmenlerim benimle ancak lise bitirmelere girdiğimde konuşabildiler, liseyi yarım bırakma nedenlerimi.

(…) İlk şiirim, ben lise sıralarındayken yayımlandı; 1958’de. 1964’te Sosyal Adalet dergisinde yayımlanan bir şiirim, Hüseyin Cöntürk’le Asım Bezirci’nin tartışmasına yol açtı. İçerik-biçim tartışmasının zamanı gelmiş olmalı. Tartışma büyüdü. Ve TİP’li arkadaşlarımın para koymasıyla ilk kitabım yayımlandı: Gecekondu. İkinci kitabım Yasak 1966’da, yine bir arkadaşın kurduğu yayınevinin şiir dizisinin ilk kitabı oldu: Bülent Habora’nın Habora Yayınları’nın… 1967’de Öykücü-Yazar Adnan Özyalçıner’le evlendim. İyi arkadaşımdı. Sonradan işe aşk da karıştı. İki çocuğumuz, bir torunumuz var. Evlilik ve arkadaşlık sürüyor. Ben, hem şiirimi geliştirip değiştirmek, hem başarılı genç öykücü Adnan Özyalçıner’in eşi görüntüsünden kurtulmak için üçüncü kitabımı oldukça geç yayımladım; 1977’de. Direnç… Şiirimdeki 'kadın' imgesi de belirginleşti. Çalışan bir kadının, bir kadın işçinin günlüğü sayılabilir şiirlerim.

Yunanca, Almanca, Sırpça, Makedonca, Türk şiiri antolojilerinde şiirlerim var. İngilizce Türk şiiri seçmelerinde, Hollanda dilinde yapılmış Dünya Kadın Şairler derlemelerinde de. Rusça ve İtalyanca da kimi şiirlerimin çevrildiği dillerden. 1991 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı birinciliğini Adnan Özyalçıner’le birlikte yazdığımız Keloğlan ile Köse aldı. İnsan Hakları Derneği kurucu üyelerindenim. Emek Partisi girişimcilerinden. Emekliyim. 10. dereceden. Zorunlu emekli oldum, eşim Adnan Özyalçıner, Türkiye Yazarlar Sendikası yöneticilerinden olarak yargılanırken… Pek çok dergide ve gazetede yazıyorum. Evrensel’de de… Haftanın bir-iki gününde. Başka anlatılacak ne var ki? Daha güzel bir dünya istiyorum. Bütün emekçi kadınlar, bütün gerçek yazarlar gibi…"

Evrensel Gazetesi, Kasım 1995


İzleyiciler