ne kaçışlar “gel” e döndü
aşk büyüdü
kendine
…
ne farkı var sözlerimin eskisinden
yokluğuna dair yazıyorum o kadar
bir o kadar konuşsam ne çıkar
iyisi mi susayım / bir şey kalsın geriye
öylece sustuğun
aşkım ömrümü geçti az önce
ne farkı var ayrılıkların / iki ucundan tutuyorsak
uzak düşerken hem öğrenmiyor muyuz biraz
kimse görmüyorsa dolduğumu
olur ya insanlık hali / olsun varsın
sen sus
yüzündeki son anlam bana kalsın
ne farkı var sokakların birbirinden
rastlaşmadan geçiyorsa insanlar
ne mendil düşüren var / ne gül alan
öykünüp eskiye veriyorsam sözleri
olur ya bu benim halim / bırakın
deyivereyim aşkta hayat yok / hayatta aşk
yine de sen ayrı / farklı / orada
belki bilirsin
kaç sevgi kaç mülk eder hayatın borsasında
ne farkı var yenilginin bir aşk günlüğünden
özlemin bir yengi mi yoksa / öylece söyle
gelirken bunları düşündüm / geldim
küçük yıldızları döküp eteğine
hiçbir yenilgiyi kaçırmadan / öylece
durma sus
ben geldim..
ve tunç ve demir ve çelik
çekice kılıca ivmelendim / örselendim / geldim
telaşlarım / yorgunluğum / tarih bilmezliğim
ne farkı var teneke trampetler çalıyorsa başımda
uşaklığı don kişot’ a ; şövalyeliği sancho panza’ya verdim
sen dilersen sus /ama dur
yanımda
ne farkı var konuşan bir çekincenin
dillenmeyen bir aşktan
hüzüne vuruyorsa direnci
sevdaya dair ne varsa unutabilirim ben
hiç yokmuş yazılmamış gibi / öylece
öyle temiz
bir masal kaçırabilirsen eğer
nasılsa keder de suskundur / düşlerken yıldızları
hadi sus / yine de ben
duyabilirim..
ne farkı var doğruyla yanlışın / ikisine de yakınsa aşk
eski bir tavır / yeni bir eda
korurken uysal / severken hırçın
küsleniyorsam çocuğum / gülüyorsan bilge
işte öylece
senin ki doğru / benim ki yanlış
nasılsa geldim
susmalı düşlerdesin / belki
girebilirim..
“yeryüzü mutluluğu” dedi lucretius / ötesi yok
“aşk sende insanoğlu” / başka bir ev yok
evren evrilir / insan akar
geldim
ne farkı var gelmekliğim gecikmişse
denize varmadan
bitmeyen o şiirin
son dizesindeyim / öylece
sus !
sayımın çokluğunca
ölebilirim..
bilmesem de tarihi/ herodot’ u
dokuz kitabından birinde / mutlak yerim vardır
ama sinefru’nun piramitlerine taş çektiğimi atlamış olabilir
ne farkı var / zorla yapılanla aşkla yapılan
aynı sonucu verse
biri kalır biri yıkılır / öylece
oniki tonluk bir taştır belki
sen de suskunluk
benim ellerimde..
ne farkı var adetim değilse
bir şiirin ortasında ağlamanın / ağlamamaktan
olur ya bu benim halim / bırakın
deyivereyim yağmur bildirisi bir gecede
çok da perişandım aşktan
aklımdan mayıslar temmuzlar geçmedi değil
sonrası yollardı / içlenmekti
bir kasım gecesi şarkının en zor yeriydi
öylece
çok söylenen / çok susulan
durur gözlerimde..
bir çocuk evden kaçışlarından
ya da minik aşklardan yaralanırsa / o bir serüvencidir şimdi
yana yakıla yenilen / ve herbir yarasında zafer izleri
ne farkı var sözlerim / tekrarıysa aşkın
o sendedir
toplar külleri öylece
çok sus çok
doğarım sende
saçlarını özlemek bir hummadır / gözlerini düşlemenin imgesi yok
aşk devam zorunluluğu / öylece
nergis suya inerken düş bahçelerinde
kanamak geçmişin yıkanmasıdır
ne farkı var bir okyanus sevdasının sana büyümekten
seninki çocuk aşkından öte..
öylece
sus !
ne farkı var anlamı olmasının / olmamasından
‘gel git’ lerin, hezeyanların
taş gibi durmaktansa / savaşa durmak
denebilir belki
o da benim halim öylece
bak sen susuyorken
geldim ve gittim uzak bir uygarlığa
gördüm / tek bir tanrıçada toplamışlar savaş ve aşkı
vuruyor hayata..
tamam / örttüm dudaklarını !
özlemek demiştim / ben dışında her şeyi / seni..
aşktan daha yorgun bir sözcük bu
ne farkı var / çarpıp çarpıp uzaklardan dönse
o ki akar su / akar
bencilce / öyle
taşıyor demiş miydim yataklarım
denizlere varmadan
ki taşıyor
iç çekişi kalbimin
ve bilmeni çok isterim / derin sızılarda bile seni…
tam burada sus !
ne farkı var ışıkları aşkta düşlemenin
militanın devrim düşlerinden / geceye ağıyorsa
karanlığın ıslıkla şarkılanmasıdır / öylece
ancak / birinci öykü uzunca
hani dünyayı sarmalar
ikincisinde çıkarsan sabaha
taze bir teoridir mutluluk / belli değil kalır mı yarına
söyledim
geciktim
geldim
masallar bıraktım suskunluğuna
bilesin / akıl uslu değil
düşler çalkantılı
ne farkı var küçük bir yıldız söylencesinin
düşakıl olmaktan / yine öyle değil
akıldüş olmak da var sahipsiz yanlarında
evet geldiysem gittim demektir / öyle
hani biliyorum ki susarsam yenilirim
susarsam sırt veremeyebilirim
gitmeden geldim
sen orda lâl / ben dilinde
güne ve geceye açılan kapılarda
kör sağır ve dilsizse her şey
kendinden yola çıkıp / ad koymanın zamana
ne farkı var
ha bin yıl yakın
ha bin yıl uzakta
çakıl taşının deniz feneriyle
selamlaşması belki
öylece
ışıklı / suskun / kıyıda
öyle gördüm kendimi / bin yıl uzakta
oysa kendi duygusundaki sevda
sende bulduğum
ve kanımca yaşanmıştır geldiğim söylence
tristan’ dan önce isolde’ den sonra
ne farkı var bir ömür / aşkın önüne geçse
salt bir siyah bayrak sallayabilir hayat
belki / öylece
bu kez
ben susarım sende
öyle gördüm kendimi / bin yıl yakında
evet / uzaklardan geldim
öylesi bir aldatmaca tarih / bilmezken
biliyordum insanı büyüten aşkları
kendini seven her duyguda
lirik, pastoral / ne varsa
öylece
büyüyordum.. büyüyordum..
ne farkı var benmişim / değilmişim
eski bir öyküden yeni bir öyküye geldim / belki
herkesin mutlu okuduğu
ve sustuğu..
aramak demiş miydim / masalın gülen yanını yüzünde
yüzünde olmak / öylece
yüzünde acıyı kovan bir masal olmak
novalis’ in aradığı mavi çiçek belki yüzün
yağmur damlasının içinde
ne farkı var aramanın
büyümenin
özlemenin
sustukça anlamında
sustukça bende
söz ne ise / her kim ise yollara düşen
bilip de gitmiştir söz vermediğini / öylece
ki düşüverse aklıma sana gelmekliğim
en çok ve en az zamanlarımda sana
kopagelse yolların düşü
sevinirim
ne farkı var sonu
düş bahçelerine çıksa / çıkmasa
sen hep sus
yüzünde açabilirim..
ten acıda düş sancıda / aynaya vuran suret
topladım / gördüm kendimi
sevdim acıyı hüsn-ü kabulde
aşktır evet (!) bütün parçalar / döner yüzüme / kalır yüzünde
ne farkı var şimdi / durmaksa aynadan içre
aynadan öteden
çiçeği dalına bağışlamak denebilir belki
öylece geldim
gecikmişsem / ne demeli ?
sadece sus!
ne farkı var / sanıyorsak hayatı öyle genç
dün ve bugün / paradigma ve aşk
sokaklar upuzun öyle ıslak kalsın
eski aşklar gibi sayıları olmasın
sanıyorum dün bugün / bugün dündü / öylece
mendilleri toplayıp yerden / geldim
sesini tanıdım / bir ahenkti özlemi / saklı gülüşlerinde
gül aldım gül sattım bahçelerine
belki geciktim
dur !
susmak yakışsın..
nasıl sınar kelebek hayatı / kozası aşk olmasa
acıyı hayata dönüştürmektir belki
sende bulduğum..
alırsın ya gam yükünü kadim bildiğin candan
yine öyle değil / bir yel değirmenidir dönen gün
döner.. döner.. / öğütür / her ne ise yaşanan
taşır baba kucağında sevinci belki / öylece
ne farkı var bir kazancın / bir kaybedişten
fena bir tesadüfe yakalanıştır bu
sonradan usuma düşen
bir evrilmedir hayattan acıya
ötesi
susmak !
attis derlerdi / sangraid’ den önce kibele’ den sonra
temmuzlara uzanan bir öyküm var
hayatın sadakati / hayatın ihaneti
aşkın kimliği yok, gördüm öylece
ırmağın kızını yitirdiğim yerde
bırakarak sevinci
geldim
her varış bir yakınlık / her kaçış bir tapınmadır aşka
ağaca / acıya / sunaklara durdum
vardım
yoktum
ne farkı var / geldim / sustuğunda..
fena bir sızıya tutulmadır bu
geceyi güne / günü geceye yakartan
açılır sandıklar, kilitli odalar / bilinmez
her ne ise aranan
buldum öylece / billûr kırıkları
ne farkı var / bir varmış bir yokmuş masallar
seni aramak / bir söz aralığı / bir çocuk yankısı
kapının kapanma anı
seni buldum öyle güzel !
seni
susma zamanı..
gördüm açılan bungunlarda / yürek dolusunu
tütünü çiğneyip atmaları / bir savaş yeridir saklı odalar
açarak açmayarak geldim / ne farkı var
ki buldum / adı efkâr olan her şeyi
üzerinde kağıtlar yerler dolusu / öylece
sevdiğim bir telaşta / her ne ise özlenen
seni aramak kadar güzel belki
telaş mıydı sabır mı / onu bilemedim
eşkinli hayata eşkiya / sevdalara masal olarak geldim
odalar dolusu sus !
o ki / çözebilirim..
gördüm / sofrada ekmeğe eli yetmezken
üç kral kızının hülyasıyla / büyüyen çocukları
o çocuklar sonradan kırımlarda öldüler
dağlarda destanlarla yasını tuttum
jandarmalar sarıp dört yanını aşkın / beni gördüler
artık herkes belkili / ve tetikteydi / ben bir suydum
seni düşleyene kadar / belki
huysuzdum öylece
saçlarının kırıklarında o çocuklarsa eğer
kıyılarımda hala göçsüz kuşlar yatar / sen
asice sus !
sonra / kırılganlık gecekondu / konuverdi yüreklere
herkes adını aradı / çocuğunu arar gibi
ne farkı var / mahşerin beş atlısı
uçurmuşsa çatıları üzerimizden
o eylül sabahından hiçbir tank kalmadı geriye
geçti gözlerimizden.. / öylece
şimdi belki / kaf dağından inen anka kuşudur sesin
söyler adımı / bir kıvançtır ayaklanır :
tarih nerdesin ?
tanımsız bir sevinçti sende tattığım
bulmak kendini !
yorulma / sus !
denilmiştir herkesçe evet
aritmetiği zayıf bir ikmal olduğum
sürekli yalpaladığım söylenmiştir
ki gelmelerimin şekil yasası
acemi sonatlar bütünüdür / öylece
kurgusu bende / ya da sende
aykırı bir uğraştır belki / öykülere taşınmak
ve benim herkese dediğim
sevdanın külfet olmadığı / değildir diye geldiğim
ne farkı var / sende susmak
bende anlatmak..
ne farkı var / bir masal bin masala büyürse
bin masal bir masalda ölür
karıncanın kış telaşındaki öyküsüdür bu
ne demişimdir / ne anlatılmıştır
durur önümde sessizce
ayaz vursa açılan ilk sayfadan / uçuşsa baharın rengi
ol kitapta yitmektir aslolan
belki / uçarı çocuk sesleri kalır yürekte
sonra / hep gelirim
duyarım parmak uçlarındaki eşyayı
oturup kalkışları / içlenmeleri
yaşarım / öylece
seni..
düşündüm asiyi gözlerinde / sustuğunu duydum
yorgun yanlarını yorgun yanıma / öylece
mavi miydi / deniz mi / aklın haritasında yerin
sordum, savundum, geldim..
hep güzel buldum !
üşümüştü bütün masallar / birinde sen üşümüştün belki
tahir’i zühre’ye kerem’i aslı’ya suyu akışına katıp
kalbimi yakmaya durdum
ses verdim, geldim
ne farkı var / ol hikâyede kendimi / ol hikâyede seni
ol hikâyede / hep bir kapı önünde
bekledim..
gezdim kaygı çukurlarında / korktum / geldim
bunu demişimdir kasım gecesi / akıldadır
usun diğer yarısı budur belki
biliyorum yorgunsun
ama nasıl bırakırım orda, öylece ağır / sen de açıl
en az iki tanık ister hayat / öyle
çeşmenin de hakkı vardır
dolan testide
demişimdir / yarına iyi bir şey kalır
ne farkı var dağı dolanıp geldim / suydum
bir ömrün yatağında yıkarken mecraları
sana mecburdum
sus ! / ben ağlarım..
kanadım / açtım / gözlerin derin bir akşamdı
yıldızları gizleyen
sal ki kendini gör öylece / ben oradaydım
hep bir ısrarla durdum / o gizil yaralarda
ne farkı var / duyan ve duymayan herkes oradaysa
acı bilenler için oradaydı / ve
gözlerin yumuşak bir renkti
okşanmaya hazır
o ki muzdarip, o ki eşkıya, o ki sevdaydım
acılı yanımla seni sınayamazdım
gittim / sustuğunda
uzaklaşan ayak seslerine geldim
tek bir öykü kalmıştı geriye sesini arayan
yılgılardan yılgılara yuvarlanan
ateş küresi yüzüm
utangaç gökkuşaklarında / öylece
bir acı olmalıydı adını arayan
ben mi / geçtim çizgi romanlardan
siyah beyaz filmlerden
dünden bugünden yarından
toplayıp iyi sonları suskunluğuna
duracağım yalnızlığa geldim
.
hüseyin murat çinkılıç
(kasım 2006)