26 Kasım 2022 Cumartesi

Kuzgun


Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
                      Başka kim gelir bu zaman?"

Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
                      Adı artık anılmayan.

İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim  ayağa kalkarak dedim:
"Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
                      Başka kim olur bu zaman?"

Kan geldi yüzüme birden  daha fazla çekinmeden
"Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
                      Kapıyı açtığım zaman.

Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
                      Yalnız bu sözdü duyulan.

Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
                      Başkası değil rüzgârdan..."

Çırpınarak girdi birden o eski  kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
                      Kaldı orda oynamadan.

Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
                      Adı "Hiçbir zaman" olan.

Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
                      Hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
                      Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman."

Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
                      Değmeyecek hiçbir zaman!

Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
                      Kalkmayacak - hiçbir zaman!
Edgar Allan Poe

Çeviren: Ülkü Tamer

25 Kasım 2022 Cuma

Geçmiş Bir Dua Kitabından - I


Nice yazsonlarında
eylül yapraklarına
gergeflediğiniz öyküleriniz
tozlu bahçelerde unutuldu mu hiç?

Sonbahar sürgünüdür gidişleriniz.

Benekli kedilerin döktüğü sütlere
en sessiz adımlarla basıp,
kaç izle geçersiniz

Sabahlardan birinde
benim dediğiniz evlerden 
kendiliğinizden çıkmalısınız,
vedasız ve kimseyi uyandırmadan.

Anılarınızı yıpratabilirler.

Ayağa takılabilecek ne varsa
toplamalısınız ayrılmadan ve saklamadan
kırık dökük sevgilerinizi köşe bucağa;
bir gün bulup
avuçlarında ısıtırlar diye
beklemeden.

Onları  --bilin! --  şimdi yalnız
eskicilerde satılan taş plakların
en iç bulandıran cızırtılarıyla
süpürgelik diplerine üfleyeceklerdir.

Küf kokulu çekmecelerin bile
çok görüldüğü anılarınız varsa eğer,
şimdi kuşların havalanmadığı bahçelerde
solmaya bırakınız.
Ahmet Cemal

Çağcıl Söylen


Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı

Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik göğü aşan.
Bin dudak ilençle soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.

Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.

Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri-
O zaman dost ve düşman sessizleşti.

Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.

Bertolt Brecht

Çeviren: Turgay Fişekçi


Aşk


İşte hikâyemiz böyle dostlarım
Şu parasız yapılan alışveriş
İşte borç kartımız, çakıverin imzayı
Yorgan daima kısa gelirmiş
Bu uç, şu uca ulaşamazmış
Diyebilir misiniz amma da iş

Aramak onu ufukların ardında
Arada düşmüş yaprakları tekmelemek
Ovmak bir çıplak ayağı
Bütün yürekleri kiraya vermek
Ya da bir aynalı odada
Bir otomobilde
Kaporta aya doğru dikilmiş
Masumluk, duruversin istediği yerde
Nerede başlatırsa başlatsın cümbüşünü
Sesler tiz perdeden kadıncıl ve sonsuz
Bir başkalık belirir her seferinde

Gişelerin önünde, henüz açılmamış
Kenetlenmiş eller durmadan çıtırdar
Kuyrukta süngüsü düşmüş bir adam
Bir zayıf yaşlı bayan
Ve sinemadaki filim
Bir büyük aşkı ilân eder neonlu ışıklar
Çarşaf gibi reklamlarda
Senaristin de garantisi var.

Günter Grass

Çeviren: Salih Sıtkı Gör

Korkulu Öykü


Her şey değişecek her şey
Asıl olana doğru, büyük olana,
çocukların uykusunu bölenler
Bağışlanmayacak asla.

Unutulmayacak, unutulur mu hiç
Şu minik yüzlere işlenmiş gam, tasa,
Düşman saldığı bu dehşeti
Ödeyecek bir gün mutlaka.

Gün gelecek yolu onun da
Tüyler ürpertici bir öyküden geçecek,
Alınacak yüzlerce yüzlerce defa
Yetimin, sakatın, dulun öcü.

Aklına getir bir o bombaları
O astığı astık dönem
O cinayetler, o yıkıntılar,
Hérode'un Bethléem'de yaptığı gibi.

Eli kulağında daha iyi bir çağın,
Değişecek her şey, besbelli,
Ama şu sakatlanmış küçükleri
Unutabilir mi insan unutabilir mi?
Boris Pasternak
Çeviri: Cemal Süreya

Mirabal Kardeşler (Mirabal Sisters)


Mirabal Kardeşler diktatörlüğe karşı mücadele ettikleri için 25 Kasım 1960’da vahşice öldürüldüler. 1981’de yapılan Birinci Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kurultayı’nda 25 Kasım,"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul edildi. O günden bu yana 25 Kasım’da tüm kadınlar sokaklarda kadına yönelik şiddeti protesto ediyor.

“Belki bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” Maria Teresa Mirabal

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı. Kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” Minerva Argentina Mirabal

“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da!” Patria Mercedes Mirabal

1930 yılında Rafael Leonidas Trujillo askeri darbe yaparak Dominik Cumhuriyeti’ nde iktidarı ele geçirdi. Önce halk oylaması ile devlet başkanlığı yaptı, sonra koltuğundan inmeyi reddederek, ABD’nin, kendisine yakın kişilerin ve burjuvazinin desteğiyle ülkeyi tam 31 yıl boyunca diktatörlükle yönetti. Kendisine karşı çıkanları ya tutuklattı ya da faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırttı. Askeri istihbarat servisine kurdurduğu “40” adlı hapishanede muhaliflere işkenceler yaptırdı. 1937 yılında 30 bine yakın Haitiliyi sadece “perejil” sözcüğündeki ‘r ‘harfini söyleyemediği için elektrikli sandalyede katletti. Trujillo, iktidarda olduğu süre boyunda 50 bin kişinin ölümüne neden oldu.

Kendi halkını açlık ve sefalete itti. Dominik işçilerinin yüzde 80’i halkın emeğini sömüren Trujillo’nun topraklarında çalışıyordu. Mal varlığı dillere destan olan diktatör Trujillo ve ailesi ülkenin şeker sanayisinin yüzde 65’ine ve verimli topraklarının ise yüzde 60’ına sahipti. Diğer taraftan yandaşları tarafından Nobel barış ödülü adaylığına layık görülen dios en cielo, trujillo en tierra (cennette tanrı, dünyada Trujillo) sloganlarıyla güç zehirlenmesi yaşayan diktatör, her şeye sahip olabileceğini düşündü.

Diktatörlüğe karşı aktif mücadele

Aida Patria Mercedes Mirabal Reyes, 27 Şubat 1924 yılında Salcedo’da Ojo de Agua köyünde dünyaya geldi. Orta sınıfa mensup bir çiftçi ailesinin kızları olan Mirabal kardeşlerin babaları Enrique Mirabal Reyes Fernandez, anneleri ise Mercedes Camilo’ydu. Patria, resim ve sanatla uğraşmaktan zevk alıyordu, dindar olan Patria, rahibe olmayı düşünüyordu. 14 yaşına geldiğinde Adela (Dede) ve Minerva’yla birlikte yatılı katolik okuluna gitti. 17 yaşında Pedro Gonzalez adında bir çiftçiyle evlendi. Norus, Nelson, Raul ve Juan adında dört çocuk dünyaya getirdi. En küçük çocuğu Juan’ı 5 aylıkken kaybetti. Patria, Trujillo karşıtı hareketin içerisinde yer aldı, bütün varlığını bu uğurda harcadı.

Belgica Adela (Dede) Mirabal Reyes, 1 Mart 1925 yılında dünyaya geldi. Yatılı katolik okuluna gidinceye kadar anne babasıyla yaşadı. Dede, kız kardeşleri gibi koleje gitmedi, bunun yerine ailesine yardımcı oldu, tarım ve hayvancılıkla uğraştı. 1948 yılında Jaimito Fernandez’le evlendi ve üç çocuk dünyaya getirdi. Kız kardeşlerinin trajik ölümünden sonra 6 yeğenine sahip çıkarak onları büyüttü.

Maria Argentina Minerva Reyes, 12 Mart 1926 yılında dünyaya geldi. Çok akıllı bir kızdı. Kız kardeşleriyle birlikte Minerva da yatılı katolik okuluna gitti. Tek amacı, ileride avukat olmak için evden ayrılabilmekti. Bütün engelleri aşarak hukuk fakültesine girmeyi başardı ve mezun oldu. Kız kardeşler içinde, politik olarak en aktif olanı oydu. Siyasi görüşlerinin şekillenmesinde amcasının da etkisi oldu. Minerva’ya muhalif kimliği nedeniyle avukatlık lisansı alamayacağı ve mesleğini icra edemeyeceği söylendi. Bu durum, onun diktatörlükle mücadeleye başlamasında belirleyici dönüm noktalarından biri oldu. Minerva üniversitede tanıştığı insan hakları ve demokrasi mücadelesi veren, Manuel Aurelio (Manolo) Tavárez Justo ile evlendi ve Minou ve Manolito adlı iki çocuğu oldu.

Antonia Maria Teresa Reyes, 15 Ekim 1935 yılında dünyaya geldi. Kız kardeşleri gibi o da katolik yatılı okulunda okudu. 1954 yılında matematik lisans eğitimini tamamladı, aynı yıl Santa Domingo Üniversitesi Matematik Fakültesi’ne girdi. 14 Şubat 1958 yılında, Leandro Guzman ile evlendi. 7 Şubat 1959 yılında kızı Jacqueline’i dünyaya getirdi. Ablası Minerva’nın izinden ayrılmayan Maria Teresa da 14 Haziran hareketinde aktif olarak yer aldı.

Trujillo’yu tokatlayan Minerva

Kardeşlere siyasi olarak yol gösteren Minerva birkaç yıl boyunca üniversiteye kaydolmak istedi fakat Trujillo tarafından engelleniyordu, sonunda Trujillo’nun tatile gitmek için ülke dışına çıktığı bir dönemde üniversiteye kayıt oldu. Daha öğrencilik döneminde diktatörlüğün baskılarıyla karşılaştı. Parlak bir öğrenci olduğu üniversitede henüz ikinci sınıftayken Trujillo’yu öven bir konuşma yapana kadar sınıfa alınmayacağı bildirildi. Bu baskılara rağmen mezun olmayı başardı ama avukat olma iznini asla alamadı.

Minerva Mirabal çok zeki ve çok güzel bir kadındı. Trujillo ona yaklaşmaya çalıştı, yardımcılarını, asistanlarını, emrindekileri örgütledi. Kendisini Minerva’yla bir araya getirmenin koşullarını yaratmaya çalıştılar. Bir parti organize ettiler. Üstü kapalı bir şekilde onu da davet ettiler. Daha öncede davet edildiği bir partiye gitmemişti. Ailesi Minevra’nın da partiye gitmek zorunda olduğunu, hastalık bahanesinin olamayacağını söyledi. Partide Trujillo ile dans ederken cinsel yakınlaşma talebini reddetti. Diktatörden arkadaşı olan siyasi tutuklu bir komünisti serbest bırakmasını istedi, sevgili olmamalarına rağmen Trujillo’ya sevgilisi olduğunu söyledi.

Trujillo’nun cinsel tacizine karşı herkesin içinde ona tokat attı. Trujillo’nun teklifini kabul etmemesi beraberinde aile bireylerine de baskı yapılmasını doğurdu. Diktatör buna karşılık önce Mirabal kardeşlerin babasını tutuklattı ardından da annelerini kaçırttı. Hapse atılan babası ancak ölmek üzereyken serbest bırakıldı, çıkar çıkmaz da hayatını kaybetti.

Vatan haini ilan edildiler

Ülkede zaman zaman özgürlük ve hak talep eden hareketler, ayaklanmalar oluyordu. Mirabal kardeşler Trujillo karşıtı bir yeraltı hareketi olan 14 Haziran Devrim Hareketi’nde örgütlendi. Daha sonra Clandestina ( Sosyal Değişim Hareketi) adını verdikleri bir hareket kurdular. Hareket büyük başarı sağladı ve tüm ülkeye yayıldı. Rejimin destekçilerinin ve memurlarının çocukları da dâhil çok sayıda gencin desteğini aldı. Küba’daki devrimci gelişmelerden etkilendiler. Minerva ve en küçük kardeşi Maria Teresa ve onun eşi, örgütün önemli isimlerindendi, diğer kız kardeş Patria da onlara yardımcı oluyordu. Mirabal Kardeşler Trujillo tarafından pek çok kez hapse gönderildi. Ayrıca tüm mülklerine de el koydu. Trujillo, kardeşleri kendisi için tehdit olarak görüyor ve bunu söylemekten de çekinmiyordu. Bir halk konuşmasında “ülkenin en büyük sorununun kilise ve Mirabal kardeşler” olduğunu söyledi. Böylece, Mirabal Kardeşleri vatan haini ilan ediyor ve kendisini dinlemeye gelen yandaşlarına yapmaları gerekeni açık ve net bir biçimde söylüyordu.

1960 yılında siyasi bir baskı süreci başladı ve kardeşler eşleriyle birlikte hapse atıldılar. Bu arada uluslararası baskılar olunca Trujillo kardeşleri serbest bıraktı. Eşleri tutuklu kaldı. Bu durum kız kardeşleri diktatörle savaşmaktan vazgeçiremedi. Halk onları çok seviyor ve destekliyordu.

Tecavüz sonrası dövülerek öldürüldüler

Trujillo, Mirabal kardeşlerin hapishanedeki eşlerini ülkenin başkente uzak bir köşesine nakletti. Burası bir dağı aşarak gidilebilen bir yerdi. Ev hapsinde olmalarına rağmen haftada iki kez dışarı çıkmalarına izin vardı. Üç kız kardeş bunun bir tuzak olduğunu biliyorlardı, ama buna rağmen dostlarının da uyarılarına kulak asmayarak eşlerini görmek için yola koyuldular.

25 Kasım 1960 tarihinde dönüş yolunda içinde bulundukları cip, gizli polis tarafından pusuya düşürüldü. Araçtan çıkmayı başarıp, o sırada gelen bir kamyonu durduran kardeşler, kamyon sürücüsüne kim olduklarını açıklayıp öldürüleceklerini söylediler. Sürücü yanlarından hızla uzaklaştı. Mirabal kardeşlere tecavüz edildi ve ölene kadar sopalarla dövüldüler. Kardeşleri cipe koyarak uçurumdan attılar. Kaza süsü vermek istiyorlardı. Ama araçtaki ve bedenlerindeki parmak izleri ile başka birtakım kanıtlar olayın cinayet olduğunu ortaya koydu. Bu olay resmi kayıtlarda ve basında “trafik kazası” olarak gösterildi. Öldürüldüklerinde Patria 36, Minerva 34, Maria Teresa ise 24 yaşındaydı.

Mirabal kardeşlerin ölümü üzerine ülkede ayaklanmalar arttı. ABD verdiği desteği geri çekti. Bir süre sonra, 30 Mayıs 1961 yılında diktatör Trujillo kendi askerlerince öldürüldü. Dominikliler, ölümü için suikast kelimesi yerine “adaletin yerini bulması” anlamına gelen Ajisticiamiento kelimesini kullandı. Trujillo’nun öldürülmesinden sonra, Şubat 1963 yılında Dominik Cumhuriyeti demokratik bir şekilde oy kullanarak hükümetini seçti.

Öldürüldükleri gün Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ilan edildi

Katliam sırasında araçta olmayan Adela Mirabal, kardeşlerinin bu onur dolu hayat mücadelesini gelecek nesillere aktarmak ve onları ölümsüzleştirmek için çalıştı. Kardeşlerinin çocuklarını büyüttü. 1992 yılında “Mirabal Kardeşler Vakfı”nı, 1994 yılında ise doğum yerleri olan Salcedo’da “Mirabal Kardeşler Müzesi”ni kurdu. 25 Ağustos 2009’da “Vivas en su Jardin” adıyla bir kitap yayınladı. 2014 yılında öldü.

1981 yılında Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan Birinci Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kurultayı’nda 25 Kasım,”Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. Bütün dünyada yankı bulan bu gelişmeler karşısında Birleşmiş Milletler, 17 Aralık 1999 yılında 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etti.

Mirabal kız kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olmasından esinlenilerek, o günden sonra üç kız kardeş, gerek Dominik’te gerek dünyada “Kelebekler” adıyla anıldı.

Dominik kentlerinde Mirabal kız kardeşlerin adının bulunduğu birçok sokak, kültür merkezi ve okul bulunmakta. Kendi doğdukları kentin adı da Herman’s Mirabal (Mirabal Kızkardeşler Şehri) olarak değiştirildi. Para birimi olan 200 Peso’da resimleri bulunuyor.

2000 yılında kardeşlerin cenazeleri kadın örgütleri tarafından doğdukları köye (Salcedo) taşındı.


Kaynak

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve Mirabel… https://biacaip.com

Bazı Kelebekler Ölümsüzdür; Mirabel Kardeşler | Haber – Politez https://www.politez1.com

Mirabel Kardeşler’in Özgürlük Tutkusu 58. Yılında – bianet https://m.bianet.org 

Mirabel Kardeşler | Gerçek Gazetesi https://gercekgazetesi.net

Cesur Kelebekler Mirabel Kardeşler – Özlem Şenkoyuncu https://www.kadinveekonomi.com › 

https://gazetekarinca.com/ozgurluge-kavgalariyla-kanat-cirpan-uc-kelebek-mirabel-kardesler/

Kelebekler Zamanı- Julia Alvarez -çeviri: Ege Candemir- Ayrıntı Yayınları, Haziran 2017

https://www.petrol-is.org.tr/kadindergisi/sayi57/mirabal.htm

http://www.politikagazetesi.org/

Derin Demir: Mirabel Kardeşler ve diktatörlerin sonu – https://gazetemanifesto.com

Mirabel Kardeşler kimdir? – Evrensel https://www.evrensel.net 

https://www.alevihaberagi.com/16039-ozgurluge-kavgalariyla-kanat-cirpan-uc-kelebek-mirabel-kardesler.html

https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-bellegi-bir-ucurumun-dibinden-dunyaya-yayilan-kelebekler

https://emek.org.tr/22764.html

Fitnat Durmuşoğlu

fitnat.d@hotmail.com

(https://www.kadinisci.org/)  sitesinden alıntılanmıştır

24 Kasım 2022 Perşembe

Taşlar

 

külüngün yonttuğu bir dünyada
ve sırların şahına giden o yolda
taşlar,ak duvağını gözyaşıyla ıslatan
dönüşü olmayan bir yemen türküsüdür
bir ananın ağıdında
ve masumiyeti bir çocuğun
üç tekerlekli bir bisikletin tahtında
ve bir gelinin aynadaki yalnızlığı
kimsesizliği ve yitikliği
delik deşik ettiği gergefinde yüreği
ve hüzn-ü zamanı bir babanın
tütün saran parmakların ahenkli
dönüşünde
gözlerinde viran olmuş sevdalar devşiren
ve eşikten çıkıp her an gelecekmiş
gibi beklenen
işte bütün hikayet-i hakikat
külüngün yonttuğu o taşlarda sinlenen
ve bir çift gözdür taşlar
zamanı yüreğinde biriktiren
ve dört nala bir yaşama sevincini
kendi yüreğinin tınısında gizleyen
gecenin saçlarını ördüğü
cumbalı konakların ıssızlığında
bil ki eski kitaplar nasıl kokarsa
rafta
aşkı ve özlemi çizer
derzin o muntazam yolları
bir nakkaşın ustalığında
ve bil ki taşlarda kitaplar gibi kokar
taşlar vakti söze dönüştüren
bir lisan(dır)
taşlar sararmış bir fotoğrafın
durağanlığında
oysa ki o yitirdiğin ve aradığın herşey
külüngün yonttuğu bir dünyada
ve sırların şahına giden o yolda
taşlar bütünüyle bir insandır

Tamer Abuşoğlu

23 Kasım 2022 Çarşamba

Gidenler


Oğuz'a

Tek yaşayan kahramanları da bitti dağların
gölgeleri yaşıyor tek sur diplerinde
zaman geçti kendi sesiyle
ölü gölgeleri alıp burçlarda kim avunur
kim anlatır gölgedeki atlarımızın köpüklü duruşunu? 

Yılanların deştiği yaraya bastık tuzumuzu
sözümüz kül tutsa da bastığımız yerde
o sıcak masal anlatır kendini yeniden
anlatır ve tazeler közden doğuşunu
çocukları büyütür yine
kuruyan köpükte tuzumuz kalır.

Tek yaşayan kahramanları da gitti yolların
tırnağımda toz yüzümde barut izi
taş duvarda şah ve mat
geçti zaman çığlığımızla 
sustuğumuz yerden anlat gölgedeki atlarımızın
bizsiz gidişini başka burçlara. 

Nazım Mutlu, Usul Acı, Yeni Umut Yayınları

Ölü Çocuğa Gazel

 

Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada'da.
Her akşam üzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.

Yosundan kanatları var ölülerin.
Bulutlu yel ve duru yel yan yana
süzülen iki sülündür kuleler üstünde,
gündüzse yaralı bir oğlan.

Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi
şarap mağarasında rastlayınca ben sana,
tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde
sen ırmakta boğulup gittiğin zaman.

Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini
bir su devi yıkılınca dağlara.
Gövden, ellerimin mor gölgesinde,
bir soğuk meleğiyle, kıyıda cansız yatan.
Federico Garcia Lorca
Çeviri: Sait Maden

Gardırop


boynumdaki kan damarlarından
başkaca kolyem olmadı

kulaklarımda sonbahar aksesuarı 
bir tutuklunun göğü örten çığlığı

modası geçmiş de olsa
parmağımda güvercinler zeytin dalları

acıtır durur bileklerimi
bilezikler o imgeler sancısı

bu yaz yolculuk paris’in dağlarına
gardırobumda ruhi su per-laşez mezarlığı

koluma takıp da gitsem nâzım’ı 

Salih Mercanoğlu
(Yeni Biçem 6, Ekim 1993)

22 Kasım 2022 Salı

Kısa Tanrı Tarihi


-ve tanrı kadındı baştan
kasıklarında bulduğu ateşi 
bir patlamayla doğurdu
sonra duruldu döne döne
ve süt sağdı, ekin ekti, emzirdi
doksandokuz memesiyle
ağzı sonsuz boşluk olan evreni 
Avcılar eve gelmeden önceydi. 

Zeus muydu yıldırımı ok gibi kullanan
Baskında başı dik yay gibi kaldı kadın
Dimdik, donuk ve yenik baktı
Ateşini gizledi geceye, yıldızlara
Oyunla savuşturdu avcı vahşetini...
ve tanrı şımarık bir oğlana döndü...

Aşk ateşi küllendi Ağıtçı Hürmüz'ün
Destancı Ehrimen çiftçiliğe
Buyrukçu Musa çobanlığa başladı
Hikâyeci İsa marangozluk yapardı
kötürümlere değnek, körlere ışık diye
şair Muhammed borsanın en uzun
vadeli yabancısıydı
Issız çölde deve çanlarını 
kâinat uğultusu gibi dinlerken
çölün dinmez ateşini evren diye içerdi...
ve tanrı henüz gençti ve erkekti... 
Yalnız olmasın da ne yapsındı. 

Ehrimen'i duasına çıktığı yağmur boğdu 
İsa yonttuğu ağaca çivilendi
Güttüğü koyunlar yedi Musa'yı
Muhammed'in tebaası
petrol borsasına yatırdı develerini ve kaybetti
sonra, ya sonra...
"...tanrı kalpten öldü!" 
...ve zaten yaşlıydı ve erkekti... 

Avcılar kaldırdı cenazesini...

"Tanrım beni niye yalnız bıraktın!" 

Mustafa Köz

Resim: Benjamin West (1738-1820)

Bozgun


Bu büyük talanlar tam bana göre
önce sen sonra aşk, kılıçtan geçirin beni

boyum taş çatlasa bir yetmiş, yaşım şakaya gelmez

Kalbim yaralı serçe, aklım Çin ü Maçin'de..

 

Karada hep yitirdim, ruhumsa İnebahtı

bazen gürz, topuz, kalkan bazen de Grejuva

burcundan düşür beni, ele geçsin son kale.

 

Her bozgun yakışıyor, sözcükler lime lime

şiir yazdım, fal baktım, dolandım çarşı pazar

adım aşka hazır da soyadım kül içinde.

Mustafa Köz

İzleyiciler