22 Kasım 2024 Cuma

Ağır Ölüm

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine "i" harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

Martha Medeiros 
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Çevirenin notu: Şiirin son tümcesini, Rimbaud’nun “A’laurore, armes d’une ardente patience nous entrerons aux splendid villes” (“Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silâhlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere”) dizesinden esinlenerek yazmıştır Medeiros

İnsan Kısadır

Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum
ve bilmezden gelir kısalığını, bilseydi
yarışmazdı yollarla, göğe evler yükseltmezdi
Nazlı babaannem sözü de uzatmazdı ısrarı da
az söyler, usul böyle, bir söylerdi bir de
adamın kötüsünü piyade, sözün fazlasını şiir
yaparlar derdi, piyade olduğumu da gördü şiir yazdığımı da
küçücük bir büyük anneydi, onu yitirince
anladım kısacıkmış her şey, insan kısaymış ağaçtan, ikindiden
elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan,
gölgemiz bile bizden uzunmuş, ya çocukluk
o da rüyasından kısaymış meğer, sanki altı kardeş
nöbetleşe rüya görsek hepimizden bir çocukluk belki
çıkarmış,  bu dünya bir pencere türküsünü söylerdi de
anlamazdık, bu dünyaya alıştık, şimdi zor geliyor
dünyadan gitmek, bazen rüyama geliyor, kısacık
kalıyor, bir gülümseme  kadar. çok uzatma diyor
şiiri  kimse anlamaz ve ömrün de uzamaz bundan,
insan yanlışlarıyla büyür, aşkı uzun boylu sanırdım
anladım ama, ne zaman harflerinden de kısaymış aşk,
bazen yazıncaya kadar geçiyor, bazen zaman alıyor
aşkı içimizdeki ormandan kurtarmak aşk kısa, şiir uzun,
sözgelimi bir ağaç kaybolsa da orman yine orman,
ya bir harfi kaybolsa, zaten kaç harf ki insan.

Haydar Ergülen

Resim: İrfan Ertel



"Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey: şiddet dışı eylemler ve mizahtır"

 "Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey: şiddet dışı eylemler ve mizahtır."

John Lennon

21 Kasım 2024 Perşembe

Mohi...

                                                            Hüseyin Alemdar'a

Mohikanlar gibi kaldık şu ekmeksiz dünyada
Bugün içimden herkesle barışmak geçiyor
Alnımın silgisini kalbimde sınamak
Çemişkezek'te golf oynamak
Süphan’dan Ağrı’ya kadar yuvarlanmak
En çirkin sevgilime güzel bir şiir yazmak geçiyor

Üç beş adam... kaç kişi eder
Bu resimde hiçbirinin iki yakası biraraya gelmiyor
Mızıkçılık yapsam arkadaşım ağlar
Islık çalsam kızar annem- 'şeytan azar!'
Bütün şeytanlarımı ıslığımla boğsam
Torbamdaki o resmi
çalkalayıp çalkalayıp yeniden bassam
Belki kalbim iyi bir yerlere denk düşer

Mohi
Kan

(Mohi diye bir at var bugünkü yarışlarda
Gelmez  biliyorum, yine de oynasam...)

Kanı eksik bir Mohi gibi kaldım şu damarsız dünyada...

Barışımı erteledim!

Ahmet Erhan (1958 - 2013), Burada Gömülüdür 2, S.235 


20 Kasım 2024 Çarşamba

Hüsran Sokağı

Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum
Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi
Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına
Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli

Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye
Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum
Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır
Yarpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz
Her sokak aslında bir patikadır

Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman
Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da
Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı
Gözlerinin rengine uymaz intiharları

Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı
Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi
Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu
Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini

A. Hicri İzgören


Para ve Hayat

"Bu çok güzel, bakınız; çok güzel, bu çok zengin..."
Ve, bir bebek gibi, sırtında süslü bir pelerin
Ağır ağır dönüyor karşınızda, size bakıyor,
Beğendinizse güzel, yoksa hiç sıkılmıyarak
“Hayır, fena!” diye reddeyliyorsunuz... Bir hak:
Bu hak sizin kesenizden parıl parıl akıyor!

Parıl, parıl... Biz her hakkı bahşeden bu deni,
Bu müfteris, bu mülevves parıltı!... işte ganî,
Fakir, ona, herkes, onun şeâmetle
Tasadduk ettiği ikbâle müftekir, müştâk.
Zavallı kız, seni karşımda döndüren de o bak:
O, hep o, hep o mülevves, o müfteris kitle!

Denî: Bayağı, alçak            Tasadduk: Sadaka vermek
Müfteris: Yırtıcı                   Müştâk: Özleyen
Mülevves: Kirli, lekeli        Müftekir: Muhtaç
Gani: Zengin                        Şeâmet: Uğursuzluk

Tevfik Fikret

Varlık Yayınları, Türk ve Dünya Klasikleri,  Tevfik Fikret, Milliyet, Yaşar Nabi Nayır, S.61

(Fotoğrafta Tevfik Fikret, oğlu HalukHüseyin Cahit Yalçın ve Mehmet Rauf ile birlikte)




19 Kasım 2024 Salı

Kedisiz Geniş Zaman

Bir pencereden dışarıya bakıyorsun. Aslında böyle bir pencere yok. Oradan baktığın dışarısı bile. Kendini kandırmayı sevdiğinden, inanıyorsun odanın penceresinden dışarıya baktığına.

Bakışların beklemeli. Bilmem kaçıncı kez girdiği dersin sınavından geçemeyen bir öğrenci. Gözlerinden birini çıkarıp kenarına koyuyorsun pencerenin. Bir şeyler fısıldıyorsun kulağına gözünün. İsteksizce başını sallıyor. Hoşnut olmasa da seni kırmamak için bazı şeylerini onaylamak zorunda kalıyor.

Odalardan birine geçiyorsun. Bir şiir kitabı kitaplıktan okumak için. Yasak bir kitap ama bu. Bitirmeden ilk şiiri, kapatmak istiyorsun kitabı. Tam örtmek üzereyken sayfaları birbirinin yüzüne, yeniden aralıyorsun. Orada bir sözcük bağırıyor. Sözcükle göz göze geliyorsun. Kim olduğunu soruyorsun ona. Bilemiyor. Adını bilemeyen sözcüğe de ilk kez rastlıyordun. Sen biliyordun oysa. Ama nedense sormak istemiştin.

Bir yerlerden tanıyordun, bu yasak şiirin yasak sözcüğünü. İlkokuldaydın. Çantanın en iyi yerine sıkıştırdığın ekmek arası helvaların yağı çıkardı. Kaç kez öğretmenin azarlamıştı seni. Alamadığınız paltonun ekmek arasına sıkıştırılmışıydı helva belki.

Teneffüslerde sobaya sokuldukça sokulurdunuz. Birinde, adını bilmediğiniz bir kız çocuğunun önlüğü yanmaya başlamıştı.

Öteki çocuklar:

- Tutuştu, tutuştu diye bağırmışlardı.

Öğrenmiştin böylece onun adını. Eski bir tanıdığındı bu sözcük. bir şiir yasak sayfaları arasında karşılaşmak... Başka türlü nasıl karşılaşabilirdin, yasaklı bir sözcükle?

Birkaç gün önce, bir arkadaşın: - Hani canım oturup çiçeklere laf attığınız. Anımsamadın mı daha? Figüran Çiçek diye de bir şiir yazan.

Bir kedi bulmam gerek kendime, onsuz yaşanmıyor demişti.

Sen:

- İnsana yaşama özlemiyle zehir eden türden olmasın, demiştin.

Kedinin gözleri hangi mevsimdeydi şimdi. Gerçi yanında olduğu zamanlar gözlerini göremezdin. Cam vardı gözlerinin yerinde. Ucuzlarından. Çocukluğunda oynadığın bilyelerdi, cam parçaları. Göz çukurlarıysa bilye girdirmeye çalıştığın çukurlardandı.

Ara sıra silip geri yerine koyuyordu gözlerini. Bakışlarının var olduğunu kanıtlamak için yapıyordu bunu, sana göre. Anlamı: "Yanındayım. Beraberiz. Sıcak bakışlarımı senin gibi cebimde saklamıyorum." demekti.

İçmiş içmiş sarhoş olmuştu kedim dediğin. Ele avuca sığmıyordu. Usuna geleni söylüyordu. Yasak türküler söylemeye başlamıştı, bütün bunlar yetmezmiş gibi.

Kulağına eğilip:

- Yasak bu türküler demiştin. Sus söyleme. Başımızı belaya sokma lütfen. Yüzüne şiir serpmiştin ayılsın diye. Orada bulunanlar birbirlerinin yüzüne bakmış, yaptığına bir anlam bulmaya çalışmışlardı. Anlam ararken anlamsızlığa gittiklerinin ayrımında değillerdi.

Bardaklarınıza durmadan iğrenme dolduruyorlardı. İğrenme kokusundan başı dönüyordu bardağının. Masadan yere düşüp kırılmak geçiyordu içinden. İntihar ya da kaçış dediğini bir çözüm olarak görüyordu. Kendini masadan aşağı atmasın diye, bardağını ortalardan bir yere koydun.

Arkası arkasına bardaklarınızı boşaltıyordunuz. Yineleyip durduğun tek bir söz vardı. Anlamıyorlardı ama. Bir olasılıkla boşalan bardaklarınızı doldurmalarını istediğini sanıyorlardı.

Kapının zili çalınıyor. Düşüncelerinden sıyrılıyorsun. Aceleyle gözünün tekini bıraktığın pencere kenarına koşuyorsun. Alıp yerine koyuyorsun gözünü. Gelirse seni gözsüz görmesini istemiyorsun. Kim olduğunu bile sormadan gelenin, kapıyı açıyorsun. Kimse yok. Öfkeyle kapıyı kapatıyorsun. Zil çalmıştı belki. Olamaz mı? Öyle sanmıştın kesinlikle. Gelmiş, kapı açılmayınca... Anayola bakan pencereye koşuyorsun. Jaluziyi aralıyorsun. Olamaz... Pencere tuğlayla örülmüş.

Ne yapacağını bilemiyorsun. Soracağın bir şeyler olduğunu duyumsuyorsun ona. Gelmedi oysa. Gelseydi soracaktın.

Örneğin, "- sensiz geçen geniş zamanı anlatmamı ister misin?" Diyecektin.

- Hayır! diyecekti, adı "KEDİ"olan sözcük de

Mustafa Aslan

15 Kasım 2024 Cuma

Yağmur Kaçağı

elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa  eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim

Attilâ İlhan

Fotoğraf: Ara Güler


14 Kasım 2024 Perşembe

Majüskül Bir Kadın Yüzüne

Eski yazma kitaplarda aranan
saçları kadifeli ipek bir kadın
gittiği her yeri bir majüskül sanarak
yüzünün bir yanını yazlık sinemalara
bir yanını bekâr adamlara uyduruyor

Sokak sesli eskürbacı mı bu kadın
el kadar bir tiren taşıyor koynunda
ki onu herkes soyguncu bilmektedir
vampir diye yazıldığı kitaplarda
bir sansarla evlendiği de söyleniyor

İçinde aşkın hurda bisikleti
nereye gitse bir harf uçuyor yüzünden
tenha ve gizli takvimlerde
şimdi yapma bir gül kalmıştır elinde
tahta atıyla geçtiği günlerden

Refik Durbaş


13 Kasım 2024 Çarşamba

Bileği Taşı

Bin bir engelli bir maratondu
Koştum kan ter içinde
Tırmandım durdum yıllar yılı
Karlı bir yokuşu

Dipsiz karanlık bir kör kuyu
Renksiz kokusuz sevgisiz
Ne çok dinledim ben bu ağıtı
Neresinden baksam bugün
Başı bir hoyrat sonu ağlatı

Ne zaman nasıl geçti ilkyaz
Sonrası bir başka yalnızlıktı
Yoruldum yaşlandım yokluğunda
Tükettim temmuzları ağustosu

Yaşam ki bir bileği taşı
Kimini keskinleştirir yollarında
Tüketir kimini bilene bilene
Sol yanım paslanmaz çelik
Bilendikçe kendi kınını kesti
Sağ yanım kar beyaz pamuk yığını
Yıldız sağar gecelerinden

Bedrettin Aykın

Fotoğraf: Saul Leiter


İbn Fadlan Seyahatnamesi

Oğuzlardan bir Türk, birlikte yola çıktıkları İslam misyoneri İbni Fadlan'a yakınmış: "Başbuğ (halife) bizden ne istiyor? Öldürecek bizi bu soğukta! Ne istediğini bilsek, hemen verir kurtulurduk" demiş. İbni Fadlan buna cevap olarak, "Bütün istediği, 'Allah’tan başka Tanrı yoktur' demeniz", diye karşılık verince, Türk gülmüş: "Doğru olduğunu bilsek, söylerdik," demiş.

İbn Fadlan Seyahatnamesi, Yeditepe Yayınevi



3 Kasım 2024 Pazar

Mendilimde Kan Sesleri

Her yere yetişilir  
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama  
Çocuğum beni bağışla  
Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer  
İçimden öyle geldiği için değil  
Ama hiç değil  
Ah güzel Ahmet abim benim  
İnsan yaşadığı yere benzer  
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  
Suyunda yüzen balığa  
Toprağını iten çiçeğe  
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine  
Konyanın beyaz  
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer  
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir  
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları  
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına  
Öylesine benzer ki  
Ve avlularına  
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)  
Ve sözlerine   
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)  
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer  
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne  
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına  
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına  
Minibüslerine, gecekondularına  
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever


İzleyiciler