
"Ah ! Tatlı umutsuzlukları dışında kendilerini anlayacak ve gökyüzünden başka kendilerini ısıtacak bir şeyleri olmayanların çalkantılı hayatlarıyla alay etmek ve hatta bunları şiddetle yargılamak, birazcık mal mülk sahibi olanlara ne kadar kolay geliyor !
Sabahları, yataktan fırladığımızda, eğer hava günlük güneşlikse, bize bütün gün yüzde doksan ihtimalle bundan başka hiçbir şeyin mutluluk vermeyeceğini biliriz, ne mutlu bize ki midemiz boşken ve akşama kadar bir kez olsun onu doldurma olanağı bulacağımızdan emin olamadığımız halde, havanın güzelliğine bu denli önem verebiliyoruz. Şimdi bir de havanın kapalı olduğunu ve sabahtan akşama kadar bütün günü, başımızın üzerinde kurşuni bir gökyüzüyle, ezercesine üzerimize yağan şiddetli bir sağanakla ve ayakkabılarımız su içinde, bir parça ekmek bulabilmek için yolları arşınlayarak geçirmek zorunda kaldığımızı bir düşünün.
Ey Tanrım ! Kucaklayacak güzel bir karısı ve sevimli çocukları, idare edecek küçük bir işi, koruyacak güzel malları mülkleri olan bir adam için, her sabah kalktığında, havanın günlük güneşlik ya da kapalı olmasının ne önemi olabilir ki ?
Bu nedenle insan, başkaları hakkında doğru yargıya varmak istiyorsa, kendisini onların yerine koyma iyi niyetini göstermelidir. Buzu anlamak isteyen, ne yaptığımızı görmeli. Etrafımızı ışıklarıyla sarıp sarmalayan sabah güneşine doğru iki buzağı gibi atılarak, düşüncesizce bir hareketle güne başlıyoruz: Dosdoğru bir kahvehaneye gidip son meteliklerimizi iki kahve iki nargileye harcıyor, terasta oturup acıyla buruşmuş yüzlerimizi cömert güneşe dönüyoruz. O da bizi okşayıp, 'Evet, beni çok sevin, nasılsa bugün sevecek başka bir şeyiniz yok !' diyor sanki.
Doğru. Şu başlayan günde, ne evde, ne evin dışında sevecek başka bir şeyimiz yok; bununla birlikte ölmek istemiyoruz ve nefret ederek yaşayamayız. Dolayısıyla, bir şeyi sevmek zorundayız; bu isterse bir yıldız olsun ! Çünkü neyin sevildiği önemli değil, önemli olan sevgidir. İşte bunun verimliliğine bir kanıt: peşimizi bırakmayan sefaletten hiç korkmadan taraçadan ayrıldık; fakirlere 'Neden siz de zengin değilsiniz ?' diye sormayan gökyüzünün altında, aç da olsak, kir pas içinde de olsak yaşama arzusuyla dopdolu olarak yola çıktık."
Panait İstrati / Akdeniz, S.150,151,152
Ey Tanrım ! Kucaklayacak güzel bir karısı ve sevimli çocukları, idare edecek küçük bir işi, koruyacak güzel malları mülkleri olan bir adam için, her sabah kalktığında, havanın günlük güneşlik ya da kapalı olmasının ne önemi olabilir ki ?
Bu nedenle insan, başkaları hakkında doğru yargıya varmak istiyorsa, kendisini onların yerine koyma iyi niyetini göstermelidir. Buzu anlamak isteyen, ne yaptığımızı görmeli. Etrafımızı ışıklarıyla sarıp sarmalayan sabah güneşine doğru iki buzağı gibi atılarak, düşüncesizce bir hareketle güne başlıyoruz: Dosdoğru bir kahvehaneye gidip son meteliklerimizi iki kahve iki nargileye harcıyor, terasta oturup acıyla buruşmuş yüzlerimizi cömert güneşe dönüyoruz. O da bizi okşayıp, 'Evet, beni çok sevin, nasılsa bugün sevecek başka bir şeyiniz yok !' diyor sanki.
Doğru. Şu başlayan günde, ne evde, ne evin dışında sevecek başka bir şeyimiz yok; bununla birlikte ölmek istemiyoruz ve nefret ederek yaşayamayız. Dolayısıyla, bir şeyi sevmek zorundayız; bu isterse bir yıldız olsun ! Çünkü neyin sevildiği önemli değil, önemli olan sevgidir. İşte bunun verimliliğine bir kanıt: peşimizi bırakmayan sefaletten hiç korkmadan taraçadan ayrıldık; fakirlere 'Neden siz de zengin değilsiniz ?' diye sormayan gökyüzünün altında, aç da olsak, kir pas içinde de olsak yaşama arzusuyla dopdolu olarak yola çıktık."
Panait İstrati / Akdeniz, S.150,151,152