14 Mayıs 2025 Çarşamba

"Mizah topsuz tüfeksiz bir silahtır."

“Karşıtlığın olduğu yerde mutlaka mizah da vardır. İnsan ne için, niye güldüğünün ayırdına varmalıdır. Komiklik ayrı bir şey, mizah ise apayrı bir şeydir. (...) Mizah topsuz tüfeksiz bir silahtır. Vurdu mu yıkar! Her zaman diktatörler mizahın düşmanı olmuşlardır. Ama mizahçılar korkmaz. Korkmayan mizah, toplumlar için en önemli şeydir.” 

Muzaffer İzgü


"Yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider."

"Bana en yoksul devlet başkanı diyorlar. Ben yoksul değilim. Yoksul olan, yaşamak için çok fazla şeye ihtiyacı olandır."

“Yoksulluğu savunmuyorum. Sadeliği savunuyorum. Ancak sürekli büyümek isteyen tüketici bir toplum icat ettik. Büyüme olmazsa, bu üzücüdür. Gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik. Sürekli almalısın ve atmalısın. Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Bir şey satın aldığımda ya da siz bir şey satın aldığınızda, karşılığında para vermiyorsunuz. Verdiğimiz aslında vaktimizdir. O parayı kazanmak için harcadığımız vakit. Arasındaki fark: Yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider. Hayatı boşa geçirmek, özgürlüğünü kaybetmek, korkunç bir şeydir.”

“Şunu söyleyebiliriz ki dünyada çok daha paylaşımcı bir ortam yaratılabilirdi. Daha birlik içinde, kardeşçe yaşayan bir dünya inşa edilebilirdi. Amerika’da söylendiği gibi deniz sonsuzdur. Ve herhangi bir topluma dahil olamayan kişi sadece yoksuldur. Koca dünyada bir başına kalmıştır. Bu yalnızlığın acı tadını da öğrenmemek bilmemek için her zaman arkadaşlığa, birlik gibi değerlere çok önem vermek gerekir. Ve bu şekilde bulunduğumuz şehir gibi devasa şehirler ortaya çıkıyor. O kadar çok üzülesi durumda yalnız insan var ki. Eğer bu dünyaya sosyalizmi getirebilirsek ben de gururla sosyalist olduğumu söyleyebilirim. Ama hepimizin daha birlik içinde davranabileceğimiz, daha yardımlaşmacı bir toplumu elde edebilecek kadar sosyalist bir toplum inşa edemeyeceğiz.”

“Fikrimi açık konuşmalıyım. Bu bir kaynak noksanlığı değil. Bu bir idare eksikliği. Hükümetleri tasalandıran bir sonraki seçimi kimin alacağı, patronun kim olacağı... Güç için itişiyoruz ve insanları ve dünya meselelerini unutuyoruz. Kriz, çevreden, doğadan değil. Siyasi. Uygarlığımız, tüm gezegenin mutabakatına ihtiyaç duyulan bir aşamaya ulaştı. Ve biz bakışlarımızı bundan kaçırıyoruz. Şovenizim ve egemenlik hırsıyla körleşmişiz, özellikle en güçlü ülkeler. Örnek olmaları gerekiyordu! 25 yıl olmuş Kyoto’da anlaşalı. Hala en basit önlemleri almak için bile ayak diriyoruz. Yazık! İnsan pek ala kendini yok etmeye muktedir tek hayvan olabilir. Önümüzdeki ikilem bu. Sadece yanılıyorumdur diye umuyorum. İnsan doğası öyle bir yapıda ki, kolaylık içinde geçen bir yaşam yerine acıyla yoğrulmak daha öğretici oluyor. Izdırap çekelim demiyorum. Ama insanların anlamasını istediğim nokta şu: kendini her an yeniden toparlayabilirsin; Sıfırdan başlamak her zaman değerlidir. Bir kere veya bin kere, hala hayatta iken… Hayatta en yüce ders bu. Başka bir deyişle, vazgeçene kadar kavgayı kaybetmemişsindir. Mücadeleyi, hayalinden vazgeçerek terk edersin. Mücadele, hayal, yere serilmek, gerçeğin sillesini yemek, budur varoluşumuzu veya yaşadığımız hayatı anlamlı kılan. Kin besliyor iken bir hayatın olamaz. Kısır döngülere hapsedemezsin hayatını. Bildiğim, hayatın kederi asla iyileştirilemeyecek. Kimse hayatı geri saramaz. Yaralarını sarmayı ve yüzünü geleceğe dönmeyi öğrenmen lazım. Vaktimi yaralarımı yalamakla geçiriyorsam, hiçbir yere varmıyorum. Hayatı önümüze serilmiş bir yol olarak görüyorum. Önemli olan yarın. Bana söylediler, uyardılar, eski bir deyimmiş: geçmişi hatırlamalısın ya da tekrar etmeye mahkûmsun. İnsan ne demek biliyorum: Toynağı aynı taşa yirmi kere vurabilen tek hayvan! Her nesil kendi tecrübesinden öğrenir, ötekilerden değil. İnsanlığı idealize etmiyorum. Başkasının tecrübesinden ne öğrenilebilir. Sadece kendimiz ne yaşadıysak onu öğrenebiliriz. Neyse, bu benim hayat görüşüm. Görülecek hesabım yok.”

“Yaşlandıkça şunu farkedeceksin, 1 dolarlık bir kol saati ile 500 bin dolarlık bir kol saati aynı zamanı gösterir. Mutluluk materyalist şeylerde aranmaz.”

"Ben insanların geceleri yatacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada başkalarının 500 metrekarelik malikanelerde yaşamasını anlamıyorum!"

"Güç insanları değiştirmez, sadece gerçekte kim olduklarını ortaya çıkarır."

José Mujica (20 Mayıs 1935 - 13 Mayıs 2025)

Hasta Siempre Pepe!
............................................................................................................................................................................

Yıldızlar Yoldaşı Olsun / Önder İskender Özturanlı

O bir sosyalistti, mütevazılığı eşitlikçi sosyalistliğinden geliyordu, bütün inandığı gibi yaşayanlarda olduğu denli bilgeydi de. Halkın içindendi, halkının dışına hiç çıkmadı bakan olduğunda da devlet başkanı olduğunda da. Yaşamın kendisi gibi pürüzsüz, yaşamın kendisi gibi yalansız, olması arzulanan dünyadaki gibi sömürüsüz. Jose Mujica bilinen lakabıyla Pepe mütevazi bir çiftçi, toprak adına mücadele eden, hayata çiçek satıcılığıyla başlamış bir sosyalistti. Bir zamanların efsane örgütü Tupamaros’lara katıldı ve ileri düzeyde görevler aldı. Askeri diktatörlük döneminde 14 yıl cezaevinde kaldı, şehir gerillası komutanı bu lider kadrodan dokuz kişi üzerinde ağır ve denenmemiş işkenceleri denediler, Amerikalıların teknikleriydi bunlar, sonra çıktı ve birleşik sol partide siyasete girdi. Sert mücadele dönemi bitmişti, Demokratik Sosyalizm anlayışıyla sol cephe kuruldu, genişledi ve iktidara geldi, Mujica Frente Amplio’nun iki önemli liderinden birisiydi, Tabare Vasquez işe birlikte dönüşümlü olarak Uruguay Cumhurbaşkanı oldular, çok başarılı dönemler geçirdiler. Urugay hala Geniş Cephe tarafından yönetilmektedir.
O bilge ve çelebi kişiliği, muazzam "humour"u ve paradan azade hayatı ile bir sosyalist efsane olarak kalacaktır. Ancak asla unutulmasın ve atlanmasın; büyük politik stratejiler kurabilen, halkı adına aldığı gücü gözüpek biçimde kullanan bir çelik çekirdekti de o, siyasal yaşamı başarılarla dolu olan. Bilge, gülen, yoksul kalarak kapitalizmin ayartmalarına direnen bir çelik çekirdek... Kendisinin yoksul bir başkan olduğuna şöyle itiraz etmişti; "Ben fakir değilim, sadece ayığım, yüklerden hafifim. Özgürlüğümü hiçbir şeyin çalmayacağı kadarına sahibim" Bir yerde de parayı seven adamları siyasetten men edin demişti. Yıldızlar yoldaşı olsun bu büyük mücadele adamının.



11 Mayıs 2025 Pazar

Sacco ile Vanzetti

ÖNSÖZ

Yuvarlanıyor, iri, sıcak damlalar
bakır yanaklarımızdan!
Yuvarlanıyor iri sıcak damlalar
kalbimize!
Kalbimiz artık dar geliyor bize!
Kopararak
kanlı sargıları
yaramızdan
sokaklarda haykırmadayız
hep bir ağızdan!
Dişi bir kaplanız ki biz,
kara saplı bir hançer deldi yavrularımızın göğsünü!
Dişi bir kaplanız ki biz
dişlerimizde taşıyoruz altın başlı yavrularımızın ölüsünü.
Kin'in kızıl gözlü sarı alnına
saldık sevginin beyaz çiçekli örgüsünü!..
Kan geliyor kainatın rengi bize!
Yuvarlanıyor iri sıcak damlalar
bakır yanaklarımızdan
kalbimize!.

HİKÂYE

Onların cebinde fırkamızın bileti yoktu.
Onlar, kurtuluşun kapısına varmayı,
ferdin cesur hamlelerinden uman
iki saf ve namuslu çocuktu!
Ne milyonların rehberiydi onlar,
ne de inzibatlı bir inkilap ordusunun askeri!
İhtilalin sıra neferiydi onlar,
İhtilalin namuslu iki neferi.
Yanıyordu kanlarında şavkı İtalya güneşlerinin.
Koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine,
dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.
Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!
Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.
Elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular.
Yürekleri dört bin volta yedi dakka dayandı,
yandı yürekleri
yedi dakka yandı!...
Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete,
kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!.
Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,
ölümleriyle şâhâ kaldırdı kitleleri
ihtilalin neferi!...

KISSADAN HİSSE

Burjuvazi,
katletti içimizden ikimizi
bu iki ölü ölmeyen iki ölümüzdür!
Burjuvazi,
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabulümüzdür!
Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını, ölmesini.
Hepimiz - birimiz için,
birimiz - hepimiz için!..

Nâzım Hikmet Ran

...............................................................................................................................................................................................

Geç Gelen Adaletin Evrensel Simgeleri

ABD’de işlemedikleri suçtan hüküm giyen Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti, dünya ayağa kalkmasına rağmen idam edilmişti. 50 yıl sonra itibarlarının iadesi bir şeyi değiştirmedi. Onlar zaten geç gelen adaletin ne olduğunu hatırlatan birer simge olmuşlardı.

Bundan tam 100 yıl önce bir mayıs günüydü... Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti, adaletin sonsuza kadar yara alacağı mahkemeye çıktılar. Hayatlarına mal olacak, ancak 50 yıl sonra suçsuz bulunacakları bir karara doğru ilk adımdı bu.  İkisi de İtalya’nın küçük şehirlerinde doğmuş, genç yaşlarında Amerikan rüyası peşinde okyanusu geçmişlerdi. Sacco, haftada altı gün, günde on saat bir ayakkabı fabrikasında çalışıyordu. Vanzetti ise bir tezgahta balık satıyordu. İkisi de işçi hakları mücadelesi içindeydi ve anarşizm yanlısı İtalyanların kurduğu kolektifte çalışıyorlardı.  ABD, Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde kolektifin tamamı askere çağrılma ihtimaline karşı Meksika’ya kaçtı. Savaş bittiğinde geri döndüler, ancak bıraktıklarından daha sert bir mücadelenin içinde buldular kendilerini. 

Delil yok, kanaat var

1920 yılında bir arkadaşlarının Adalet Bakanlığı’nın penceresinden şüpheli biçimde düşüp ölmesi sonucunda bir eylem yapmaya karar verdiler. Polis onları yakaladı ve anarşist içerikli bildiri ve silah bulundurmakla suçladı. Birkaç gün sonra ise suçlama değişti: Bir soyguna katılıp iki kişiyi öldürmek. Braintree Pearl Street adresinde Slater & Morrill ayakkabı fabrikasının mutemedi ve onun koruması öldürülmüş, yanlarındaki para da çalınmıştı. Parmak izi yoktu, birinci derece kanıt yoktu; Sacco ve Vanzetti’nin suçlanması için iki gerekçe vardı. Biri göçmen olmaları, diğeri ise mahkeme başkanının onlara hiç çekinmeden yapıştırdığı “iki aşağılık anarşist” etiketi.  1921 yılının 24 Mayıs’ında başladı yargılama. Öyle bir iklim vardı ki ABD’de, Sacco ve Vanzetti için adalet Kafdağı’nın ardında görünüyordu. Bolşevik devriminden sonra ABD’de komünist avı başlamıştı; 1924 yılında Hoover tarafından kurulan FBI, 150 bin kişilik şüpheli listesiyle devlet tarafından “istenmeyenler”e dünyayı dar ediyordu.

Lehlerine tanıklık edenler dinlenmedi, serbest bırakılmaları için dünyanın dört bir yanından yapılan çağrılara kulak asılmadı. Bernard Shaw’dan Albert Einstein’a nice insan adalet talep ettiyse de karşılık bulamadı. Hâkim, “Belki bu suçları işlememiş olabilirler” diyordu hiç çekinmeden, “ama yerleşik kurumlarımızın düşmanı oldukları açık”. Yıllarca süren sözde yargılamanın ardından 1927 yılında idama mahkum edildiler. Vanzetti, idam kararından sonra Sacco’nun oğluna şunları yazdı: “Hiç aklından çıkarma Dante, bunları hep hatırla; biz suçlu değiliz, bizi bir yığın uydurma ve yalanla mahkum ettiler; yeniden yargılanmamıza karşı çıktılar ve eğer yedi yıl, dört ay, on bir gün süren tarifsiz acılardan sonra bizi idam ediyorlarsa, bunun sebebi sana demin söylediklerimdir, çünkü biz yoksullardan yanaydık, insanların insanlar tarafından ezilmesine ve sömürülmesine karşıydık.” 23 Ağustos günü elektrikli sandalyede yedi dakika arayla idam edildiklerinde yarım yüzyıl sonra gelecek adaleti hayal etmişler miydi acaba?  Vanzetti’nin son konuşmasını Can Yücel nefis Türkçesiyle şöyle çevirmişti: “Bunlar gelmese başıma, siz çıkmasaydınız karşıma ona buna dert anlatacağım diye köşebaşlarında harcar giderdim ömrümü, silik, belirsiz, yenilmiş titretir giderdim kuyruğu. Ama şimdi öyle mi ya! Bizim başarımız bu ölüm, bizim zaferimiz bu. Dünyada aklımıza gelmezdi böyle yararlı olacağımız, insanlık için, adalet için, hürlük için eskaza gördüğümüz bu hizmeti bir kere değil, on kere yaşasak yapamazdık. Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiç kalır bunun yanında hiç kalır yanında idamımız -bir kunduracıyla bir işportacı parçasının idamı Yaşayacağımız o son anı elimizden alamazsınız ya! O bizim işte, o bizim zaferimiz.”

Cinayetin cezası özür

1977 yılında Massachusetts Valisi Michael Dukakis (ki o da bir göçmendi) Sacco ve Vanzetti’nin adil yargılanmadıklarını söyleyip itibarlarını iade etti. Hukukun işlediği cinayetin cezası ancak özür dilemek oluyordu. 23 Ağustos, artık Sacco ve Vanzetti’yi Anma Günü ilan edilmişti.  Yıllar içinde adlarına anıtlar dikildi, şiirler yazıldı, filmler çevrildi, şarkılar bestelendi. Joan Baez’ın Ennio Morricone ile birlikte yazdığı Here’s To You, Giuliano Montaldo’nun 1971 tarihli filmi “Sacco & Vanzetti”nin soundtrack’iydi. Vanzetti’nin son sözlerinden ilham alan ve dört satırdan oluşan şarkı, 1970’lerin insan hakları hareketinin sembollerinden biri olmuştu:  “İşte şimdi, Nicola ve Bart Kalplerimizde sonsuza kadar dinlenin Son ve en son an sizlerindir Bu acı zaferinizdir.” Şarkı, 1977’de hapishanede intihar eden, Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan Carl Raspe’nin cenazesinde marş olarak söylendi. 2014’te ise video oyunu Metal Gear Solid V’nin açılış şarkısıydı. John Dos Passos “ABD Üçlemesi”nde, Kurt Vonnengut “Kodes Kuşu” kitabında onları anlattı. Dos Passos “Onlar Ölü Şimdi” şiirinde “Artık özgürdü hayâlleri” yazıyordu; “Uzaktaydı artık o zift kokan hücre. / Sesleri, dillerine yabancı on binlerin nefesinde yankılandı / Ve aynı şarkıyı hep bir ağızdan söyledi on binler. / Şarkı çığlık olup patlattı Massachusetts’in kulak zarını. / Şimdi varsa cesaretin, buna şiir de!” Allen Ginsberg ise “Amerika” şiirinde “Sacco ve Vanzetti ölmemeli” diyordu. Onlar elektrikli sandalyeye doğru yürürken Nazım Hikmet de elinde kalem kağıt, acısını şiirle dindiriyordu:  “Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular Elektrikli iskemleye Kadife bir koltukmuş gibi oturdular Yürekleri dört bin volta yedi dakika dayandı Yandı yürekleri Yedi dakika yandı Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete Kurban gittiler dolarların emrindeki adalete! Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi, Ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri Bu iki ihtilal neferi! Burjuvazi, Katletti içimizden ikisini Bu iki ölü ölmeyen ölümsüzdür!” Evet, ölümsüzler artık. Onları edebiyat, müzik, sanat ölümsüz kıldı. Vanzetti’nin sözlerine rağmen son bir kez sorsalar, adaletin katliyle ölümsüz olmak mı yoksa adilce yaşamak mı isterlerdi acaba?  

Zeynep Miraç, Gazete Oksijen, 21 Mayıs 2021







Sadrazam Hamamda

Peştemal takıp girdiler hamama
Geçtiler kurnaların başına
Üçer beşer
Sadrazam deseniz
Kuruldu göbektaşına
Yan gelip yattı.

Memleketin en ünlü tellakları
Sardılar dört yanını
Kimi elini kaptı kimi bacağını
Bir keseleme, sürtme faslıdır başladı
Tamam on iki saat
On iki ünlü tellak
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu
Öylesine kir çıktı ki sormayın
Her biri nah parmağım gibi
Aman efendimiz bu ne kiri
Demeye kalmadı
Keselerin altında eriyip gitti
Koskoca sadrazam
Bütün maiyet erkanı yerinden fırladı
- Nittünüz devletliyi
Dediler tellaklara
Tellaklar cevap verdi:
- Biz yıkadık, keseledik
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik
Suç bizde değil
Neyleyelim
Kir bitti Sadrazam elden gitti.

Ümit Yaşar Oğuzcan, Taşlamalar Hicivler 1, S.27-28



3 Mayıs 2025 Cumartesi

Bizden Başkası Bilmeyecek Bizi

çok sıradan,
sıradan bir insan gibi değil sadece
herhangi bir şey gibi yaşayacağız,
taşta yosun, yosunda kuzey, kuzeyde yön
yönde gemiler yolunu bulacak okyanusta bizimle…

balık avlayan da biz olacağız, balık satan da
balığı satın alıp eve götüremeyen de biz olacağız
havada, karada ve denizde ordular peşimize düşmeden
yani avlanmadan önce balıkla gözgöze gelmeyi de bileceğiz

sadece balık mı, yok uçamıyorsak serçe de değilizdir
o mendebur, o hep bizden bir adım önde giden aşkın
peşinde koşan sarhoş adamlar gibi
çok basit görünmeyeceğiz sadece
aynen öyle yaşayacağız
fırında ekmek, caddede su birikintisi
sokak başında çiçek satan olacağız mesela
adımız rütbesiz, adımız işimiz gibi tırışkadan bir giysi…
hani, rüzgar biraz hızlı esse havalandı, havalanacak kadar hafif
eften, püften havalanan polenler gibi aklı kısa sanacaklar belki bizi

ama değil, inan kardeşim değil, kurşundan dökülmüş söze gerek yok
edilmiş bir yemin gibi, hep alnımızda taşıdığımız o dudak izi gibi
çocuklar gözlerimizde damlasalar bile
bizden başkası bilmeyecek bizi…

Fadıl Öztürk

Fotoğraf: Semo


Bir Gülü Sulama Zamanı

Açık mı yüreğinin kapısı sevgilere
Duyuyor musun çağıltısını yaşamın
Yürüyorsa o özsu hücrelerinde
Kaçıncı baharında olursan ol
Vakit hep bir gülü sulama zamanı

Gecikmiş değilsin dinlemeye
Tenin tene sevgiyle her dilden
Söylediği o coşkulu türküyü
Bulur bir gün nerede olsan seni
Sürüp gelir bir yangının izlerini

Tut elinden sokaklara çıkar hüznü
Yoksa büyür sığmaz olur odalara
Konuş onunla havadan sudan söz et
Kuşlardan çiçeklerden istersen
Sadece bir merhaba desen de olur

Gülümse ona bir gün karşılaşınca
Tükenir paylaşılınca yalnızlıklar
Biliyorsun yurtsuz nicedir sevgiler
Geçit verirsen gözlerinin çölünden
Gelir sığınır bir yerinden yüreğine

Bedrettin Aykın


Sıcak Saklayın Gecelerimi

geçici ayrılık benimkisi
ilkyaz çiçeğine gebeyim
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim

sıcak saklayın gecelerimi
karlar altından çıkıp geleceğim
düşlerinizin ateşinden
ılık bir rüzgar gibi eseceğim

demlice bir çay koyun üstüne
aç çocuk gibi besleyin sobayı
nasıl tütüyorsanız gözlerimde
öylece tütsün buharı

uzunca serin yatağımı
boyunca uzansın ayağım
el aman deyince gece
usulca kıvrılır yatarım

can canım canlarım
hazır mı koynunuzdaki yerim
gün olur gecikmiş çocuk gibi
bağıra çağıra gelirim

Nevzat Çelik

Fotoğraf: İfsak Blog, 4 Temmuz 2022, Levent Küey'in 
Bir Kara Delik: Hüzünden Umuda isimli makalesinden


2 Mayıs 2025 Cuma

Bekle Beni

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarısıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken
Beni beklediğini.

Konstantin Simonov

Çeviren: Sacide Üçer


Goya

Ben Goya'yım!
Çorak bir tarlaya kuzgunlar gibi süzülen düşman
yuvalarından oydu gözlerimi.
Ben acıyım!

Ben iniltisiyim 
savaşın. 41 karlarında yanmış
şehirlerim ben.

Ben açlığım!

Ben kırılmış boynuyum
çıplak alana çanlar gibi sallanarak asılmış
bir ihtiyar kadının...
Ben Goya'yım!

Ey gazap üzümleri!
Top sesleriyle yürüdüm Batı'ya,
çağrısız konuğun külleriyim ben!

O unutulmaz göğe tabut çivileri gibi
sert yıldızlar çaktım!
Ben Goya'yım!

Andrey Voznesenski

Çeviri: Ülkü Tamer


Ya Hep Beraber ya da Hiçbirimiz

Kim mi kurtaracak seni, köle?
Görecekler seni, kardeş.
yuvarlananlar uçuruma,
duyacaklar çığlıklarını:
Seni köleler kurtaracak kurtaracaksa! 

Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
Kurtulmak yok tek başına
yumruktan ve zincirden.
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.

Kim mi alacak öcünü, yenilmiş adam?
Vurulmuşsun madem,
gel yaralıların yanına.
Gerçi biz zayıfız, kardeş.
zayıfız, yaralıyız ama,
alırsak biz alırız öcünü senin.

Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
Kurtulmak yok tek başına
yumruktan ve zincirden.
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.

Kim tutacak elinden, bitik kişi?
Birleşmek zorundadır başkalarıyla
yoksulluğa dayanamayan.
Birleş sen de yoksullarla, durma.
Birleş yarına bırakmayanlarla bu işi.

Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
Kurtulmak yok tek başına
yumruktan ve zincirden.
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.

Bertolt Brecht

Çeviri: A. Kadir – Asım Bezirci


1 Mayıs 2025 Perşembe

Zafere Dair

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
                                        dudaklarını kanatarak
                                        dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
                                        bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
         artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
                                                    tırnakla sökülüp koparılacaktır...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
                      zalim
                               ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
— halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı —
ölüyor insanlarımız
                     — ne kadar çok —
sanki şarkılar ve bayraklarla
                                   bir bayram günü nümayişe çıktılar
                                                                     öyle genç
                                                                            ve fütursuz...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
                               yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı :
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
                                        gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
                       biz unuttuk bağışlamayı...

Varılacak yere
                kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
          artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
                                                   tırnakla sökülüp
                                                                   koparılacaktır...

                                                                                            1941, Sonbahar...

Nâzım Hikmet Ran

Fotoğraf: Saul Leiter,1960



Yanlış ve Yabancı

trenim öldü 
akşamdan kalma bir yabancıyım 
artık beni bu çağdan topla kalbim 
kimsenin beklediği devrim değilim, 
ne sevebildim yerimi 
ne dirlik yapabildim. 

kolay bitmedi gecem 
şarkısını yitirmiş çingene bir çocukla 
ağır yaralı iki bacak gibi yanyana 
sabaha kadar devrildim, 
bir göç imgesine saplanıp kaldı ayaklarım 
ah yollar, görmediler ki beni gidebileyim.
 
geceleri altını ıslatan bir bulut muydu o çocuk 
kaç damla yağmur yedim de böyle şişmanladım 
ki düşlerin kanatlarına bile ağır geldi 
bir zamanlar leyleklerin getirdiği bedenim. 
ah kalbim, ben asaleti bozuk 
tanrılar çağına mı düştüm, 
bunca yıldır gezerim 
hiç böyle dünya görmedim. 

trenim öldü 
durdu zaman makinem 
öyle çok sonlar buldum ki artık 
bilmiyorum nereden başlamalıyım. 
hiç bulamadığı kapağıyım tencerenin 
bir buluşmalar yabancısıyım, 
koskoca yıllar yanlışı... 

artık beni bu çağdan topla kalbim 
bir şarkıya binip gideyim.

Devrim Dirlikyapan

Fotoğraf: Reyhan Türk


İzleyiciler