Bizim yetiştirdiğimiz çocuklar, her gün yıkandıkları için kokmazlar. Yere tükürmez ve sümkürmez. Yol kenarlarında kurban kesmez, mangal yaptıkları sahilleri çöplüğe çevirmezler. Yaşadıkları yeri temiz ister ve temiz bırakırlar. Ateşli silah bilmez, sopa, zincir ve döner bıçağı taşımazlar. Kendilerine saldırılmadığı sürece ona buna saldırmaz, kimsenin malına ve canına kast etmezler. İnançlara da saygılıdırlar, tapınaklara da... Ne vandaldırlar ne de talancı... Zaten yalancı da değildirler.
Onları hiç olmadıkları, asla yapmadıkları iğrençliklerle suçlayan yalancı ve düzeysiz zihniyetin bizim çocuklarımızı, bizzat içinde büyüdüğü ve çevresinde görmeye alıştığı güruh gibi sandığını, daha da kötüsü, bizzat kendisini aldatmaya çalıştığını düşünüyorum.
Dövülmeden, ezilmeden, sevilerek, sayılarak büyütüldükleri için öz güvenle dolu bu çocuklar; şakanın ve eleştirinin yasak olmadığı ortamlarda yetiştikleri için özgür, hayvanları insanlar kadar seve bildikleri için cömert, doğa tüm canlılara gerektiği için çevreci oldular.
Özgür düşünebildiği için keskin zekâları, çağın teknolojik ve bilimsel eğitim olanaklarıyla birleşince evrensel düzeyde tartışabilen, dolayısıyla fikirsel anlamda en gelişmiş gençlik kuşağını oluşturdular.
Taksim Gezi’den önce tüm yurda, ardından Brezilya’ya yayılan ve kalıbımı basarım başka ülkelere de taşacak olan gösteriler, işte bu evrensel kuşağın eskimiş düzene, talana dayalı politikalara ve bencil, yolsuz, çıkarcı politikacılara, kısaca çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa isyanıdır.
Türkiye özelinde, yaşadığı ortamdan başlayıp bireysel tercihlerine, özgürlüklerine, laik rejime sahip çıkmayı amaçlayan gençlerimizi, önce dehşet verici bir şiddetle şiddete karşılık vermeye itip ardından Ot’tu Por’du diye düzmece komplolar, yetmedi darbecilikle suçlamak, “asıl” komplonun ta kendisidir.
Asıl komplo, Başbakan’ın Tunus dönüşünden itibaren, sanki seçim kampanyasındaymış gibi AKP otobüsünün üstünden, tüm ulusu değil, sadece AKP’lileri muhatap alarak özellikle yaptığı “biz” ve “onlar” ayrımıyla başlatılmıştır. Asıl komplonun amacı, kaçınılmaz bir ekonomik çöküntüyü, Taksim Gezi çıkışlı gösterilerin ve göstericilerin üstüne yıkmaktır!
Mine G. Kırıkkanat - Cumhuriyet, 23.06.2013
28 Haziran 2013 Cuma
27 Haziran 2013 Perşembe
Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.
Platon / MÖ 427 - MÖ 347
Devlet isimli eserinden alıntılanmıştır.
12 Eylül 1980 ile başlayan kesintisiz darbe kesintiye uğramıştır. Korkunun eşiğinden geçilmiştir. Karşı koyma refleksi kazanılmıştır. 'Ben yaptım oldu' ya karşılık 'biz yapınca daha iyi oluyor' duruşu bedene oturmuştur. Ağacın, toprağın, tarihin; yaşamı oluşturan ve sürdürmeyi öneren tüm gerekçelerin; insan olarak var olabilme olgusunun, değerlerinin, başlı başına bir gündem olduğu, bu gündemi sorgulayarak birey olunabileceği bilinci Türkiye’ ye gözlerini açmıştır. Bütün bu olan şey, gençlerin eliyle, gençlere olmuştur. Artık pervasızlığa geçmiş olsun.
Hüseyin Murat Çinkılıç / 15 Haziran 2013
Hüseyin Murat Çinkılıç / 15 Haziran 2013
Baharla Ölüm Konuşmaları
I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nâzım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra
II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor
ötüyor
ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
Yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...
III
İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )
Öbürüne
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e biraz
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
eminim)
Eyitti kim:
Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa
Hiç dinlemez oyumu ona veririm
IV
Sevda Tepesinde geçen gün
Karşıki masanın altında
İki tane tavuk gördüm
Toprakla yıkanıyorlardı
Eşeledikleri çukurda
İnsanlar için de belki ölüm
Toprakla bi tür
Yıkanmaktır diye düşündüm
V
Üşüyor mu deniz
üstüne boşandıkça yağmur?
Ondan mı dersin
tüyleri böyle ürperiyor?
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
Yıllar sonra yılmayıp yine
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?
VI
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’ de
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde
Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
Yamacında bir masa
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı
“Şunu siliver !” derdi garsona
“Şu muşambayı siliver, mirim!”
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye
Yine de bu bahar öğlesinde
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
-İsterse kalpten olsun, isterse-
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye
VII
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Mızrapsız bir tambur gibi
Apayrı bir hava çalıyor vücudum
Ruhum sıkıldıkça ruhum,
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
Apayrı bir hava çalıyor vücudum
Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
Başka yere, başka yere, başka yere!
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Cemil Beysiz bir tambur gibi
Kendi kendini çalıyor vücudum
VIII
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da
Duvarda bir gedik ilişti gözüme
Uydurdum gözümü deliğe:
Bir bahçe
Bahçe değil bir havuz
Havuz değil bir bahçe
Üstü nilüfer kesmiş silme
O nefti yapraklarıyla gelmiş
O aksarı çiçeğiyle
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
İnsanoğlu beni görsün diye mi?
Bahçede oysa
Bahçedeki bir havuz
Bir havuz ki bir bahçe
Ne in var ne cin ne bey ne ağa
Surları da çekmişler dört bir yanına
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa
Sade bir garibim yavru kurbağa
Serilmiş o ortası çukur
O sal gibi yaprağa
Yarı suyun içinde
Yarı yansımış ışığa
Pırıla pırıl yeşile yeşil
Rezil mi rezil
Başladı birden haykırmağa
Başladı inin cinin ağanın beyin
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
Çevresine bizler görmeyelim diye
Surlar çektiği
O kimsesiz güzele türkü yakmağa
Şairim ben
Benim işte o kurbağa
IX
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç
Bu da
Sema’yla Asaf’ın kızına
Hoşgeldin demek için
Oysa
Ne kadar
Ne kadar
Ne kadar yalnız
Sanıyordum kendimi demin
X
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar
Er-erken kaldırmış hanımellerini
tühallah üşüyecekler !
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle
Esen yel!
Esen yel!
Kim gördü böyle gül yiyen horoz
Tanyeri kokuyor sesi...
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
hapiste dolmuş bir şarap şişesi
Öbür horozlar da ayaklanıyor
merdiven nakışlı ibikleriyle
Ve balkonlardan sarkarken
düşleri bebelerin
bir albayrak yarışı gibi
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi
Hırsızlar!
Hırsızlar!
Ve deniz
levent gölgeleriyle Turgut Reis’in
Bütün bu dizelerden alınıyor
Bir ala
bir mora kesiyor yüzü
Esen yel!
Esen yel!
Bu sabah
bir firardır
kan-davasından bir çocuk
Kuşluk vaktine kalmadan önce
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak
Ve akşamladı mıydı çamlar
ve karadı mıydı
Tepelerde
Tepelerde
Öyle güzel ki esen yel
Esen yel!
Esen yel!
Bu sabah
ve bu bahar
bir firardır
Baruta koşan bir fitil
İfil
İfil
Öyle güzel ki esen yel !
Esen yel!
Esen yel!
Öyle güzel
Öyle güzel ki
Esmese de
Esmese de
Güzel
XI
İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
İçimden bir his.
Bir his ki
Çapraz oturmuş denizin kıyısına
Taş
Taş
Taş
Derken bir GÜNEŞ!
Tıpkı Üsküdarda’ki
Şemsi Paşa Camisi gibi.
Sen iskeletlerle değil diyor bana
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini
Ve öyle köpeksin ki sen
Öldükten sonra bile
Yılmaz’ın UMUDundaki
Paytonların ardından
Koşacaksın hep
Geleceğe
Çın
Çın
Çın
Ve karnımın gevşemesine karşın
Taş..larımdaki tarçın
Bırakmıyor beni ölmeceye
Evet diyemiyorum
Diyemiyorum ki evet
O hayırlı
O hayırlı geceye
XII
Ben de
Boğaziçi de bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar
Can Yücel
Fotoğraf: Nurcan Azaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)