14 Ağustos 2024 Çarşamba

"Solan Fotoğraflarda Biten ve Başlayan"

"Platon'un Protagoras'ın ağzından anlattığına göre, ölümsüzler yaratıldığı zaman tanrılar, Prometeus ve Epimeteus'dan bunlara bazı nitelikler vermesini istediler. Bu işi üstlenen Epimeteus, bütün canlıları türlerinin ortadan kalkmamasını sağlayacak biçimde donatmaya başlar. Kimine hız ve küçüklük, kimine post, pençe, yüksek doğurganlık vb.verir. Fakat sıra insana gelince Prometeus, insanın çırılçıplak ve silahsız bir biçimde ortada kaldığı görür. Bu dengesizliği düzeltmek isteyen Prometeus, Hefaistos ve Atena'dan ateş ve tekniği çalıp, diyetini de ödeyerek insanlara armağan eder."

"Simgeleme yetkisini tekelinde tutan egemenler 'ben'i otomatiğe bağlanmış ve hiçbir işlevselliği olmayan bir nesne olarak adlandırıp, şekillendiriyorlar. Böylelikle resmi ideolojinin eşitsizlik payandalarında edilgen simgeler olan fosilleştirilmiş 'ben'ler bireyin kendisine ait olmaktan çıkan bilmeceler dizini oluyorlar."

Temel Demirer, Solan Fotoğraflarda Biten ve Başlayan, Sorun Yayınları


Fener

Ona "Stalin" derlerdi. Havza'nın bir köyündendi. Annesi bazen bize bakraçla yoğurt getirip, satardı.

Stalin dışadönük, tilki gibi akıllı birisiydi. Uzun boyluydu ve kumral saçları vardı. Konuşurken aynı zamanda düşünüyordu. Kafasından kırk tilki geçer, kırkının da kuyruğu birbirine değmezdi denildiği gibi, kurnazdı. Adil ağabeyimden biraz büyüktü.

Ona Stalin lakabını takanın da "Alman Recep" olduğunu duymuştum. 

Askere gitmeden önce kamyon şoförlüğü yapardı. Stalin'in askerliği yılan hikâyesine dönmüştü. Askerden kaçmayı alışkanlık edinmişti. Özgür, asi bir kişiliği vardı ve disiplin altına alınamıyordu. Kaçar, iki üç ay geçtikten sonra yakalanır ve tekrar askere götürülürdü. Cezalar üst üste eklenince askerliği hiç bitmiyordu. Hücreye atılır, dayak yer, ama bana mısın demez, yine kaçardı. Anlattığına göre komutanları yaka silkmişti ondan.

Bazen annesi ile bize ziyarete gelirlerdi. Annem Stalin'i görünce,

"Yine askerden mi kaçtın?" diye sorardı.

O ise, kafasını sağa ve sola sallar:

"Yok kafa değişimindeyim, Durhan yenge" derdi.

Yılın altı ayı askerde ise, altı ayı kaçaktı. Stalin askerliği kaç yılda bitirdi bilmiyorum. Sanırım en az on yıl sürmüştü askerlik macerası. Belki de sonunda ondan bıkmışlar ve tezkereyi eline vererek, "Git, lanet olsun!" demişlerdi.

Adil ve Levent ağabeylerimin sünnet düğünü birlikte yapıldı. Ben ve küçük kardeşim Zeki'nin sünnet töreni ise daha sonraki yıllarda gerçekleşti.

O gün Adil ağabeyime çok güzel bir fener hediye edilmişti. Feneri çok sevmiş, yatakta yakıp yakıp söndürüyordu.

Düğünden birkaç hafta sonra Stalin yine bize gelmiş. Ağabeyimin elindeki feneri görmüş ve ilgisini çekmiş. Evin önünde feneri istemiş ve şöyle demiş:

"Adil sen biraz uzağa, karşı tarafa doğru git. Bak bakalım oradan fenerin işığını görebilecek misin?"

Adil ağabeyim arkasını dönmüş ve biraz uzaklaşmış. Bir süre yürüdükten sonra tekrar geriye dönmüş. Bir de bakmış ki ne görsün, Stalin'in yerinde yeller esiyor.

Stalin o gün elindeki fenerle birlikte kayıplara karışmış.

Erol Anar, Aşağı Mahalle Öyküleri

Fotoğraf: Havza,1932


12 Ağustos 2024 Pazartesi

İlk Türkü

Otur da konuşalım
Gelmeyen bahardan
Sıcak uzun yazlardan
Yeşil rüzgârlardan
İki çift söz edelim
Otur da konuşalım

Olmadık mutluluklar biçip
Olmadık zamanlardan
İçimizde anlatılamayanı
Yarım kalan sevinci
Otur da konuşalım

Bu şehir kurtlar şehridir
Büyük korkaklar şehridir
Kuşkular kuyusudur
Açlık deliliğidir
Otur Ahmet kardeşim
Otur da konuşalım

Afşar Timuçin

Resim: Mualla Altınok, Yalnız Şehir 2, Yağlıboya 50x70 cm


11 Ağustos 2024 Pazar

"Anarşiden sonra gelen ilk doğal aşama despotluktur."

"Anarşiden sonra gelen ilk doğal aşama despotluktur, zira egemenlik ve boyun eğmenin içgüdüsel mekanizmaları despotluğu kolaylaştırır; aile,devlet ve iş yaşamı bunun örnekleriyle doludur. Eşit işbirliği despotluktan daha zor olduğu gibi içgüdüye de o kadar uygun değildir. İnsanlar eşit işbirliğine kalkıştıkları zaman boyun eğme dürtüleri rol oynamayacağından, herkesin ötekiler üzerinde tam bir egemenlik kurmak için çaba harcaması doğal bir sonuç olarak ortaya çıkar."

Bertrand Russell, İktidar / Çeviri: Mete Ergin, Remzi Kitabevi


"Toplu heyecan, insana sağduyu, insanlığı, hatta kendini koruma duygusunu bile unutturan, iğrenç kırımlara girişilmesini mümkün kılan, kahramanca şehit olmayı göze aldıran, tatlı bir sarhoşluktur." 

Bertrand Russell, İktidar / Çeviri: Mete Ergin, Remzi Kitabevi, S.28


"Hatiplerin istediği kalabalık, düşünmekten çok heyecanlanmaya yatkın, korkular ve bu korkuların sonucu nefretlerle dolu, derece derece uygulanan, ağır işleyen yöntemler karşısında sabırsızlık gösteren, hem iyice çileden çıkmış hem de hâlâ bir umut besleyen kalabalıklardır."

Bertrand Russell, İktidar / Çeviri: Mete Ergin, Remzi Kitabevi, S.29


"Var olan her şey hareket ve oluşum içindedir."

"Var olan her şey hareket ve oluşum içindedir. Mücadelenin adalet olduğunu bilmek gerekir ve her şey zorunluluğun ebedi kanununa göre mücadele içinde doğmaktadır. Dünya ne bir tanrı ne de insanca yaratılmıştır. Dünya belli kanunlara göre yanan ve sönen, sonsuza değin sürecek canlı bir ateştir."

Herakleitos, M.Ö. 6.yy

"Doğru dürüst yaşlananlar kişisel mutluluk gibi pespaye bir amacı gütmezler."

Şimdi gene geri dönelim esas konumuz olan yaşlılığa yaşlılığın nimetlerine: On yedinci yüzyılın başlarında yaşayan Alman mistiklerinden Jacob Boehme, "cehennemde yanan sadece benliktir" der. Hiç de mistik olmayan Albert Einstein da, bir insanın kendi benliğinden ne kadar sıyrılabilirse, o kadar değerli sayılabileceğini söyler: "The true value of a human being can be found in the degree to which he has attained liberation from the self."

Yaşlılar - yani doğru dürüst bir biçimde yaşlananlar demek istiyorum -  huzursuzluklarının ve mutsuzluklarının başlıca kaynağı olan benliklerinden sıyrılmaya başlarlar zamanla. Onların asıl ilgi alanı kendileri değil, başkalarıdır artık. Kişisel duygularını bir yana bırakıp; yeni, ilginç ve heyecan verici bir yanı zaten kalmayan, kendi özel yaşamlarını değil, çevrelerindekilerin yaşamını düşünmeye başlarlar. Aynalara bakarken -çok ender bakarlar aynalara- kendi yüzlerini değil, başkalarının yüzlerini görürler. Kendi dertlerine değil, başkalarının dertlerine çare bulmak için uğraşırlar. Kişisel mutluluk gibi pespaye bir amacı gütmekten vazgeçerler.

Çünkü herkesin ara sıra yoğun mutluluk anları vardır ama, sürekli olarak kişisel mutluluk peşinden koşmak, bir kepazelikten başka bir şey değildir. Böyle bir dünyada, bunca felâket, bunca yoksulluk, bunca haksızlık ortasında, ancak inekler kadar kafasız ve duyarsız olanlar -yani gerçekten insan sayılamayacak yaratıklar-kişisel açıdan mutlu olabilirler. "Bana ne dünyanın şurasında burasında, hatta kendi ülkemde kanlı savaşlar varsa; benim evimde yok ya" derler böyleleri. "Bana ne Afrika'da çocuklar açlıktan ölüyorsa; benim çocuklarım açlıktan ölmüyor ya" derler böyleleri. "Bana ne ülkemin yoksulları oğullarını kızlarını okutamıyorsa; benim oğullarım, benim kızlarım en pahalı okullara gidiyorlar ya" der böyleleri. Ve dünyaya, hatta en yakın çevrelerine kulaklarını tıkayarak, gözlerini kapatarak-o ne biçim bir mutluluksa-mutlu olurlar böyleleri. "Her koyun kendi bacağından asılır,", "gemisini kurtaran kaptan","köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de", "bükemediğin eli öp", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi, iğrenç bulduğum bazı deyişleri, kendilerine hayat felsefesi yapmıştır bunlar. Başkalarını sokan yılanın günün birinde onları da sokabileceğini hiç düşünmezler bu geri zekâlı "bana ne"ciler.

Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları, Yapı Kredi yayınları, S.58-59

Resim: Mina Urgan Orhan Veli ile birlikte Bayezid Küllük kahvehanesinde.

10 Ağustos 2024 Cumartesi

"Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"

"Devletin sonsuza uzanan gücü, skandalların üzerine kurulmuştur. Çünkü güçlülerin gücünü korumak, güçsüzlerin de öfkesini pörsütmek için skandal iyi bir yoldur."

Dario Fo, Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü, Remzi Kitabevi, S.97
Çeviri: Yücel Erten


"Demokratik işçi hareketlerini durdurmak nasıl olacaktı. Terör yaratılacak, terör artınca vatandaşın korkusu da artacak. Demokratik taleplerini askıya alıp, güçlü devlet diye dövünmeye başlayacak. İşte İtalya üzerine yazılan senaryo buydu."

Dario Fo, Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü, Remzi Kitabevi, S.91
Çeviri: Yücel Erten


"Ağacın kötü kaderi kurumak değildir"

"Ağacın kötü kaderi kurumak değildir; yapraklarının döküldüğünü, filizlerinin solduğunu görmektir."

Moa Martinson (Helga Maria Johansson)

Resim: Pal Szinyei Merse, Meyve Ağacı


9 Ağustos 2024 Cuma

"Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır."

"Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanların, neden başka insanlara acı çektirip, onları aşağıladığını anlamak istiyorsak, önce kendi içimizdeki tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız; çünkü bir başkasında gördüğümüzü sandığımız düşmanı, ilk olarak kendi içimizde aramamız gerekir. İçimizdeki bu parçayı, bize onu hatırlatan yabancıyı yok ederek susturmak isteriz."

Arno Gruen, İçimizdeki Yabancı, Çeviri: İlknur İgan, Çitlembik Yayınları, S.9



İdrak Treni

Biz bu istasyonda birkaç kişiyiz; zalimleri saymazsak
Gecikmeleri anons ediyor çinko çınıyla zaman
Çatı altında, yağmursuz yanında beklemek peronunun
Bir de köpek var; adı Korkak

Neden sonra bir kahve molasındaymış gibi birbirini anlayan çalışanların sesi
Ak bir kedinin hafif ayaklarıyla üstüme bastılar, uyandım
Masada değildim, her yerindeydim beklemek peronunun
Köpek kaçtı, babam öldü, tren gelmedi

Birazdan nasılsa ay doğacak İstanbul Hanım
Göz göze bakışacağız, bir tren kalkmış gibi birbirimize
Siz silkinip gidersiniz, biz nereye gideceğiz?
Daha çok bekleyeceğiz, şarkı söyleyeceğiz

Bütün başkanlara hayır!

Hüsnü Arkan

Resim: Fikret Mualla


Gül ve Gönül

Bir ince ruh, genç kızlıktan aldığı hakla ona aitti
her sabah o ruha karışmak için bu ruh nelerden geçti
zar kadar ince etlerin üstünde teni dişleri kadar ak
benimkiyse bir hayvanın kırılmış boynuzu gibi
yağlı gri, ikisi de ayrı canlının köşeleri
tek varoluşa ait olup da bu kadar ayrı, ne kadar hazindi

İlk kez yaşlı olduğumu anladım onu görünce
incecik bir bıçak gibiydi ruhu çelik renginde
tırnağıma gitti gözüm, parmakların bakalit gibiydi sathi üstlerinde
bir kabuk kadar zor duruyorlardı ellerimin ucunun da ucunda
ve ellerim ağacın kuru dalıyken yaşamın da dışıydı sanki düşlerimde

Üstüme eklenen bir sıcaklık vardı capcanlı onu görünce
yakıcı ve siyahtı tehlikeli bir geceden çıkmış gibi
karımdan çok başkasıydı o
derisi kaygan, ürkütücü bir uysallık, denizkızıydı koynumda
inan o kadar, ürperirdim yarısı balık

Sonra birden açık kafa bir zıpkın suları yırtarak geldi
kollarımdayken pul pul parçalandı yarısı kız o balık, sularıyla halik
beni boğmaya uğraştı ardından, yaptığı değil miydi kara sakal bir
korsanlık, onun ölümünden başka hiçbir şey öldürmedi o kadar beni
en öldürücü şeydi kendi ölümüyle öldüren bir balık

İbrahim Tığ

Resim: Laurits Andersen Ring, Kahvaltıda, 1898, Tuval Üzerine Yağlıboya


"Kaos'un Kutsal Kitabı"

"Entelektüellerimizin tek bildiği oyun oynamak, tinselcilerimizin tek bildiği de yalan söylemek, hiçbiri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormuyor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkânı vermiyor, hepsi de kariyer peşinde; görgü kurallarını asla incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatındaki ustalıkları hayranlık verici! Giderek daha tutucu oluyoruz, en yıpranmış ve en utanç verici köhnelikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz, bizim devrimlerimiz yalnızca laftadır..."

Albert Caraco

"Kaos'un Kutsal Kitabı Versus Yayınları, İstanbul, Çeviri: Işık Ergüden, İkinci Basım: Temmuz 2007, sayfa 25"


İzleyiciler