Öykü 99 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öykü 99 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2024 Pazartesi

Kavga Avı

Otuz üç gemi çekiyordu onu. Gemilerin sancak direklerinde bayraklar dalgalanıyordu. Öylesine büyüktü ki, gemiler onu taşıyabilmek için boğazın dört bir yanını kaplamak zorunda kalmışlardı. Karadeniz açıklarından bin bir güçlükle alınıp, otuz üç gemiye bağlanarak çekilmeye başlayalı yirmi günü geçmişti. İnanılmaz bir ağırlığa sahipti; otuz üç gemi tarafından çekilmesine rağmen, yerinden bir damla bile kıpırdamıyor gibi görünüyordu. Neyse ki, rüzgâr gemilerden yanaydı. İstanbullular, Avrupa'nın dört bir yanından gelen meraklılar, televizyonlar, gazeteler, radyolar, ordular, herkes ama herkes onu bekliyordu. 

İnsanlar iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalıkla doldurmuşlardı kıyıları. Anadolu ve Avrupa yakasında denizi gören her noktada insan vardı. O, otuz üç gemiyle herkesin gözünün önünden geçirilerek okyanuslara, onun gibi bir devi ağırlayabilecek en derin sulara götürülüyordu. 

Nihayet gemiler sabaha karşı boğazda göründüğünde insanlar sevinç ve şaşkınlık çığlıkları atmaya başlamışlardı. Gökyüzü helikopterlerle doluydu. Sadece İstanbul'un değil aslında dünyanın da nabzı onun ölü vücudunda atıyor gibiydi. Devdi. Yüzlerce metre boyundaydı. Kolları ve bacakları hacim daraltabilmek için haftalarca süren çabalarla vücuduna sıkı sıkı bağlanmıştı. Böylece dev vücudunun kıyılara çarpması önlenebiliyordu. Başı, otuz üç geminin arkasında kara bir dağ gibi yükseliyordu. Sırt üstü yatıyordu. Hafif aralık gözleri siyahtı. Esmerdi. Kısa saçlıydı. Yüzünde kirli sakal, üzerinde eprimiş uzun kollu, büyük yakalı, yoksul, beyaz bir gömlek, altında siyah kadife pantolon vardı. Ayaklarındaki makosen ayakkabılardan birisi yolculuk sırasında Karadeniz'in derin sularına gömülüp kaybolmuştu; ayakkabısız ayağındaki siyah mı, lacivert mi olduğu anlaşılamayan koyu renk çorabı iyice esnemişti, dalgaların etkisiyle neredeyse ayağından çıkmak üzereydi.

Açık sağ gözüne bir karga konmuştu. Gözbebeğini didikliyordu. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü' nün altından geçerken herkes nefesini tutmuştu; köprünün ayaklarına ya da doğruca köprünün kendisine çarpmasından korkuluyordu. Her iki kōprūde de trafik kapatılmıştı. Deniz trafiği de öyle. Bir sandal bile yoktu denizde ondan ve otuz üç gemiden başka. Bütün bir gün boyunca süren yolculuktan sonra Boğaz Köprüsü'ne kadar getirmeyi başarmışlardı. Köprüyü henüz geçmişlerdi ki, haftalarca önce tahmin edilmesine ve önlemler alınmasına rağmen, ölü de olsa bir devin vücudunun ne denli güçlü olabileceğini öngöremedikleri için, beklenmedik bir olay insanların şaşkın bakışları arasında gerçekleşmeye başlamış, sol kolu birdenbire iplerden kurtulmuştu. Bacakları ve ayakları henüz köprünün diğer tarafındaydı. Avrupa yakasından seyredenler kendilerine doğru yaklaşan dev kolu gördüklerinde dehşet içinde gerilere, şehrin iç kesimlerine doğru kaçışmaya başlamışlardı. Kol birdenbire boşalmanın etkisiyle, suyu yararak kıyıya doğru hızla ilerliyordu; muhtemelen sol elinin parmakları kıyıya ulaşacaktı. Nitekim, birkaç dakika içinde beklenilen gerçekleşmiş, sol elinin parmakları Ortaköy'e çarpmıştı. Kıyıda bulunan Ortaköy Camii elin hızını biraz olsun kesmeyi başarmış olmasına rağmen, kendisi bir kibrit kutusu gibi yıkılmaktan kurtulamamıştı. El birkaç binayı yerle bir ettikten sonra kolun peşinden, usulca yeniden suya düşmüştü. Kıyıdaki tekneler parmakların dokunuşundan kurtulamayarak parçalanmış, birer ikişer sulara gömülmüşlerdi. Tahmin edilebileceğinden çok daha az bir hasar olmuştu yine de. Buna rağmen devin cesedinin bile, kontrol dışı kaldığında ne büyük zararlar verebileceği hakkında bilgi sahibi olunmuştu.

Tepedeki helikopterlerden çekim yapan televizyon kameramanları için görüntü inanılır türden değildi. Sol kolu başının yanından ileriye doğru uzanmıştı. Eli bir hedefi gösteriyor gibi gemilerin önüne geçmişti. Sanki otuzüç gemi onun gösterdiği derinliklere doğru ilerliyor gibiydi.

Birden, beklenmedik bir şey oldu. Vücudunun dengesi bozulmuştu. İleriye uzanan kolu sularda kaybolmuştu. Batıyordu. Başı yana düşmüştü. Ağzına sular doluyordu. Kıyılarda ısrarla bekleyenler ve otuzüç gemidekiler şaşkınlık içindeydiler. İrili ufaklı su parçaları çıldırmış bir arı sürüsü gibi ölü bedenine saldırıyordu. Hava kararıyordu. Okyanuslara ulaşacak gücü kalmamıştı. Dev gövdesi her zaman göz önünde olmak için Kız Kulesi açıklarına, boğazın karanlık sularına ağır ağır gömülüyordu. 

Devin gözbebeğiyle işini bitiremeyen karga, üzerine saldıran dalgalardan hafif bir kanat darbesiyle kurtulmuştu. Avı elinden kaçıyordu. Gözü dönmüştü. Avını geri almak için çığlık çığlığa bağırıyordu.

Hakan Şenocak, Kavga Avı, E Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi, Öykü 99 S.130-132

Fotoğraf: Gökhan Ilgaz, Kız Kulesi

İzleyiciler