Çuvala Doldurulmuş Kediler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çuvala Doldurulmuş Kediler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2025 Cuma

"İnsan hakları kavramını algılamak bir duyarlılık sorunudur."

    (...)
    Ne Zaman İnsan Hakkı Çiğnenir? 
    Türkiye'de kurbağaların, geyiklerin ezilmesi insan haklarına aykırı sayılmaz. (Geyik de bırakılmamıştır ya.) Tavukların baş aşağı taşınması da insan haklarına aykırı sayılmaz. Yaşlı ve tarihsel bir ağacı kesmek de insan haklarına aykırı sayılmaz. Salt sokaklarda değil, plajlarda bile silahlı askerlerin ve kurt köpeklerinin dolaşmaları insan haklarına aykırı sayılmaz. Nüfus sayımlarında devletin sorduğu hiçbir soru insan haklarına aykırı olamayacağı gibi, evlerimize hapsedilmemiz de insan haklarına aykırı sayılmaz. 
    Çünkü bütün bu olaylar, bizim duyarlık antenlerimizi titreştirmez. Peki, biz ne zaman, hangi olaylar karşısında insan hakları çiğneniyor deriz? Bu soruyu yanıtlamak için, içinde yaşadığımız zaman içinde tanık olduğumuz olaylara şöyle bir bakalım. 
    Sanıklar gözaltına alındıklarında, erkek sanıkların kıçına cop sokulmuşsa, işte bunu insan haklarına aykırı buluyoruz. Buna karşılık, söz konusu olay sırasında görev- de bulunan bir emekli orgeneral (üstelik büyükelçi de) bu işlem için cop kullanmanın gereği olmadığını, çünkü ellerinde sırım gibi delikanlı askerlerin olduğunu söyleyerek copların o biçimde kullanıldığını yalanlıyor ve orgeneralin
bu sözleri insan haklarına aykırı bulunmuyor.
    Candarmalar sanıklara dışkı yedirince bunun da insan haklarına aykırı olduğunu anlayabiliyoruz.
    4 Haziran 1989 tarihli Tempo dergisindeki bir haberden:
    "Bu yılın 1 Mayıs bayramına hazırlandıkları gerekçesiyle gözaltına alınan erkek üniversite öğrencileri Emniyet Müdürlüğünün DAL şubesinde birbirlerine cinsel tecavüzde bulunmaları için zorlanmışlar. "Bu işi yapmazsanız dışardan adam getirtir, sizi düzdürürüz!" diye korkutulmuşlardır."
    Sonradan Devlet Güvenlik Mahkemesinin suçsuz bularak salıverdiği erkek üniversite öğrencilerini çırılçıplak helaya sokup birbiriyle cinsel ilişkide bulunmaya zorlamanın işkence ve insan haklarına aykırı olduğunu da anlayabiliyoruz.
    İnsanları kurşunlayıp cesetlerini Kasapderesi'ne yığmanın da insan suçu ve insan haklarına aykırı olduğunu anlamaktayız.
    Filistin askıları, çarmıha germeler, elektrik akımı vermeler, basınçlı soğuk su altında çıplak tutmalar ve daha bunlar gibi gerek dışalım ve gerek kendi buluşumuz işkencelerle delikanlıları erkeklik gücünden yoksun bırakmanın, akıl ve ruh dengelerini bozmanın, kadınlara cinsel saldırıda bulunmanın insan haklarına aykırı olduğunu da biliyoruz.
    Bizim bir edimin insan haklarına aykırılığını anlayabilmemiz için yukarıda  sıralananlar gibi olayların olması gerekiyor. 
    Türkiye'de ve başka ülkelerde insan haklarına değgin bu karşılaştırmalı olaylar, insan hakkı kavramının yere, zamana ve koşullara ve insanların duyarlıklarına göre değişik anlamlara geldiğini ve değerlendirildiğini göstermektedir.

    İnsan Hakları Kavramının Sahibi Olmak
    İnsan hakları da, İslamlık gibi, milliyetçilik, turancılık gibi, sosyalizm ve komünizm gibi, demokrasi gibi Türkiye'ye dışardan gelmiş, yani kökü dışarda bir kavramdır. Biz Türkler, kendi yaratımız olarak, kendi çabamız ve savaşımız sonunda insan haklarına sahip olmuş değiliz. Bütün bu kavramlar, onları elde etmek için yüzyıllarca savaşımlardan geçen, can veren, kan döken ve ancak böylece o hakların gerçekten sahibi olan başka toplumlardan Türkiye'ye getirilmiş, hatta zorla sokulmuştur.
    İslamlık, kendi yaratımız olmamakla birlikte, uğruna yüzyıllarca savaştığımız, kan döktüğümüz, canlar verdiğimiz için çoğunlukça sahip çıkılan dindir. İşte bu yüzden İslamın sahibi olunmuştur. Ama insan hakları, ama demokrasi hiç de öyle değildir. Tanzimat'a dek (1839)bugünkü anlamda insan hakkı kavramına Türkiye yabancıydı. 1839'da Avrupa kapitalizmi (daha çok Fransa ve İngiltere) sömürdüğü Türkiye'de sömürüsünün sürmesi, kendi güvencesi ve kapitalinin korunması için, yaşama hakkı gibi, mülkiyet hakkı gibi başta gelen insan haklarını gereksiniyordu. Padişah fermanıyla resmen ve padişahtan sonraki basamaklardakilerce de gayriresmî olarak insan yaşamına son verilebilen Osmanlı'da, Tanzimattan sonra insan haklarının ilki olan yaşama hakkı demek olan can güvenliği sağlanıyordu. Sermayenin korunması için gereksindiği mülkiyet hakkı da Tanzimatla  sağlanıyordu. Daha önce "mülk"ün sahibi, "mâlik- ül- mülk" olan Allah ve onun yeryüzündeki temsilcisi olan devlet, yani padişah (halife) idi.
    Tapu olmayan yerde mülkiyet olamaz. Mülkiyet olmayınca da elbet olmayan şeyin hakkı da olamayacağından mülkiyet hakkı olamaz. Tanzimat'a dek bütün
mülk padişahın olduğundan, mülklerin sınırlarını belirlemek demek olan tapu da gereksizdi. Çünkü mülk demek, devlet demektir. Bütün mülkün ve mülkünde
kullarının sahibi olan padişah için tapu gereksizdi ama, kapitalizm için tapu son kertede önemliydi. Tanzimattan beş-altı yıl sonra ilk tapu yasası çıkarıldı.
    Bir, demek Türkiye'de mülkiyet hakkının tanınması tarihi yüzelli yıl bile değil.
    İki, mülkiyet hakkını Türkiye'ye sokan Batı kapitalizmi yüzyıllar boyunca savaşarak bu hakkı elde etmiş ve bu hakkın sahibi olmuştur.
    Türkiye'de başlıca insan haklarından biri olan mülkiyet hakkının gerçekten sahibi olunamadığı, dışalımla eğreti getirildiği ve uğruna yığınsal savaşım verilemediği içindir ki, 12 Eylül 1980 hükümet darbesini yapan beş orgeneralin ve başının buyruğuyla, tıpkı padişahlık döneminde olduğu gibi, bütün partilerin trilyonları aşan değerdeki taşınmazları ellerinden alınmış, buna karşılık milyonlarca partiliden ve partili olmayanlardan ses çıkmamıştır. İnsan haklarının başlıcası olan mülkiyet hakkının gerçekten sahibi olan uygar ve çağdaş ülkelerde, bu hakkın en küçük zedelenme girişiminde bile yer yerinden oynar.

    İnsan Hakları Nedir?
    Önce "hak" üzerinde duralım. Sözlüklerimiz "hak"ı sözcük olarak tanımlamakta. Kavram olarak "hak"ın tanımını veren kaynak bulamadım.
karşılığı olan sözcüklerle eşanlamlı değildir. Türkçede
    Türkçe'de "hak" geçerli olan başka dillerdeki "hak" Sözcük olarak "hak", "Allah", "Tanrı" anlamına da gelir. "Hak", Allah'ın adlarından biridir. "Ya hak!", "Hay hak!"
ünlemleri ve "Hakkın rahmetine kavuştu" sözü de bunu gösterir. Oysa örneğin "hak"ın İngilizcesi olan "right" sözcüğünün Allah'la hiçbir ilişkisi yoktur. 
    Sözcük olarak değil, kavram olarak "hak"ın anlamı nedir? Şöyle bir kavramsal tanım getirmek istiyorum:
    "Herhangi bişeyin var olabilmesi yaşaması ve varlığını koruyabilmesi için gereksindiği herşey onun hakkıdır."
    Burdaki "herhangi bişey" salt nesneler değil, canlı olan cansız olan, somut olan soyut olan, özdek olan kavram ve simge olan herşeydir. Örneğin bir canlının yaşayabilmesi için gereksindiği besin (toprak, su, güneş) onun hakkı olduğu gibi, bir harfin var olabilmesi için bir mekâna, bir seslemin var olabilmesi için bir zamana, bir taşın var olabilmesi için bir oyluma (hacim) gereksinmesi vardır ve bu
gereksinmeler onların haklarıdır. Bu haklarını alamazlarsa var olamazlar.
    Herhangi bir seslemin insanın ağzından çıkıp var olabilmesi için, belli bir zaman aralığı içinde söylenmesi gerekir. Daha kısa bir zaman içinde söylenirse, o seslem
var olamaz (anlaşılmaz).
    Bir harfin yazıda var olabilmesi için belli bir aralık içinde yazılması gerekir. Daha az aralık içine sıkıştırılırsa hakkını alamadığı için var olamaz (okunmaz).
    İnsan hakları da, insanın var olması ve varlığını sürdürebilmesi için gereksindiği herşeydir.
    İnsan, salt somut olarak bir biyolojik ve fizyolojik varlık değildir. İnsanın öteki canlılardan ayrımı, bu somut varlığıyla birlikte ondan ayrı olmayan bir de manevi varlığının (zekâ, bellek, anılar, ahlak vb.) olmasıdır. Öyleyse insan hakları, insanın hem maddi hem manevi varlığını sürdürmesi için gereksindiği herşey demektir.
    İnsan haklarının değişik zamanlarda, değişik yerlerde, değişik koşullarda, hatta aynı yer ve zamandayken değişik kültür düzeyinde olanlarda aynı anlama  gelmemesinin nedeni budur. Çünkü her çağda insanın maddi gereksinmeleri aynı olsa bile -ki aynı değildir - manevi gereksinmeleri aynı olamaz. Kölelik  dönemindeki insan hakları, endüstri devrimi dönemindeki insan hakları,  sömürgecilik dönemindeki insan hakları, devletin bekası için kendi kardeşinin ve çocuğunun bile öldürülmesini caiz gören Fatih Kanunnamesi dönemlerinin insan hakları, Helsinki Sonuç Belgesinin ilanından sonraki insan haklarının aynı  olamayacağı açıktır. Yine örneğin 1989 yılında yaşadıkları zamanın sahibi olanlarla, içinde bulundukları takvim yılından yüzyıl, üç yüzyıl geride yaşayanların insan haklarından anladıkları da aynı şey olamaz.
    Bu açıdan bakılınca, kimi insanlara nüfus sayımlarında evlerine hapsedilmek insan haklarına aykırı görünmezken, kimi insanlara da nüfus sayımında devletin sorduğu kimi sorular insan haklarına aykırı gelebiliyor. Kimi yerde insanlar, gürültüden tedirgin olacakları için evlerinin yakınlarında havaalanı yapılmasını insan haklarına aykırı bulurlarken, kimi yerdeki insanlar da evlerinde hemen
hergün elektriklerinin ve sık sık sularının kesilmesinin artık töre olmasının insan haklarına aykırı olduğunu ayrımsamıyorlar bile.
    İnsan hakları kavramını algılamak bir duyarlılık sorunudur. Bir kişinin  buyruğuyla ellerinden bütün taşınmazlar alınan ve bunun insan haklarının çiğnenmesi olduğunu algılayıp tepki göstermeyen (gösteremeyen) insanların insan haklarının çiğnendiğini anlayabilmeleri için dışkı yedirilmeleri, uygunsuz yerlerine cop sokulmaları, birbirini sapık cinsel ilişkiye zorlanmaları, kurşunlanıp derelere atılmaları, ortaçağda bile görülmemiş işkencelere uğratılmaları gerekiyor ki ancak o zaman canları yanıp da insan haklarının çiğnendiğini anlayabilsinler. Ancak
o zaman "Bu kadarı da olmaz!" diyoruz. "Bu kadarı da olmaz!" demek, "Bu kadarına kadar olanlar olabilir!" demektir. Bu kadarına kadar olanlar olabilirse, bu kadarı da, hatta daha çoğu da olabilecek demektir.
    İnsan hakları kendimizden, evimizden, ailemizden, sokağımızdan başlayıp da devletin en üst basamağındakilere dek uzanan bir duyarlılıktır. (...)

Aziz Nesin, Çuvala Doldurulmuş Kediler, Nesin Yayınevi, S.124-130


İzleyiciler