20 Aralık 2024 Cuma

Her Gidenden Bir Şeyler Kalır

okul dönüşlerinden hatırlarım,
dış kapı eşiklerinde
kucağına çöreklenmiş yetim bir ikindiyi
okşardı bakışların

biraz
bakışlarından kaldı bana
biraz da
ikindi kaldım senden sonra

külüstür bir minibüsle
Bafra Ovası'ndan geçtiğimiz o akşam
(sen yanımda uyuyordun,
mintanın, mayıstan kalma yağmur kokuyordu)
traktör kasalarına doluşan
tütün işçilerine gülümsemiştik uyandığında

biraz
gülüşlerinden kaldı bana
biraz da
mayıs kaldım senden sonra

Orhan Köksalan

Fotoğraf: Orhan Köksalan, Yalnız Ağaçlar Yalnız İnsanlar


19 Aralık 2024 Perşembe

Gittin

Gittin/camlar kırıldı
Gökyüzünde çarmıha gerildi yıldızlar
Sözcükler mahzundu.
Bu yük çok ağır hayatın kollarında
Ve çok küçük anlarda
Saklı, yenik, ezik ve kırgın
Nasıl taşınır bu yük
Ağır ve kötü bir ur
Her gün tıkarken hayatın atardamarını
Sensiz/nasıl bulunur izi kaybolmuş bir yol.

Gittin/bu şehir şimdi
Terkedilmiş bir köy, harabe
Bir mumun son alevinde.
Dağınık yataklara benzeyen odalarda
Ölüm kokuyor ajanslar, açlık, çığlık, cinnet
İz düşümü bir deli gözün
Ki o tutmuş ucundan, küfre dönük her sözün
Zaman, dönüp dolaşıp
Aynı yerde biriktiriyorken kirli kanını
Sensiz/ışığı firar geceler nasıl biter

Gittin/yabanıl bir hasret takvimlerde
Yaralı gözlerin düşer yollarıma
Alır basarım dudaklarıma
Ne zaman ölümü düşünsem
Ellerin ateş olup düşüyor ellerime
Sesim bir yenilgiden dönüyor
Saçımın her telinde
Yanlış bir işgal
– gözlerimde sızı-
Sensiz/depremlerde dünya. Nasıl döner.

Gittin/bütün asmalar bağ bozumunda şimdi
Tek bir gül diktim toprağa
Gülü boyuyoruz çocuklarla
Sen giderken de yanıyordu yıldızlar
Bir bardak çay avuçlarımızda
Bölüşüyorduk cinneti. Dağlanırken
Gözpınarlarımızdaki yaş
Bu yük çok ağır kollarımda.
Yüzümü camlara dayıyorum
Yüzüm yitiyor. Yüzümü bulamıyorum
Sensiz/nasıl çıkılır hayatın çukurundan

Gittin/Ankara yağmur ışıdı
Kil rengi bir ay gözlerinden çatırdadı
Hecenin bütün tonları ağladı.
Kitaplarıma da yasak koydum artık
İçli bir rapsodi gibi hayat anlatmayın
Suskuya inat bir eylem yapacağım
Yenilgilerini diyorum yaşanmışlığın
Kızılay meydanında yakacağım
Çoğalacağım… çoğalacağım… çoğalacağım
Tabansız bir dünyayı yok ederken
Sensiz/bu zafer nasıl kutsanır…

Gittin/ıssız duvarları okşadım usulca
Bir kuş geçti içimden bozkıra
Kefilim şimdi gecenin bütün suçlarına
Bir haritalara gökkuşağı çizerdik
Maskelerdik buza kesmiş her bir sabahı
Kırağılar çiçeklenirdi dağ başlarında
Renklerinden hasret armağandı analara
Ki o çocuklar:
Ömürsüz hayata dönük yüreklerin deseniydi
Gülüşlerini öper
Arındırırdık onlarla gövdelerimizi
Sensiz/nasıl takılır saçlarım bulutlara

Gittin/biliyorum dönüşünden tanıyacağım
Yaşanmamış düşler benim yanılgım olsun
Çığlık, deprem; cinnet: biraz durun
Ah çarpan bir yüreğin gezgin acıları
Usta alıcı-toy satıcı
Koşturuyor şimdi atını kavuşmalara
Bıçağın ucunda bilenirken hayat
Dedindi "Hezaren çiçeğini tanır mısın?
Güzeliğinde zehir yazgılı"
Her güzellik bedeliyle (mi) gelir?
Ödenir aşkın da bedeli…

Selma Ağabeyoğlu (1952 - 18 Aralık 2009)


Gölge

Sarı bir sabıra bakar insan bazen
Sarı bir sabır ne kadar insansa.
 
İnsan bazen zeytinlere gider
Atları doyurur, perdeyi eller.
 
Bazen olur bir dilin de öldüğü
Karıncanın güldüğü bazen olur.
 
Bir sözcük diğerini gider bulur
Kabuğuna çekilir ceviz
Bir böcek sesini birden unutur.
 
Akşam gizliden arka bahçede
Arka bahçede gizliden
Bir sonsuz büyür durur.
 
Bizim değil gölgelerindir dünya..

Gonca Özmen, Bile İsteye, Kırmızı Kedi Yayınevi


Kimim Ben

Başım yıldızlarla çarpışır
Ayaklarım dağların doruklarındadır
Evrensel yaşamın kıyılarında,
Derin vadilerinde gezinir parmak uçlarım
Derinlere, yaşamın asli özüne iskandil eder ellerim
Mukadderatın çakıl taşlarıyla oynarım.
Binlerce kez cehennemlere gidip döndüm
Cennetin her köşesini tanırım,
        Tanrıyla düşüp kalktığımdan.
Kanla su gibi oynar, dehşete şapka çıkarttırırım.
Aşinayım çoktan güzelliği yakalamanın tutkusuna
Dahası "uzak dur" diye yasaklanan her şeyin tümüne
İnsanoğlunun müthiş isyanına.

Benim adım gerçek’tir;
Ben evrenin ele geçirilmez tek esiriyim.

Carl Sandburg (1878 - 1967)

Çeviri: Bülent Kumral


18 Aralık 2024 Çarşamba

Fal

1/
Öyle ucuz bir kahve fincanı mı dünya
telvesinde hep uzun yolculukların okunduğu
ya da
kısmeti karanlığa demirlenmiş söz?

2/
İyi de
araya mı gitti bunca söz
onca şiir
ve kılıç
sallaması yorgun atlının?

3/
Nabzı atıyor inceden hâlâ
ucuz fincanda kuruyan telvenin.

4/
Birden
kısmetimde yeşeriyor uçurtmam.

Nazım Mutlu, Ağustos 1994

(Yaşadığım, Öğretmen Dünyası Yayınları, S.65)

Resim: Ali Avni Çelebi (1904-1993),  Uçurtma Uçuran Çocuk


17 Aralık 2024 Salı

Kaldırım Felsefesi

Ruhumu satıyordum
Kimliksizler bulvarında
Kayıp aşkları yazıyordu şair
Ve yağmur yağıyordu teneke mahallesinde
Akşamüstü, vakitlerden bir vakit;
Felsefesi pas akıtıyordu sokakların.
Ocakta dumanı sönmekte iki köz
Kanayan bir tek söz
Yalazında sarılı gölgesi yalanların.
Anın dilini sordum
İki ucundayız askıda salınmanın
Diğer yanda yalnızlığım.
Çarelerden çare kayıp,
Üşüyordu duvarlarım...
Daha sabaha çok!
"Neyin var?" Dedi kadın!
Üç kız bir vale dedi ruhum;
"Ben de sordum, cevaplayamadım" dedim.
Elini açtı kadın;
Yine kaybedendim...

Mehmet Ali Canikli, 21.11.2015

Gece Yarası, İzan Yayınları, S.26


Somali Mardin

en son yağmurdan ve sünnet düğünlerimizden bu yana
kabilemizin üzerinden, çocuklarımızın ölümüne inanmak türü
                                      kayıtsız ve doğaçlama bir sürgün geçti
alize esiyordu...

ömrüm
yine kara ırkların cumaya dönük yüzlerinde
               seni yadsıyan bir gerçek gibi kol geziyor ölüm
ve bir ihaneti kanıtlarcasına kuma karışıyor
                                                    yerli kılavuzun talihsiz kanı
"gergefe gelirken bütün hayat bilimlerimiz
biz bir köleyi bile doyuramıyoruz, o sabrediyor
                                          sabredecek insanı doğuracak ruhu
şeytanı çöle gömecek ve ormanlaştıracak buraları"
tarihi yazıdan eskidir, yazıyı bilmez ve denizi asla törelerimizin
                                                                   buyurduğu en büyük zûl
katliamdan sonra kadına konuşmama kefareti
katliamı ve sürgünü kim emretmiş
                           ve bunların üzerinden zaman nice geçmiştir

tanrım sen konuş
bir tüfek harbisi gibi namluda gidip gelen
ve bilgece
           ve bir hayli utangaç geçen
                                       şu genç ömrümüzün
denizi göreceği nereden bellidir
oysa bugün bir tek söz
                            siyahi bir hikmet söylemenin yeridir
ömrüm.

Oktay Taftalı, 1961

(Sombahar Dergisi Sayı:15, Ocak-Şubat 1993)


Otopsi

                Orhan Veli'ye ağıt

Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar

Halim Şefik Güzelson


13 Aralık 2024 Cuma

Yırtık Harita

anne sökelim bu kazağı
dalında kurumuş erikler gibi üstümde
gelgit büyütüyor saksılarım yeter!
anne,
beni çığlık kurslarına gönder

dışarı çıkınca pencereden
ancak kendisine bıçak çeken ben,
kırmak istiyorum
otuz kupona alınmış porselenleri
ve yollara sermek,
balkonları tekmeleyen kibirli halıları
ama en çok,
taramak, uzun bahar şarkılarıyla
saçlarını töreye kaptıran kadınları

içeri bakınca,
uyku/bölen, sağa sola çekiştiren
iki küçük kız çıkıyor ceplerimden
biri topluyor eteğini
biri koşuyor denize girmeye,
anne,
aşktan daha çok uğraştım
aşkımı gizlemeye

sandığı devirdim şimdi, kumbaramı dağıttım
değdirdim sözcükleri
çekinerek ateşe
elime verdiğiniz harita paramparça
bardakları kırdım anne,
artık korkma!..

Özlem Tezcan Dertsiz

Üç Nar Ağacı, Meşe Kitaplığı, 1.basım, Mayıs 2024

12 Aralık 2024 Perşembe

Recep

Aylardan temmuz muydu ağustos mu bilmiyorum
Babalar harlı bir akşam taşıyordu evlere
Aylardan temmuz muydu ağustos mu bilmiyorum
Dediler faytoncu Recep'i duydunuz mu

Herkes bahçede sokakta damda
Adana dediğin bir büyük uğultu
Her gece aynı karabasanı sayıklamada
Her gece aynı urba içinde gerinir
Ne geleni ne gideni umursamada

Artık kim parlatırsa parlatsın koşumları
Kim ünlerse ünlesin kırbacı şaklatıp
Deh bre şahinlerim
Bre burcuna sürttüğümün gurbeti

Ne veraset ilamı telaşı
Ne iri puntolu ilanlar basında
Şimdi avluda bir çift öksüz beygir
Ve ceylan bakışlı bir oğlan
Mahşerin kapısında

Ruhi Göktekin, Sobe, Barış Gazetesi Yayınları, S.72-73


11 Aralık 2024 Çarşamba

Candide (ya da İyimserlik)

    (...) Cacambo, konukevinin sahibine, kendisini şaşkınlığa düşüren, merak ettiği şeylerin hepsini açıkladı; o da ona, ''Ben çok bilgisizim ama bundan da hiç yakınmıyorum; burada saraydan çıkmış bir yaşlı adam var; o, ülkemizin en bilgin, en cana yakın adamıdır" dedi. Cacambo'yu hemen o yaşlı adamın yanına götürdü. Candide artık ikinci derece bir rol oynuyor,uşağının arkasından gidiyordu. Çok basit bir eve girdiler; çünkü kapısı ancak gümüşten, odaların tavanları ise altındandı; ama o kadar zevkle işlenmişti ki en zengin tavanlar bile bunlardan üstün olamazdı. Bekleme odası gerçek zümrüt ya da yakutla işlenmişti; her şeyde görülen uyum bu aşırı yalınlığı gözlerden gizliyordu.
    Yaşlı adam, iki yabancıyı, sinek kuşu tüylerinden yastıklarla kaplı bir sedirde kabul etti; onlara elmas kadehler içinde içkiler sundu; ondan sonra da şu sözlerle meraklarını giderdi:
    "Yetmiş iki yaşımdayım; kralın seyisi olan rahmetli babamdan, Peru'da tanık olduğu hayret verici ayaklanmaları dinledim. Bulunduğumuz ülke, buradan, dünyanın bir bölümünü istila etmek için çıkan, sonunda İspanyollar tarafından yok edilen İnkaların eski yurdudur. Bu ailenin anayurtta kalan hükümdarları daha akıllı çıktılar; milletin rızasını aldıktan sonra, küçük ülkemizden hiç kimsenin dışarı çıkmaması için emir verdiler; işte saflığımızı ve zenginliğimizi korumamızı sağlayan da bu oldu. İspanyolların bu ülke hakkında kesin bir bilgileri yoktur; buraya Eldorado adını verdiler; hatta Chevalier Raleigh (34) adında bir İngiliz, aşağı yukarı yüz yıl önce buralara kadar gelebilmişti; fakat yanaşılmaz kayalar ve uçurumlarla çevrilmiş olduğumuzdan, toprağımızın çakıllarıyla çamurunu anlaşılmaz bir hırsla arayan, bunları elde etmek için de en son bireyimize kadar bizi öldürmeyi göze alan Avrupa milletlerinin yırtıcılığından şimdiye kadar kurtulduk." (...)

Voltaire, Candide, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, S.71-72

Çeviri: Fehmi Baldaş

İyimserlik içinde yaşamını sürdüren genç Candide, bir gönül meselesi yüzünden Baron de Thunder-ten-tronckh’un şatosundan kovulunca, iyimser akıl hocası Pangloss ve karamsar filozof Martin’le uzun bir yolculuğa çıkar. Yolları Paris’ten El Dorado’ya, Paraguay’dan Türkiye’ye ve daha pek çok gizemli diyara düşen üçlü, yolculuk boyunca tanıştıkları köylüler, hükümdarlar, tüccarlar ve daha pek çok farklı insandan yaşama dair öğretiler topladıkları uzun bir maceraya atılır. 

İnsan İnsandır İşte Bunun İçin

Dürüstlük vardır yoksullukta
        Başını dimdik tutar, işte bunun için;
Korkak köle mi- geçer gideriz yanından,
        Yoksulluğu seçeriz, işte bunun için!
Hep bunun için, işte bunun için,
        Emeklerimiz boşa gider, işte bunun için;
Nedir rütbe, paranın üstünde damgadan başka,
        İnsan iyidir, işte hep bunun için.

Neden yeriz evde yoksul aşımızı,
        Boz giysilere bürünürüz, hep bunun için?
Verin aptallara ipeklerini, soylulara içkilerini,
        İnsan insandır, işte bunun için,
Bunun için, işte hep bunun için,
        Yaldızları parıldar üstlerinde, işte bunun için,
Dürüst insan, yoksulluğa batmış olsa da,
        Kralıdır tüm insanların, işte bunun için.

Görüyorum şu genç adamı lord denen,
        Kurumlanıyor, yukardan bakıyor, bunun için,
Yüzlercesi tapsa da onun bir tek sözüne,
        Aptalın tekidir o, işte bunun için,
Bunun için, işte hep bunun için,
        Kuşakları, yaldızlı nişanları, hep bunun için.
Bağımsız düşünceleri olan insansa
        Bakar, gülüp geçer ona, işte bunun için.

Prens dediğin nişanlar kuşanıp şövalye olabilir,
        Bir marki, bir dük bile, işte hep bunun için,
Ama dürüst adam üstündür ona gücüyle
        Dürüstlükten vazgeçmez, işte bunun için,
İşte bunun için, hep bunun için
        Onların bütün kibirleri ve her şeyi.
Sağduyunun gücü ve yiğitliğin gururu
        Üstündedir tüm rütbelerin, işte bunun için.

Öyleyse haydi, dua edelim de gelsin,
        (Gelecektir zaten hepimiz için,)
Akıl ve Değer, tüm yeryüzünde,
        Taşıyacaktır ödülü ve her şeyi,
Bunun için, işte hep bunun için,
        Gelecektir bunlar yakında, hepimiz için.
Dünyanın dört yanında insan insanın,
        Kardeşi olacaktır, işte bunun için.

Robert Burns

Resim: Michael Corr




İzleyiciler