11 Aralık 2023 Pazartesi

Şarkı Söylemeye Gelmedim

Şarkı söylemeye gelmedim ben, götürün başımdan gitarı.
Hayır hayır, belge falan hazırladığım yok
ermişler katına atanmak için ölümümden sonra.
Yüzüme bakmaya geldim ben gözyaşlarında
denize akıp giden gözyaşlarında
ırmaklarla
bulutlarla...
kuyunun dibinde gizlenen gözyaşlarında,
gecede
ve kanda...

Dünyanın bütün gözyaşlarında yüzüme bakmaya geldim
Ve bir damla cıva, bir damla ağıt, bir damlacık olsun
kendi ağıtlarımdan katmaya
gelecek olanların beni görebilecekleri, kendilerini
tanıyabilecekleri o uçsuz bucaksız aynaya.
Yeniden duymak için geldim şu atalar sözünü karanlıklarda:
Alınterinle kazanacaksın ekmeğini
ve ışık acısındadır gözlerinin. 
Kaynağıdır gözler ışığın ve gözyaşlarının.

León Felipe
Çeviri: Özdemir İnce

Fotoğraf: İspanya İç Savaşı'ndan



8 Aralık 2023 Cuma

Veda Şarkısı

 

1. 
Kayalıkta çakılı yelkenli 
sana bırakıyorum veda şarkımı. 
2. 
Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da 
kayalar devranının altında değişken köklerle. 
Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların. 
Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. 
3. 
Taşımak istemiştim heybemde 
yüreğinin gelip geçici tadını, 
ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, 
yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. 
Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu
kapalı yalnızlığıyla gezginin,
fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü
ve bir işaret koydu pusula kaderime.
Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin
yol yapacağım bir geleceğim olmasa,
gelmiş olacağım bakışında canlanmaya
kaderimin sırıtan parçası olarak.
Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca
zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.  
4.
Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,
usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,
unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta.
Uzaklara gideceğim, hatıra
parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,
ve devam edeceğim, içimde
hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.
Bu dönenen bakış ve güç
büyülü bir matador mendilinde.
Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,
hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.
Ve bakmak istemedim seni görürüm diye
beni isteksizce davet etmeni
mutluluğumun pembe boyalı torerosu
Deniz seslenir bana sevecen elleriyle.
Çayırım -bir kıta-
Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir
alacakaranlıkta bir çan gibi.  
5.
Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir
kara bir mikroskopu gösteren bilim.
Sanat... sanat diye arzıendam eden şey
bir Leica'nın kısır mekaniğidir.
Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle
olup ta şimdi yiten için
ve onun dönüşünde arzu gönlünde),
coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.
Üç kuruşa satılan cinsellik
-Amerika'da pek ucuz-
Boş çarşafların umursanmaz hatırası.
Guetamala bıraktın beni
bağrımda derin bir yarayla
ve de acılarını bana emzirme
ya da emme fırsatıyla,
kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.
Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:
uyanan insanın haykırışıdır o da.  
6.
İşte bugün böyle titrek ellerle
belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Ağacın olgunluğunu tüketmeden
kasalanmış meyvanın garip tadıyla.
Çağırışını farkedemiyorum bazen
yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,
fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor
ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum
ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın
ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum...
Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu
bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,
Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan
fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.
Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü
halk çocukları benimle omuz omuza verecek,
halkın savaştığı amacın kesin zaferini
göremezsem eğer
fikri en yüksek geleceğe götürmek için
mücadele verdiğimdendir,
eski kabuğun tüylerini yolarken
doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları.
Che Guevara
Çeviren: Adnan Özer - Vilma Kuyumcuyan


Gecede Ayak Sesleri


Her zaman
	Ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
Ve kapı sırra kadem basar odamızdan,
Her zaman,
Bulutlar gibi süzülüp giden.

Her gece yatağından
Senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
Senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
Sardı bedenimi kolların
Ayak sesleri, ayak sesleri
Ah Şahrazad
Gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
Gelir ayak sesleri girmez içeri.
Bir ağaç ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir ay ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir hançer ol,
Görebileyim gölgeni gölgemde,
Küller içinde bir gül.
Her zaman,
Ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
Ve sen yerim olursun sürgündeki,
Zindanım olursun.
Öldürmeye çalış beni
İlk ve son olsun
Yaklaşan ayak seslerinle
Öldürme beni.

Mahmud Derviş

Çeviri: Tâvus Hüsameddin

Resim: Feyza Taştan, Suluboya



7 Aralık 2023 Perşembe

İç Savaşta Ölen Kuzeyli Askerler İçin

  'Relinquunt-Omnia Servare Rem Publicam.'

Eski Güney Boston Akvaryumu bir kar çölünde
yükseliyor şimdi. kırık pencerelerine tahta çakılmış.
Tunçtan pullarının yarısı dökülmüş balık biçimli
rüzgârgülünün.
Saydam su depoları kupkuru.

Bir zamanlar salyangoz gibi burnumu sürterdim o camlara;
elim karıncalanırdı
ürkek, uysal balıkların
burunlarından çıkan kabarcıkları patlatmak için.

Elim geri çekiliyor şimdi. Sık sık içimi çekiyorum
balıklarla sürüngenlerin derin karanlık bitkisel
dünyalarını düşünüp. Geçen Mart bir sabah,
Boston Parkının dikenli tel gerili, galvaniz

parmaklığına yaslandım. Kafeslerinin gerisinde,
sarı aygır gibi istimli kazar-atarlar homurdanıyorlardı
kaldırıp atarken tonlarca otla küspeyi
yeraltı garajlarını oymak için.

Otoparklar kamu malı kum yığınları gibi
çoğalıyor Boston'un göbeğinde.
Turuncu bir kuşak, Püriten-kabağı rengindeki
taban tahtaları destekliyor kazının sarsıntısıyla

titreyen Hükümet Konağını, ve onunla yüz yüze,
yapılan garajın depremine karşı payandalarla destekli
St.Gauden'in İç Savaş Anıtı: Albay Shaw ile süzgün yüzlü
zenci piyadelerini gösteren duvar kabartması.

Boston'a girdikten iki ay sonra
yarısı ölmüş alayın;
onlar için dikilen bu anıtta,
William James nerdeyse işitebiliyordu tunçtan zencilerin
soluk aldıklarını.

Şehrin boğazına bir kılçık gibi
takılıyor anıtları.
Bir pusulanın iğnesi kadar ince
anıttaki albay.

Öfkeli bir çit kuşunun dikkati,
bir tazının uysal gerginliği var görünüşünde;
sanki çekiniyor eğlenmekten
ve can atıyor yalnız kalmaya.

O şimdi erişilmez bir yerde. Mutluluğu içinde
yaşamayı seçip ölebilme gibi insana özgü o güzel gücün - 
götürürken o kara askerlerini ölüme,
beli bükülmez elbet.

Binlerce New England kasabasının çayırlarında,
koruyor o eski beyaz kiliseler içten ve dağınık
isyancılıklarını; yıpranmış bayraklar örtüyor
Büyük Cumhuriyet Ordusunun mezarlarını.

Soyut Kuzeyli Askerin taştan yontuları
daha da incelip gençleşiyorlar her yıl - 
tüfeklerine dayanmış ince belli askerler
düşüncelere dalıyorlar, uykuya bulanmış saçları
sakalları...

Oğlunun 'zencileri'yle birlikte atıldığı
ve kaybolduğu çukurdan başka
bir anıt istemiyordu
Shaw'un babası.

O çukur şimdi daha yakın.
Geçen savaş için anıt dikilmemiş burda;
Boylston Caddesinde, camekâna konmuş bir resim
Hiroşima'daki patlamayı gösteriyor,

patlamadan zarar görmeyen Mosler marka bir kasa üzerinde,
'Yüzyılların Kayası' diye reklamını yaparak.
Uzay daha yakın şimdi bize. Çökünce televizyonumun önüne,
balonlar gibi yükseliyor küçük zenci öğrencilerin kavruk 
yüzleri.

Albay Shaw
binmiş su kabarcığına gidiyor,
kabarcığın patlayacağı
o mutlu ânı bekliyor.

Gözden kayboluyor Akvaryum. Her yerde,
dev yüzgeçli arabalar balık gibi burunlarıyla ilerliyorlar;
yağlanmış gibi kayıp gidiyor
yabanıl bir rezillik.
Robert Lowell
Çeviri: Cevat Çapan 


Biraz Daha




Bir uzun öykü biter Yorulur kişileri Girer derede yıkanır Yollar inatçıdır Keçiler ağaçlara tırmanır Döner döner de bir Temmuz günü Böceklerle bir köşede tükenir Çalkanır güçlü denizler Bütün o delilikler üstüne Devrilir devrilir de Varır bir çöplükte yorulur Yurdum benim Taşım toprağım Göğüm ağacım Çiçekli dikine dikine yamacım Gelir gelir de Kötü bir güne dayanır O öykü öyle bitmez Yorulmaz kişileri Varır gün ışığına şöyle Yunar, yenilenir Yolların inatçılığı nicedir Ağaçlarda keçilerin başı vurulur Köşeler dolandığı yerde düzlenir Alır bir soluğa götürür Çalkanır güçlü denizler Bütün o erdemlikler üstüne Yücelir yücelir de Varır o köhneyi kurutur Yurdum benim Taşım toprağım Göğüm ağacım Gelin çiçekli köklü ağacım Elbet bir gün gelir O güzel güne uyanır.
Müştak Erenus
Resim: Rukiye Garip, Suluboya, 56x38 cm


 

4 Aralık 2023 Pazartesi

Rüzgâr Bizi Götürecek

küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle 
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek 

rüzgâr bizi götürecek. 

Furuğ Ferruhzad

Çeviri: Haşim Hüsrevşahi

Resim: Ayşegül Öngel, Akrilik Boya



29 Kasım 2023 Çarşamba

Sardalya Sokağı


"California’nın Monterey kentindeki Sardalya Sokağı bir şiir, pis bir koku, çıldırtıcı bir gürültüdür; ışığın bir tonu, bir renk, bir alışkanlık, bir sıla özlemidir, bir düştür. Sardalya Sokağı derli topludur, bir yandan da darmadağınıktır; teneke, demir, pas, parçalanmış odun, yer yer yıkılmış kaldırımlar, otlarla kaplı arsalar, hurda yığınları, oluklu demirden yapılmış sardalya fabrikalarıdır; gürültülü pis içki evleri, aşevleri, genelevler, kalabalık küçük bakkal dükkânları, laboratuvarlar ve yıkık dökük otellerdir. Sokakta oturanlarsa adamın birinin dediği gibi, 'orospular, pezevenkler, kumarcılar ve orospu çocuklarıdır.' (...)"

John Steinbeck, Sardalya Sokağı (Cannery Row), Oda Yayınları

Çeviri: Sevim Gündüz Raşa

26 Kasım 2023 Pazar

Germinal


 "Açık ovada, mürekkep kadar yoğun karanlıktaki yıldızsız bir gecede, Marchiennes' den Montsou'ya giden ve pancar tarlalarının arasından dümdüz uzanan on kilometrelik yolda bir adam tek başına yürüyordu. Önündeki kapkara toprağı bile göremiyordu; engebesiz çevrenin uçsuz bucaksızlığını da, fersahlarca uzanan bataklıkları ve çıplak toprakları süpürüp gelirken buz kesilen mart rüzgarının, denizi döven dalgalar kadar geniş sağanakların soluğundan sezinliyordu. Gökyüzüne bir tek ağaç gölgesi vurmuyordu; yol karanlıkların gözleri kör eden su serpintisi ortasında bir dalgakıran düzlüğüyle uzanıyordu."

Emile Zola, Germinal, Oda Yayınları

Çeviri: Nesrin Altınova

14 Kasım 2023 Salı


"Hayat ancak geriye doğru anlaşılabilir; ama ileriye doğru yaşanması gerekir."

Søren Kierkegaard


"Life can only be understood backwards; but it must be lived forwards."

Søren Kierkegaard

28 Eylül 2023 Perşembe

Karanlığı Zaptetmek


Kurtlar yine penceremin önünde dolanıyor. Everard sabrımı taşırmak için koydu onları oraya. Gün içinde insan oluyorlar; ağaç gövdelerine yaslanıp dişlerini karıştıran kaba saba insanlar ve bu dünyadaki hiçbir güç, kaçmak için bile olsa beni onların arasına çıkaramaz. Fakat gece olunca... Gece olunca gölgelere ve keskin dişlere dönüşüyorlar. Cesur kalabilmek için, rahibelerin bana öğrettiği gibi tespih çekerken bile iniltilerin boğazımdan yükselmesini durduramıyorum.

Hiç kapıya veya pencerelere saldırmadılar. Henüz değil. Hala Everard’ın hakimiyeti altındalar... Ama bu uzun sürmeyecek.

Beni bu yıkık dökük kulübede bıraktığında bana “Bir ay” dedi. Everard babamı öldürdükten sonra, sığındığım manastırda beni bulup kaçırmıştı. Ancak ona ne ölüm tehditleriyle ne de tecavüzle ağzımdan evlilik yeminlerini alamayacağını söyleyince, farklı bir yola başvurdu. “Yaratıklara anlayacakları şekilde ödeme yaptım. Bir ay boyunca, buradan çıkmadığın müddetçe sana zarar vermeyeceklerine söz verdiler. Ama bir ay sonra verdikleri sözün geçerliliği de kalmayacak.” Kibirle gülümsedi. Üzerinde kanı titizlikle temizlenmiş babama ait mantoyla ışıl ışıl duruyordu. “Umarım o zamana dek fikrini değiştirecek kadar aklın vardır.”

Yarın bir ay dolacak. Everard her geldiğinde, yeminimi bozmadım ve onu reddettim. Ancak yarın sabah tekrar gelecek. Ve yarın akşam...

Mumlar, duvarın çatlaklarından aniden giren soğuk bir rüzgârla titriyor. Sert ahşap zemine diz çöküyorum ve sanki beni sonsuza dek güvende tutacakmış gibi parmaklarımı tesbihin taşlarına sarıyorum.

Ama şimdiye kadar kimse beni koruyamadı. Her zaman çok güçlü gördüğüm babam, beni Everard’a gelin vermediği ve düğün hediyesi olarak gelecek zengin toprakları reddettiği için gözlerimin önünde öldürüldü. Manastırın kutsallığı bile Everard’ın adamlarını dizginleyecek kadar güçlü değildi.

Yarın gece de, bu ahşap duvarlar kurtları uzak tutacak kadar güçlü olmayacak.

Gençken bakıcımın anlattığı bazı eski hikâyeleri anımsıyorum. Ama Everard hatırladıklarımın gerçek olduğunu kesinleştirdi.

“Onların evleri yok; onları en tiksinç zorbalıklardan ve sapkınlıklardan alıkoyacak toprakları veya dinleri yok. Gündüz gözüyle insan gibi görünebilirler, ama gerçek benliklerinde kalpleri hala kurt kalbidir. Kendilerinden olmayana sadık değillerdir. Ve dişlerinin en ufak bir sıyırmasıyla...”

Kendimi ürpermekten alıkoyamadım. Sırıtırken Everard’ın dişleri görünüyordu. “Küçük manastır kızı,” diye fısıldadı, “O zaman geldiğinde ben bile seni karanlıktan kurtaramam. Bu ay bitmeden kaçabilmek için bana yalvaracaksın.”

Pençeler kulübenin dışındaki buz tutmuş zeminde yankılanıyor. Birbiri ardına gelen sert nefesler ince pencereleri buğulandırıyor.

Everard’ın nasıl bir insan olduğunu anlayınca beni ondan koruması için babama yalvarmıştım. Babam öldüğünde kalacak yer için rahibelere yalvardım. Geçtiğimiz ay ise her gün, yardım etmesi için Meryem Ana’ya yalvardım.

Ama hiçbir zaman, hiçbir şey için, babamın katiline yalvarmayacağım... Ruhum için bile.

Oturduğum yerden doğruldum ve tesbihin parlak taşları arasından parmaklarımı çözdüm. Tesbihi; küçük kızlara ilahlarının gücü ve koruyuculuğu hakkında anlatılan hikâyeler kadar asılsız diğer gölgelerle birlikte, dikkatle köşeye yerleştirdim.

Bir kurdun uluyuşu, gecenin havasını yırtıcı ve yabani bir edayla delip geçiyor, omurgamdan aşağı süzülüyor. Küçük bir kızın iniltisi boğazımdan çıktı çıkacak. Dişlerimi sıkıp korkumu yutuyorum.

Bakıcımın hikâyeleri gözümün önünde canlanıyor: göz kamaştıran keskin dişler, kürk ve açlık ve uçsuz bucaksız bir karanlık...

Ama o karanlığın içinde güç de barınıyor.

Zarif yetiştirilmiş tüm kızların olması gerektiği gibi küçük ve yumuşak parmaklarımı esnettim. Yarın gece, uçlarında pençeler olduğunda bu parmaklar nasıl görünecek, merak ediyorum. Umarım, Everard benden merhamet dilediğinde, yüzündeki ifadenin tadını çıkaracak kadar kendim kalabilirim.

İlerledim ve kapıyı açtım.

Kapıda bekleyen bir çift altın rengi göze, “Sana bir teklifim var,” diyorum.

Ve karanlığı içeri davet ediyorum.

Stephanie Burgis, Holding Back The Darkness

Çeviri: Özgür Onat Çinkılıç



15 Eylül 2023 Cuma

Sıyrılıp Gelen

Soluk bir ay dolanıyor
kentin üstünde her gece 
Her gece bilge bir gezgin 
tavrıyla adımlıyor yolunu 

Güz yanığı bir durgun 
sessizlikle örtülü her şey 
ve yırtılmış bir tül gibi 
savrulup duruyor zaman 

Suların sesini dinle şimdi 
ormanın fısıldayışlarını 
usulca yarılıyor dağların göğsü 
bir aşkı dinlendirmek için 

Ve gözleri uzak yamaçlarda 
aranıp dururken bir şeyleri 
sessiz ve sakin beklemekte 
bekledikçe bileylenen yürek 

Belli ki dağların, denizlerin
ve göllerin üzerinden 
sıyrılıp gelmektedir seher 
Belli ki yakındır 
doğayı ve hayatı sarsacak saat 
 
Ahmet Telli


2 Eylül 2023 Cumartesi

Berlin Üzerindeki Gökyüzü


"Neden çocukken yerdeki ve gökteki geçişleri, kapıları, geçitleri göremiyoruz. Eğer tarihte cinayet ve savaş olmasaydı herkes görür müydü acaba? On bin kez aklımdan geçirdim, ama bu defa yapacağım. Bu kadar sakin olmam çok tuhaf. Neden acaba bu siyah ayakkabılarla bu kırmızı çorapları giydim. Ne kadar salağım. Hava sisli, soğuk. Soğuk olacağını biliyordum, kazak giyseydim keşke. Aslında bu ceketim fena değil. Ucuzluktan almıştım. Yalnız çanta açılıp duruyor. O hediye etti. Neyse. Uçmayı çok isterdim. Ne kadar sürer acaba? Uçak Berlin'in üzerinde sürekli daireler halinde uçuyor. Birazdan düşer. Ne kadar da soğuk. Benim ellerim hep sıcak olurdu. İyi bir işaret galiba. Ayaklarımın altı gıcırdıyor. Acaba saat kaç oldu? Güneş batmak üzere. Herhalde batı burası. Neyse en azından artık batının nerede olduğunu biliyorum. Trenle eve giderken hep doğuya gitmişim. Onluk kart alıp bir mark kazançlı oluyordum. Güneş arkamda, yıldız solumda. Fena değil aslında. Güneş ve bir yıldız. Küçücük ayakları. Nasıl da hep bir ayağından diğerine sıçrardı, ne hoş dans ederdi. Baş başaydık. Mektubumu aldı mı acaba? Umarım henüz okumamıştır. Berlin, benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Havel nehir miydi yoksa göl mü? Bunu hiçbir zaman kavrayamadım. Arka tarafa da Wedding mi diyorlardı? Peki doğu? Aslında her taraf doğu. Tuhaf insanlar. Bağırıyorlar. Bırak bağırsınlar. Bana ne, bana ne. Tüm bu düşünceler. Aslında artık düşünmek istemiyorum. Gidiyorum. Peki neden? Hayır!"


Berlin Üzerindeki Gökyüzü, 1987 -Almanya Fransa ortak yapımı şiirsel fantastik filmdir. Özgün adı Der Himmel über Berlin olan film ABD'de Wings of Desire (Arzunun Kanatları) adıyla gösterilmişti. Film Türkiye'de Nisan 1989'da 8. Uluslararası İstanbul Film Festvalikapsamında gösterildi. 2006 yılında ise filmin Türkçe seslendirilmiş videoları DVD ve VCD formlarıyla Arzunun Kanatları adıyla Türkiye'de piyasaya verildi.

Filmi "Yeni Alman Sineması"nın öncü yönetmeni "yol filmlerinin kralı" olarak da anılan ödüllü Alman sinemacı Wim Wenders yönetmiştir. Wenders bu filmini 7 yıl ABD'de kaldıktan sonra döndüğü ülkesinde yapmıştır. Filmin yapımcılığını da üstlenen Wenders senaryoyu gedikli senaristi Peter Handke ile birlikte yazmıştır. Avusturyalı yazar Handke daha çok senaryonun diyaloglarını ve şiirsel bölümlerini yazmış, aynı zamanda filmde sıkça tekrarlanan Çocukluk Şarkısı adlı şiir de onun kaleminden çıkmıştır. 20.yüzyıl Alman şairi Rainer Maria Rilke'nin şiirleri de kısmen filme ilham kaynağı olmuştur.

Filmin çoğunlukla siyah beyaz, kısmen de renkli görüntülerini Fransız görüntü yönetmeni Henri Alekan çekmiş, özgün müziğini ise daha önce de Wenders'in birçok filminin müziklerini yapmış olan Jürgen Knieper bestelemiştir. Başrollerini Bruno Ganz, Otto Sander ve Solveig Dommartin'in paylaştıkları filmde Amerikalı aktör Peter Falk'un da önemlice bir rolü vardır.

1980'lerin sonunda Berlin şehrinde insanların görüp işitemediği Damiel (Bruno Ganz) ve Cassiel (Otto Sander) adlı iki melek sürekli olarak çevrelerini ve insanları gözlemektedirler. Bu melekler zamanın başlangıcından beri oradadırlar ve çağlar boyunca doğanın ve insanların geçirdiği bütün değişimlere tanık olmuşlardır. Bu gerçeküstücü naif filmde her şeyi gören ama hiçbir şeye müdahale edemeyen bu meleklerden birisi ölümsüzlükten bıkarak insanların arasına karışmayı dener.

"Berlin Üzerindeki Gökyüzü", 17 Mayıs 1987'de ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülüne aday gösterilmiş, Wim Wenders bu festivalde "en iyi yönetmen" ödülünü almıştı. BAFTA ödülüne de aday gösterilen film çeşitli yarışma ve festivallerde 15 ödül daha kazanmıştır.

Film Konusu:

Damiel (Bruno Ganz) ve Cassiel (Otto Sander) Berlin şehrinin üzerinde dolaşan iki melektir. Bugüne kadar tasvir edilegelen melek görüntüsünde değillerdir, sıradan iki erişkin adam görüntüsündedirler, kanatları da her zaman ortaya çıkmaz. Üzerlerinde sade birer pardösü olan bu melekleri diğer insanlar göremez, duyamaz. Sadece küçük çocuklar ve diğer melekler onları görebilir (bir keresinde de Amerikalı bir aktör (Peter Falk) meleğin varlığını hisseder). Onlar da insanlara ve olaylara doğrudan müdahale edemezler.

Zaman 1980'lerin sonlarıdır ve Almanya (ve Berlin) halâ doğu ve batı olmak üzere iki parçaya bölünmüş haldedir. Oysa bu iki melek zamanın başlangıcından beri buradadır. Aradan geçen yüzbinlerce yıl boyunca doğanın ve insanların geçirdiği her değişikliğe tanıklık etmişlerdir (örneğin Damiel beton köprünün üzerinde dururken buzulların eridiği ve aşağıda akan nehrin oluşmaya başladığı yılları anımsar). İstedikleri her mekâna rahatlıkla girip çıkabilen ve hangi dilden konuşuyor olurlarsa olsunlar insanların düşüncelerini de okuyabilen bu iki görünmez varlık sürekli olarak sakin tavırlarıyla çevrelerini ve insanları incelerler ve notlar alırlar. Çevrelerini değiştirecek müdahalelerde bulunamayan bu melekler birçok şeye kayıtsız gibi durmaktadırlar, olaylar karşısında ne üzüntü ne de sevinç duyarlar, ama bazen de varlıklarını küçük işaretlerle belli ederler. Onlar için herhangi bir engel ve bir sınır yoktur, kâh havadaki bir uçağın içindedirler, kâh bölünmüş Berlin'in öteki tarafına geçerler. Genelde yüksek yerlerde durmayı ve şehre tepeden bakmayı seçerler, bazen bir katedralin en tepesinde, bazen yüksekteki dev bir heykelin omuzunda otururlar. Bazen bir kaza kurbanını teselli etmeye çalışırlar, bazen de intiharın eşiğindeki bir genci vazgeçirmeye çalışırlar (ama olaylara dahil olma ve etraflarını değiştirme yetkileri olmadığı için onları duyan olmaz, genç adam yine de intihar eder.).

Damiel Bir gün gittiği küçük pejmürde bir Fransız sirkinde Marion (Solveig Dommartin) adında bir trapez cambazına sırılsıklam tutulur. İflasın eşiğinde olan bu sirkin kapanmak üzere olduğunu öğrenince artık ölümlü bir "insan" olup Marion'la yaşamaya karar verir.

Damiel artık bir ölümlüye dönüşünce, daha önce uçakta karşılaşmış olduğu Amerikalı aktörü (Peter Falk, kendi rolünde oynuyor) çalıştığı film setinde ziyaret eder. Aslında onunla bir kez de bir sandviç büfesinde karşılaşmış, o zaman Peter Falk göremediği melek Damiel'in varlığını sezmiş gibi davranmıştır. Bu kez sette Damiel'i karşısında "insan" haliyle gören Peter Falk hiç şaşırmaz. Bu kez de şaşırma sırası Damiel'e gelmiştir. Falk durumu açıklar: O da bir zamanlar Damiel gibi bir melekken ölümlü olmayı seçerek insanların arasına karışmıştır. "Bu dünyada bizlerden çok var." diyerek sözlerini tamamlar.

Wim Wenders filmini tüm eski meleklere, özellikle de Ozu, François ve Andrey adlı meleklere ithaf edilmiştir ibaresiyle bitirir. Böylelikle sinemanın üç önemli yönetmeni Yasujirö Ozu, François Truffaut ve Andrey Tarkovski'ye selam duruşunda bulunur. Sonra da ekranda devam edecek yazısı belirir. Buradan da Wenders'in 6 yıl sonra 1993'te çekeceği devam filmi Öylesine Uzak, Öylesine Yakın (In weiter Ferne, so nah!)'ı daha o yıldan planlamış olduğunu anlarız.


Kaynak: Wikipedia

İzleyiciler