31 Ağustos 2024 Cumartesi

Çektim Ben de Kendimi Vurdum

senin kırık aynana yaz güneşi değiyor
binlerce ok dağılıyor odama

aklımdan geçenleri söylemeyeceğim
sözlü aktarılan bir mesel
yazılsa anlamı kalmayacak iç çekişimin

"kuşlardan ordumuz vardı kuşgeneraldim
vurulduk ve not düştük göğün siperlerine
biz birer birer kesilen saçlar gibi
taşa düştük, sözümüzü tutamadık-öyleydi"

senin güz telaşına yaseminler düşüyor
pencereyi açıyorsun kırılıyor sonbahar
yalnızlığımız bize özgü bir cumhuriyet
epeyce düşünüp söylenmiş söz gibi kalıyoruz
odanın ortasında iki ölü, iki buz boşluk

"kibrit çöplerinden evimiz vardı
çatıları kozalak pullarından
sevişirken pek iğne yapraklıydık
dökülüyorduk yılda bir
kendi bölünmez bütünümüze"

ilk savaşta uçtu gitti kuş askerlerim
ordusuz kuşgeneral neye yarayacaksa
çektim ben de kendimi vurdum

Aziz Nayır, Edebiyat Nöbeti, Sayı:52 S.49

Resim: Nurullah Berk (1906-1982), Kuşlar


Çürüyen Otlar

I
Bilinmez hangi şehirde
Yaşarsın aşktan habersiz,
Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım!
Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.

Bu kimin çocuğu, der, seni görenler.
Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan.
Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın
Yanakların kızarır ağlamaktan.

Bir gün sokakta rastlasam, ellerini
Alsam avuçlarıma okşasam.
Sıcaklığını tanır da mısralarımdan
Kız kardeşimsin sanırlar belki.

Son orada, ben burada
Birbirimizden habersiz
Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi
Bekleye bekleye çürüyeceğiz.

II
Senin oturduğun şehirde
Gökyüzü mavidir benimkinden,
Çiçekler daha taze
Kuşlar bile güzeldir birbirinden.

Şarkılar daha neşeli, daha mahzun
Akşamlar daha garipsi,
Umut alabildiğine geniş,
Umutsuzluksa denizler gibi;

Trenler bile daha sevinçli
Daha kederli gelir gider.
Gençler bütün haşarı
Yaşlılar büsbütün kederlidirler.

Kadınların sütü daha gür, daha ak
Çocukların iştahı, yerinde,
Gemiciler bile daha sarhoştur
Doğup büyüdüğün şehirde.

Garibim! Nazlım! Öksüzüm
Hayal rüzgarlarıyla emzir beni de
Uzak ya, kokunu duyuyorum
Gül gibi açıldığın şehirde.

Cahit Külebi

Resim: Hoca Ali Rıza, Kırmızı Kır Kahvesi, Yağlı Boya 46x61 cm.


30 Ağustos 2024 Cuma

Çocuklara Düşen

Herkesin her yaşta
Dizinde ağlanacak bir annesi olmalı
Oradan bilinmedik uzaklara doludizgin
Çocuklardan da çocuk tahta atlarla
Aşılmaz dağları geçip ulaşmalı.

Kapalı kapıların arkasında
Bekleşir ölü gözlü adamlar
Çocukluğu çarmıha germek için
Bunu bilen her çocuk annesinin dizinde
Tek o adamlara inat olsun diye
Bitmeyen sevinçleri uyumalı.

Afşar Timuçin

Resim: Christian Krohg, Anne ve Çocuğu, 1883, Yağlı Boya 53x48 cm.


28 Ağustos 2024 Çarşamba

Yağmur Yağmur

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Bunca siste bunca ıslak serçe
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş
Düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Oyun biter, o kesin güz çizgileri
Sevgi, bir de ölümle örselenmiş
Aklı bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Gülten Akın

Resim: Gustave Caillebotte, Yağmur, Yağlı Boya, 1875, 81x59 cm


27 Ağustos 2024 Salı

Asmin

Kimdi cesaretimi kıran, üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız, rüzgârımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona, sevgilim, kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık.

İçimde bir fil sezgisi, kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun.

Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim.

Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan.

Ahmet Telli

Resim: Claude Monet, La Promenade (Gezinti)




Bize Anlattıkları Dünya Yuvarlaktı

-gidenlerin derdi vardı, kırılarak gittiler!
istilâcı kavimler geçiyordu çengi şarap gırnata
tavlamda yeke tayları bozkıra sürüyordum
ateşi tutma yanarsın dedi fenerböceği
ateşi tutarsan yanarsın! karamba karambita…
kavimler kapısında kendini aksak trenin
gelişine bırakan şairi hatırla ama. hatırla
dalından uzağa düşürülen dost mahşerini.
bu göğ bizi anlamadı. aksak bulutlar, yıldızlar, çengi, gırnata
yalakta bekledim dolunayın gümüş sikke olmasını
cuma duasından erken döndüm
okunmamış mektupları açtım. kurumuş yonca, sigara yanığı
cumaertesi telefonumu bekle diye yazıyorsun
kalemin mürekkebi neden böyle elzem zamanda…
çık gel! korur seni sevgim, duadan ördüğüm kazak.
aklım dalgın akan ırmaktı, nerde yanlış yaptım
tayları suya indirdim. oh lâ lâ, karambita
kendi eksenimde uzun uzun döndüm
dehliz misin mübarek? dedim “cep delik cepken delik”
döndüm baktım dünyanın olanca kiriyle
bakıyordu bana eğilip almayı üşendiğim metelik
yarın güzel bir gün olacak belki ararsın. belki
mektubun gelir. aklımı bıraktım çıktım yola güzel olacak
sır değil, dünya kokuyordun daha dün kadar yakın,
sudaki pulcukları eteğinden savururken.
bedenime dönüşen rüzgârgülüydün
-konken partisinden erken ayrıldım (diyorsun)
kızlar taşların canını çıkarıyordu
-taş çalarken yakalanmışsın evin hizmetçisine…
aklımı bıraktım çıktım yola her şey güzel olacaktı
mektubun gelmemiş eski mektupları okudum
ılgın, fesleğen, karadağ’ın sürüleri; ‘an gelir!’
masallara ateş taşırız; çalı, çırpı, kırılgan sözleri
boynumuz son yangında kurtardığımız hurufat
sakalıma takılan kuş sesleri, uzak yakın çığlıklar
unutmak ihanettir diyorduk, karamba karambita!
neden öyle bakıyorsun bugün pazar neden böyle
elbette bir sebebi vardır yalnızlığımın
tepeleme hayaldik bedenimiz bulandı aktı
çocukluğumun gizlendiği horozlu cep aynasında
ateşi tuttum yandım! karamba karambita…

Yaşar Bedri Özdemir

Resim: Morteza Katouzian


Üç Kısa Öykü

Amnezik

Açın bakalım kitabı dedim, nerde kalmıştık? Golgi aygıtı. 
Golgi aygıtı ökaryot  hücrelerde salgılama ve…
Hocam, dedi biri, bu konuyu işledik, hatta bu üçüncü 
işleyişimiz olacak.
E niye söylemediniz yavrum dedim.
Hocam söyledik ama siz nolur nolmaz dediniz anlattınız 
yine de.
Telefonum! Aceleyle cebimdeki telefonu çıkardım. Galeriye
baktım. Son çekilen fotoğrafa tıkladım. Evet, ütünün fişini
çekmişim. Tarihine de baktım, bu sabah. Oh be!
Telefonu cebime koyacakken beynimde bir şimşek daha
çaktı. Aradım hemen.
Sınıf öğretmeni: evet, kızınız burada endişelenmeyin, dedi.
Emin olmam gerekiyordu, iyi günler, dedim kapadım. Derin
bir oh çektim.
Öğrenciler kıkırdamaya başlamıştı. Sonra zil çaldı. Okul
dağıldı.
Eve geldim. Zile bastım. Bir kadın açtı. Şaşkın gözlerle 
baktım. Gayet sakin,
“anneniz artık burada yaşamıyor” dedi.


Buruk

İlkin hiçbir şey yoktu.
Sonra ışıltılar oldu.
Bulutlar çekildi.
Fark ettim. Uzaktaydı. Yüksek bir tepede. Sarayın kulesi.
Gitmek bir hayaldi.
Yola düştüm.
İnanamıyordum.
Kapıya vardığımda heyecanlıydım.
İçerden sesler geliyordu.
Emin olmalıydım.
Dinledim günlerce.
Belli ki o da beni bekliyordu.
Sonunda ikna oldum.
Dövdüm kapıyı.
Açıldı.
Hayaline yaslandığım bir başkası, dedi.
Ama yalandayız, dedim.
Evet, dedi, o kadar ki buraya gelemeyecek biri…


Kırmız Elbiseli Kadın

Kâğıda bir bulut bir de kırmızı elbiseli kadın çizdim.
Kadın da benim onu çizdiğimi bildi. Baktı bana, sonra
etrafa. Pek keyifsizdi.
Bulut uzaklaştı. Kadın da.
Kadın buluta yetişti. Sıktı, kirli sular aktı.
Akan sulardan bir kapı çizdi.
Anlamıştım.
O da anladığımı bildi.
Bildiği halde vurdu kapıyı. Çıktı.
Bir kapı bir ben. Kaldık.
Bir boş kâğıt.  

Mehmet Dönmez, Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı:279

Resim: Frederick Walker, Spring, Suluboya, 1864


26 Ağustos 2024 Pazartesi

Elma

Ben sana bir elma soydum
Neredeyse ellerim kadar küçük bir elma
Isırılmış ve kurtlanmış, karşı koysam da –
Geldiği ağacı kayıp bir köy sanıyor
Ben bu elmayı sana bir gecede soydum
Kırmızı kendini severken elmanın eti koyu
Suya bıraksam dibe çekecek gölgesini
Elmayı o yüzden gizli gizli soyuyorum aslında
Doğadan sakladığım bir meyve
Koyduğum adını söylesem herkes perişan olur
Rüzgârın söküp götürdüğü bir ölü gibi
Elmanın da kemikleri var
Kabuğu da yeni tanıştığı bir yarada şimdi bahtiyar
Ben sana bir elma soydum
Eğer bir sevgili bulsa bugüne kadar söylerdi bana

Küçük İskender
Mayıs Giremez, Sel Yayınları


Yazılamayan Zaman

Herşeyi yazarım da
zamanı yazamam -
o yazar çünkü
beni.

Yazar beni
yavaş yavaş
özenli -
azalta azalta
görkemli -
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.

Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir -
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.

Oruç Aruoba

Resim: Aliye Berger, Güneşin Doğuşu, 1954


Sevgilim Beni Ölü Ele Geçirdin

1926’da yağan bir yağmur
ne zaman istesek sessiz yağıyor böyle
bağışlamak gibi neredeyse ezbere
bu bütün damlalarını bildiğimiz tek yağmur
ama olsun insanın bir yağmuru olsun
herkesin bir yağmuru olsun kaçmaya
kendini özlemeye ve törensiz
gömüldüğünü anlamaya bir aşka

oradaydım sözcüklerin dövüldüğü o harda
uzun maşalarla tuttum adının anlamını
hem alaca kartalların yüzüstü çakıldığı
kayalar da ufalanır kısacık hayat
hem acele ettirilmiş bir gelincik
onaramaz yaprağındaki buruşuğu dedim kıvrıldım
unutmaya indim bırak rüzgâr çevirsin
bırak çevirsin rüzgâr denizin sayfasını

rüzgârdan geriye say yosun kanat su kesimi
sanki karanfilleri öğütüyordu gece
böyle mi çizildi vazgeçmenin eğrisi
hani sıradan bir taş fırlatılıp düşünce
göz akıma bir dövme renksiz bir leke düşün
çünkü biz yandıkça soğuyan dünya
dünya bildiğinden dönmüyor
kimseleri yarasız yazmıyor birbirine

gök taşından bir kolye kâgir bir köhne düşün
boynumda ve ahşapta halkalanıyor geçmiş
düşmeyi biliyor yağmur
yağmura bakan her yüzün bütün damlalarda  yansıdığını 
zamanda yer kaplayan anlam
mekânda bal rengi ve akışkan reçinesi ışığın
girintileri çıkıntılara uydurmayı biliyor aşk
taze kırık bibloları yapıştırmayı

ama nedir bir yağmurda iyi olan
çağrılınca gelmesi mi sonsuz ucu olması mı
siyah beyaz bir filmin ıslatmayan yağmurunda
kötü olan tek şey onun ele geçmesi
bir rüyadan yapraklar düşer gibi
bir fotoğraftan taşlar yuvarlanır gibi
bir olmazı anlamak sana verilmiş
sevgilim beni anla beni ölü ya da diri...

Nilay Özer

Resim: Aslı Akyüz, Sonbahar, Yağlı Boya 50x50 cm.


Koridor Boşluğu

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
ev dediğin güneyde bir yerde olmalı
güneyde bir yerde kalmış gibi
bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden

dar midak kaldırımsız sokak
ev dediğin dört duvar da olsa
yeleç mezar

herkesin ağladığı yerde yanlış sorulmuş
bir soru yalnızlığındayım
ömür koridor boşluğu yahut zil ya da merdivenler

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
Sözlükler boşluklar hangi kelimeyi
seçersen seç
yüzünde unutulmayan şeyleri
kapı kollarındaki saatleri

Muzaffer Develi,  Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı: 279

Resim: Ivar Jansons




21 Ağustos 2024 Çarşamba

Belkim Bir Kertenkeleydim

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim

Can Yücel

Resim: Van Gogh, A Wind-Beaten Tree


19 Ağustos 2024 Pazartesi

gece.. kalbim..

sevdayı kesif yerinden sınayacak gece
sıkı duracak avuçlarım; ve parmaklarım
yıldızlaşacak birdenbire; o an, işte
kalbime değdirip çekiyorum elimi

her rüzgârın şarkısı vardır ayrılığa dair
alacakaranlıkta dağ başında eser, kimsesizdir
ışıltısız gece yaralı bir adam kalbidir
kalbime değdirip çekiyorum elimi

gitmediğin şehirleri düşlersin; ve bilmediğin
bir yabanıl özlemde savrulur küllerin 
talan edilmiş yangın yeridir kalbin 
kalbime değdirip çekiyorum elimi

Tufan Akgül

Resim: İvan Konstantinoviç Ayvazovski


"İki Şehrin Hikâyesi" / "A Tale of Two Cities"

“Zamanların en iyisiydi, en kötüsüydü zamanların; bilgelik çağıydı ve aptallık; inanç dönemiydi, kuşku dönemiydi; Işığın mevsimiydi ve Karanlığın; umudun ilkbaharıydı, umutsuzluk kışıydı; önümüzde her şey vardı, hiç bir şey yoktu önümüzde; cennete gidiyorduk hepimiz ve tam tersi yöne…” 

Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, Açılış Paragrafı

“It was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of Light, it was the season of Darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to Heaven, we were all going direct the other way…”  

Charles Dickens, A Tale of Two Cities, Opening Paragraph


Akşamlar Hey Akşamlar

Kim esir değildir
Kendi içerisinde?
Akşamlar hey akşamlar!

Doğmasaydım eğer
O küçük şehirde
Kim böyle boş gezer,
Yüzer gibi olur,
Bir koca nehirde?

Yorgunluk hey yorgunluk!
İnatçı yorgunluk!
Dalgın bir yüz kadar
Tozlu ayakkabılar.
Yorgunluk hey yorgunluk!

Cahit Külebi


Akşam Türküsü

Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı
Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş… Artık yazmıyor musun?

Kirazlar aldandı
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi… arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

Kızımın da adı Ayşe
Yiğit atılır ateşe
Bu ışık böyle büyüsün
İş düşmez bir gün güneşe

Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla
Ninni söyle:

Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur
Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini

Sennur Sezer

Resim: Nurullah Cemal Berk

Kavuşma

Bir şarkı 
yolculukların dökkün kemanından uzun
kavuşma bilincinin hareli marşı
masalın mayası Kafdağında değil bahçemde
böğrümün yuvasında koruduğum bir fırtınalar
gemisinden çıkmış forsa yüreğim
ve sesimin Asyalı kendir halatları.

Suyu ısıt
kökleri kaynat büyülü ilacı kar
zamanın yaralarını onar sıyrıkları gider
ben evrenin bir duvar afişinden düştüm 
sokak ve çocuklar şimdi uyanırlar 
çınlayıp gelirler öğrenirler kimliğimi
sitem ederler sen yine
suyu ısıt kökleri kaynat
ilacı kar.

Ve anlat
toza dönüşmüş yuvaları ataların
anıların izlerini silmiş rüzgâr
ben ancak yolculuğumun destanına başlarım 
direnmiş forsa yüreğim ve
Asyalı kendir halatlarından gayrı sesimin
hiçbir şey yok çıkınımda
sana ve çocuklara getirebildiğim
suyu ısıt kökleri kaynat
büyülü ilacı kar.

Azer Yaran (1949 - 2005)


17 Ağustos 2024 Cumartesi

Gün Ağarırken Siperlerde

Karanlık eriyip gidiyor - 
Zaman hep o tekinsiz zaman. 
Sadece bir canlı varlık sıçrıyor elinden -  
Garip alaycı bir fare - 
Kulağıma takmak için 
Bir gelincik koparırken siperden. 
Hey gidi garip farecik - vururlardı seni de 
Bilseler böyle ırk ayrımı gözetmediğini 
Şimdi dokundun ya şu İngiliz eline, 
Aynı şeyi bir Alman'a da yaparsın kuşkusuz -  
Çok geçmeden canın çeker de geçersen 
Aramızda uyuyan çayırları. 
İçinden gülüyorsundur giderken 
Baktıkça o delikanlılara: 
Sırım gibi, korkusuz bakışlı, 
Senden daha az yaşama şansı olan 
Ve ölümün keyfine bırakılmış, 
Uzanıp sere serpe toprağın bağrına 
Fransa' nın delik deşik edilmiş ovalarında. 
Nedir gözlerimizde gördüğün 
Çelikle alevin gürlemesinde 
Şu dingin havanın içinde? 
Nasıl bir çırpınış - hangi korkulu yürek? 
Gelincikler ki - kökleri insan damarlarında- 
Soluyorlar, durmadan solup düşüyorlar; 
Oysa güvenlik içinde benim gelincik 
Kulağımın ardında, 
Yalnız tozlanmış biraz. 

Isaac Rosenberg

Çeviri: Cevat Çapan



Ne Kalır Askerden Geriye?

Ne kalır askerden geriye, 
devriyede öldürülen, birkaç ay önce? 
Sadece bir çelik miğfer, ters dönmüş; 
dağılmış birkaç güneş yanığı kemikle,
bronzlaşmış, kıllı bir deri, 
ve çürüyen paçavralar 
çiçeklenen devedikenlerinde.

Muharebe alanı temizlendiğinde, 
millerce ötede, eski kanalın çevresinde, 
orada yaşayanlar evlerini bulmaya çalıştılar; 
bir ümit! - Oysa buldukları evleri yerine 
metruk ileri karakollarla 
toprak altına kazılmış oyuklardı; 
cephede kazılan siperlerin olduğu yerde,
-Almanların dikenli teliyle bizimkinin arasındaki-
o sahipsiz ülkede.

David Bomberg




Siperler / The Trenches

Balçığa gömülmüş sonu görünmez yollarda, 
Çıkıntılar, ve engeller, saçaklanmış harap otlarla, 
Kavanozlarda can çekişirken mavi uyuzotu tohumları; 
Gökyüzü, bir kuyudan görülüyormuşçasına, 
Berraktır donmuş yıldızlarla. 
Lanet ederek sendeliyoruz kaygan tahtalar üstünde 
Lanetlenmişiz gibi dürter bizi görünmez bir gazab, 
Sakinleştirilemez ve tekdüze. 

İşte eğimli bir baca, ve aşağıda 
Zayıf bir mumun tozlu ve titrek ışığı 
Yüzükoyun huzursuzca uyuyanlar Mırıldanarak, 
Ve uyuyamayan adamlar, 
Maske gibi cansız yüzleri, 
Parlak, ateşli gözleri, uzattıkları dudakları, 
Ve mahzun, merhametsiz, korkunç yüzleriyle,

Her biri dönmüş bir lanete. 
Buradaki girintide, miğferli bir nöbetçi 
Sessiz ve hareketsiz, gözetliyor uyurken ikisi, 
Görüyor uzandığını önünde 
Kaygısız gözlerle, çatlayıp yarılan toprağın 
Ahmakça kaskatı kesilmiş insanlarla birlikte 
Sanki hiçbir zaman insan değillermişçesine.

Ölüdür şimdi aşkla gülen veya şakıyan dudaklar, 
Hayata tutunmak için sabırsızlanan gençliğin elleri, 
Gözden göze gülen gözler, 
Ve hepsinin de anneleri, babaları vardı, 
Ah aşk, kolayca yaşandı, ve yanıp kül oldu 
Bir erkeğin ilk gençliğinin hevesiyle: buraya kiralandılar sonra, 
Neredeyse hiçbir şeyin farkında değillerdi, hepsi yabaniydi; 
Ve saçıldılar etrafa kanlı parçalar halinde, leş olmak için 
Sıçanlarla kargalara.

Ve nöbetçi hareketsiz durur, dikkatle gözetler 
Geceyi bir tehdite karşı, yorgun gözleriyle.

Frederic Manning

Endless lanes sunken in the clay,
Bays, and traverses, fringed with wasted herbage,
Seed-pods of blue scabious, and some lingering blooms;
And the sky, seen as from a well,
Brilliant with frosty stars.
We stumble, cursing, on the slippery duck-boards.
Goaded like the damned by some invisible wrath,
A will stronger than weariness, stronger than animal fear,
Implacable and monotonous.

Here a shaft, slanting, and below
A dusty and flickering light from one feeble candle
And prone figures sleeping uneasily,
Murmuring,
And men who cannot sleep,
With faces impassive as masks,
Bright, feverish eyes, and drawn lips,
Sad, pitiless, terrible faces,
Each an incarnate curse.

Here in a bay, a helmeted sentry
Silent and motionless, watching while two sleep,
And he sees before him
With indifferent eyes the blasted and torn land
Peopled with stiff prone forms, stupidly rigid,
And tho' they had not been men.

Dead are the lips where love laughed or sang,
The hands of youth eager to lay hold of life,
Eyes that have laughed to eyes,
And these were begotten,
O Love, and lived lightly, and burnt
With the lust of a man's first strength: ere they were rent,
Almost at unawares, savagely; and strewn
In bloody fragments, to be the carrion
Of rats and crows.

And the sentry moves not, searching
Night for menace with weary eyes.

Frederic Manning



Bazen

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare

Resim: Gustav Klimt, Garda Denizi, 1913, Yağlı Boya 110x110 cm.


"Gerçekten sevenler için bir kitap, her şey olabilir ama asla bir meta olamaz."

"Satın aldığınız tüm kitapları okumak zorunda olduğunuzu düşünmek aptallıktır, tıpkı okuyabileceklerinden daha fazla kitap satın alan kişileri eleştirmek gibi. Bu, yenilerini satın almadan önce satın aldığınız tüm çatal bıçak takımlarını, bardakları, tornavidaları veya matkap uçlarını kullanmanız gerektiğini söylemek gibi bir şey olurdu.

Hayatta, yalnızca küçük bir kısmını kullanacak olsak bile, her zaman bol miktarda malzemeye sahip olmamız gereken şeyler vardır.

Örneğin, kitapları ilaç olarak düşünürsek, evde birkaç tane olmaktansa birçok kitap bulundurmanın iyi olduğunu anlarız: Kendinizi daha iyi hissetmek istediğinizde, 'ilaç dolabına' gider ve bir kitap seçersiniz. Rastgele bir kitap değil, o an için doğru olan kitabı. Bu yüzden her zaman bir beslenme seçeneğiniz olmalı!

Sadece bir kitap satın alıp , yalnızca onu okuyup ve sonra da ondan kurtulanlar  tüketici zihniyetini kitaplara uygulayanlardır, yani onları bir tüketici ürünü, bir mal olarak görürler. Gerçekten sevenler için ise bir kitap, her şey olabilir ama asla bir meta olamaz."

Umberto Eco


16 Ağustos 2024 Cuma

Beyazlar Gelince

Ye, ye henüz ekmek varken, 
İç, iç henüz su varken 
Gün gelecek kırağı çalacak toprağı
Her şey yıkılıp gidecek 
Gözler ölümle kapanacak 
Baba, oğul, torun asılacaklar aynı ağaca
Her şey yıkılacak 
Ve halk ormana dağılacak.

Helen Miller Bailey ve Abraham Nasatir



Para

Parayla her şeye sahip olunacağı söylenir ama olunamaz. 
Yiyecek satın alabilirsin ama iştah alamazsın. 
İlaç alırsın ama sağlık alamazsın. 
Bilgi alırsın ama bilgelik alamazsın. 
Gösteriş alırsın ama güzellik alamazsın. 
Eğlence alırsın ama neşe alamazsın.
Tanıdık alırsın ama dost alamazsın. 
Hizmetçi alırsın ama sadakat alamazsın. 
Boş vakit alırsın ama huzur alamazsın. 
Parayla her şeyin kabuğunu alır hiçbir şeyin çekirdeğini alamazsın.
 
Arne Garborg


Mutlu Aşk Yoktur

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları hayatım ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur
Ama bu aşk ikimizin
Öyle de olsa

Louis Aragon, Çeviri: Gertrude Durusoy, Ahmet Necdet

Resim: Alfred Gockel, Sonsuz Aşk 64x64 cm.


15 Ağustos 2024 Perşembe

Giderayak

Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?

Orhan Veli Kanık


Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından

Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.

İlhan Berk

Fotoğraf: Nurcan Azaz


İzleyiciler