28 Aralık 2023 Perşembe

Dolmakalemlerim

   Ben de herkes gibi kurşun kalemle yazmaya başladım. Sonra dolmakalemle devam ettim. Sonra daktiloya geçtim. Şimdi yeniden dolmakaleme döndüm.
    Yazı dersinde öylesine umutsuz bir öğrenciydim ki, yalnız sıra, defterler, kitaplar değil, üstüm başım, ellerim, sürekli mürekkep lekeleriyle kaplı olurdu. Bir gün ellerimi gören cici annemin (anısı bin yaşasın!) üniversiteli oğlu Galip (Dolun) ağabeyim bana bir dolmakalem armağan etti. Kalem, silgi, kalemtıraş, fırça, boya, (daha sonraları) çakmak, pipo, çanta yitirme şampiyonu olan ben o dolma kalemi yıllar boyunca korudum. Yanılmıyorsam bir Parker'di. Kahverengi. Bakalit. Daha sonra, ortaokulda çok güzel yazan bir Parker'im oldu. İlk şiirlerimi, öykülerimi bu kalemle yazdım.
    İlkokuldan beri kurşun kalemle yazmayı sevmedim.  Kurşun kalemin kendisini çok sevdiğim, hâlâ satın aldığım halde.  Ama hiçbir yazımı, hattâ mektubumu kurşun kalemle yazmış olduğumu sanmıyorum. Boy boy, sınıf sınıf kurşun kalemler, kalemtraşlar,  yalnızca kalem açmak için kullanılan ince, keskin ağızlı çakılar, silgiler… Tüm bu “rituel"e, çocuk yaştan bu yana “mânen ve maddeten” sahibim.
   Ama kurşun kalemle yazamam. Dahası sol elinde silgi, sağ elinde kurşun kalem, yazan, silen yazarlardan da hoşlanmam. Nedenini bilmiyorum. (Bunun için de bir psikiyatra gidecek değilim.) Ben, yazdığımda, tüm yanlışlarım, düzeltmelerim kağıdın üzerinde görülsün isterim. Daktiloda yazarken de yanlışları örten kapatıcılardan hoşlanmam.
    1959 yılına değin tüm yazdıklarımı dolmakalemle gerçekleştirmişimdir. O yıllar Avrupa’da tükenmez kalem yıllarıdır. Benim de Paris yıllarım. Hatırlarım, ünlü tükenmez BİC bir frank. Kuşkusuz ben de Bic kullanmışımdır. Ama severek, benimseyerek değil. Benim sadık yârim o yıllarda da bir dolmakalemdi. Ama 1959'da Zürih'te aldığım, Türk klavyeli Hermes Baby, uzun yıllar dolmakalemlerime rakip oldu. Benim açımdan bir ihanet değil, bir zorunluluktu söz konusu olan. El yazım öylesine okunaksızdı ki, mektup yazdığım dostlarım bile daktiloyla yazmamı istiyorlardı. Sonunda, bir yolculuğa çıkarken, Parker'lerimi, Watermann'larımı ceketimin iç cebine yerleştiriyor, ama elime hermes Baby'mi de alıyordum. Bu açık fıstık yeşili metal kutu içindeki daktilo, tam yirmi beş yıl boyunca, nereye gitsem (tüm Avrupa ülkeleri, Amerika, ve tabii Hakkâri) yanımda oldu. Hakkâri'de Bir Mevsim filminde. Genco Erkal'ın başına geçip, sevgilisine mektup yazdığı daktilo, bu emektar Hermes Baby'dir.
    Bu tür anılara bağlı bir nesne fetişizmi yoktur bende. Ama nicedir pes etmiş bu daktiloyu kaldırıp atmak içimden gelmiyor. Ben yaşadıkça, o da, evimin bir köşesinde duracak. O, kendisiyle dolmakalemlerimi aldattığım için, bense artık onunla yazamadığım için biraz suçlu, birbirimize bakıp durduğumuz olmuyor değil. 
  Hermes Baby'den, biraz daha gelişmiş daktilolara geçmedim değil. Hattâ bilgisayarlara. Ama hayır, bunlar benim için değildi. Aynı dilden konuşmuyorduk, ve onlar aynı dilden yazmıyorlardı. Üstelik bir ritm sorunumuz vardı. Sonunda tümüne sırtımı döndüm ve kalem dönemini yeniden başlattım. Bugün, pompalı dolmakalemlerin yerini kartuşlu dolmakalemleri aldı. Ama ben pompalı dolmakalem kullanmaya devam ediyorum. Yalnız pompalı değil, fötr uçlu (yumuşak, yarı yumuşak, sert) kalemler de. Metal gövdeli, ahşap gövdeli, bakalit gövdeli kalemlerim var. Kimilerini biçimleri için alıyorum. Kimileri yazma kolaylığı için. Kimilerini yazı güzelliği için.
    Abartmadan söyleyeyim:
  Citizen Kane için çocukluğunun tahta kızağı ne idiyse, benim için de ilk dolmakalemim o idi. O ilk dolmakalemin yerini, daha sonrakilerden hiçbiri tutmadı. Ona hâlâ sahip olsaydım, Hermes Baby'nin yanına koyar, eski günleri anmalarını, birbirleriyle dertleşmelerini dinleyebilirdim, sanıyorum.

Ferit Edgü, Kitap-lık Dergisi, Ekim 1994, S.17

Hiç yorum yok:

İzleyiciler