20 Şubat 2025 Perşembe
Kar
28 Kasım 2022 Pazartesi
Kar
-Esin’e-
Akşam çok
uzun süreden sonra gelmişti. Aynı akşamın gecesi çok derin, karanlık,
olağanüstü karanlık oldu. Bir ara ağaçlar altında yürüdüğümüzü hatırlıyorum.
Sonra suya atladılar yanımdakiler. Belki ben bunun için döndüm eve. Bilmiyorum.
hatırlamıyorum. Evde her gün üzerinde oturduğum bir koltuk var. Camdan düzensiz
bir duvar, bir ayva ağacı, toprak birikintileri ve kurumuş otlara bakıyorum.
Gece bile olsa görür gibiyim onları. Çünkü bu evi ve bahçesini çok iyi
tanıyorum.
İçeri
girdiğimde kapkaranlık her yan. Gözlerim alışsın diye sokak kapısına dayanıp
bekliyorum. Alışmıyor gözlerim. Hiç bir şeyi seçmek imkansız. Her şey imkansız.
Ellerimle eşyaları bulmaya çalışıyorum.
Yok hiç
bir şey.
Birden
salonda bir mum parlıyor. Ve hiç bir aydınlık vermiyor bu mum. Salona doğru bir
adım atıyorum. Ve kafamı çevirdiğim her yanda ışık vermeyen, parlak mumların
ufak alevlerini görüyorum. Yer birden sallanmaya başlıyor. Mumlar, ev, ben
sallanarak dönüyoruz. Bu sallantı arasında birden bir fare beliriyor. Ben çok
korkarım farelerden. Çocukluğumdan beri. (Birden bu geliyor aklıma.) Fare
kafasını kaldırmış hareketsiz sıçramakta.
Kafasının
iki yanında siyah gözleri var. (Birden bunun eskiden, çocukluğumda görmüş
olduğum farelerden çok başka olduğu geçiyor aklımdan.) Bu grilikte, kafasından
büyük gözlü fare görmemiştim hiç. Ve ben bunu düşünürken gözümü oynattığım her
yer farelerle doluyor. Sayısız yanan mumlar ve her yanda sayısız siyah gözlü
gri fareler. Ve ben bunların arasında sallanarak dönmekteyim. Çok korkuyorum.
Arkamda bir kapı olduğunu hatırlıyorum. Hemen geri dönüyorum. Açıp kapıyı
sokağa çıkacağım. Tam o anda kapının ortasında durmakta olan, görülmemiş
irilikte, benim başım kadar büyüklükte kara gözlü bir fare, göğsüme sıçramaz
mı? Üstelik pençelerini geçiriyor göğsüme ve ben onu çözmeye çalıştıkça, o daha
derin gömülüyor içime.
Bağırıyordum.
İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şeyi söküp atmak istiyordum göğsümden. Gün
yeni yeni doğmaktaydı. Yeniden uyumaktan korktum.
Taşradaki
evimiz bir yokuşun üzerindeydi. Alabildiğine büyük bir holün her dört köşesinde
gene çok büyük odalar vardı. Biz kış aylarında bu odalardan birine çekilirdik.
Ancak orası ısınırdı. Ama uykum gelince, annem beni, kışın içinde yaşadığımız
bu odanın tam karşısındaki odaya gönderirdi. Sıcak ve havasız odadan çıkınca,
soğuk, korkutucu, karanlık bir büyüklükte gelirdi hol bana.
Karşı
odaya girer girmez, yatağın altına bakar, sonra içine girer, yorganı başıma
çekip gömülürdüm. İşte o zaman korkmaya, terlemeye başlardım.
Düşündüğümü
hatırlamıyorum. Oysa o büyük evin içinde her birimizin uykularının ne büyük bir
yalnızlıkta geçtiğini biliyorum. Ninem ölüm döşeğinde uzun süre yattı. Yatağı
benimkinin tam karşısındaydı. Ben büyüyordum. O ölüyordu. O zamanlar, yatınca,
onun ne zaman öleceğini düşünürdüm. Doğrusu istiyordum ölmesini. Ölmesi gerekiyordu.
Eriyordu çünkü bedeni. Ufalmıştı. Derileri kemiklerinden sarkıyordu. Sabahları
uyanır uyanmaz onun koynuna girerdim. Sanırım bu, onun ölüm hastalığından daha
evveldi. Çoktan uyanmış ve yuvarlak gözlüklerini takmış bulurdum onu.
Gözlüklerinin altından iki yanağa yaşlar sızardı.
Ağlıyor
musun? derdim.
Hayır,
gözlerim sulanıyor, derdi.
Ama onlar
gözyaşlarına çok alışmış da, ondan, derdim. Bu büyük evde, sabah insanın
ağlatabileceğini düşünmüştüm. Ve gece yatmadan önceki korku. Bir gün holün
karanlık bir girintisinde olan mutfağa girdiğimde, (daha kapıdayken) ninemi
karnını açmış, karnına bir bıçak dayamış, -beklerken- gördüm. Ben de kapı
eşiğinde bekledim bir süre. O ise hareketsiz durmaktaydı. Eli bile
titremiyordu. Hiç bir şey yapmıyordu. Ben de bir şey yapmıyordum. Beni
görmüyordu. Ben onu görüyordum.
Mutfağa
ben niçin gelmiştim? Unuttum. Sonra yanına gittim.
Napıyorsun?
dedim.
Kendimi
öldürüyorum, dedi.
Hiç bir
şey anlamadım. Bıçağı elinden alıp, almadığımı hatırlamıyorum.
Ama o
öldürmedi kendini. Bunu biliyorum. Bir gün gene evden kaçmıştı. Bu daha önce
oturduğumuz kentten yazları çıktığımız yayladaydı. Orada bir göl ve evimizin
önünde bir elma bahçesi vardı. Bütün gün ağaçlara çıkar, elma yerdik. Akşamları
da annem önüne bir sepet alır, elmaları teker teker yedirirdi. Hepimiz elmadan
usanmıştık. Orada ninem evden kaçtı. Onu aramaya çıktık. Ben yalnız çıktım. Ve
onu uzakta, büyük at kestanesi ağacının yakınında bir çukurda buldum. Başına
eşarbını bağlamıştı. Yuvarlak gözlükleri gözündeydi. Bana bakıyor, beni
görmüyor. Benimle konuşmuyordu. İncecik yüzü sararmıştı. Korkarak yanına
sokuldum. Hayır korkmadım. Onu bulduğuma sevindim. Gerçekten bulamayacağım
yerlere gitti sanmıştım. Çukurda böyle duruşu şaşırttı beni.
Niçin
çukura girdin? dedim.
Kendimi
kaybedeceğim, taa şu dağların ardına gideceğim, derken, bana gerideki
Bozdağları gösterdi. Kendini dağlarda dolaşarak kaybetmenin ne olduğunu hiç
anlamadım. Eve birlikte dönüp dönmediğimizi hatırlamıyorum. Ama onun ölümünü
çok iyi biliyorum. Yatırdığımız hastanede onu ameliyat etmek istediler. Buna
karşı diretti. (Kimden duydum bunu? O zamanlar çok küçük olduğum için,
almazlardı beni hastaneye.)
O öldü.
Hiç bir şey anlamadım onun ölümünden. Korkmadım da. Yalnız bir evin yüksek
katından caddeye bakarken, aşağıda giden cenaze arabasında onun götürüldüğünü
biliyordum. Bir kadın beni oyuncaklarla oynamaya zorluyordu. Sanki şimdi bir
başkasının ölümünden bir şey anlıyor muyum?
Kendi
ölümümden?
Bir yıl
annemle yalnız kaldık taşrada. O zaman birlikte yatıyorduk. Uzun süre karlarla
kaplı kalıyordu kent. Ve biz o koca evde, birlikte uyuduğumuz uykuda ne değin
yalnızdık. Ölümümü anlamadan büyüdüm. Bir gün yüksek bir evin balkonunda tek
kolumla asılı kaldım. Vücudum caddeye sarkıyordu. Kalabalık ve bomboştu cadde.
Aşağıda ninemin cenaze arabası gidiyordu. Gözlerimi aşağıya yöneltmekten
korkuyordum. Tek elimle balkonun içine geçmek için gösterdiğim her çaba,
caddenin derinliğine düşmem için bir tehlike oluyor. Ne içeri girebiliyorum ne
de caddeye düşüyorum. Bu bir düş mü? Boşluğa sallanırken bunun bir düş olduğunu
düşünüyor muyum? Bunun bir düş olup olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa
bu düşten uyanıp uyanmadığımı hatırlamıyorum. Bilmiyorum. Annemle birlikte
yatıyoruz. Sabaha karşı kapıyı çalarak uyandırıyorlar bizi. Okulun hademesi
gelmiş. Ağlayarak kendisi ile gelmemizi istiyor bizden.
Henüz
yüksek karlar arasından geçmemiş kimse.
Onlar
önden gidiyorlar.
Ben
arkadan.
Kar
onların dizlerine geliyor.
Benim
omzuma.
O kadın
nereye götürüyor bizi?
Eve
döndüğümüzde annem gene üzgün. Ve ben gene bir şey anlamıyorum. Annem benim
camdan düştüğümü bağırıyor ve ben onun sesini duyarak düşünüyorum.
Uyandığımda
kendimi annemin koynunda mı bulacağım?
Yoksa
bambaşka bir boşlukta mı?
Tezer
Özlü, 1966
Kaynak: www.siirakademisi.com
8 Ocak 2011 Cumartesi
Kar
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? kar içindesin!
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram...
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın
Ahmet Muhip Dıranas