22 Ocak 2025 Çarşamba

Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü

Gözlerine bakar ağlar
Bu son şarkı
Son umut

Gitme hep burada kal
Bizimle kal bu kıyıda
Her yanına dokundum bakışının
Her yerini tanıdım göklerinin
Gün boyu sende uçtum
Dinlendim dallarında
Atlılar gibi yoruldum yanında
Uyudum

Ölür kıyı ölür yazlar
Alır götürür karakış
Her bahar her umuda zorunlu mu
Neden yolcusun bu kadar
Gideceksen
Al götür umudumu
Al götür sonuna kadar

Afşar Timuçin


Bir Ayrılık Bir Yoksulluk

Vara vara vardım ol kara taşa 
Hasret ettin beni kavim kardaşa 
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa 
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm 

Nice sultanları tahttan indirdi 
Nicesinin gül benzini soldurdu 
Nicelerin gelmez yola gönderdi 
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm 

Karac'oğlan der ki kondum göçülmez 
Acıdır ecel şerbeti içilmez 
Üç derdim var birbirinden seçilmez 
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm 

Karacaoğlan


21 Ocak 2025 Salı

Cinayet Saati

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben vursam kendimi vuracaktım

Attilâ İlhan




Varta

ölüme dokunup saklanalım, su burcundayız
müzik hayatı seçiyor arsızca
dansa kalkıyorlar; kuş sesiyle
aşkın hovarda bakışı

bu yaz kısa seyahatlere çıkalım
ve uçurtma dükkânları açmazsak her mahallede
öpüşmek yasaklansın
bize, tuzlu su ve geceye

kış aralanacak -'öyle de olmalı' diyor uzmanlar
ruhumuz sulu sepken bir telaşla ıslanıyor
bu güzü de ölümsüz geçirecekmiş
bahçeye uzanmış sanrılar

bana bir boşluk bırakın ki yüzüme yalnızlığımı haykırayım!

Ogün Kaymak, Kırık Dans, S.52


Mâceram

genç mi olunurmuş içerde a benim gülüm
söyledim yedi yılda bütün türkülerini ömrün
güz bir yandan uçuşur saçlarımda
                                                        kış bir yandan

ihtimâl ki ben senden tam sekiz ilkbahar büyüğüm
sen saçlarına ilkokul kurdelası taktığın gün
devadımlarla buluştu ayaklarım
                                                        ah ne çabuk

kanımı pompaladı yüreğimin çelik kasları
kanım damarlarımda şaha kalkan atlardı
beyaz atkılar gibi attım boynuma bulutları
uçura uçura yürüdüm rüzgârında ölümün

en güzel nakışını vururken kanatları kuşun
delip geçti karaciğerimi karanlık bir kurşun
onsekiz yaşım düştü ıslak aynasına asfaltın
ılık bir ıslık gibi aktı kanım
                                                        fakat ölmedim

bir hemşirenin mavi gülüşüne tutundum gülüm
anladım ki asla yenemez gülen insanı ölüm
dokuzuncu gün haykırdım pencereden gökyüzüne
heey
kurşunların rağmına yaşamak ne güzel şey

ben böyle hep uslanmaz kavgacı ve her güzele aşık
durmuşken seksen mart akşamlarına bahar gibi şık
duvarlara zincirlere çıktı yolu umudumun
şarkılar ne bilsin sorguevlerini istanbul'un
gayrettepe'yi samandıra'yı... ah gülüm ne bilsin

parmaksız bir el gibi bütün tanımları insanın
insan işkencede susabilen bir hayvanmış meğer
dur ağlama küçüğüm hiç yakışmaz yüzüne keder
ta kökünden tükürdüm dilsiz kalacakmışım ne gam
işte böyle başladı benim yıllar süren mâceram

Ekim 1985 - Haziran 1986

Nevzat Çelik, Müebbet Türküsü, S.48-49


20 Ocak 2025 Pazartesi

Abbas

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı Tarancı


19 Ocak 2025 Pazar

Gece Bitti

Gece bitti
Ay eriyor doğan günde
Battı batacak sulara

Bu ovada eylül ne kadar diri
Çayırlar yemyeşil
Bahar toprakları sanki güneyde

Bıraktım eşi dostu
Eski bahçelere gittim gizli gizli
Seni anmak için tek başıma

Sen Ay'dan ötelerde bir yerdesin
Burda gün doğarken
Nal sesleri gelirken kaldırımlardan

Salvatore Quasimodo

Çeviren: Federico Barberio


Yapracığı Gören Balık

Minnacık bir balık bir yaprak gördü
Körpe - yeşil - ve yemiş bahar güneşini
               -yaprak değildi
               Bahardı gördüğü- 
Ve o düşle fırladı denizden
Ve düştü kaldı

Balık ki yaprağı görüp sarhoşladı
O ben'im işte

Erik ağacından düşen yapracık
Damarlarında hâlâ özsuyun hazzı
Bir gözyaşıyla
Sapından sarkan

Yaprak ki düştü erik ağacından
O ben'im işte

Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü - 
-Güneş ki olduracak meyvasını
Yağmur ki besleyecek meyvasını
Meyva ki sürdürecek erik ağacını

Ağaç ki çiçekler arasında
O ben'im işte

Ve meyva ki güneş kokar
Usulcana erir ağzında
Ve bir an emip de çekirdeğini
Ya yere atarsın ya da denize

O çekirdek ki mutlu
O ben'im işte

Zahrad

Çeviri: Can Yücel

Fotoğraftakiler: Zahrad (solda) ve Ara Güler



İhtiyar Maria

Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:

Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.

Geldim seninle umudundan konuşmaya,
kızının nasıl olduğunu bilmeden
kuzuladığı o üç ayrı umuttan da.

Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.

Dinle, emekçi büyükanne,
inan gelen insana,
göremeyecek olsan da geleceğe inan.
Tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran
acımasız Tanrıya da dua etme.
Yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için
ölümden acımasını isteme;
gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende,
her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi,
huzur içinde öl yaşlı mücadeleci.

Bir ayağın çukurda ihtiyar Maria,
o gideceğin günlerden biri
otuz kefen tasarımı
bakışlarıyla selamlayacaklar seni.
Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
suskun kalacak odanın duvarları
birleşince ölüm astımla
ve sevdaların boğazına dizilince.

Bronzdan dökülmüş üç okşama
(geceni hafifleten tek ışık)
açlıkla kuşanmış üç torun
her zaman bir gülümseme buldukları
yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler.
Hepsi bu olacak, ihtiyar Maria.

Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan,
geçti keder içinde hayatın, ihtiyar Maria.

Bulandırdığında gözbebeklerinin acısını
sonsuz dinlenmenin buyruğu,

ömür boyu angaryadaki ellerin
son şefkatli okşayışı içine çektiğinde
onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın,
zavallı ihtiyar Maria.

Hayır, hayır yapma
bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran
umursamaz Tanrı'ya kendini teslim etme,
ölümden aman dileme,
korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın,
sonunda kuşandı astımla.

Fakat bildirmek istiyorum ki sana
umutların kısık ve yiğit sesiyle
intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,
ideallerimin en doğru boyutuyla
yemin etmek istiyorum.

Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.

Huzur içinde yat, ihtiyar Maria,
huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi.
Yemin Ediyorum ki...

Che Guevara

Çeviren : Adnan Özer, Vilma Kuyumcuyan



Anneme Mektup

Sağ mısın henüz ihtiyarcığım?
Ben de sağım. Selam, selam!
Döksün çatısından yuvacığının
O betimsiz aydınlığını akşam.

Duyuyorum özenip tasanı gizlemeye,
Kederleniyormuşsun benim güç yazgıma,
Sık sık çıkıyormuşsun yolumu gözlemeye
Bürünüp eski moda harap urbana.

Ve akşamın mavi karanlığında sana
Sık sık görünüyormuş bir acıklı düş:
Meyhane kavgasında birisi güya
Fin işi bıçağını yüreğime gömmüş.

Değil anacığım! Dinsin gözünde yaş.
Başka şey değil bu, acı bir karabasan.
Olmadım daha öyle sefil bir ayyaş,
Hiç ölür müyüm sana kavuşmadan.

Eskisi gibiyim yine, öyle sevecen ve sıcak
Ve yalnızca bir düşte yanıyor yüreğim,
İçimde başkaldıran özlemle çabucak
Alçacık evimize döneceğim.

Döneceğim, baharın ak bahçemizde
Salınınca dallar dört bir yandan.
Ancak sen uyandırma beni sekiz yıl önce
Uykumu böldüğün gibi gün ağarmadan.

Uyandırma o düşler içinde gideni,
Dalgalandırma o gerçekleşmeyeni,
Çok erken bir bitkinliği ve yitimi
Çekmek beklermiş yaşamda beni.

Dua etmeyi de öğretme bana. Eksik olsun!
Eskiye dönüş hiç yok artık.
Sensin tek dayanağım ve avuntum,
Tek sensin bana betimsiz aydınlık.

Unut, son ver artık tasanı gizlemeye,
Kederlenme benim güç yazgıma.
Öyle sık çıkma yolumu gözlemeye,
Bürünüp eski moda harap urbana

Sergey Yesenin

Çeviri: Azer Yaran


Karagöz Avrupa'da

Hacivat: (Perdede görünmeden)
Bıraktı saçlarını yellere aman
El etti bana gel diye aman
Sonra açtı kollarını ellere aman
Güzeller hep böyle nazlı mı olur?
Güzel sevmek hep böyle dertli mi olur?
Kaçırsam saçlarını esinden aman
Kaçırma ellerini elimden aman
Gençlik yitse bıkmam sevgiden aman
Güzeller hep böyle nazlı mı olur?
Güzel sevmek hep böyle dertli mi olur?
Yıllar sevgiyle yeşerdi aman
Gönlüm senin yanında şenlendi aman
Aklım sevi bağında tükendi aman
(Hacivat perdede görünerek)
Güzeller hep böyle nazlı mı olur?
Güzel sevmek hep böyle dertli mi olur.
Karagöz: Ooof! Haay! Haak!
Ben hacivat bu oyunun bir kişisi
Karagöz, arkadaşım, da ikincisi

Perde arkasında konuşur sanatçısı
Bu perdeye derler Şeyh Küşteri perdesi

Perdede görülür büyük büyük adamların
Büyük büyük olayların eğilmesi, küçülmesi

Deme, "Nasıl olur? İnsanın kemiği var."
Onun, çıkarı olan yöne, benden kolaydır değişmesi.

Kaz almadan vermez tavuğu iyi sandığın adam
Ondan, akıllının güçtür her iyiye inanması

"Boyundan büyük konuştu deme "Hacivat"
Öğreneğindedir görüntü perdesinin tüm eğlencesi.

Hacivat: "Yalnızlık Tanrı'ya yaraşır" demiş atalarımız. Ben yalnız başıma, bir eşim, bir arkadaşım olmadan, ipullah, sivri küllâh bu koca perdeyi nasıl doldururum.. Toplumsal hayvanmış insan. Toplum içindeki insan hayvandır. Yok toplum içindeki insan insandır. Demek ki yalnız insan hayvandır. Demek ki ben... Neyse geçelim tatsız konuşmaları. Size bugünkü oyunu yansıtabilmem için bir arkadaş gerekli. Ama ne demişler? Söyle arkadaşını söyleyim seni demişler. Akıllının arkadaşı akıllı gerektir. Şimdi benim de bir akıllı arkadaşım olsa, yani aydın olsa, yani intéllectuel olsa yani intellectual olsa, yani intellicensiya olsa. Öyle ki bu mumlar söndüğünde o yansa. Bu aydın kişi birkaç dil bilse... Fransızca "Bonjur", Almanca "Gutentag", İngilizce "Goodnight" dese. Böylece Birleşmiş Milletlerin gönüllü üyesi olsa... Türkçe de bilse fena olmaz. Fazla mal göz çıkarmaz. Aydın dili tavus kuşu kuyruğu olmalı, ya da Rus salatası... Aşure? Yok yok, yeter derecede sophisticate değil. Bu aydın arkadaşım  güzel güzel söylese ben dinlesem... Hep işimiz rast gitse...
                    Yaar bana bir eğlence
                    Yaaar bana bir eğlence
Karagöz: (Sağ köşeden kafası görülür) Ne bağırıp duruyorsun? Eğlencemi yarıda kesiyorsun.
Hacivat: Eğlenmek istiyorum. Gülmek istiyorum. Gülmek.
Karagöz: Ben şimdi gösteririm sana gülmeyi, ölmeyi.
(Karagöz Hacivat'ın üstüne atlar, başlarlar dövüşmeye)
Karagöz: (Düşer) Off öldüm bayıldım. Sputnik 15'den aşağı yuvarlandım. Vay yayıldım.
Hacivat: Ayran mısın be mübarek?
Karagöz: Utanmaz arlanmaz, hâlâ konuşmaktan korkmaz, Seni bereciksiz hokkabaz. Kaldır beni burdan tez.
Hacivat: Seni Belediye kaldırsın.
Karagöz: Ya burada ölürsem, ya kokarsam....
Hacivat: Cüzdanı ver Diyanet İşleri Cenaze Servisi kokmanı önler. Yaar bana bir eğlence!
Karagöz: Suus, bacaklarım kesildi. Yürüyemiyorum.
Hacivat: Bacakların yerinde duruyor. Ayakların da onların dibinde.. 
Karagöz: Yani tutmuyor bacaklarım. Ah bir kalksam, bir seni yakalasam.
Ne yaparsın?
Karagöz: Şey yani eve biraz salam alsam... Off yürüyemiyorum..
Hacivat: Bas yürürsün.
Karagöz: Yürüyemiyorum.
Hacivat: Yürürsün. Bacakların kafandan sağlam. Sen psikolojik bir depresyon geçiriyorsun. Psikiyatrik bir psikoanalizden geçmen gerek.
Karagöz: Pisi pisi, gel pisi, var mı senin gibisi. Altın...
Hacivat: Hey kendine gel. Başını ve ayağını sağlam tut demişler. Şimdi psikolojik yollarla senin yürümeni sağlayacağım. Yat şimdi, kendini rahat bırak.
Karagöz: Yaa! Psiko fsiko deyip uyutacaksın beni.
Hacivat: Eee, aptallar uyurlar..
Karagöz: Aptal senin babandır.
Hacivat: Öyleyse şimdi bir şok tedavisine hazır ol. (Tüm gücüyle bağırır.) Yaar bana bir eğlence! yaaar, bana bir eğlence!
Karagöz: (Yerinden fırlar) Şimdi ben sana çok tedavisini, az tedavisini gösteririm. (Hacivat'ın arkasına düşer) Bırakın tutmayın beni!
(Hacivat kaçar, Karagöz kovalar.)
(Hacivat'ın perde arkasından sesi duyulur. Türkü söyleyerek perdeye gelir. Arkasından da Karagöz görülür,)
Karagöz: O, nerelerdesin Hacivatım?
Hacivat: Nerelerdesin denmez, nerdesin denir.
Karagöz: Ne-re-ler-de-sin?
Hacivat: Yüksek okula gitmediğinden bilmezsin. Fizik biliminde bir yasa vardır. O yasaya göre bir nesne aynı anda iki yerde olamaz.
Karagöz: Bir insan da üç ay aynı yerde durmaz! Ocak, şubat, mart! Ben seni üç aydır görmedim. Üç ay bu direğin altında beni mi bekledin?
Hacivat: Aman Karagözüm tabii ki hayır. Bu soğuklara İstanbul'un asfaltları bile dayanmadı. Üç ay bu direk altında kalsaydım şimdi ne olurdum?
Karagöz: Direk olurdun da bir işe yarardın!
Hacivat: Aman Karagözüm neden düşünmeden konuşuyorsun. Hiç, bir direk benim yaptığım işleri yapabilir mi? Bayram, yılbaşı giderlerini bir direk nasıl karşılar? Bizim hanım, elinde bol para olmazsa nasıl kızar bilirsin, birden parlayıverir.
Karagöz: Fena mı? İşte ben de tutuşup karının elinden kurtulasın diye direk olsan daha iyiydi dedim ya..
Hacivat: Sen ne hakla benim karımın arkasından konuşursun, Karagöz. O benim hayat arkadaşım. 20 yıldır bir yastıkta kocadık.
Karagöz: Madem öyle, bırak o hayat arkadaşını da yenisini al. Hem yeni gelin yeni de yastık getirir. 20 yıldır yattığın yastık artık tahta bezi olmuştur.
Hacivat: Hayat arkadaşım dedim, Karagözüm, bayat arkadaşım değil. Henüz çiçeği burnunda yaşam arkadaşım o benim. Oooo.. Yirmi yıllık eski yastıklar, şimdi..
Karagöz: Bardak oldu.
Hacivat: Eski çamlar bardak oldu! Eski pamuk yastıklar şimdi sünger oldu, sünger. Efendim, bayrama değin yatağın yorganın süngerini almak koşulmuş. Hanımın dediğini gerçi yaptık, yaptık ama bizim paracıklar da yok oldu.
Karagöz: Sünger çekmiştir. Sıkarsın geri akar.
Hacivat: Yok kalsın, banka yerine orda dursunlar.
Karagöz: Doğru ya! Hem hırsızlar da bulamaz!
Hacivat: (Karagöz'e bir tane vurur.)
Karagöz: Ne vuruyorsun?
Hacivat: Aptal, ben senle alay ediyorum. Hiç sünger paraları çeker mi? Çekse çekse satan adam çekmiştir. Asıl, Bayramı, yılbaşını savalım derken bizim saklı açık bütün paracıklarımız suyunu çekti.
Karagöz:Haklısın. Çok haklısın Hacivatım. Bu bayram benim paralarım da öyle bir suyunu çekti ki az kalsın dibine yanıyordu. Sesi bile kalmadı paracıklarımın.  Büyüklere birer kutu şeker, küçüklere birer mendil derken..
Hacivat: Aman Karagözüm hâlâ mı modası geçmiş törelerle uğraşıyorsun? Çağımız değişme ve evrim çağı. Her alanda yeni yeni adımlar atılırken sen hâlâ bayram şekerinde duraklıyorsun! Yeni bir şeyler yapman gerek.
(Karagöz iki elinin üstünde yürümeye başlar.)
Hacivat: Hey Karagözüm! Soğuk başına vurdu galiba. Ne yapıyorsun böyle?
Karagöz: Yeni birşeyler yap dedin, ben de iki elimin üstünde yürümeye  çalışıyorum.
Hacivat: O yeni birşey değil ki.. Tavuklar da elleri üstünde yürüyor. Şimdiye kadar yapılmamış bir şeyi yapmalısın. Örneğin... Canım hiç mi gazete okumuyorsun? Batılı homo sapienler nerdeyse aya varıyor..
Karagöz: O ne? Yeni bir reklâm çeşidi mi?
Hacivat: Reklâm olur mu gerçek. Hiç dünyadan haberin yok. Hiç mi gazete okumuyorsun?
Karagöz: Sinirlerim çok yorgun. Doktor ciddi şeylerle uğraşma dedi. Salt Meclis dedikodularını izliyorum. Peki armağan olarak ne veriyorlar?
Hacivat: Ay'ı (Gökteki ay anlamında)
Karagöz: Ne ayısı?
Hacivat: Buz ayısı.
Karagöz: Delirmiş bunlar. Şehrin içinde buz ayısını kim ister?.. Hem omo sapı nerde yetişir?
Hacivat: Neden söz ediyorsun sen, ne sapı?
Karagöz: Sen dedin ya!
Hacivat: Ne dedim?
Karagöz: Omo, sap yiyenler arıyor demedin mi?
Hacivat: Homo sapien dedim. Yani düşünen hayvan, politik hayvan dedim. Yani sen!
Karagöz: Estağfurullah Hacivatım. Demek beni dört ayaklı görüyorsun. Artık arkadaşlığımız burada biter.. Hiç bir arabulucu da kabul etmem. Özel uçakla bile gelse!
Hacivat: Karagözüm, hemen kızma. Bunlar benim sözüm değil. Büyük düşünürler düşünmüşler taşınmışlar, insanı benzetecek başka şey bulamamışlar. Neyse, sözün kısası Homo sapien insan demek.
Karagöz: Başından beri neden kısaca "insan" demezsin?
Hacivat: Olmaz Karagöz'üm, bu sözcüğü öğrenmen gerek, senin. Batılı bir turist geldiğinde sakın onun salt insan olduğunu düşünmeyesin. Turist döviz getirir. Döviz refah getirir. Refah getiren insan da senden benden farklıdır. Yani homo sapiendir.
Karagöz: Yaa?
Hacivat: Tabii ya Karagözüm. İşte bu batılılar taa güneşe doğru giderken bizim de karınca kararınca bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Ne demiş başka bir homo sapien, "Herkesin evinin önünü bırakıp, kasaplığa başladığını?"
Karagöz: Bu da yanlış. Herkes kendi evinin önünü temizlerse evlerin arka tarafı çöplüğe döner. Dolayısıyla kentin yarısı temizlenir, yarısı pislenir.
Hacivat: Senin sözün doğru ama batılı homo sapien'in sözünün de muhakkak doğru olması gerek. Demek batı evlerinin salt ön tarafı var ki herkes kendi evinin önünü temizleyince tüm kent temizleniyor. Bunun gibi, herkes bir şehir öteye gitse sonunda aya varılır. İşte biz de bu bayram paramızı bu ilke uğrunda tükettik. Tüm engelleri aşarak taa Antalya'ya gittik.
Karagöz: Şimdi anladım bizim doktorların neden buraları bırakıp taa Avrupa'lara, Amerika'lara gittiğini, Demek, homo sapien'lere olan görevlerini yerine getirirlermiş.
Hacivat: Aferin! İlk kez bir anlattığımı doğru anladın.
Karagöz: Demek Dr. Esat da kanseri tedavi eden büyü buluşunu bu nedenle gidip Avrupa'da kullanmayı yeğ tuttu. Demek Dr. Esat evrensel bir sorumluluğu yerine getiriyormuş. Hay Allah, biz de ona vatan haini demiştik. Şimdi anladım.
Hacivat: Hayır Karagöz'üm, yine bir yanlış yaptın. Onun gitmesi ulusal çıkarlarımızı biraz sarsıyor. Çünkü Dr. Esat 'beyin' kaçakçılığı yapıyor.
Karagöz: Allah Allah... becerikli adammış. İşi doktorluktan kasaplığa dökmüş.
Hacivat: Gerçek mi? O kadar büyük bir doktor nasıl olur da kasaplığı doktorluğa yeğ tutar. İnsan kesmekle hayvan kesmek arasında biraz fark olmalı.
Karagöz: Tabii, biri ayağıyla isteyerek gelir yatar, öbürünü bağlayıp bıçak altına getirirler. Yine de bir türlü inanamıyorum. Bu da yeni bir dedikodudur. Sana kim dedi Dr. Esat'ın doktorluğu bırakıp, kasaplığa başladığını?
Hacivat: Bana?
Karagöz: Sana..
Hacivat: Sen dedin ya!
Karagöz: Ne dedim?
Hacivat: İşi doktorluktan kasaplığa döktü dedin ya. Demedin mi?
Karagöz: Dedim ama ondan önce sen dedin.
Hacivat: Ne dedim?
Karagöz: Doktor 'beyin' kaçakçılığına başlamış dedin.
Hacivat: Karagözüm ben gidiyorum. Sen beni hep ters anlıyorsun.
Karagöz: Aman, dur Hacivatım. Hemen kızma, Bilmezliğime ver. Beyni  toptancısından mı alıyormuş yoksa?
Hacivat: Yok Karagözüm yok. Bu beyin başka beyin. Adam beyni bu. İnsan beyni.
Karagöz: Olamaz!
Hacivat: "Beyin kaçakçılığı", "beyin aktarması" diye, kafası işleyen kişilerin bu hazineyi kendi uluslarından kıskanıp, başka ulusların emrine vermesine diyorlar. Dr. Esat da bu yüzden kaçakçı ve hain sayılıyor. Anladın mı?
Karagöz: Tabii anladım. Başından böyle söylesene. Yani, Dr. Esat gibi kafası işleyenlerin uzaklara yolculuk etmeleri kötü ama, senin benim gibi kafası işlemeyenlerin gezmesi yararlı bir iş olarak mı kabul ediliyor?
Hacivat: Aman Karagöz'üm, ya şimdi kendimi tutamayıp sana bir temiz dayak atacam, ya da iyi bir yurttaş gibi hakkında kişiye hakaret davası açacam.
Karagöz: Ben, anlattıklarını doğru anladığımı göresin diye söylediklerini  yineliyorum. Kızacağına yanlış yerini düzelt de hiç değilse başkalarına doğru anlatayım..
Hacivat: Dinle Karagözüm. Bu kez iki kulağını da bana ver.
Karagöz: Verdim gitti.
Hacivat: Bir insan, ister ben, ister sen, ister Dr. Esat, gider başka bir ulusta sürekli kalırsa ulusuna zararlı bir iş yapmış sayılır. Ama kısa bir süre için gidip yabancı memleketleri gezmekte hiç bir zarar yoktur. Hattâ çok yararlı ve herkesin yapması gereken bir şeydir.
Karagöz: Öyleyse benim şöyle Avrupa'da bir ay geçirmemin hiç bir sakıncası yok, öyle mi?
Hacivat: Hayır. Hiç bir sakıncası yok. Hem ben de seninle gelirim. Ama hemen başlayalım pasaport işlerine.
Karagöz: Tanıdıklara da haber verelim belki yakınlarına birşeyler yollamak isterler.
Hacivat: Doğru. Ben hemen işe başlayayım. Hadi, şimdilik Alasmaldık!
(Hacivat perdeden kaybolur. Karagöz üç kez perdede aşağı yukarı yürüdükten sonra evine varır. Zile basar basar ses çıkmaz)
Karagöz: Hay Allah. Zil de çalmıyor. Oysa ne kadar da yoruldum Çocuklar!! Naciye!! Kapıyı Açın! Ben geldim...
(Kapıyı yumruklar, tekmeler) Hey kapıyı açın!.. Bir de hanım tutturmuş "Bize de Hacivatlardaki şarkılı zilden al" diye. Bu külüstür haliyle ikide bir bozuluyor, o zaman bir de göz değer hiç çalmaz.
Naciye!!
(Naciye kapıyı açar)
Naciye: Sen misin? Hoş geldin. Yine elektrik kesildi de. 
Karagöz: Ne yapalım, fırtına, soğuk, ben dayanamıyorum. 
Naciye: Sana hep derim "Nur Hoca'nın bir bildiği var" diye. Ne dediydi, "Elektrik giren yere nur girmez". Bak onun için hep ışıksız kalıyoruz.
Karagöz: Aman hanım. Hani elektrik kesildiği vakit nerde nur? Zifiri karanlıkta kalmıyor muyuz elektrik kesildiğinde? O senin Nur Hocanın beyni öyle kararmış ki onu artık elektrik bile aydınlatamaz. Herkesi kendi gibi sanıyor. Nursuz yobaz!
Naciye: Aman tövbe de bey, çarpılacaksın.
Karagöz: Nuru kaç voltlukmuş da çarpacakmış.
Naciye: Aman Karagöz! Ne oldu sana bugün? Sarhoş musun nedir?
Karagöz: Sarhoşum ya... Herkesin masada uyutulduğu yerde içmeyene sarhoş derler.
Naciye: Bey neler söylüyorsun?... Ne masalı?
Karagöz: Hiç hiç.. boş ver bunları. "Karı kısmı kocasına soru sormaz. Sonra kocası onu incitmeden dövüverir..."
Naciye: Aa, üstüme iyilik... Bu da nerden çıktı?
Karagöz: Nur Hoca'dan öğrendim ya? Ben de bu hafta gidiyorum, Avrupa'dan elektrikli bir karı vurma sopası alacam.
Naciye: Bu ne biçim şaka yapıyorsun, Karagöz?
Karagöz: Hadi, peki şaka olsun. Ama Avrupa'ya gideceğim ciddi.
Naciye: Zaten ne zamandır söyleyip duruyordun. Bir şeyi aklına koymayasın...
Karagöz: Hacivat da geliyor.
Naciye: İyi bari senin devirdiğin çamları o düzeltir de başına bir dert gelmez. (Kapı dövülür)
Karagöz: Git şu kapıyı aç bakalım. (Naciye çıkar) Sanki ben çocuğum.... Eh haftaya görüşeceğiz Avupa'nın taşı toprağı, altın mı kum mu?
Naciye: (Dışardan) Bey! Nur Hocayla Hacivat Bey geliyor.
Karagöz: (Kendi kendine) Yedik mi Ayvayı? Buyursunlar, buyursunlar...
Hacivat: (içeri girerek) Karagözüm hocanın Avrupa'da çalışan bir kardeşi varmış da...
Karagöz: Çok iyi. Nasılsınız Hoca efendi?
Nur Hoca: Elhamdulillah evlâdım... Hûda'ya şükürler olsun. Sen nasılsın?
Karagöz: Sağol.. Çalış uğraş bir türlü işlerin sonu gelmiyor.
Nur Hoca: Tabii oğlum. Kendini bir kaptırdın mı şeytanın çarkına bir daha kurtuluş yok. Bu pis boğaz için dünyanı da ahiretini de ziyan etmenin âlemi var mı?
Karagöz: Olur mu Hoca... Çoluk çocuk yemek ister, giymek ister. Komşuda görüp de yiyemezse bana günah olmaz mı?
Nur Hoca: Olmaz efendim olmaz. Bırak çocuklar nefsini körletmeyi şimdiden öğrensin... Her akşam yatmadan, her sabah kalkmadan üç kere kendi kendilerine söylesinler "Bir hırka, bir lokma... Bir hırka, bir lokma... Mekân da ahirette, iman da ahirette.. Mekân da ahirette, iman da ahirette"
Karagöz: (Kendi kendine) ya sabır...
Nur Hoca: Haa... çocuk kısmına güvenmeyesin. Şeytanın sağ bacağıdır kimisi. Bir bakarsın senin dediğini değiştirmiş, "Bin hırka, bin lokma.. Ahirette iman, dünyada mekân" demeye başlamış. Allah korusun. Ondan sonra önü alınır mı bücürlerin.  Onun için sana sağlam bir yol söyleyecem. Oldum bittim severim seni. Hani bir gâvur icadı var. Hani sihir gibi bütün sesleri içine hapsediyorlar. Ondan alır doldurursun sana söylediğim telkinleri içine. Sonra çocukların yatağı başına kor, basarsın düğmeye.
Karagöz: (Alayla) Aman hocam tövbe de. O kutsal sözleri nasıl gâvur icadına hapsedelim.
Nur Hoca: Bu başka. Ahret için yapılan her şey mübahtır. 
Karagöz: (Kendini tutamaz) Madem o kadar ahrete meraklısın niye burada bunca yılını harcadın ha? Niye bunca adamın etine etmeğine ortak oldun, haa? (üstüne yürür)
Hacivat: (Hemen Karagözü tutar) Aman Karagözüm. Kendine gel. Hoca hazretleri siz şöyle buyurun. Karagöz arkadaşım çok iyi niyetlidir. Sizin gibi muhterem bir kişinin bu günah yuvası dünyamızda kirlenmesine içi dayanmadığından... Birden bu dünyanın düzenine kızıverdi. Değil mi Karagözüm Hoca Efendiyi sen de çok sayarsın.
Karagöz: Efendi ha? O kafasındaki be.. (Hacivat koşar Karagöz'ün ağzını kapar)
Hacivat: Arkadaşım demek ister ki... "Hocamıza salt efendi demek yetmez. O kafasındaki bütün düşüncelerle bir beyefendidir.
Nur Hoca: Teveccühünüz efendim. Şükür ki Allah benim gibi bazı sevgili kullarını gafletten koruyor.
Karagöz: Aman hoca bu kadar alçak gönüllü olma...
Nur Hoca: İyi kullar hep alçak gönüllüdür.
Karagöz: Hacivat tut beni, elimden bir kaza çıkmasın?
Nur Hoca: Kaza dedin de aklıma geldi, eskiden neydi? Bizim kadın bir kere kaza ile fincan kırmıştı. Şöyle hafiften sarstıydım da düşüp kolunu kırmıştı. Halbuki şimdi ne zamklar çıktı. Kırık izi bile belli olmuyor. Ama bizim zavallı kadın kalmadı ki bu günlere.
Karagöz: Vah vah... Oysa yaşasaydı her dayak atıp kolunu kırdıkta kırıkçıyla uğraşmaz hemen kendin yapıştırıverirdin. Ne zevk olurdu çıkıkçı derdi olmadan kol bacak kırmak... Değil mi?
Nur Hoca: Yaa..? Demek yeni zamklar insan kemiği de yapıştırıyor. Bilseydim..
Karagöz: (hırsla) Na'pardın?
Hacivat: (hemen araya girer) Aman hocam sizlerin duası sayesinde bilim her gün biraz daha ilerliyor. Yeni uçaklarla, beş vakit namazın beşini de başka kentte  kılmak olanaklı.
Nur Hoca: Yaa.. Pek doğru dersin evlâdım. Allah ne ister de yapamaz. Tayyareler yaratılmasaydı ben bu yaşımda Avrupa'ya gitmeyi düşünebilir miydim?
Karagöz: Oraya da mı yetişecen?
Hacivat: Kardeşinize bizle haber salmak istediğinizi sanmıştım. Böyle bir  yolculuğa niyetlendiğinizi bilmiyordum.
Nur Hoca: Yaa... Doğru, doğru... Bugün buraya gelmekteki maksadım biradere din ordusunun bir gönüllüsü olarak gurbete gitmek istediğimi söylemenizdir. Ama bilirsiniz kimseye yük olmak istemem. Bizim birader oralarda bana münasip bir iş buluversin, olur mu evlâdım?
Hacivat: Baş üstüne Hoca efendi. Varır varmaz dileğinizi kardeşinize bildirmek ilk görevimiz olacak.
Nur Hoca: Sağ olun. Ya şöyle 300 franklık bir iş bulsam. 12 ayda... Dur bakayım ne eder... 10 ay olsa 3000 frank, iki de olsa 3600...Bizim paramızla... Eee..
Hacivat: Sen de 10 bin.
Karagöz: 10.800 Türk Lirası.
Nur Hoca: Yaa, bu kadarına da şükür... Mesela bir tayyare bileti alacak kadar para biriktirsem... Daha bu yaştan sonra bana para neye lâzım olacak?
Hacivat: Ne uçağı?
Nur Hoca: Memleket dışına çıkmışken, oradan da Avrupaî bir tayyareyle hac vazifemizi yapmaya gideriz, inşallah... Yaa.. Gâvur parası gâvuristanda kalmalı. Memlekete dönmemeli. Neden hayat her sene daha pahalılaşıyor? Hu? Neden.
Karagöz: (alayla atılır) İşçiler döviz getirip gâvur parasıyla mübarek Türk parasının bereketini kaçırıyorlar...
Nur Hoca: Aferin evlâdım. Aferin.. Ya.. Berhudar ol.
Karagöz: Hoca hoca!! Bir insanın yurttaşlık görevlerini yerine getirmesi sevap mıdır?
Nur Hoca: Yaa, tabii.
Karagöz: Peki, borçlu insanın hacca gitmesi günah mıdır?
Nur Hoca: Tabii yaa... Elhamdulillâh hiç bir şahsa bir kuruş borcum yoktur.
Karagöz: Bu yurt kimlerden meydana gelmiştir? Yurttaşlardan değil mi?
Nur Hoca: Tabiî..
Karagöz: Peki bir devletin borçları kimin borcudur, yani sonunda kim öder? haa?
Nur Hoca: Evlâdım, ne kızıyorsun... Yaa... Tabiî ki devlet!
Karagöz: Yani devletin eli ayağı olmadığına göre yurttaşlar di mi? Devletin borcu bireyleri tarafından ödenir di mi?
Nur Hoca: Herhalde...
Karagöz: Öyleyse hoca, sen bugün borçlusun. Bu borcu ödemeden nasıl, nereye gidersin? Ha? Öbür dünyada sormazlar mı? Ha?
Hacivat: Aman Karagözüm bunlar karışık işler... Sen bu gün çok sinirlisin.. Hiç meraklanma Hoca efendi. Dediklerini hemen kardeşinize ileteceğiz.
Nur Hoca: Sağol, sağol, ben de artık gitsem... Yaa... Şeytan girmiş bunun
burnuna. Şeytan.. Hadin Allahaısmarladık.
(Karagözün cevap vermesini önlemek için Hacivat Karagözün ağzını eliyle kapar)
Hacivat: Güle güle, güle güle (hoca çıkar). Aman Karagözüm ne başına durup dururken iş açıyorsun. Bunlar zaten can çekişiyorlar bırak da can havliyle üstüne sıçramadan ölsünler.
Karagöz: Yok Hacivatım. Bırak yaşasınlar. İyice rezilleri çıkana dek yaşasınlar. Bilirsin bu memlekette öleni evliyalaştırıp taparlar.
(zil sesi duyulur)
Hacivat: Acaba hoca bir şeyini mi unuttu (tekrar zil)
Karagöz: O günahını bile unutmaz. Sen merak etme (zil sesi)
Hacivat: İçerde kimse yok galiba?
Karagöz: Var ama (zil) Naciye!! (zil)
Hacivat: Sen gidip baksana...
Karagöz: Niye Naciye açmıyor? (zil)
Hacivat: Açacaksan aç yoksa ben açacam.
Karagöz: Peki, peki.
(Çıkar, dışardan Naciye'yle konuşması duyulur)
Karagöz: Aaa sen ha!
Naciye: Ben ya.
(Perdede görünürler)
Karagöz: Ne oldu?
Naciye: Cereyan! cereyan!
Karagöz: Ne ceylânı?
Naciye: Canım ce-re-yan. Hava cereyanından çöpü dışarı koyarken kapı çarpıverdi.
Hacivat: Ne olmuş?
Karagöz: Hava akımından kapı çarpıvermiş. Dalgınlık, dikkatsizlik.
Hacivat: İnsanlık hali canım. Olur böyle şeyler.
Karagöz: Sen demesen ben hâlâ kapıyı açmayacaktım.
Hacivat: Bir de söylüyor. Neyse haydin bana Allahaısmarladık. Yolculuğumuzdan evdekilerin hâlâ haberleri yok.
Naciye: Güle güle Hacivat efendi.
Karagöz: Güle güle.
(Hep beraber Hacivat'ı geçirmek için çıkarlar. Biraz sonra Karagöz girer)
Karagöz: Off... Nihayet yalnız kalabildim. Meğer ne zor işmiş yolculuk etmek... (Uzanır) Biraz uyuyabilsem...
(Uyur. Perdeye renkli ışık yansıtılır. Karagöz uyurken yanından bir başka Karagöz kalkar. Karagöz rüya görmektedir.)
Karagöz: Üff be... Her yan insan dolu. Bir yığından yapılar ve insanlar... İstanbul nere burası nere... Ne işim vardı buralarda, sanki. Adam aya gidiyorsa 1,861,000,000,000 lirası var cebinde. İpilillah, sivri küllâh yaşanır mı buralarda... Ya yedek parçacılar. Aman Tanrım.. Ya onlara ya onlara yakalanırsam. Ah bir simit. Bir simitçi geçse. "Çıtır çıtır akşam simidi"... Amma da acıkmışım....
(Frenk Karagöz'ün arkasından perdede gözükür)
Frenk: Sir... Sir!
(Karagöz yerinden sıçrar)
Frenk: (Kahkahayla güler) Korktunuz?
Karagöz: Hayır, sıçradım.
Frenk: Ama niye?
Karagöz: Olimpiyatlara katılacam da,
Frenk: Kalbiniz yeteri kadar iyi işliyor mu bari?
Karagöz: Türkiye'deyken iyi işlemediğini sanırdım ama, buradaki kalpsizleri görünce anladım ki benimki zemzemle yıkanmış.
Frenk: Yanlışınız var mösyö! Gerçi bizim yaşayışımıza her kalp dayanmaz ama yine de bir tane kalpsiz bulamazsınız. İnsan kalbi çok yumuşak ve ilkel bir organdır. Doktorlarımız doğumdan hemen sonra çocuğu bu primitiv  obstraksiyondan kurtarmaya çalışırlar. Çünkü...
Karagöz: Bir dakka pirim tivokosyodan ne demek?
Frenk: Yani bazı iptidaî maniler.
Karagöz: Bizde de yeni doğanlar için mâni söylendiği olur ama bizde bu işi ozanlar yapar... Doktorlarımız pek bu işten anlamazlar. 
Frenk: Ozanlar mı? Biz ihtisaslaşmaya çok önem veririz. Nasıl bir ozan, kalp operasyonu yapabilir?
Karagöz: Aaa, ozanın ameliyat yaptığını da nerden çıkardın?
Frenk: Sen dedin ya.
Karagöz: Yo, ben ozan kalp ameliyatı yapar demedim ama sen doktorlar yeni doğan bebeklere mâni söylerler dedin.
Frenk: Mösyö, rica ederim. Ben primitiv obstraksiyonun anlamını açıklamaya çalışıyordum. Primitiv obstraksiyon diye organın çalışmasına imkân vermeyen şeye denir. Özellikle ilkel insanlarda görülür.
Karagöz: Sen de Türkçe öğrendim sanıyorsun di mi?
Frenk: Böyle öğrettiler.
Karagöz: Yanlış öğretmişler. Prim falan filânın Türkçesi olsa olsa ilkel engelleyici olur. Ama ben yine tam anlamadım.
Frenk: Bravo! Çok mersi. Şimdi size anlatayım. İnsanların beraber doğdukları et kalp çağımızın gerektirdiği kadar evrimleşmemiş bir organdır. Basit ve duyguludur. En kötüsü boyun eğmez. Kendini beğenmiştir kısacası. Üstelik küçücük şeylerden de kırılıverir. Oysa, bizim et kalbin yerine taktığımız elmas kalp yaşadığı sürece kırılmaz. Kırıldığı zamansa, artık ölmüştür.. Sizin yurttaşlarınızdan da kalbini değiştirmek arzusu ile bize baş vuranlar çok oldu.
Karagöz: Ama neden? İnsan kalbinden daha değerli ne olabilir ki?
Frenk: (kahkahayla güler) İşte tam bir ilkel insan gibi konuşuyorsunuz. "İnsan kalbinden daha değerli ne olabilir?" (Kahkaha) İşte siz bu tür düşünceleriniz yüzünden aya gidemediniz... Durup dururken varılmaz aya çok, çok şey feda etmek gerekir, biz...
Karagöz: Evet, size kalplerinizi feda etmişsiniz.
Frenk: (Güler) Buna sen fedakârlık mı diyorsun? Uygarlığımız bize elmas kalplerimizi kazandırdı. Yoksa biz hiç bir fedakârlık yapmadık. O pırıl pırıl elmas parçasını bir görsen sen de sol yanındaki o iğrenç et parçasından iğrenirdin.
Karagöz: Hayır, istemiyorum. Siz hepiniz o cam parçalarını da taksanız, aya da gitseniz, güneşe de, ben kendi kalbimi değiştiremem... Yine de, yine de sizden üstün olacağız.
Frenk: Kim?
Karagöz: Biz.
Frenk: Siz kim?
Karagöz: Biz Türkler.
Frenk: (Güler) Bu ne basitlik, bu ne kabalık aman yarabbim! (kızarak) Türk, Çin, Asur ne demek? Nedir onları birbirinden ayıran? İki ayırım vardır. Elmas kalpliler ve et kalpliler... O kadar. Sizin sınırlarınız içinde yaşayan insanların da elmas kalplileri bizden, et kalplileri sizdendir, anladın mı?
Karagöz: Hayır.
Frenk: Hayır?
Karagöz: Hayır, çünkü bizde etliler sütlüler diye bir ayırım salt aş evlerinde görülür. Bizde de herkes et kalpli olduğundan böyle bir ayırım yapamazsın.
Frenk: Demek öyle sanıyorsun. Dinle beni. Sizin içinizde bizden olan çok insan var. Hem de kendi arzularıyla, kendi dövizleriyle buraya bizden olmaya geldiler. Ve elmas kalplerinin reklâmını yapmak için döndüler memleketlerine. Elmas kalbin sesi başkadır, para gibi. Büyüler dinleyenleri. Bizden olmayı arzulayan, Fakat ya çoğunluğun tepkisinden çekinen ya da maddi olanakları yetersiz olduğundan susan binlerce insan var senin memleketinde. O susan insanlar da bizden sayılırlar. Onlar da memleketleri ayıran sınır çizgilerini hiçe sayacak kadar uygarlaşmış insanlardır.
Karagöz: Hain... insanlığı yok etmeye hakkın yok senin.
Frenk: (Güler) Et yürekli! Güçlü insanın her şeyi yapmaya hakkı vardır. Zayıf ve fakir olan insanın göreviyse her zaman, en iyi şekilde güçlüye hizmet etmektir. Küçük büyüğü yenemez.
Karagöz: Ama büyük hantaldır çoğu zaman. Bir fil bir sincap kadar çevik olamaz. Eğer fareler hep birden harekete geçer ve de kendilerini amaçlarına adarlarsa kediyi çok uzaklara kaçırabilirler, veya...
Frenk: Sen çok şey biliyorsun. Küçük! İyi ki ülkemizi iş işten geçmeden ziyarete geldin. Senin küçük bir operasyona ihtiyacın var. (Kahkahayla güler)
Karagöz: Ne demek istiyorsun?
Frenk: (Kahkaha) küçük bir operasyon. O fazla duygulu et parçası senin gibi bir adam için çok kullanılmış. Oysa bizde elmas kalpler var. Kenarı tıraşlı Pırıl pırıl buz parçaları. (kahkaha)
Karagöz: Hayır, hayır!
(Frenk Karagözün üstüne atılır. Devamlı gülmektedir.)
Frenk: Kenarı tıraşlı pırıl pırıl (boğuşurlar)
Karagöz: Hacivat, Hacivatım!!
(Rüyadaki Karagöz ve Frenk âniden sahneden kaybolur, Karagöz korkuyla yerinden fırlar, elini kalbine götürür ve..)
Karagöz: Yerinde... Rüya imiş...
(Hacivat nefes nefese perdeye gelir)
Hacivat: Ne bağırıyorsun be Karagözüm. Sende hiç saygı yok mudur? 
Karagöz: Aman Hacivatım, bir rüya gördüm. Az kalsın kalbimi çalıyorlardı.
Hacivat: Kimbilir yatmadan ne yedin.
Karagöz: Hiç bişey.
Hacivat: Öyleyse açlıktandır.
Karagöz: Ben vazgeçtim Avrupa'ya gitmekten.
Hacivat: Olmaz! Her şeyi hazırladım.
Karagöz: Bana ne ben gelmiyorum.
Hacivat: Geleceksin.
Karagöz: Gelmem.
Hacivat: Zorla götürürüm.
Karagöz: Ben sana bi dayak atayım da bak bakalım zorla götürebilir misin? (Hacivat'ın üstüne atlar. Dövüşürler.)
Hacivat: Yıktın perdeyi, eyledin viran
Karagöz: Varayım sahibine haber vereyim heman! (Çıkar) Dilde her ne kadar yanlışlık ettikse affedin. Yarın akşamki oyunda yakan elime geçerse Hacivat, bak ben de sana ne oyunlar oynarım!

Ayfer Akşit

Robert Kolej Yüksek Okulu Dörüt ve Yazın Dergisi, Sayı: 39, S.47-61

11 Ocak 2025 Cumartesi

Turgut'a

Eylül mezarlıklarından şimdi her gece
ellerinde fenerlerle geçen arkadaşlarım
Oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül
Herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında
durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar
hatırlıyoruz. Ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda.
Anamızın eteğine doldurulmuş çakıltaşları
Güz gelince yeniden ölen çekirge, savruk otlar
gizli bir tarihin yarıklarını
doldurmak için ırmağın sürüklediği çerçöp
kambur yollarında ceza okullarının
aşınmayı önleyen bir avuç kabara ve anamız
şimdi düşünüyorum kimbilir kaç kez
yamalı çoraplarla yeniledi bizi.

Islanınca esmer defterleri yüzümüzün
bu çamurla kanla alınteriyle gizli bir yazgı
çakıyor bir an. Karanlık feneri ülkemizin.
Nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle
çırpınırken biz üstümüze geliyor
büyük gemisi geleceğin
Bir tenis topu, koşan bir çocuk,
bir gözyaşı bile değiliz.
Yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede
yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta: Dalgınlık.
Düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için.

Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından
ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım
durmadan düşünüyorum
ne kadar çok öldük yaşamak için.

Onat Kutlar (25 Ocak 1936 - 11 Ocak 1995)


İzleyiciler