9 Mayıs 2009 Cumartesi

'sus'malı düş

ne yıldızların ateşi mum alevine
ne kaçışlar “gel” e döndü
aşk büyüdü
kendine


ne farkı var sözlerimin eskisinden
yokluğuna dair yazıyorum o kadar
bir o kadar konuşsam ne çıkar
iyisi mi susayım / bir şey kalsın geriye
öylece sustuğun
aşkım ömrümü geçti az önce

ne farkı var ayrılıkların / iki ucundan tutuyorsak
uzak düşerken hem öğrenmiyor muyuz biraz
kimse görmüyorsa dolduğumu
olur ya insanlık hali / olsun varsın
sen sus
yüzündeki son anlam bana kalsın

ne farkı var sokakların birbirinden
rastlaşmadan geçiyorsa insanlar
ne mendil düşüren var / ne gül alan
öykünüp eskiye veriyorsam sözleri
olur ya bu benim halim / bırakın
deyivereyim aşkta hayat yok / hayatta aşk
yine de sen ayrı / farklı / orada
belki bilirsin
kaç sevgi kaç mülk eder hayatın borsasında

ne farkı var yenilginin bir aşk günlüğünden
özlemin bir yengi mi yoksa / öylece söyle
gelirken bunları düşündüm / geldim
küçük yıldızları döküp eteğine
hiçbir yenilgiyi kaçırmadan / öylece
durma sus
ben geldim..

ve tunç ve demir ve çelik
çekice kılıca ivmelendim / örselendim / geldim
telaşlarım / yorgunluğum / tarih bilmezliğim
ne farkı var teneke trampetler çalıyorsa başımda
uşaklığı don kişot’ a ; şövalyeliği sancho panza’ya verdim
sen dilersen sus /ama dur
yanımda

ne farkı var konuşan bir çekincenin
dillenmeyen bir aşktan
hüzüne vuruyorsa direnci
sevdaya dair ne varsa unutabilirim ben
hiç yokmuş yazılmamış gibi / öylece
öyle temiz
bir masal kaçırabilirsen eğer
nasılsa keder de suskundur / düşlerken yıldızları
hadi sus / yine de ben
duyabilirim..

ne farkı var doğruyla yanlışın / ikisine de yakınsa aşk
eski bir tavır / yeni bir eda
korurken uysal / severken hırçın
küsleniyorsam çocuğum / gülüyorsan bilge
işte öylece
senin ki doğru / benim ki yanlış
nasılsa geldim
susmalı düşlerdesin / belki
girebilirim..

“yeryüzü mutluluğu” dedi lucretius / ötesi yok
“aşk sende insanoğlu” / başka bir ev yok
evren evrilir / insan akar
geldim
ne farkı var gelmekliğim gecikmişse
denize varmadan
bitmeyen o şiirin
son dizesindeyim / öylece
sus !
sayımın çokluğunca
ölebilirim..

bilmesem de tarihi/ herodot’ u
dokuz kitabından birinde / mutlak yerim vardır
ama sinefru’nun piramitlerine taş çektiğimi atlamış olabilir
ne farkı var / zorla yapılanla aşkla yapılan
aynı sonucu verse
biri kalır biri yıkılır / öylece
oniki tonluk bir taştır belki
sen de suskunluk
benim ellerimde..

ne farkı var adetim değilse
bir şiirin ortasında ağlamanın / ağlamamaktan
olur ya bu benim halim / bırakın
deyivereyim yağmur bildirisi bir gecede
çok da perişandım aşktan
aklımdan mayıslar temmuzlar geçmedi değil
sonrası yollardı / içlenmekti
bir kasım gecesi şarkının en zor yeriydi
öylece
çok söylenen / çok susulan
durur gözlerimde..

bir çocuk evden kaçışlarından
ya da minik aşklardan yaralanırsa / o bir serüvencidir şimdi
yana yakıla yenilen / ve herbir yarasında zafer izleri
ne farkı var sözlerim / tekrarıysa aşkın
o sendedir
toplar külleri öylece
çok sus çok
doğarım sende

saçlarını özlemek bir hummadır / gözlerini düşlemenin imgesi yok
aşk devam zorunluluğu / öylece
nergis suya inerken düş bahçelerinde
kanamak geçmişin yıkanmasıdır
ne farkı var bir okyanus sevdasının sana büyümekten
seninki çocuk aşkından öte..
öylece
sus !

ne farkı var anlamı olmasının / olmamasından
‘gel git’ lerin, hezeyanların
taş gibi durmaktansa / savaşa durmak
denebilir belki
o da benim halim öylece
bak sen susuyorken
geldim ve gittim uzak bir uygarlığa
gördüm / tek bir tanrıçada toplamışlar savaş ve aşkı
vuruyor hayata..
tamam / örttüm dudaklarını !

özlemek demiştim / ben dışında her şeyi / seni..
aşktan daha yorgun bir sözcük bu
ne farkı var / çarpıp çarpıp uzaklardan dönse
o ki akar su / akar
bencilce / öyle
taşıyor demiş miydim yataklarım
denizlere varmadan
ki taşıyor
iç çekişi kalbimin
ve bilmeni çok isterim / derin sızılarda bile seni…
tam burada sus !

ne farkı var ışıkları aşkta düşlemenin
militanın devrim düşlerinden / geceye ağıyorsa
karanlığın ıslıkla şarkılanmasıdır / öylece
ancak / birinci öykü uzunca
hani dünyayı sarmalar
ikincisinde çıkarsan sabaha
taze bir teoridir mutluluk / belli değil kalır mı yarına
söyledim
geciktim
geldim
masallar bıraktım suskunluğuna

bilesin / akıl uslu değil
düşler çalkantılı
ne farkı var küçük bir yıldız söylencesinin
düşakıl olmaktan / yine öyle değil
akıldüş olmak da var sahipsiz yanlarında
evet geldiysem gittim demektir / öyle
hani biliyorum ki susarsam yenilirim
susarsam sırt veremeyebilirim
gitmeden geldim
sen orda lâl / ben dilinde

güne ve geceye açılan kapılarda
kör sağır ve dilsizse her şey
kendinden yola çıkıp / ad koymanın zamana
ne farkı var
ha bin yıl yakın
ha bin yıl uzakta
çakıl taşının deniz feneriyle
selamlaşması belki
öylece
ışıklı / suskun / kıyıda

öyle gördüm kendimi / bin yıl uzakta
oysa kendi duygusundaki sevda
sende bulduğum
ve kanımca yaşanmıştır geldiğim söylence
tristan’ dan önce isolde’ den sonra
ne farkı var bir ömür / aşkın önüne geçse
salt bir siyah bayrak sallayabilir hayat
belki / öylece
bu kez
ben susarım sende

öyle gördüm kendimi / bin yıl yakında
evet / uzaklardan geldim
öylesi bir aldatmaca tarih / bilmezken
biliyordum insanı büyüten aşkları
kendini seven her duyguda
lirik, pastoral / ne varsa
öylece
büyüyordum.. büyüyordum..
ne farkı var benmişim / değilmişim
eski bir öyküden yeni bir öyküye geldim / belki
herkesin mutlu okuduğu
ve sustuğu..

aramak demiş miydim / masalın gülen yanını yüzünde
yüzünde olmak / öylece
yüzünde acıyı kovan bir masal olmak
novalis’ in aradığı mavi çiçek belki yüzün
yağmur damlasının içinde
ne farkı var aramanın
büyümenin
özlemenin
sustukça anlamında
sustukça bende

söz ne ise / her kim ise yollara düşen
bilip de gitmiştir söz vermediğini / öylece
ki düşüverse aklıma sana gelmekliğim
en çok ve en az zamanlarımda sana
kopagelse yolların düşü
sevinirim
ne farkı var sonu
düş bahçelerine çıksa / çıkmasa
sen hep sus
yüzünde açabilirim..

ten acıda düş sancıda / aynaya vuran suret
topladım / gördüm kendimi
sevdim acıyı hüsn-ü kabulde
aşktır evet (!) bütün parçalar / döner yüzüme / kalır yüzünde
ne farkı var şimdi / durmaksa aynadan içre
aynadan öteden
çiçeği dalına bağışlamak denebilir belki
öylece geldim
gecikmişsem / ne demeli ?
sadece sus!

ne farkı var / sanıyorsak hayatı öyle genç
dün ve bugün / paradigma ve aşk
sokaklar upuzun öyle ıslak kalsın
eski aşklar gibi sayıları olmasın
sanıyorum dün bugün / bugün dündü / öylece
mendilleri toplayıp yerden / geldim
sesini tanıdım / bir ahenkti özlemi / saklı gülüşlerinde
gül aldım gül sattım bahçelerine
belki geciktim
dur !
susmak yakışsın..

nasıl sınar kelebek hayatı / kozası aşk olmasa
acıyı hayata dönüştürmektir belki
sende bulduğum..
alırsın ya gam yükünü kadim bildiğin candan
yine öyle değil / bir yel değirmenidir dönen gün
döner.. döner.. / öğütür / her ne ise yaşanan
taşır baba kucağında sevinci belki / öylece
ne farkı var bir kazancın / bir kaybedişten
fena bir tesadüfe yakalanıştır bu
sonradan usuma düşen
bir evrilmedir hayattan acıya
ötesi
susmak !

attis derlerdi / sangraid’ den önce kibele’ den sonra
temmuzlara uzanan bir öyküm var
hayatın sadakati / hayatın ihaneti
aşkın kimliği yok, gördüm öylece
ırmağın kızını yitirdiğim yerde
bırakarak sevinci
geldim
her varış bir yakınlık / her kaçış bir tapınmadır aşka
ağaca / acıya / sunaklara durdum
vardım
yoktum
ne farkı var / geldim / sustuğunda..

fena bir sızıya tutulmadır bu
geceyi güne / günü geceye yakartan
açılır sandıklar, kilitli odalar / bilinmez
her ne ise aranan
buldum öylece / billûr kırıkları
ne farkı var / bir varmış bir yokmuş masallar
seni aramak / bir söz aralığı / bir çocuk yankısı
kapının kapanma anı
seni buldum öyle güzel !
seni
susma zamanı..

gördüm açılan bungunlarda / yürek dolusunu
tütünü çiğneyip atmaları / bir savaş yeridir saklı odalar
açarak açmayarak geldim / ne farkı var
ki buldum / adı efkâr olan her şeyi
üzerinde kağıtlar yerler dolusu / öylece
sevdiğim bir telaşta / her ne ise özlenen
seni aramak kadar güzel belki
telaş mıydı sabır mı / onu bilemedim
eşkinli hayata eşkiya / sevdalara masal olarak geldim
odalar dolusu sus !
o ki / çözebilirim..

gördüm / sofrada ekmeğe eli yetmezken
üç kral kızının hülyasıyla / büyüyen çocukları
o çocuklar sonradan kırımlarda öldüler
dağlarda destanlarla yasını tuttum
jandarmalar sarıp dört yanını aşkın / beni gördüler
artık herkes belkili / ve tetikteydi / ben bir suydum
seni düşleyene kadar / belki
huysuzdum öylece
saçlarının kırıklarında o çocuklarsa eğer
kıyılarımda hala göçsüz kuşlar yatar / sen
asice sus !

sonra / kırılganlık gecekondu / konuverdi yüreklere
herkes adını aradı / çocuğunu arar gibi
ne farkı var / mahşerin beş atlısı
uçurmuşsa çatıları üzerimizden
o eylül sabahından hiçbir tank kalmadı geriye
geçti gözlerimizden.. / öylece
şimdi belki / kaf dağından inen anka kuşudur sesin
söyler adımı / bir kıvançtır ayaklanır :
tarih nerdesin ?
tanımsız bir sevinçti sende tattığım
bulmak kendini !
yorulma / sus !

denilmiştir herkesçe evet
aritmetiği zayıf bir ikmal olduğum
sürekli yalpaladığım söylenmiştir
ki gelmelerimin şekil yasası
acemi sonatlar bütünüdür / öylece
kurgusu bende / ya da sende
aykırı bir uğraştır belki / öykülere taşınmak
ve benim herkese dediğim
sevdanın külfet olmadığı / değildir diye geldiğim
ne farkı var / sende susmak
bende anlatmak..

ne farkı var / bir masal bin masala büyürse
bin masal bir masalda ölür
karıncanın kış telaşındaki öyküsüdür bu
ne demişimdir / ne anlatılmıştır
durur önümde sessizce
ayaz vursa açılan ilk sayfadan / uçuşsa baharın rengi
ol kitapta yitmektir aslolan
belki / uçarı çocuk sesleri kalır yürekte
sonra / hep gelirim
duyarım parmak uçlarındaki eşyayı
oturup kalkışları / içlenmeleri
yaşarım / öylece
seni..

düşündüm asiyi gözlerinde / sustuğunu duydum
yorgun yanlarını yorgun yanıma / öylece
mavi miydi / deniz mi / aklın haritasında yerin
sordum, savundum, geldim..
hep güzel buldum !
üşümüştü bütün masallar / birinde sen üşümüştün belki
tahir’i zühre’ye kerem’i aslı’ya suyu akışına katıp
kalbimi yakmaya durdum
ses verdim, geldim
ne farkı var / ol hikâyede kendimi / ol hikâyede seni
ol hikâyede / hep bir kapı önünde
bekledim..

gezdim kaygı çukurlarında / korktum / geldim
bunu demişimdir kasım gecesi / akıldadır
usun diğer yarısı budur belki
biliyorum yorgunsun
ama nasıl bırakırım orda, öylece ağır / sen de açıl
en az iki tanık ister hayat / öyle
çeşmenin de hakkı vardır
dolan testide
demişimdir / yarına iyi bir şey kalır
ne farkı var dağı dolanıp geldim / suydum
bir ömrün yatağında yıkarken mecraları
sana mecburdum
sus ! / ben ağlarım..

kanadım / açtım / gözlerin derin bir akşamdı
yıldızları gizleyen
sal ki kendini gör öylece / ben oradaydım
hep bir ısrarla durdum / o gizil yaralarda
ne farkı var / duyan ve duymayan herkes oradaysa
acı bilenler için oradaydı / ve
gözlerin yumuşak bir renkti
okşanmaya hazır
o ki muzdarip, o ki eşkıya, o ki sevdaydım
acılı yanımla seni sınayamazdım
gittim / sustuğunda

uzaklaşan ayak seslerine geldim
tek bir öykü kalmıştı geriye sesini arayan
yılgılardan yılgılara yuvarlanan
ateş küresi yüzüm
utangaç gökkuşaklarında / öylece
bir acı olmalıydı adını arayan
ben mi / geçtim çizgi romanlardan
siyah beyaz filmlerden
dünden bugünden yarından
toplayıp iyi sonları suskunluğuna
duracağım yalnızlığa geldim

.

hüseyin murat çinkılıç 

(kasım 2006)

23 Nisan 2009 Perşembe

Beceriksiz


Kabuğunu koparmadan
Ne bir elmayı soyabildim
Ne de iyileştirebildim bir yaramı
Ama karşıma çıkınca
Kızmadım hiç elma kurduna
Bendim çünkü bıçağı saplayan
Onun yurduna

Şair diyorlar benim için
Bilmiyorum oysa
Her şiire konmalı mı uyak
Her yere nedense
Konamıyor teyyare
Hay dilimi
Arı türkçe soksun; uçak


Kaptan olmak isterdim
Aynanın karşısında
Eski bir sinema yıldızı
Gibi ağlayan
İstanbul'un hatlarında
Bir fırça hafifliğiyle gidip
Gelen vapurlara


Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
ve Kız Kulesi'ni göstererek
Bırak artık diyor üzülmeyi
Yedi tepeli bu şehirde
Şiir okunacak tek yer
Elbette denizin ortasındaki
Şu küçük buz dağı


Terzi olsa da babam
Sökük dikmesini beceremem
Beni yalnızca sen anlarsın
İğnenin deliğinden geçsin diye
İpliklerin bir anlık ıslatıldığı dudaklara
Takılıp kalan annem


Sunay Akın

15 Nisan 2009 Çarşamba

Geldiğimde


Geldiğimde notun duruyordu masanın üzerinde
Sekizde yatmıştın
Saatime baktım sekizi beş geçiyor
O gün anladım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığı
Aramızda düşman gibi duran zamanı
O gün anladım
Senin bana erken
Benim sana geç kaldığımı

Murathan Mungan

Fotoğraf: Nalan Kilimci

23 Mart 2009 Pazartesi

Kırmızı ibikli küçük tavuk

Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:

'- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?'

Ördek cevaplamış:
'- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın.'

Domuz oradan seslenmiş:
'- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.'

Fare hemen atlamış:
'- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.'

Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler
sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş.

Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş: '- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?'

Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim' demiş.

Domuz:
'- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım' demiş.

Fare de:
'- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm ' demiş.

Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmııııış çalışmış.

Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
'- Kahveleri satmama kim yardım edecek?'

Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin. '

Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.'

Fare:
'- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.'

Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım istemiş:
'- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?'

Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.'

Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.'

Fare:
'- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.

Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor. 

Kaynak : İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little Red Hen' kitabı

3 Mart 2009 Salı

ironi


hayat bir belkidir / belki değildir
gelmek ve gitmektir
‘belki’ bir ironidir
ironi bir kedidir aslen
nankör değildir
belki öyledir
öyle ya da böyledir geçer önümüzden
sandığımız / sanmadığımız
dokunur severiz
küser döneriz
belki biz geçeriz geldiğimizi
koşar gideriz
‘hayat’ bir unutmaktır
belki
!

hüseyin murat çinkılıç - mart 2009

yanımda olacaktın

düşünsene yanımda olacaktın 
öyle değil / yanıbaşımda 
derken bir söz / bir söz daha 
-seviye kal- diyecektim 
-bu gece yelkenler mayna- 
-olmaz / belki başka zaman 
bir çingene gecesinde buluşuruz
suya düşecektin 
düşünsene yanımda olacaktın 
öyle değil 
yanıbaşımda !

hüseyin murat çinkılıç (1994)

İzleyiciler