23 Kasım 2013 Cumartesi

Beni Sorarsan

Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle göl arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrimden dolaşıyorum

Hiçbir iktidarı sevmesem de
Sobanın iktidarında
Çarpışa çarpışa nasılsa
Büyüyebilen kızlar
Uslu, sakin, ölümü bekliyorlar
Yaşlılık
Dev mi oldular, başkaları
Üstüne üstüne gelip korkusuz
Güçlerini deniyorlar

Gülten Akın

22 Kasım 2013 Cuma

Tabanca


Sigara içenlere ateş etmeyiniz
Evli bir kadınla rakı içerken
Rozet gibi göğsüne takmış cesaretini Ben Mitridat'tan sözettim siz etmeyiniz 

Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla İstanbul, İstanbul uzakta
İstanbul'a ateş etmeyiniz

Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa'nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de 
Ben çok seviyorum siz de seviniz

Cemal Süreya

Bir Cemal Bir Canan Birdir İkisi


Sen benim incelticimsin
Bana Cemal' in yadigârı

Sen doğmadan sevmişim seni
Ölüm bahanesiyle kapanmadan kalbim

Ki ölülerin papatyasıdır kasımpatılar
Hadi gel kırlara gidelim

Ben bulutlarımı sundum sana
Sen yeşillerini uzattın dallarının

Kuşlar sığınacak bir yer buldu ama
Sözcükler yitip gitti ağaçlar kaldı ortada

Sığındık pul çiçeğine mühür çiçeğine
Yıpranmış mektuplar gibi iki gözü iki çeşme

Birine sen ağladın birine ben
Bu senin gözyaşın bu da benim / bak

Bak o bulut hep başımın üstünde
Olmasaydı / o öpücüğü de unuturdum çoktan

Oturduk beraber bekledik Cemal' i
Beklemek bu kadar güzelken

Hüzünlü bir istasyondu Kadıköy
İyi kötü yaşayıp giderken

O gün bugündür kaç ay salınıp geçti
Gökyüzünden / dönmedi Cemal 'Sevda Sözleri' nden.

Ahmet Ertan Mısırlı

19 Kasım 2013 Salı

Saat Beş

İstanbul'da elimi kaldırdım
Biraz içkiliydim, biraz sevdalı, biraz da minareli
Geleni geçeni durdurdum
Bakın dedim bakın gökyüzü nasıl eskimemiş
Bir de şu martılara bakın nasıl alıngan martılar
İstanbul'da en ince minarede
Beş tane gözüm vardı mavi

İstanbul'da gözümün birini söndürdüm
Balıkların yarısı yok oldu gitti
Hiçbir balığın kuyruğu yok kör oldum
Ben bir zamanlar yelpazeli kadınlar görürdüm
Evlerinde kocalarında uykularında
Yarı yarıya saç yarı yarıya dudak
Nasıl sıcak olurlardı düşünürdüm

İstanbul'da Divanyolu'nda denizin orda
Bütün milleti başıma topladım
Herkes birşeyler söyledi kendine göre
Bir kadın döktüre döktüre susuyordu
Yaklaştım yanına elini tuttum.
Bak dedim martılar ne kadar alıngan
İşte tam bu sırada saat beşi vurdu

Cemal Süreya

Bir Alıp Bir Satıcı Gönül


Düştüm bir öylesi çekilmez derde,
Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.

Hasret nedir bilmezken o kadar
Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim.
Çünkü daha görmediğim güzellikler var,
Öyle bir yürek koymuşlar ki içime neyleyim,
Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar!

Ben deli miyim bilmem mi neler ettiğimi.
Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar,
Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen
Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar,

Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı,
Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir.
Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı,
Gönül her yerde bir kardeşim güzel her yerde bir..

Enver Gökçe

18 Kasım 2013 Pazartesi

Keder Vakti

                                                                                Dolu silâhı şimdi
                                                                                Daya bomboş yüreğine*

sağ elini kalbinin üstüne koy sol elini havaya kaldır sivas
pîr’ler ve âşık’lar aşkına söyle senin bu yaptığına sivas mı denir
söyle suya ateş çiye kül dediğin günden beri mutlu musun allasen!
sana seni şikâyetimin bin sayfalı defteri var âh’a şuramda
bir elimde kızımlar bir elimde yedi yeri yama(n gökyüzü
içim ki kızılay bir ankara kır kır geçmişi kırmak düello tadında 
sırasıdır şimdi bin sitem gelip sana döküleceğim madımak’ta--
sırasıdır ya, keder vakti bir şiiri sustum da geldim bak behçet
aşk-ı güzergâh kendimi deplasmanlara salmam senden hatıradır
her elini tuttuğuma ekmeğim sevgilim deniz fenerim demem
her dem yanında taşıdığın üç şeyin kanamasıyım sivas’tan bu yana
biri çakıl taneleri: hece hece bordo bir ömre ithaf kurşun sözler
biri çatlamış çatlayacak güz narı: eylül’üm, yazmadan edemem
bir öpüşün bıraktığı harlı leke öbürü: hardan öte sine-i har hâlâ!                     
ince bir tığla örsem içimi bir daha keder bu ya hep sana çıkarım
sesler ve küller tanığıyım ses ve kül imgesinde sınarım kendimi
ne denli sınasam da bir yanım bozlaktır bir yanım yaralı koşma
ayrılığın hem konmuş hem göçebe hâline ne denir ki sahi
ak örtü üstüne mor mendil söyle orda ağlamak mıdır behçet!
âh, sen ki tüm türkülerini siyah süvari gecesinde söyledindi
kentten taşraya tentürdiyot sürülen her yara hep seni hatırlatır

çok gittin çok kaldın sanki, daha gitme !      çünkü beyaz bir gemidir ölüm**

*Attila József   **Behçet Aysan 

Hüseyin Alemdar

Dâüssıla

1
hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
tüyübitmedik sevincim, tohuma kaçmış hezeyânım
bir yağmur damlasına sığınmaya çalışarak
kirden ve nemden örülmüş bir yatağa
sinen yıllarım, oğlum, yalnızlığım
bir metrekarelik alanlarda göçebe olarak
aynı yüzler, aynı kinler, sonsuz kıskançlıklar
içilen biranın buğusu parmak uçlarımda

ayak basılmamış toprağım, dürülmüş göğüm
yüzü karanlık bir kalabalık
parmak basma ve bastırma yetkim
üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum
devletimin gri yüzü, bu kadar...
bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm
ankara, anakarası yaşamadım, diyebildiğim her şeyin
yine de hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
sevgilin, oğlun, şairin... nankörün olayım.

2
dönerim belki bir gün, papazın bağı'nda martıların uçuştuğu bir gün
oltamı kuğulu park'ta unuttuğum bir gün
belki oğlum beni babalar günü'nde hatırlar
sevinirim, akasya kokularına bürünürüm
neyin meşhur? hiç de nankör olmadıydım bu kadar
bellerğimin apışarasında oyuncak bir bentderesi maketi gibi kaldın
salavat getirdi çıkrıkçılar yokuşu'n...

istanbul'da bu moda: her şey küçük harfle başlar
özellikle yer adları artık özel değildir
devrimin evrildiği yerde bunu nasıl anlamadım
kamudan yarattığım rengi gavurlara resmettirdim
bol sıfırlı resmi plâkalar iliştirdim cüzdanıma
devletim gülümsedi derin derin
konur sokak'ta engürü kahvesinde nihat'ın ıstakasının tam ortasına düştü
ben sıfırın altına düştüm, herkes ağladı

çocuk sordu, sordu piç kurusu:
- bu şiirde niye hiç büyük harf kullanmadın?
- istanbulin giyindim, kendimden soyundum
belki bir gün anadan üryan, babadan isyan alır
bir gün yürür, gider, adam olurum...

3
hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
an kara tahtım, yan kara yüzüm, son kara yolculuğum
beni artık gökler, denizler paklar
kâğıtlara dar gelen kalemler, kalemleri boğan kusmuklar
nedir ki, neye varır ki, nereye varır dur'um, durağım
seyrelir içimde rengini unuttuğum bir su
bir şeyleri kaldırır kaldırır oturturum
belleğimdeki tek kırıntı bu, ötesi serum
her şeye varım, kabûsu türki, kâmusû ölüm
ama o su, ama o suda olmasa
bilmezler ki o zaman, anlamaz ki zaman
bir hızar sesi kulak diplerimi ovalar

hoşçakal şehrim, asıl şimdi, artık şimdi hoşçakal
dünya hâlâ dönüyormuş- öyle diyorlar... 

Ahmet Erhan


15 Kasım 2013 Cuma

Sevgi Duvarı

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

Can Yücel

Fotoğraf: Nurcan Azaz

Gün Olur

Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; 
Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 

Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş !..

Gün olur, başıma kadar mavi; 
Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi…

Orhan Veli Kanık

14 Kasım 2013 Perşembe

Otağ


Sevgilim, işte eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.

Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.

Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.

Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).

Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.

İlhan Berk

11 Kasım 2013 Pazartesi

Ala gözlüm ben bu ilden gidersem


Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil

Yeğin ey sevdiğim sen seni düzet
Karayi bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil

Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil

Karac'oğlan der ki olup ölünce
Bende güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ele vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil


Karacaoğlan

''Bütün savaşları dövüşemeyecek kadar korkak olan bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır.''

Emma Goldman

İzleyiciler