9 Temmuz 2024 Salı

Sözcüklerin Dili Tutulunca


Gecenin düğümü çözülmek üzereydi uyandığında. Sağa-sola döndün durdun yatakta. Gecenin son saatlerine sövmek istercesine uyumuyorsun. Gözün bazen tavanda, bazen de boşlukta. Camilerdeki çinilerden, kiliselerdeki ikonalardan sonra gökyüzünde kayan bir yıldızla gözün kovalamaca oynuyor. Keskin bir bıçak uzayan sabaha karşıları. Lime lime ediyor seni. Kan hışırtısı duyuyorsun. Elinle yokluyorsun yatağını, üstünü-başını. Kan ıslaklığını arıyor ellerin sevgili eli arar gibi. Seni korkutamayan ıslaklık yok. Olmasını çok istiyordun oysa. Kan hışırtısının ardı-arkası kesilmiyor.

Kalksan, lambayı yaksan. Evdekiler uyanır. Sevmiyorsun uzayan sabaha karşılarını. İstemiyorsun da, bir başkasının aranıza girmesini. Geceyle mi arkadaşlık ediyorsun? Son yıllarda yalnızlık tutkunu oldun. Düşüncelerinle çelişmiyor musun? Söz açıldığında mangalda kül bırakmazsın. Nereye kadar kaçacaksın insanlardan.

Lambayı yaktın diyelim, sonra? Akşamdan gelişigüzel masanın üzerine bırakılmış gazeteyi mi, aylık dergilerden birini mi okursun? Yoksa yaşlıların dişleri gibi yırtıla-yakıla seyrelmiş kitaplıktan bir kitap mı alır okursun? Gözlerin yerlerinde olmayan, yasak korkusuyla yakılmış-yırtılmış kitapları arar mı? Karanlık bir günün öğle sonrasında kendiniz için kitaplarınızı yakmamış mıydınız? Kitap yakmakla insan yakmak ayrı şeyler mi? Korkaksın. Kabul ediyorsun bunu. Dürüstlük değil, zorunluluktan filan gibi uydurduğun kılıflar. Uzun zaman ayrı kaldığın bir dost gibi burnunda tüten kitaplara karşı, hiç olmazsa bu yalanı uydurma.

Sessizce mutfağa gider, çay suyu koyarsın. Gazeteyi karıştırırsın sonra. Okumuyorsundur. Yazıların hepsini ondan söz ediyor diye algılarsın. Gözlerin kapanır kapanır gider. Uyuyamazsın da. Parmaklarınla açmaya çalışırsın gözlerini kirpiklerin birbirine yapışır. Gözlerin yerlerinden aşağıları doğru iner. Boğazından geçerler. Aşağıya... Kalbinde dururlar. Görüyorsun her yanı. Gözlerin içine misket girdirmeye çalıştığın çocukluk günlerindeki yuvarlak çukur gibi.

Günün yanakları birazdan kızaracaktı.

Masada oturmaktan yorulursun. Yorganın üzerine uzanırsın. Sindirilemeyen yemeğin vücuda etkisi nedir? Bilinmeyecek birşey değil. Bilmiyorsun ama. Bir bilsen sindiremediğin şeyler için ne yapman gerektiğini. Unutmak, sindirmek olası mı canım dediğin birini? Sözcükler bile türlü türlüdür, insanlar gibi. İki yüzlüsü, gösteriş meraklısı, yalancısı var. «Canım>> saf katıksız bir sözcük. İkiyüzlülükten gösterişten uzak. Bu sözcüğü bir insana söylediniz mi, başka sözcük aramaya gerek var mı?

“Sen onu tanıyor musun? Fazla inip-kalkma. Uyuyan karıncayı karakışta uyarır. Duyduk sana şiir falan okuyormuş. Orhan Veli midir ne zıkkımsa onun şiirlerini”
Berraklıktan uzak bir günün öğlesinde ayrımsamıştın, bu sözler söylenen çiçeği. Sımsıkı kapalıydı. Gece el-ayak çekildikten sonra açılırdı herhalde. Gözleriydi görebildiğin sadece. Kimbilir, nasıldı saçları? Sahi, bir arkadaşında görmüştün eski bir fotoğrafını. Saçları, biçimli ağzı ne güzeldi. Ön dişleri azıcık dışarıya doğruydu. Gülümsemesi de ayrı bir güzellik.

Gecenin rahmine aydınlık dölü düşüyordu. Usuna aniden ocaktaki çay gelir. Uzandığın yerden fırlarsın. Doğru mutfağa. Su kaynıyordur. Taşıp taşıp gidiyor. Çay ve bir bardak alır, odana dönersin. Eski bir gazeteyi ikiye üçe katlar üstüne çayı koyarsın. Demlenmesini beklerken çayın, dergileri karıştırırsın. Gözlerin şiirlere takılır. Ah şu şiirler! Yaranı deşerler. Dudaklarından kırık-dökük dizeler çıkar. Duvarlara çarpar beynine döner, duvarlara çarpar beynine döner, duvarlara...

Dilinde dolanıp duran birkaç şiir. Dalarsın bu ara. Onun kulağına fısıldıyorsun şiirleri. Nefes alışlarını duyuyorsun. Teninin kokusunu içine çekiyorsun. Uysal bir çocuk gibi dinliyor seni. Seslenmeden, hoşnutça. Gözün çaydanlığa takılır. Sıyrılmaya çalışırsın düşüncelerinden. Ayağa kalkarsın. Üçer-beşer halının üzerine düşerler. Bazıları pijamanın dikişlerinde gizlenmeye çalışırlar. Sıkı sıkıya tutunmuşlar düşmezler. Ağırlıklarından pijaman düşecek gibi olur. Elinle yukarıya doğru çekersin. Elinde acılar duyarsın. Elini ısırıyorlardır.

Niye kalkmıştın? Unuttun. Gözlerini kapatırsın. Sıradan kapatış değil. Uzamış tırnaklarınla alnının kırışıklıklarını kaşırsın. Unutkanlığına kızarsın. Anımsamaya çalışırsın yerinden niçin kalktığını. Doğru ya... Gözlerini açarsın. Kısa bir sevinç duyarsın. Buldun ayağa kalkmanın nedenini.

Çay sade dem. Aktarıyorsun bardağa. «Çat» diye çatlamasını istiyorsun bardağın. Kararlısın. Bir çat sesi bekliyorsun. Arkasından ıslanmış bir masa örtüsü görmek istiyorsun.

Şekerini atıyorsun çayının, sessizce içiyorsun. Sessizce... Senin için çok şeyin gizli olduğu bir sözcük. Sessizce... Yenilginin eşanlamlısı olarak görüyorsun. Susmak yenilmek mi? Hem niye yenilgi sözcüğünü değil de sessizceyi yeğliyorsun? Anlatsana! Dilini mi yuttun? Olan sözcüklere oldu. Dilleri tutuldu.

“Bana şey şiirleri okurdu. Anlayın işte… Açlıktan, yoksulluktan, özgürlükten sözeden şiirler. Bir de denizi dağı taşı anlatan”.

Kulakların uğulduyordur. Duymak istemediğin sözler güzellik, iyilik, dostluk için tutukevi yapmaya araçtı. Şaşırıyorsun, tutukevleri yerine gül bahçeleri yapmak istemeyişine “canım” dediğin insanın.

İrkiliyorsun “Günaydın oğlum” sesiyle.

“Ah, sen miydin anne, günaydın”

Yorganı üzerinden atıp kalkıyorsun.

Mustafa Aslan, Sözcüklerin Dili Tutulunca, Öykü, 1991, Koral Yayınları

7 Mart 2024 Perşembe

Sokak

İnsanlar geçiyor sokaklardan
Kendi ölüleri omuzlarında
Bir hayat nefes nefese, orman orman
İnsanlar geçiyor sokaklardan
Sevgiler taşmış, merhametler taş
Buram buram tütüyoruz taştan topraktan.

Cahit Irgat


Rüzgâr Durdurma Takvimi

İnsan bir okyanus koymalı bazen arasına ayak izlerinin,
sığınsa da kalbine gezerek ısıttığı karalar
zalim kahramanı olmalı bütün terk edişlerin.

Çok görülmüştür kartalın kıyıdan döndüğü
kaplanın yırtıcı merakıyla denizden yüzgeri ettiği,
ama bir kere olsun erkek dediğin bırakıp ardında
ata mezarlarını uzak volkanların kaynayıp söndüğü adalara gitmeli,
adını söylesin diye bir taşın içinden evini yakan ateş.

Bilmeli dünya sevdalısı, kandadır ateş gemisi,
kadının uykusundan biçilen yelken bezi yüzdürür
meçhule gidenin kalbini.

Ah bir dedikodudur hayat sıkıntı verip huzuru vaadeden:
Tek armağan uğurlanış sözleri.

Adnan Özer

Resim: Rukiye Garip, Suluboya Çalışma 


5 Mart 2024 Salı

Gecenin Kanayan Yerinden

Gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma
bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura
kitaplardan yüreğime dolan gelincikler
güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar
bir yelkenli açılıyor alnımın çatısına.

Sizlerin gençliğini taşıdım kanımda
ey güzel çocuklar sesime ses katanlar
şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan
adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.

Sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya
kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime
bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine
bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden
her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.

Çok şey anlatıyordu gecenin yüzü
yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek
korkuyu yenen bir aşkın seveniydim
bir gül yaprağıydım rüzgârda.

Güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
yarama tuz basarak geçiyorum günleri
bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
göğsümden havalanır martı sürüleri.

Şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın
istasyonların uykusunu yitirmiş derinliğine
şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.

Ahmet Özer

Fotoğraf: Malu Marcondes



Çocuk ve Akşam

İşte akşam, tül, bakır ve yas
havada kuş tüyleri, ıssızlık.

Ay şimdi sularda gizli bir veda
kumdan kalelerine ağlarken çocuk
ruhta köpüklenen o kızıl yara.

Doğunun akşam faslı bu eprimiş gün
isli lamba, misk kokusu, hüzün
ve siyanür tanrıya diz çöken vaha.

Çocuk rüyalarında denize benzer kuşlar
kanatsız düşler gibi halkbilgisi hep kırık
çocuk-kuşlar yansıtan buğulu aynalarda.

Dans bu, fonda garip bir arya
sözcükleri yitiren sesin boğuk tınısı
tül, ıssızlık ve daracık odalarda
anka uçuran ruhun gizemli dansı.

Akşam işte, araftaki âmâ kuş
halkbilgisi hep zayıf çocuk düşleri
gibi masum ve suçlu darağacında.

Ah akşam, lirik bir bağbozumu şimdi
yakutun alacada rengini yitirdiği.

Ayten Mutlu

Fotoğraf: Jamie Heiden,  Fais comme l'oiseau / Make like the bird


4 Mart 2024 Pazartesi

Anne

Sahi senden mi doğdum anne
Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk

Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu

Bu kez dağlar doğursun beni anne
Sen de ılık bir yağmur ol
Durmadan yağ kanayan yerlerime

Haydar Ergülen

Yayıncı Notu: 
Kadim dostum Tufan Akgül'ün değerli annesi Sultan Akgül Anısına



3 Mart 2024 Pazar

Yurttan Nakışlar

küçük dağ istasyonlarında çocuk yüzlü çuvallar durur
elleri kucaklarında
mormenevşe boyunlu
ve sapan demirinden etleri
kadınlar durur

kadınlar
türkü türkü
kadınlar
ağıt ağıt
kadınlar ki
nakış nakış
göz olmuş gözlemekten
kadınlar!
çığrışırlar yaramızda
çığrışırlar bıçak bıçak
kurşun kurşun
fitil fitil
kadınlar!

bakışları niçin turna katarı
bakışları neden demirparmaklık?
kapanmış bıçak yarasından da beter sanki ağızları
kilitli kapılardan da beter
kadınlar!
dururlar/nasıl da yorgun
dururlar/nasıl da uzak
bakarlar sıcak sıcak
nasıl da namlu!

sürgün mü kıran mı deprem mi nedir
nedir yeşildeki sarı korku
ne var havada?
dalkıran yağmış da sanki/kırılmış ağustos dalları!
bunlar mı kurtarmışlar vatanı?
nere gitmiş kurtarılan o güzel
nerde kalmış o kadınlar
bu ağıt kimin?
aman allah
koyunlar biryanda meleşir, kuzum kuzum
biryanda kuzuları!

küçük dağ istasyonlarında dul kadın bakışlı çuvallar durur
bıyıkları toz içinde erkekler durur
duvarda mavzer gibi sarkar omuzlarından
toprağı yârim sanıp saran kolları
saramayan kolları/of ooof
erkekler durur!
devlet bir güz yağmurudur
ıslatır çulları çuvalları
üşür yürek, kocaman!
umut umut dedikleri bu mudur
hurda yüklü marşandiz/takır da tukur
çekip gider gece vakti uzak bozkırdan
ıpıldar ışıkları
çözüm, çözüm/nerde çözüm
bir yelpikli yolcudur o
eli öflez fenerli bir istasyon memuru
aydınlatmaz çığlıkları
üşür yürek, kocaman!

küçük dağ istasyonlarında boynubükük çuvallar durur
çuvalların içinde bütün bir ömür
ekmek diye diye
muhanet diye diye
bütün bir ömür
çuvalların yanında kadınlar durur
önlüklerinin üstünde çetin elleri
altında vatan kulu
umut kulu dölleri
kadınlar durur

bir pınar uzak uzak
artırır susuzluğu
bir çeşme yaşlı gözdür
akarken kurur
devlet bir güz yağmurudur
ıslatır çulları çuvalları
türküleri ağıtları gurbetleriyle
özlemleri öfkeleri kahırlarıyla
toz toprak içinde bir vatan durur

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 2, Oğlak, S.196-199, Bilgi Yayınevi


27 Şubat 2024 Salı

Görmenin İktidarı


Görmediğiniz şeylere inanır mısınız? Peki ya gördükleriniz, "gösterilen" ama gerçekliği tartışılır görüntüler ise buna ne kadar inanabilirsiniz? 

Bakmak ile görmek arasında bazen korkunç bir uçurum oluşur. Göz, edilgen bir yapı içinde sadece seyredip tepki de vermeyince, görüntü yalan söylemeye başlar. 

Yaşadığımız yüzyıl, görüntünün ve görmenin iktidarıyla şekilleniyor. "Global köy"ün fotoğraf, televizyon, sinema, bilgisayar ve internet gibi en ışıltılı teknolojik araçları, "homo saphiens [düşünen insan]"ın yerine "homo videns [gören insan]"ı inşa ediyor. 

Dünyayı, saatlerce karşısına kilitlenerek izlediği televizyondan tanıyan "ekran çocukları"ndan, görüntü sihrine dayalı propagandaların sürekli bombardımanı altında kalan yetişkinlere kadar, hepimiz bu gücün kuşatması altındayız. 

İtalya'nın son yüzyıldaki önemli düşünürlerinden biri olan Giovanni Sartori, bu kitabında televizyon ve postmodern düşünce bağlamında, görüntünün gücüne dair çok çarpıcı yorumlarda buluyor. Sunuş yazısında belirtildiği gibi, elektronik medya ile yaratılan sözde 'gören insan'ın, "nasıl bir uyku imparatorluğu vatandaşına dönüştüğünü, sorgulayan bir dille anlatarak, en azından düşünsel eylemsizliğimize bir son vermeyi" amaçlıyor. 

Bu kitabı okuduğunuzda, Focault'un sorduğu "Gören mi iktidardır, görülmeyen mi, yoksa görülmeden gören mi?" soruşuna kendi yanıtınızı verebilirsiniz belki... Belki de Aristoteles gibi antik yazarların, göz'ü askeri bir stratejiste benzetmelerinin ve insansı bir varlık olarak algılamalarının nedenini daha iyi kavrayabilirsiniz.

Giovanni Sartori, Görmenin İktidarı, Kitap Arka Kapağından Alıntılanmıştır
Çeviri: Gül Batuş, Bahar Ulukan

23 Şubat 2024 Cuma

kimi sevsem, sensin...

kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belâya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Attilâ İlhan, Bir Avuç Kıvılcım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006

Resim: Dmitry Kustanovich


22 Şubat 2024 Perşembe

Elveda

Elveda
Şarkıdaki gibi
ve senin gidişindeki
ama sanki
bilmediğim bir dil gibi usumda
kördüm belki
göremedim
ve bilemedim
giderken veda ettiğini,
elveda.

Langston Hughes
Çeviri: Ergin Koparan


Düş Çeşitlemesi

Kollarım uzaklara savrulmakta
Güneşin bir yerinde,
Dansederek dönmekte
O akgüne erişinceye kadar.
Derken serin akşamın rahatlığı
Uzun bir ağaç altında
Yavaşça gelirken gece,
Karanlık bana benzer-
Benim düşümdür o!

Kollarım uzaklara savrulmakta
Güneşin çehresinde,
Danseder! Döner! Döner!
Yüklüğüne erişinceye kadar.
Solgun akşamın rahatlığı...
Uzun, ince bir ağaç...
Şefkatle gelen gece
Siyah! bana benzemekte.

Langston Hughes
Çeviri: İlhan Özdemirci


21 Şubat 2024 Çarşamba

Duvarlar

Toplum/Devlet ahlaken muhafazakârdır; tekil yalnızlığına saldırırken çoğul yalnızlığa mahkûm eder, gelenekçi ve gardiyandır.

Toplumların kendine özgü sınırları vardır. İlk bakışta görünmeyen, içinde yaşadıkça deneyimleyerek öğrenebileceğiniz sınırlar. Sınırlar mesafeler çizer aynı zamanda. Bireylerin özgünlüklerini korumak amaçlı, karakteristik ve istemli mesafeler değildir bunlar. Ortalama toplum modellemesi sonucu belirlenmiş ve ahlak, gelenek/görenek, dinsel ve kültürel algılardan beslenen klişelerdir bu söylediklerim. Tartışmasız ileri sürülen, sığınılan, üzerinden yargılar üretilen, mazeret edinilen, kalkan yapılan türden suni yapılardır aslında. Suni yapıları, tanımlanıyor olmalarından gelir. Tanımlanan, tanımlayana doğrudan bağlı olması nedeniyle aynı zamanda hesapçıdır. Hesap özneye bağlı olarak sonuçlanır ve genelleşir. Özne toplumsal yapının güç dengelerini gözetir. Kantarın topuzu önemlidir. Oysa kitapları, marangozun kendine göre belirlediği tek tip aralıklı raflara sığdırmaya çalışmak olur bu. Her kitabın içeriği, yazarı, forması, amacı vb. nasıl farklılaşırsa ve hazır kütüphane modeline göre kitapları yeniden ölçüp / kesip / biçerek raflara sığdırmak ne ise; bireyleri toplumsal eğilim ve eğitimlere göre yeniden yoğurmak muhtelif sosyal genetiğe uymayabilir.

Toplumsal sağlık denilen düsturlar, eğitsel yanlışlar, dayatmalar, formalar, kalıplar, klişeler sonuçta toplumun hastalıklı bireylerle dolup taşmasına sebep olur. Bireyde, ailede, evde, okulda, sokakta, işyerinde sonuçları olumsuza örnek binlerce yaşanmışlığa şahit oluruz.

Yapıların kendi ürettiği duvarların neden olduğu hastalıkların tedavisi maalesef başka duvarlar örülüp/yalıtarak, ötekileştirip/ yabancılaştırılarak tedavi amaçlanır. Toplumsal rehabilite devreyi tamamlar!

Psikolojik şiddet, korku duvarları, işkenceler, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar, sürgünler, yalnızlaştırmalar... Rehabilite merkezleri, açık ve kapalı cezaevleri, hücreler, hastaneler, okullar, üniformalar, siyaset, sorgulanamaz devlet otoritesi...

Mehmet Ali Canikli, Volkanik Sancılar 1, Bir İpek Böceğiydim Ben de, Denemeler, S.97-98

Alone in a Crowd in Grand Central Station #3 © William McCloskey

İzleyiciler