14 Aralık 2010 Salı
Devrim
12 Aralık 2010 Pazar
Keder Üzerine
Mısır Kralı Psammenite (1), Pers Kralı Kambiz (2) tarafından yenilgiye uğratılıp esir düştüğünde hizmetçi kıyafetleri içinde su taşımaya gönderilen kızını gördü. Yanındaki bütün arkadaşları sızlanıp ağlarken o gözleri yerde, sakince oturuyordu. Oğlunun işkenceye götürüldüğünü gördüğünde de aynı şeyi yaptı. Ama tutsaklar arasında hizmetçilerinden birini görünce korkunç acısını göstermek için kafasını duvara vurdu.
Bu durum geçenlerde bizim prenslerden birinin başına gelen olayla karşılaştırılabilir. Önce aile içinde şerefli bir yeri olan ağabeyinin, ardından da küçük kardeşlerinden birinin öldüğünü öğrendiğinde örnek bir tavır sergiler, çok sabırlı davranır. Ama birkaç gün sonra adamlarından biri ölünce kararlılığını bırakıp kendini acıya ve kedere verir. Prensin özellikle talihin bu son darbesinden etkilendiğini düşünenler var ama aslında prens öyle kederliydi ki en son gelen küçücük bir darbeyle bir çırpıda yıkılmıştı.
Başka bir karşılaştırma yapmak için bir önceki hikâyeye ekleme yapmam gerekiyor sanırım. Cambyse, Psammenite' e kızının ve oğlunun başına gelenlere neden hiç şaşırmadığını ama arkadaşını o halde görmeye dayanamadığını sorunca Psammenite şöyle cevap verir: "Yalnızca bu son acı, gözyaşlarıyla gösterilebilir, kızımın ve oğlumun acısı ifade edilebilecek herşeyin ötesindedir."
İşte bu yüzden şairler, önce yedi oğlunu, hemen ardından da yedi kızını kaybeden zavallı Niyobe'nin (3) böyle bir acıya katlanamayıp sonunda, başımıza gelen kazalar dayanma gücümüzü aşarak bizi bunalttığında kapıldığımız o sağır, dilsiz, donuk aptallığı ifade etmek için "acıdan taşlaşmış" bir kayaya döndüğünü söylerler.
Aslında acının en uç noktasına ulaşmak için, acının bütün ruhu kaplaması ve ruhun hareket özgürlüğünü elinden alması gerekir. Çok kötü bir haber aldığımızda bu yüzden felç olmuş gibi en ufak bir hareket yapmadan yerimizde kalırız. Hemen ardından kendimizi gözyaşlarına ve yakınmalara bıraktığımızda ruh kendini özgürleşmiş, bağlarından kurtulmuş ve rahatlamış hisseder.
"Acısı en sonunda ses verdi." Virgilius (4)
1) Firavun Amasis' in oğlu. Amasis' in yönetiminden sonra hemen hemen bütün Asya, Perslerin eline geçmiştir. Lidya ve Babylon' u da ele geçirdikten sonra Pelusium' da Mısır ordusuyla karşılaşan Pers ordusu burada da galip gelir. Pers ordusunu engelleyemeyen Psammenite esir düştükten sonra kendini öldürür. Mısır bu tarihten sonra Pers imparatorluğunun basit bir sınır eyaletine dönüşür.
2) Mısır' ı da ele geçirerek (M.Ö. 525) doğudaki fethini tamamlayan büyük Pers kralı.
3)Yunan mitolojisinde Tebai kralı Amfiyon' ın karısı. Homeros' un efsanesine göre Niyobe, doğurganlığıyla övünür, altı kız ve altı erkek çocuğa sahip olduğu için Apollo ve Artemis' in annesi ve Zeus' un karısı olan Leto' dan üstün olduğunu düşünür. Niyobe' nin kibrini cezalandırmak için Apollo erkek çocuklarını, Artemis de kız çocuklarını öldürür. Niyobe çok üzülür, çok gözyaşı döker. O kadar ağlar ki sonunda kayaya dönüşür. Sözü geçen bu kaya Manisa' nın Spil Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Uzun saçlı bir kadın başına benzeyen kayada, gözleri andıran bölgeden su sızar.
4) Latin şair (M.Ö. 70-19). Doğayla uyumu ve çalışmayı öven felsefi destan Georgiques ile çağının en büyük şairi olduğunu kanıtlamıştır. Homeros' un İlyada' sından etkilenerek yazdığı Aeneas en önemli eseridir. Eserleriyle bütün Batı edebiyatını etkilemiştir.
Montaigne (Denemeler)
Resim : Velaquez (İspanyol Ressam 1599-1660)
Çocuklar Gibi
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim her dakika hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde, bazı sisteydim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi
Sabahattin Ali

11 Aralık 2010 Cumartesi
Kılıcımı düşüren kılıcın değil, geçmişin!

Günün birinde Siddhartha, “fahişe” nin bebeğini taşıdığını bilmeden aniden “estirerek” atıldığı cemaatten bağımsız ulviyetini kendi içinde yaratmayı isteyerek “fahişe” yi terk eder.
Ayrılık, “fahişe” nin kendisinden daha arınmış bir yolda, oğluyla var olma çabalarında karşılaşmalarına değin sürer. Karşılaşma anı önemlidir, çünkü “fahişe” artık hasta bir kadındır ve çocuğun O’nun oğlu olduğunu söyleyemeden Siddhartha’nın kollarında can verir.
Bir yüz yıla damgasını vuran ve Budizm adına çok önemli öğretilere konu olan kitabı, günümüz ilişkilerine evirmektir niyetim. Çünkü, tüketim müebbetine mahkum hayatlarımızda, sorarım size, ne kadar mutlusunuz?
Mutluluk hayatın genelinde yaşanılan küçük anların yüzdelik oranıdır sevgili okurlar. Kimilerinin mutluluk öznesi bir kadın / adam, iş, arkadaş ya da çocuk olur. Gönlüm, bu mutluluğu bir kadın ya da adamla yaşamanızdan yana olsa da, aşağıda sunacağım sebeplerden dolayı özne hedefinin zaman zaman şaştığı görülür.
Eğer mutluluk özneniz bir kadın ya da adamsa, aşkın henüz emekleme evrelerinde “Kılıcımı düşüren kılıcın değil, geçmişin” sorgulaması yaşanır.
Bu tümdengelimi salt “kadın”a mal edecek olursak, kadının geçmişindeki evlilik, çocuk, ilişki ve hatta flört dahi, mutluluğu ıskalamanıza dair verdiğiniz kararda önemli bir etkendir bey efendiler!
Eğer hayatınıza dokunan ve sizi mutlu kılan kaynağınız bir kadınsa; Ona, sadece O olduğu için sımsıkı sarılmanızı öneririm. Ancak, geçmişi “içinize sinen” bir mutluluk kaynağı aramaksa derdiniz; bu ön yargının size maliyeti, hayatınıza dokunan mutluluk öznesinin bir kadından ziyade iş, arkadaş ve çocuk olmasına evrilebilir.
Evliliklerin neredeyse yarısının boşanmayla sonuçlandığı günümüzde, kültürümüzün hala kabul edemediği “dul” luk mezhebi (ne demekse !) bir tabudur. Dul kadınla ancak sevişilir, evlenilmez. Hatta “eğlenilecek” ve “evlenilecek” kadın mevzusu şarkı sözleriyle dillerdedir.
Hele bir de çocuğu varsa şayet, olay çok daha çetrefilleşir.
Evet beyefendi, açıkça niyetim; önce senin sonra da seni yetiştiren annenin önyargılarını bir nebze de olsa kırmaktır.
Unutma ki, “sen” i sadece “sen” olduğun için kabullenecek bir kadını sadece “O” olduğu için kabullenebilirisin. Ancak mutluluğu, çevrenin çoktan seçmeli teste tabi tuttuğu birinde ararsan, içinde bulunduğun duruma üzülmekten başka birşey yapamam. Çünkü Antropolog olarak kültür kalıplarının zamanla evrilmeye mahkum olduğunu ve şu anda “cıs” olan birçok olgunun önümüzdeki yüzyıllarda mübah sayılacağı müjdesini vermeliyim.
Unutma ki, çevrenin sana öğrettiği “yolundan çıkma” nasihatları “yoldan çıkmak güzeldir” e evrilince yaşadığın hayatın mutluluk kaynağına sadece “O” olduğu için dokunabilirisin.
Hayatının mutluluk kaynağını ıskalamaman dileği, sevgi ve saygılarımla.
Evrim Gözener
Sosyal Antropolog
Yağ damlası
Ben o denizin içinde.
Ben o denizin içinde bir yağ damlası
Katışık ve üvey
Ben yağ damlası
Hülyalı -dalganın yüzeyinde-
Siz hepiniz deniz -fırtınalı ve büyük-
Deniz yüreğimin içinde
"Zahrad: tarih dışı kılınanın tarihi"

İstanbul
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın
Vedat Türkali
10 Aralık 2010 Cuma
Saate Bakmak
9 Aralık 2010 Perşembe
"Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz."
4 Aralık 2010 Cumartesi
tut ki gecedir
karanlık sıvaşır ellerine camlardan
birden kırmızıya döner
trafik ışıkları
kükürtlü dumanlar yükselir
korkuya batmış
camkırığı adamlardan
tehlikeye büyür sakalları
tut ki gecedir
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar
yeraltı örgütleri tetik üstünde
adres değiştirmiş silah kaçakçıları
fahişeler birbirinden kuşkulanıyor
tut ki gecedir
katiller huzursuz
hırsızlar sinirli
hainler ürkekçedir
elleri telefona kendiliğinden uzanıyor
ihanete gece müthiş bir gerekçedir
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar
ihanet bir bilmecedir
Atillâ İlhan
Bir Kitap: Zehirlenen Çocuk

20.yüzyılın ikinci yarısından beri içinde yaşadığımız modern dünya, bir yandan hayatlarımızı hiç olmadığı kadar renklendirip kolaylaştırırken diğer yandan inanılmaz derecede hızlanan temposuyla bizi strese sokuyor.
Yetişkinler olarak yaşadığımız toplumsal değişimin farkında olsak ve dizginleri tamamen elimizden bırakmamaya çalışsak da, korumayı unuttuğumuz bir şey var: çocuklar. Yüzyılın son çeyreğinden beri, başta gelişmiş dünya ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, davranış sorunları ve duygusal sorunlarda büyük bir artış gözleniyor. DEHB ve disleksi gibi rahatsızlıklarda adeta patlama yaşanırken depresyon, dürtüsel davranış ve öğrenme güçlükleri giderek hız kazanıyor. Peki neden?
Otuz yıl boyunca öğretmenlik ve eğitim danışmanlığı yapmış olan Sue Palmer bu önemli ve çarpıcı kitabında, modern hayatın birbirinden ayrı tutulamayacak unsurlarının bir araya gelip toksik bir karışım oluşturarak çocuklarımızı nasıl zehirlediğini ortaya koyuyor. Sağlıksız ve düzensiz beslenmeden ebeveynlerin tecrübesizliklerine, elektronik aletlerden niteliksiz çocuk bakımına uzanan geniş bir yelpazede modern çocukların sorunlarını ele alıyor. Palmer Zehirlenen Çocukluk'ta, çeşitli disiplinlere mensup uzmanlardan edindiği verilerden yararlanıyor ve dünyanın birçok yerinde yapılan en son araştırmaları sunuyor. Her bir sorunu ayrı ayrı açıklayıp bunların nasıl üstesinden gelineceğine dair öneriler getiriyor.
Zehirlenen Çocukluk, anne-babalar, öğretmenler ve gelecek neslin modern sorunlarına çözüm arayan herkes için değerli bir kaynak.
Peki çocuklara neler oluyor?
Toksik çocukluk sendromu etkisi altındalar. Çözümü ise çocukları detokslamak. Peki nasıl?
1. Abur cubur beslenmeden, yiyecek ve içeceklerin pazarlama mesajlarından, aşırı şekerli beslenmeden uzak kalarak yani yeme biçimimizi değiştirerek
2. Açık havada bol vakit geçirerek egzersiz, aktivite ve serbest oyun miktarını artırarak
3. Sağlıklı uyku alışkanlıkları geliştirerek
4. İletişimi detokslayarak -Teknolojiyle kesilmeyen göz teması kurarak, etkin dinleyerek, kaliteli sohbet ve paylaşımlar yaparak
5. Aile hayatını detokslayarak- Oyun oynayarak, aile gezileri, aile yemekleri, ortak hobiler gerçekleştirerek
6. Çocuk bakımını detokslayarak -İş-çocuk bakımı dengesini kurarak, kreş-okul’da kalma süreleri ve bakıcı kalitesine dikkat ederek
7. Eğitimi detokslayarak -Notlar yerine öğrenmeye odaklanarak, okulların değer ve inanç sistemlerini inceleyerek, okulla beraber çalışarak
8. Tüketici kültürünü detokslayarak -Reklamlar üzerine konuşarak, izledikleri içerikleri kontrol etmek, para harcamaya ilişkin kurallar oluşturmak, rol modelleri detokslamak
9. Elektronik köyü detokslamak -Teknoloji kullanımında içerikleri ve süreleri sınırlandırmak
10. Davranış biçimini detokslamak -Ebeveynlik tutumları"
Künye:
Alt Lejant: Modern Dünyanın Çocuklar Üzerindeki Zararlı Etkileri
Orjinal Adı: Toxic Childhood. How the Modern World is Damaging Our Children and What We Can Do About it
EAN: 9789750508189
Fiyat: 23,50 TL
Yayın No: İletişim - 1528
Dizi: Psykhe - 2
Sayfa: 400
Baskı: 1.Baskı Ekim 2010, İstanbul
Yazar: Sue Palmer
Çeviren: Özge Çağlar Aksoy
Dizi Editörü: Bahar Siber
Editör: Begüm Güzel
Kapak: Suat Aysu
Uygulama: Nurgül Şimşek
Düzelti: Dila Güngör
Dizin: Özgür Yıldız
Baskı ve Cilt: Sena Ofset
Kaynak: İletişim Yayınları