28 Kasım 2010 Pazar

Vasiyet

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

Nâzım Hikmet Ran, 27 Nisan 1953, Barviha Sanatoryumu

27 Kasım 2010 Cumartesi

Bir Farkındalık Projesi: "Hayata Dokun"

Bu proje hayatı işaret ediyor !

Ülkemizin sosyo-ekonomik koşulları, kültürel iklimi çerçevesinde, kadın temelinde bir çıkışla ete kemiğe bürünen özgün bir projeden söz edeceğim. Bu çalışma hem söz hem iş üretiyor dersek, farklılığına ve önemine atıfta bulunmuş oluruz sanırım.

'Hayata Dokun' neyi amaçlıyor ve hedefliyor; kendi sunumuyla tanımaya çalışalım:

"Kadınları toplumsal her alanda destekleyip bilgilendirerek; sosyal ve hukuksal haklarının farkındalığını artırmak;
Kadın hakları konusunda hukuksal ve sosyal danışmanlık;
İş yaşamındaki kadınların yaşamın her alanında farkındalığını artırmak;
Eşit iş, eşit ücret;
İşyerlerinde kadınlara yönelik istismara (Mobbing) karşı sosyal ve hukuksal farkındalık bilincini artırmak;
Terfi istismarına karşı sosyal ve hukuksal eşitlik farkındalığını artırmak (Breaking the Glass Ceiling);
Çalışan kadınların çocuklarına sosyal ve eğitim çevrelerince uygulanan istismara hukuki çözümler sunmak;
İş kadınlarının aile yaşamındaki psikolojik ve sosyal istismar öykülerini dinlemek, profesyonel çözümlerle yanlarında olmak, yol göstermek; sosyal, psikolojik ve hukuki danışmanlık vermek;
Evdeki kadınlarının sosyal, ekonomik, kültürel alanda yeri ve rolleri ile ilgili bilgi paylaşımına önayak olmak;
Aile içi şiddet – istismar konularında yardım etmek ve ücretsiz danışmanlık vermek
Sosyal ve hukuksal alanda kılavuz olmak, yol göstermek;
Halk toplantıları düzenleyerek kadınlarla yüz yüze iletişime geçmek, bire-bir danışmanlık vermek;
Evdeki kadınların üretkenliğini artırmaya yönelik projelerle sosyal yaşamda aktif rol almalarını sağlamak;
Kadın sorunlarını, kimlik bilgilerinin gizliliği ilkesine bağlı kalarak paylaşmak, sosyal ve hukuksal çözümlerle kılavuz olmak, kadınların yanında olmak…"


'Hayata Dokun' projesi, akademik güçlü bir altyapı; bilimsel veri ve adımlarla ilerliyor.. Gönüllük çerçevesinde yazın ve görsel kuruluşlardan destek buluyor.

Her ne kadar konunun öznesi kadınlar olsa da, tüm etkileşimler ve diyalektik bir yaklaşımla, hayata dokunup, hayatın onarım gerektiren tüm öğelerini tedavi etmeyi öngören bir proje olduğunu düşünüyorum..

(Bu) hayatın mimarları (!) ve failleri (!) var. İçinde bizler varız. İzleyen kimliği ile bir misyon üstlenmek faile destek vermek olacağından, ters giden bir(çok)şeye itiraz etmekle işe başlamalıyız.. Sesimiz bir diğerimizin sesinde yankı bulmalı; ve çoğalmalı (dokunuşlarımız)..

'Hayata Dokun' u dillendiren (şimdilik) bu sınırlı sayıdaki gönüllü insanı, attıkları (büyük) adım için kutlamak gerekiyor.


* 'Hayata Dokun' projesini internet üzerindeki sayfasından izleyebilir; katılıp, destek verebilirsiniz.

http://www.hayatadokun.net/



Hüseyin Murat Çinkılıç

Yaz Geçer

Acemi bir sevdadandır bunca ömür katlandığım.

Sen yoksan yüreğimin içinde
kar tozu değer
yıkılır kalırım tenim buzlar üstünde
ay kararır gece çöker yüzüme
kalkamam
bilirsin
üst yanımdan bahar geçer yaz geçer.

Acemi bir sevdadandır bunca ömür katlandığım.

Sen varsan yüreğimin içinde
kurşun değer damarıma kan çarpar
yürür giderim
ne Fırat' tan ne Dicle' den esirgerim canımı
gül ışığı tatlı bir düş
geceler hep Osmanlı
göğsümün yangın yeri gelin alayı
güz mü dersin kış mı dersin o da ne
her yanımdan bahar geçer yaz geçer.

Acemi bir sevdadandır bunca ömür katlandığım.

Sen
bir var
bir yoksan yüreğimin içinde
nasıl gelir mavi gece nasıl gider kanlı şafak
bir yanım ezik güldür öbür yanım soğuk kül
yol üstünde üşür müyüm yanar mıyım bilirsin
uzağımdan kaç güz geçer
yakınımda kaç kış kalır
bilirsin.

Acemi bir sevdadandır bunca ömür katlandığım.

Nazım Mutlu


26 Kasım 2010 Cuma




Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım, benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler. 

23 Kasım 2010 Salı

bugün, neticesini dünden bildiğim bir hayata yakalandım...

hüseyin murat çinkılıç

Bir Ayrılış Hikâyesi


Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...

Nâzım Hikmet Ran


dün bir kediyi karşıma aldım / çocukluğuma kuyruğundan baktım...

hüseyin murat çinkılıç

22 Kasım 2010 Pazartesi

aşkın patikasında taşların yerini, uçurumun dibini, kestiremezsin / seker gidersin... 

hüseyin murat çinkılıç

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sağ direk

İlkokul birinci sınıfta Ahmet isminde bir çocuğun gözüne yumruk atmıştım. "Benim babam müteahhit ben de Fenerbahçeliyim" derdi sürekli. Öğretmenimiz de, ya Fenerbahçeli olduğundan ya da müteahhitleri sevdiğinden sınıfı temsilen onun başını okşardı hep. Günlerden bir gün, teneffüslerden bir teneffüs uzattım yumruğu...
Ahmet' in sol gözünde bir halka, gönlümde bir yumuşama, başımda bir okşama hissi... Hissi ve cismi delilleri bırakıp sınıfın orta yerine, orta derece kızarık bir kulak ve öğretmenin "yarın velin gelecek" ünlemesiyle gittim eve.

Öğretmen dahil kimse bana, o yumruğu neden attığımı sormadı. Üstelik ilk deniyordum bunu. 'Demek ki yanıtını biliyorlar' diye düşündüm. Sonradan kimsenin kendi doğrusu dışında doğru bir yanıtı olmadığını anladım.

Bu yüzden; anlatmaya lisanı yetmeyen bir çocuğun, hayata kattığı her fiili görgüye ve pabucunu yolda bıraktığı her eyleme saygı duyarım..

Hüseyin Murat Çinkılıç

Dışarıda Üşüyen Haziran Kalbimde Hazan

“Uygarlık ve barbarlık kardeştir.”
-Havel-

Dünya sığmıyor insana Havel,
yüzlerdeki, yüreklerdeki maske,
parada kir, suda klor, havada nem,
yüksek borsa, alçak basınç
ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.

/İnsan, sığmıyor insana Havel! /

Ve her şey:
Şey!
Mesela o takvimler, o günler
her biri şimdi kim bilir neredeler?
Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler;
bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler.
Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler
ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.

Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel?

Biz bu kentlerde,
bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile,
şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır
ve dışarıda üşüyen bir haziran;
kalbimde yılların tufanından artık bir hazan.

(Kalbimde hazan
ve şairdir elbet
sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!)

Dışarıda üşüyen bir Haziran.
Kanımda nikotin cehennemi;
Kısa kibrit, uzun duman:Yaan!
Yine yaan… Yine yaaaan!
Yan ki yangınlar bile yansın;
haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın...

Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk,
gecelerin sularında yakamozlar yok
ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara
çamaşır ipleri;
duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri!

Dışarıda üşüyen bir Haziran.
Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b,
dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller.
Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi;
ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi
ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın:
İnatla…İnatla gülümsemeyi;
öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi...

(Herkes fanusuna asmış kendini;
bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...)

D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n.
D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n.
Ö l d ü i n s a n…
H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n!

Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi;
her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…

Bu yüzden her şey:
Şey!
Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan;
hepsi bu işte basit, olağan.
Her şey şey’dir;
inandıklarımızdır belki de yalan.
Abarttığımızdır,
kül’dür herkesin payına kalan...

Yılmaz Odabaşı

17 Kasım 2010 Çarşamba

Evde Yoklar

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok
Resim:  Arater Blogspot' tan alınmıştır.
Yorum: Mümtaz Sevinç



16 Kasım 2010 Salı

Hitler Paris' te

1940’ta Nazi işgalinin Fransa üzerindeki etkisinin belki de en büyük sembolik görüntüsü olan bu kare o yılları çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor. Eiffel Kulesi önünde görüntülenmek isteyen Adolf Hitler yanında (solda) en beğendiği mimarlardan Albert Speer ve heykel traş Arno Breker’i de alarak bu pozu verir. Fotoğrafçı tabiî ki de bir Hitler tutkunu ve Nazi Partisi üyesi Heinrich Hoffmann’dır.

İşgalden önce Fransızlar tarafından asansörün kabloları kesildiği için Hitler tepeye merdivenle çıkmak zorundaydı bu nedenle aşağıda kalıp poz vermekle yetindi. Fransa’yı ele geçirmişti ama Eiffel’i değil. Birkaç Nazi askeri tepeye kadar tırmanıp Gamalı Haç’ı oraya asmışlardı. Fakat bayrak çok büyüktü. Birkaç saat sonra uçup giden bu büyük bayrağın yerine daha küçük olanı asıldı. Tahmin edileceği üzere kısa süre sonra bir Fransız da çıkıp yerine Fransa bayrağını asmıştı.

Ağustos 1944’te İtilaf Devletleri Paris’e yaklaştıklarında, Hitler Paris askeri ataşesi General Dietrich von Choltitz’e şehri ve kuleyi yok etmesi emrini verir. Fakat general kuleye kıyamaz.

1887-89 yılları arasında Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları için inşa edilen ve daha sonra şehrin mimari dokusuna zıt bir görüntü oluşturduğu için eleştirilen kule, o dönemin ileri gelen sanatçıları tarafından başlatılan bir kampanyayla yıkılmak istenmişti. Hatta yapılırken bile sadece 20 yıl için izin alınmıştı. Süresi dolunca sökülecekti.

Fakat halen ayakta.

Özgür Atak Öztürk
(Fotoğraf Neyi Anlatır)

İzleyiciler