"Kıta Avrupası'nın en batısından, Lizbon'dan Viyana'ya doğru yola çıkan bir fil ile bakıcısı yoksul Subhro'nun ve bu tuhaf yolculuğun hikâyesidir Filin Yolculuğu. 16. Yüzyılda, Portekiz kralı III. João, kuzeni Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Maximilian'a hediye olarak gönderir fil Süleyman'ı. Süleyman ile Subhro, yanlarında kendilerine eşlik eden Portekiz kralının korumaları ve yardımcı ırgatlarla zorlu yolculuklarına başlarlar. Portekiz'i, İtalya'yı, Alpler'i geçerken hayatlarında ilk kez bir Hintliyle karşılaşan, ilk kez bir fil gören köylüleri ve kasabalıları şaşırtır ve etkilerler. Yolculuğun ikinci bölümünde bizzat İmparator Maximilian ve karısı Maria tarafından karşılanır ve Viyana'ya onlarla birlikte giderler. José Saramago'nun bu en eğlenceli romanında, fil terbiyecisi Subhro'nun erdemi, pasifist felsefesi ve yaşama bakışındaki doğallık ve Süleyman'ın emir kabul etmeyen doğası, yolculuğun ritmini belirlerken, insanların ruhlarında değişimlere yol açar. Hinduizm, mistisizm ve Hıristiyanlık hikâyeleriyle, mucizelerle renklenen romanda Süleyman ve Subhro'nun dokunduğu insanlar, kilisenin söz verdiği türden bir mucizeyle karşılaşmazlar ama bu yabancılar onların ruhlarında derinizler bırakır. Saramago her zamanki ince mizahıyla, muhteşem metaforlarıyla ve insana dair gözlemleriyle olağanüstü bir yolculuğu anlatıyor."
"(...) İşte Alpler orada. Evet oradaydılar ama pek görünmüyorlardı. Kar sakin yağıyor, dalındaki pamuk yumaklarını andırıyordu ama sırtında giderek daha çok göze çarpan bir buz tabakası oluşmaya başlayan filimiz bu yumuşaklığın yanıltıcı olduğunu söylüyordu, sıcak topraklardan geldiği için tüm hayal gücünü seferber etse bile böyle bir kış manzarasını aklına getiremeyecek olmasa, çoktan fil terbiyecisinin dikkatini çekmiş olması gereken bir durumdu oysa. Kadim Hindistan'da, kuzeyinde, dağlarında ve tepelerinde kar eksik değildi elbette, ama Subhro, şimdiki Fritz, hiçbir zaman zevk olsun diye yolculuk edecek ve dünyayı tanıyacak olanaklara sahip olmamıştı. Karla ilgili ilk deneyimini Goa'dan geldikten birkaç hafta sonra Lizbon'da yaşamıştı, soğuk bir gecede, elekten dökülen una benzeyen toz gibi beyaz bir şey gökten yağmış, yere değer değmez yok olmuştu. Göz alabildiğine her yeri kaplayan bu engin beyazlıkla ilgisi yoktu. Pamuk yumakları kısa zamanda büyük ve ağır topaklara dönüştüler, rüzgârın savurmasıyla fil terbiyecisinin yüzüne şamar gibi iniyorlardı. Muhteşem Süleyman'ın ensesine büzülmüş, pançosuna sarınmış Fritz soğuğu çok hissetmiyordu ama, sürekli, aralıksız inen darbeler onu tehlikeli bir tehdit gibi kaygılandırıyordu. Trentoyla Bolzado arasının, bir şekilde ifade etmemiz gerekirse bir gezinti olduğunu söylemişlerdi, topu topu on fersah, belki biraz daha fazla, bir pire sıçrayışı, ama hava böyle olunca, kar yola çıkma basiretsizliğini gösterenlerin bir yere varmasına izin vermemeye kesin kararlıymışçasına, tırnakları varmış gibi insana yapışıp da hareketlerinin tümünü ve her birini ve hatta soluk alıp verişini bile yavaşlatırken durum çok farklıydı. Muhteşem Süleyman doğanın ona bahşettiği tüm güce rağmen sarp dağ yolunda zorlukla ilerliyordu.(...)"
José Saramago, Filin Yolculuğu, Kırmızı Kedi Yayınları, S.137
Çeviri: Pınar Savaş