28 Mayıs 2025 Çarşamba

İbrahim

ibrâhîm 
içimdeki putları devir 
elindeki baltayla 
kırılan putların yerine 
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı 
koca buzlar düştü 
putların boyunları kırıldı 
ibrâhîm 
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri 
buhtunnasır put yaptı 
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım 
güzeller bende kaldı 
ibrâhîm 
gönlümü put sanıp da kıran kim

Asaf Halet Çelebi

Fotoğraf: Celal Güngördü



26 Mayıs 2025 Pazartesi

Eğme Kirpiklerini

Eğme kirpiklerini gönlüm dolaşıyor
Dilime garipsi bir tutukluk yapışıyor
Gözlerim susuyor yüzünde göz göz
Başımda bir koca kent uğultusu
Eğme kirpiklerini ayrılık yaklaşıyor.

Durup dururken eriyor yakınlığın
Araya bilmediğim yollar düşüyor
Ipıslak dönüyorum bir uzun dalgınlıktan
Soluk soluğayım soğuk odalarda
Eğme kirpiklerini yüreğim üşüyor.

Gözlerimde salkımsaçak turna bulutları
İçimden incecik türküler geçiyor
Uzak yalnızlığımda beni bulacaklar
Beni ışıtacaklar kesme aydınlığını
Eğme kirpiklerini gözlerin geçiyor.

Bir ikindi serinliği kaldı elimizde
O bitmez bildiğimiz günler bitiyor
Şu sıralı kirpik izi yüzünde tel tel
Şu incecik gölgeler akşamın ucudur
Eğ ki kirpiklerini ayrılık başlıyor.

Şükrü Erbaş

Resim: Dee Nickerson


25 Mayıs 2025 Pazar

"Eve Dönmenin Yolları"

"(...) Minibüs önümüzde durdu, birkaç saniye içinde binip binmeyeceğime karar vermem gerekiyordu. Minibüsle tek başına seyahat etmişliğim vardı ama sadece kısa mesafede, on dakikalık okul yolunda. Minibüse bindim ve hemen arkasındaki koltuğa yapışmış şekilde upuzun bir yol gittim, bir buçuk saatlik gözüpek bir yolculuk oldu.

Daha önce evden hiç bu kadar uzaklaşmamıştım, şehrin üzerimde bıraktığı intiba o kadar güçlüydü ki, o günden beri arada bir yeniden canlanır: çoğunlukla boş, gösterişsiz meydanlarıyla, sanki sadece meçhul kimliklerinden aldıkları güçle hareket edebilirlermiş gibi, bir tür yitik coşku içinde gözlerini yere dikmiş, dar kaldırımlarda yürüyen insanlarıyla, biçimi olmayan, açık ama aynı zamanda kapalı bir yer.

Gece, giderek daha büyük bir dikkatle izlediğim o yasaklı ensenin üzerine çöküyordu, sanki gözlerimi dikersem bu kaçamaktan yutacaktım, sanki o görüntüye yoğunlaşmak beni koruyacaktı. Ben bu düşüncelere dalmışken minibüs dolmaya başladı, hatta bir kadın oturduğum koltuğu gözüne kestirmişti, bana bakıp duruyordu ama yerimi kaybetmeyi göze alamazdım. Zihinsel özürlü bir çocuğun mimiklerini ya da zihinsel özürlü bir çocuğun mimikleri olduğunu düşündüğüm hareketleri taklit etmeye karar verdim, bir hayal dünyasının içinde tamamen kaybolmuş, kendinden geçmiş, önüne bakıp duran bir çocuk.

Raül’un muhtemel sevgilisi birden minibüsten indi, az kalsın ona yetişemiyordum. Zorluklar içinde dirsek gücüyle kapıya vardım. Beni bekledi ve inmeme yardım etti. Zihinsel özürlü bir çocuk gibi hareket etmeyi sürdürdüm ama o benim zihinsel özürlü bir çocuk değil, Raül’un komşusu olduğumu, onu takip ettiğimi, hatta bütün akşamüstü boyunca onun peşinde dolaşmaya niyetli bir halim olduğunu gayet iyi biliyordu. Bana nedense kınayan gözlerle değil de sonsuz bir sükûnetle bakıyordu.

Gözüme büyük ve eski görünen sokakların dolambacında manasız bir ihtiyatla maceraya atılmıştım. Arada bir arkasını dönüyor, bana gülümsüyor ve adımlarını sıklaştırıyordu, sanki ciddi bir meseleyle uğraşmıyor da bir oyun oynuyormuşuz gibi. Birden, çok hızlandı ve koşarak uzaklaştı, az kalsın onu kaybediyordum ama uzakta depo gibi bir yere girdiğini gördüm. Bir ağaca tırmandım ve birkaç dakika boyunca dışarı çıkmasını ve gittiğimi düşünmesini bekledim. Sonunda evi olduğunu tahmin ettiğim yere kadar sadece yarım blokluk bir yol yürüdü. İçeri girmesini bekledim ve yaklaştım. Parmaklıklar yeşildi, bina cephesiyse mavi, dikkatimi çekmişti, çünkü daha önce hiç böyle bir renk kombinasyonu görmemiştim. Adresi defterime yazdım, bu kadar net bir bilgi elde etmiş olduğum için çok mutluydum."

Alejandro Zambra, Eve Dönmenin Yolları, Notos Kitap, S.22-23

Çeviri: Çiğdem Öztürk


Kar İçin

kar için gelmiştim, yeriniz yoktu, sustum
dinledim, bizi kendi adımızla çağıran akşamı
neydi, yağmurun yalnızlığa katkısı
bilseydim, yanılmazdım
uyuyan çocuğun alnındaki ışıkla ürpermezdim
kar için gelmiştim, yeriniz yoktu, sustum.

köpekler nasıl duyarsa depremi, sizi duyardım
alır gölgemi çekilirdim, tuz nehirleri boyunca
aldatılmış sular, yakılmış tohumlar
ve yapraklar içinde
yaşardım, başka bir kanın sürüklediği hayatla
kar için gelmiştim, yeriniz yoktu, sustum.

bir obuanın sonucuydu ellerimdeki karanlık
sözcüklerim, şafakta girilen şehirlerdi
ıssız bir istasyon lojmanıydı kalbim
ağzımda yaban meyvelerinin tadı
kar için gelmiştim, yeriniz yoktu, sustum.

Salih Bolat


Yok’a Gazel

                            “Yalnızlık tanrıya değdi değecekti”
                                                            Şükrü Erbaş

evde dolaşan sıkıntılı bir kadın yoktu
uzakla aramızda bir avuç mesafe yoktu

koltukta kedi gibi kıvrılmıştı anlam
üstünü örtecek serin bir gece yoktu

kaç kere kuşkuya adını sordum
içinde duracak istasyon yoktu

gökyüzünde bekliyordu zaman
kendini bölen bir yanı yoktu

rüzgâr eğildi kum tanesine
karbonun elmasa dönüştüğü an yoktu

bir öpüşte ölen devlet, yitirilen atlas
üstünden atların geçmesinden korkan nehir yoktu

her akşam gidip iki tek atmaya niyetli
gittikçe genişleyen mermer masalar yoktu

iğne deliğinden geçen yalnızlığım
beni avutacak yeni bir hayal yoktu

Eren Aysan

Şiir, 16.07.2017 tarihli BirGün Pazar Dergisi'ndeki 
"Unutulmaz bir Buckley şarkısı: Ulus Baker" isimli makaleden alınmıştır.

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Bitişik El Yazısı

yeni bir baş dönmesi
yeni bir aşk gerek bize
tek kuş kalana kadar
terk etmemeli gökyüzünü.

altında toplanacağımız
yeni bir cümle gerek bize
tek sayfası kalsa da
terk etmemeli kitapları.

yeni bir bitişik el yazısı
yeni bir dik horon gerek bize
bir harflik yer kalsa da 
terk etmemeli duvarları.

okuduklarımızın sağlamasını yapacağımız yeni bir sokak bilgisi
yeni bir ayakkabı ölçüsü gerek bize
tek kolumuz kalsa da
terk etmemeli atacağımız taşları.

yeni bir su bilgisi ve bilinci
yeni bir akış ve alkış gerek bize
mevcutlu götürülsek de
terk etmemeli aşkları...

Sezai Sarıoğlu



22 Mayıs 2025 Perşembe

Akrep

"2.Mahkum: … Askerler hükümet oldu. Adettir askerden hükümet olursa arkasından af gelir derler. Mahkum da paşalar bir af çıkarır diye umutlandı. Ama boşuna. Adamlar cezaevlerini boşaltacakları yerde, ha babam dolduruyorlar. Cezaevlerinde yer kalmadı neredeyse. Bir yatakta üç kişi, beş kişi yatıyor. Dışarıda adam bırakmadılar neredeyse. Geçenlerde gariban bir balıkçıyı getirdiler, adamın kendine hayrı yok. Denizde kısmeti kötü gitmiş… Sağa sola, kaderine, kısmetine falan sövmüş. Bu arada paşalara sövmeyi de ihmal etmemiş… Aradan bir hafta geçtikten sonra yanındaki balıkçı arkadaşıyla arası bozulmuş. Adam gitmiş bir hafta sora, garibanı paşalara sövdü diye ispiyon etmiş. Adamı iyi bir dayaktan geçirdikten sonra derhal tevkif kesmişler. İçeride de her vardiya değiştiğinde, yeni vardiya adamı bir posta sopalıyordu. Anlayacağın dayak, hakaret gırla gidiyor"

Eşber Yağmurdereli, Akrep, 1997 (ilk Baskı) / Kibele Yayınları, 01.01.2016

Oyun, 1999 yılında, yönetmenliğini Rutkay Aziz'in yaptığı Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncuları tarafından sahnelenmiştir. (https://tiyatrolar.com.tr/tiyatro/akrep) 

Youtube üzerinden izleme linki: 

"Yağmurdereli’nin 'Akrep' oyununu okuduktan sonra, her idamın cinayet olduğuna bir daha inandım. İdamların insanlık için ne büyük çöküntülere sebep olduğunu burada sayıp dökmeyeceğim, idama karşı olanların, idama karşı savaşmayanların, kim olursa olsunlar, yürekleri kabuk bağlamıştır. İşte bu oyunu seyredenler yürekleri ne kadar çabuk kabuk bağlamış olursa olsunlar, insanlığın bu en korkunç uygulamasına karşı koyacaklardır. Yağmurdereli’nin belki de ilk oyunudur bu. Yazar, bu oyununda konuya uygun, usta bir biçim yaratmıştır. Yağmurdereli’nin dili, biçiminden de ilerde erişilmesi güç, güzel bir Türkçedir. Bir başeser olan oyun yalnız Türkiye’de değil, dünyada oynandığı her yerde gücünce karşılanacak, insanlığın en utanılacak yarası olan idama karşı insanları harekete geçirecek, en azından kabuk bağlamış yürekleri sağaltacaktır."

Yaşar Kemal



18 Mayıs 2025 Pazar

Bitiş ve Başlangıç

Her savaşın ardından
birileri ortalığı temizlemeli.
Az buçuk bir düzen
kendiliğinden kurulmaz

Birileri temizlemeli kürekle
yollardaki döküntüleri
ki ceset dolu arabalar
devam edebilsin yollarına

Birileri tıkanıp kalacak elbet
çamurlarda ve küllerde
parçalanmış koltuklarda, cam
parçalarında
ve kanlı bezlerin arasında

Birileri kütükleri bulup
dayamalı duvarlara
pencerelere cam takmalı
kapıları geçirmeli menteşelere

Kendiliğinden olmaz bunlar,
fotoğraflarda
yıllar, yıllar alır.
Tüm kameralar şimdiden
başka bir savaşa gitti.

Köprüler yeniden kurulmalı
ve istasyonlar yenilenmeli.
Kolları sıvamaktan
gömleğin kolları parçalanmalı

Birisi elinde süpürge
anlatıyor savaşın nasıl olduğunu.
Öbürü dinliyor
ve parçalanmamış başını sallıyor.
Fakat hemen çok yakında
bulunmalı böyleleri
tüm bunlardan yorgun.

Birileri bazen
kazıp çıkarmalı çalıların altından
o boktan gerekçeleri
fırlatıp atmak için çöplüğe

Onlar ne yaptıklarını bilenler
yer açmalı
kendilerinden az bilenlere
azdan daha az bilenlere.
Hiç bilmeyenlere.

Çimenler örtüyor şimdi
nedenleri ve yaşananları.
Birileri yattığı yerden
ağzı açık
bakıyor bulutlara.

Wislawa Szymborska

Çeviri: Özkan Mert


16 Mayıs 2025 Cuma

Gülüşün

Yeni biçilmiş çim kokusu gülüşün
Irmakları yola düşüren özlem
Kan kırmızı sancısı yürek atışlarımın
Bakışlarının yargılayan sessizliği
Yanak yanağa duruş
Güneşli içtenliği el sıkışımızın
Kimsesizliğimi kurtaran orman
Yunusların oyunlarındaki deniz şaşkınlığı
Yazını bekleyen gökyüzü

Gülüşün
ilk dizesi şiirlerimin

Mehmet Kıyat

Resim: Charles Louis Signoret, In The Evening Light


Seni Seviyoruz

Anne neden dudağında kan
Anne sen nasıl doğurdun bizi

Biz kendimize keskin sorular soramadık
Gerçek yüzümüze bakamadık aynada

Hayat, çürümüş yaralarımızla üst üste 
Tozun içinde serçeler oynuyor işte

Tepeden duyuyordun ovadaki kurşun sesini
O korkunç soğuğun mermerden bedenini

Karmaşık caddelerde koştuk koştuk koştuk
Tutkuyla, ilkeli, oyuna katılma arzusuyla

Bağışla hayat anlatılacak bir şey değil, yaşanır
Ölümsüzlüğü üfler günün hızı, umutsuzluğu

Rüzgârda çarparken oradan oraya
Bir şeyi unuttuk belki, seni seviyoruz.

İsmet Alıcı


14 Mayıs 2025 Çarşamba

"Mizah topsuz tüfeksiz bir silahtır."

“Karşıtlığın olduğu yerde mutlaka mizah da vardır. İnsan ne için, niye güldüğünün ayırdına varmalıdır. Komiklik ayrı bir şey, mizah ise apayrı bir şeydir. (...) Mizah topsuz tüfeksiz bir silahtır. Vurdu mu yıkar! Her zaman diktatörler mizahın düşmanı olmuşlardır. Ama mizahçılar korkmaz. Korkmayan mizah, toplumlar için en önemli şeydir.” 

Muzaffer İzgü


"Yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider."

"Bana en yoksul devlet başkanı diyorlar. Ben yoksul değilim. Yoksul olan, yaşamak için çok fazla şeye ihtiyacı olandır."

“Yoksulluğu savunmuyorum. Sadeliği savunuyorum. Ancak sürekli büyümek isteyen tüketici bir toplum icat ettik. Büyüme olmazsa, bu üzücüdür. Gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik. Sürekli almalısın ve atmalısın. Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Bir şey satın aldığımda ya da siz bir şey satın aldığınızda, karşılığında para vermiyorsunuz. Verdiğimiz aslında vaktimizdir. O parayı kazanmak için harcadığımız vakit. Arasındaki fark: Yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider. Hayatı boşa geçirmek, özgürlüğünü kaybetmek, korkunç bir şeydir.”

“Şunu söyleyebiliriz ki dünyada çok daha paylaşımcı bir ortam yaratılabilirdi. Daha birlik içinde, kardeşçe yaşayan bir dünya inşa edilebilirdi. Amerika’da söylendiği gibi deniz sonsuzdur. Ve herhangi bir topluma dahil olamayan kişi sadece yoksuldur. Koca dünyada bir başına kalmıştır. Bu yalnızlığın acı tadını da öğrenmemek bilmemek için her zaman arkadaşlığa, birlik gibi değerlere çok önem vermek gerekir. Ve bu şekilde bulunduğumuz şehir gibi devasa şehirler ortaya çıkıyor. O kadar çok üzülesi durumda yalnız insan var ki. Eğer bu dünyaya sosyalizmi getirebilirsek ben de gururla sosyalist olduğumu söyleyebilirim. Ama hepimizin daha birlik içinde davranabileceğimiz, daha yardımlaşmacı bir toplumu elde edebilecek kadar sosyalist bir toplum inşa edemeyeceğiz.”

“Fikrimi açık konuşmalıyım. Bu bir kaynak noksanlığı değil. Bu bir idare eksikliği. Hükümetleri tasalandıran bir sonraki seçimi kimin alacağı, patronun kim olacağı... Güç için itişiyoruz ve insanları ve dünya meselelerini unutuyoruz. Kriz, çevreden, doğadan değil. Siyasi. Uygarlığımız, tüm gezegenin mutabakatına ihtiyaç duyulan bir aşamaya ulaştı. Ve biz bakışlarımızı bundan kaçırıyoruz. Şovenizim ve egemenlik hırsıyla körleşmişiz, özellikle en güçlü ülkeler. Örnek olmaları gerekiyordu! 25 yıl olmuş Kyoto’da anlaşalı. Hala en basit önlemleri almak için bile ayak diriyoruz. Yazık! İnsan pek ala kendini yok etmeye muktedir tek hayvan olabilir. Önümüzdeki ikilem bu. Sadece yanılıyorumdur diye umuyorum. İnsan doğası öyle bir yapıda ki, kolaylık içinde geçen bir yaşam yerine acıyla yoğrulmak daha öğretici oluyor. Izdırap çekelim demiyorum. Ama insanların anlamasını istediğim nokta şu: kendini her an yeniden toparlayabilirsin; Sıfırdan başlamak her zaman değerlidir. Bir kere veya bin kere, hala hayatta iken… Hayatta en yüce ders bu. Başka bir deyişle, vazgeçene kadar kavgayı kaybetmemişsindir. Mücadeleyi, hayalinden vazgeçerek terk edersin. Mücadele, hayal, yere serilmek, gerçeğin sillesini yemek, budur varoluşumuzu veya yaşadığımız hayatı anlamlı kılan. Kin besliyor iken bir hayatın olamaz. Kısır döngülere hapsedemezsin hayatını. Bildiğim, hayatın kederi asla iyileştirilemeyecek. Kimse hayatı geri saramaz. Yaralarını sarmayı ve yüzünü geleceğe dönmeyi öğrenmen lazım. Vaktimi yaralarımı yalamakla geçiriyorsam, hiçbir yere varmıyorum. Hayatı önümüze serilmiş bir yol olarak görüyorum. Önemli olan yarın. Bana söylediler, uyardılar, eski bir deyimmiş: geçmişi hatırlamalısın ya da tekrar etmeye mahkûmsun. İnsan ne demek biliyorum: Toynağı aynı taşa yirmi kere vurabilen tek hayvan! Her nesil kendi tecrübesinden öğrenir, ötekilerden değil. İnsanlığı idealize etmiyorum. Başkasının tecrübesinden ne öğrenilebilir. Sadece kendimiz ne yaşadıysak onu öğrenebiliriz. Neyse, bu benim hayat görüşüm. Görülecek hesabım yok.”

“Yaşlandıkça şunu farkedeceksin, 1 dolarlık bir kol saati ile 500 bin dolarlık bir kol saati aynı zamanı gösterir. Mutluluk materyalist şeylerde aranmaz.”

"Ben insanların geceleri yatacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada başkalarının 500 metrekarelik malikanelerde yaşamasını anlamıyorum!"

"Güç insanları değiştirmez, sadece gerçekte kim olduklarını ortaya çıkarır."

José Mujica (20 Mayıs 1935 - 13 Mayıs 2025)

Hasta Siempre Pepe!
............................................................................................................................................................................

Yıldızlar Yoldaşı Olsun / Önder İskender Özturanlı

O bir sosyalistti, mütevazılığı eşitlikçi sosyalistliğinden geliyordu, bütün inandığı gibi yaşayanlarda olduğu denli bilgeydi de. Halkın içindendi, halkının dışına hiç çıkmadı bakan olduğunda da devlet başkanı olduğunda da. Yaşamın kendisi gibi pürüzsüz, yaşamın kendisi gibi yalansız, olması arzulanan dünyadaki gibi sömürüsüz. Jose Mujica bilinen lakabıyla Pepe mütevazi bir çiftçi, toprak adına mücadele eden, hayata çiçek satıcılığıyla başlamış bir sosyalistti. Bir zamanların efsane örgütü Tupamaros’lara katıldı ve ileri düzeyde görevler aldı. Askeri diktatörlük döneminde 14 yıl cezaevinde kaldı, şehir gerillası komutanı bu lider kadrodan dokuz kişi üzerinde ağır ve denenmemiş işkenceleri denediler, Amerikalıların teknikleriydi bunlar, sonra çıktı ve birleşik sol partide siyasete girdi. Sert mücadele dönemi bitmişti, Demokratik Sosyalizm anlayışıyla sol cephe kuruldu, genişledi ve iktidara geldi, Mujica Frente Amplio’nun iki önemli liderinden birisiydi, Tabare Vasquez işe birlikte dönüşümlü olarak Uruguay Cumhurbaşkanı oldular, çok başarılı dönemler geçirdiler. Urugay hala Geniş Cephe tarafından yönetilmektedir.
O bilge ve çelebi kişiliği, muazzam "humour"u ve paradan azade hayatı ile bir sosyalist efsane olarak kalacaktır. Ancak asla unutulmasın ve atlanmasın; büyük politik stratejiler kurabilen, halkı adına aldığı gücü gözüpek biçimde kullanan bir çelik çekirdekti de o, siyasal yaşamı başarılarla dolu olan. Bilge, gülen, yoksul kalarak kapitalizmin ayartmalarına direnen bir çelik çekirdek... Kendisinin yoksul bir başkan olduğuna şöyle itiraz etmişti; "Ben fakir değilim, sadece ayığım, yüklerden hafifim. Özgürlüğümü hiçbir şeyin çalmayacağı kadarına sahibim" Bir yerde de parayı seven adamları siyasetten men edin demişti. Yıldızlar yoldaşı olsun bu büyük mücadele adamının.



İzleyiciler