23 Kasım 2010 Salı

bugün, neticesini dünden bildiğim bir hayata yakalandım...

hüseyin murat çinkılıç

Bir Ayrılış Hikâyesi


Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...

Nâzım Hikmet Ran


dün bir kediyi karşıma aldım / çocukluğuma kuyruğundan baktım...

hüseyin murat çinkılıç

22 Kasım 2010 Pazartesi

aşkın patikasında taşların yerini, uçurumun dibini, kestiremezsin / seker gidersin... 

hüseyin murat çinkılıç

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sağ direk

İlkokul birinci sınıfta Ahmet isminde bir çocuğun gözüne yumruk atmıştım. "Benim babam müteahhit ben de Fenerbahçeliyim" derdi sürekli. Öğretmenimiz de, ya Fenerbahçeli olduğundan ya da müteahhitleri sevdiğinden sınıfı temsilen onun başını okşardı hep. Günlerden bir gün, teneffüslerden bir teneffüs uzattım yumruğu...
Ahmet' in sol gözünde bir halka, gönlümde bir yumuşama, başımda bir okşama hissi... Hissi ve cismi delilleri bırakıp sınıfın orta yerine, orta derece kızarık bir kulak ve öğretmenin "yarın velin gelecek" ünlemesiyle gittim eve.

Öğretmen dahil kimse bana, o yumruğu neden attığımı sormadı. Üstelik ilk deniyordum bunu. 'Demek ki yanıtını biliyorlar' diye düşündüm. Sonradan kimsenin kendi doğrusu dışında doğru bir yanıtı olmadığını anladım.

Bu yüzden; anlatmaya lisanı yetmeyen bir çocuğun, hayata kattığı her fiili görgüye ve pabucunu yolda bıraktığı her eyleme saygı duyarım..

Hüseyin Murat Çinkılıç

Dışarıda Üşüyen Haziran Kalbimde Hazan

“Uygarlık ve barbarlık kardeştir.”
-Havel-

Dünya sığmıyor insana Havel,
yüzlerdeki, yüreklerdeki maske,
parada kir, suda klor, havada nem,
yüksek borsa, alçak basınç
ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.

/İnsan, sığmıyor insana Havel! /

Ve her şey:
Şey!
Mesela o takvimler, o günler
her biri şimdi kim bilir neredeler?
Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler;
bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler.
Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler
ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.

Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel?

Biz bu kentlerde,
bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile,
şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır
ve dışarıda üşüyen bir haziran;
kalbimde yılların tufanından artık bir hazan.

(Kalbimde hazan
ve şairdir elbet
sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!)

Dışarıda üşüyen bir Haziran.
Kanımda nikotin cehennemi;
Kısa kibrit, uzun duman:Yaan!
Yine yaan… Yine yaaaan!
Yan ki yangınlar bile yansın;
haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın...

Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk,
gecelerin sularında yakamozlar yok
ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara
çamaşır ipleri;
duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri!

Dışarıda üşüyen bir Haziran.
Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b,
dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller.
Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi;
ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi
ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın:
İnatla…İnatla gülümsemeyi;
öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi...

(Herkes fanusuna asmış kendini;
bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...)

D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n.
D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n.
Ö l d ü i n s a n…
H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n!

Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi;
her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…

Bu yüzden her şey:
Şey!
Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan;
hepsi bu işte basit, olağan.
Her şey şey’dir;
inandıklarımızdır belki de yalan.
Abarttığımızdır,
kül’dür herkesin payına kalan...

Yılmaz Odabaşı

17 Kasım 2010 Çarşamba

Evde Yoklar

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok
Resim:  Arater Blogspot' tan alınmıştır.
Yorum: Mümtaz Sevinç



16 Kasım 2010 Salı

Hitler Paris' te

1940’ta Nazi işgalinin Fransa üzerindeki etkisinin belki de en büyük sembolik görüntüsü olan bu kare o yılları çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor. Eiffel Kulesi önünde görüntülenmek isteyen Adolf Hitler yanında (solda) en beğendiği mimarlardan Albert Speer ve heykel traş Arno Breker’i de alarak bu pozu verir. Fotoğrafçı tabiî ki de bir Hitler tutkunu ve Nazi Partisi üyesi Heinrich Hoffmann’dır.

İşgalden önce Fransızlar tarafından asansörün kabloları kesildiği için Hitler tepeye merdivenle çıkmak zorundaydı bu nedenle aşağıda kalıp poz vermekle yetindi. Fransa’yı ele geçirmişti ama Eiffel’i değil. Birkaç Nazi askeri tepeye kadar tırmanıp Gamalı Haç’ı oraya asmışlardı. Fakat bayrak çok büyüktü. Birkaç saat sonra uçup giden bu büyük bayrağın yerine daha küçük olanı asıldı. Tahmin edileceği üzere kısa süre sonra bir Fransız da çıkıp yerine Fransa bayrağını asmıştı.

Ağustos 1944’te İtilaf Devletleri Paris’e yaklaştıklarında, Hitler Paris askeri ataşesi General Dietrich von Choltitz’e şehri ve kuleyi yok etmesi emrini verir. Fakat general kuleye kıyamaz.

1887-89 yılları arasında Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları için inşa edilen ve daha sonra şehrin mimari dokusuna zıt bir görüntü oluşturduğu için eleştirilen kule, o dönemin ileri gelen sanatçıları tarafından başlatılan bir kampanyayla yıkılmak istenmişti. Hatta yapılırken bile sadece 20 yıl için izin alınmıştı. Süresi dolunca sökülecekti.

Fakat halen ayakta.

Özgür Atak Öztürk
(Fotoğraf Neyi Anlatır)

Yalnızlık

“Bazen kendim bile kendime kalabalık geliyorum…” Metin Üstündağ

Kapınızı anahtarınızla açıyorsanız… içinize yaptığınız yolculukları uzatıp duruyorsanız… ve kırlangıçlar göç etmişse boşluklara…

Duvara uzak tuğlalar gibi… aynadaki yüz… kilitsiz anahtar… sahipsiz mektuplar…

“Yalnızlığın mis kokmalı” der Bedri Rahmi Eyüboğlu. Ve “yalnızlığın kadarsın…”

Herkesin gittiği vakitler… başım ellerimin parantezinde… siyah beyaz bir ekrandan üstüme üstüme gelen bedelsiz renkler… kursağıma takılan hüzünler…

Samsun’a bakıyorum Kalemkaya’dan. Valhalla Ağacı* gibi görünüyor şehir, akşamın alacasında soluk, yorgun siluetiyle… Bir sevgili gibi biraz uzak ama tüm dallarıyla içimde... tüm kollarıyla sarıp sarmalıyor beni. Her ne kadar budasalar da geçmişini… ve yamalarla kapatsalar da daracık sokaklarını… kıyısında köşesinde sevgili beklediğim sessiz salıncağım, ana kucağı gibi…

Nereye baksam mavi düzyazı… yaralı anılarıma tuzlu bir gökyüzü gibi kapanıyor…

Gemiler geçiyor… Gemiler yüreğimden geçiyor… göğsünde uyuduğum gemiler… bir yanı sende bir yanı bende kalan, Turgut Uyar’ ın “içimizden kaldırdığı” saklambaç oynayan gemiler… alıp gidiyor altını çizdiğim özlemlerimi… yalnızlığım bana kalıyor.

"...koştum geldim ta sınırına değin.burdan ötesi suskunluk, zaman”…

Melih Cevdet Anday’ın, sevgilisinin gözlerinden uzaklığını anlatmak için yazdığı bu dizeler, küçük bir mektupla gönderdiğim boşluğunu doldurmuyor. İki ateş arasındaki ürkekliğimle kapı aralığında kalıyorum soru işareti gibi. Boşluğunla dolup taşıyorum.

Şükrü Erbaş’ın dizeleriyle ters yüz oluyorum:

“senin uzaklığın benim dönüp geldiğim;bu kadar yalın boşluğun tanımı"

Gerçekten bu kadar yalın mı boşluk? Edip Cansever’in “sonuçsuz, belki’li, kaygan." ve “sevilmemiş” dediği boşluğu alıp gidebilir miyiz taşındığımız yere?

Ludwig Wittgenstein, ‘üzerine konuşulamayan konusunda susmalı’ cümlesiyle bitirdiği eserinde özellikle yarım sayfalık bir boşluk bırakır. Sessizce karşılanıp sessizce uğurlanan ve tüm sayfada sadece beş harf bulunan metin tüm evrende yapayalnızdır.

Bu gün: Hiç, boşluk ve yalnızlık yeterince kalabalık.

Can ADALI
Fotoğraf: Nehir Güler

* Valhalla Ağacı: Kuzeyli Adam mitolojisinde Valhalla dağından bakıldığında görünebilen yalnızlık ağacı. Cesur olanların Valhalla'ya ulaşmak için tırmanmaya çalıştıkları ve söylentiye göre birçok yiğidin çıkmaya çalıştığı, ancak pek azının başarabildiği; başaramayanların herhangi bir dalında sonsuza dek yalnız kalmaya mahkum edildiği, dallarını ölüm ya da aşkın kırabildiği büyük ağaç.



14 Kasım 2010 Pazar

İstanbul' u dinliyorum

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor,
Yavaş yavaş sallanıyor,
Yapraklar ağaçlarda.
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken,
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık,
Ağlar çekiliyor dalyanlardan,
Bir kadının suya değiyor ayakları,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa,
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı,
Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan,
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar…
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı…
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde,
Alnın sıcak mı, değil mi, bilmiyorum,
Dudakların ıslak mı, değil mi, bilmiyorum,
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından,
Kalbinin vuruşundan anlıyorum,

İstanbul’u dinliyorum…


Orhan Veli Kanık Kanık
Yorum: Ozan Çoban


13 Kasım 2010 Cumartesi

kıyısız kuşlar

kıyısız kuşların reddidir peyzaj rıhtımlar
üşünür o resimde
bundandır, ömrünüzün bir yanmak olduğunu bildirmeleri size

yaslanıp kapı sürgülerine
içeride kalan fotoğrafları yediler
ben denizin kokusundan söz ettim evlere

yakası açık öldü bahçenin garsonları
neyzen bir başına uyandırır rüzgârı (ve)
aşıkların iskelede sobelendiğini unuttum bile..

hüseyin murat çinkılıç, şubat 2010

Fotoğraf: Sercan Aktaş, Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi














Tokluk, açlık kadar müşfik değildir..


... / Tanımak, sevginin doygunluk hissini alır zamanla. Jenerik geriye işleyen bir özlemdir. Tokluk, açlık kadar müşfik değildir..

Hüseyin Murat Çinkılıç

İzleyiciler