diz boyu karlı bir gece,
sofradan kaldırılıp,
polis otomobiline bindirilip,
bir trenle gönderilerek
bir odaya kapatılmakla başladı maceram.
dokuzuncu yıl biteli üç gün oluyor.
koridorda, sedyede bir adam
yüzünde uzun demirlerin kederi,
açık ağzıyla sırtüstü ölüyor.
akla yalnızlık geliyor,
-iğrenç ve tam,
delilerin ve ölülerinkine yakın-,
ilki yetmiş altı gün:
sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
sonra, saç bir geminin baş altında yedi hafta.
lâkin yenilmedik,
kafam:
ikinci bir insandı yanımda.
çoğunun yüzünü unuttum büsbütün,
yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda
kalan,
halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler.
bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
heybetli olmak.
değildiler !..
insandan çok eşyaya benziyorlardı:
duvar saatları gibi ahmak,
kibirli,
ve kelepçe, zincir filân gibi hazin ve rezildiler.
evsiz ve sokaksız bir şehir.
tonla ümit, tonla keder.
mesafeler mikroskobik.
dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.
yasaklar dünyasındayım.
yârin yanağını koklamak:
yasak.
çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada:
yasak.
aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan
konuşmak kardeşinle, ananla:
yasak.
yazdığın mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak:
yasak.
yatarken lambayı söndürmek:
yasak.
tavla oynamak:
yasak.
ve yasak olmayan değil,
yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
sevmek, düşünmek ve anlamak.
koridorda, sedyede öldü adam.
götürdüler.
artık ne ümit, ne keder.
ne ekmek, ne su,
ne hürriyet, ne hapislik,
ne kadınsızlık, ne gardiyan, ne de tahtakurusu,
ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
bu iş, bitti , tamam.
fakat devâm ediyor bizimkisi,
sevmek, düşünmek ve anlamakta devâm ediyor kafam,
dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devâm ediyor.
ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevâm.
Nâzım Hikmet Ran