12 Aralık 2013 Perşembe

İstanbul

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

Cahit Külebi

Fotoğraf: Nurcan Azaz

6 Aralık 2013 Cuma

Yaralı Olduğunu Sanan Birisinin Hüznüne Gazel

Şehir birden başladı, sol tarafta hendekler
işportacılar, dükkancılar ve akşamüstüne gidip gelenler
ve onun hüznü vardı

Şehirler olsun varsındı ve manavlar kapansındı.
evlerin ince bir buğuya, bir cinselliğe kapansındı

ve onun hüznü vardı

Aksaçlı ortodokslarla dövüşken çocuklar.
aşk romanları ve trafolar ve “Sen ne güzelsin”ler
kendilerini bitmez sansındı

Nalbantlar resamlarla ve bütün tarlalar çarşıda.
hele yılgınlıklar bir sabah temizliğinde
ve bir coşkudan artan sarı bir şeyler vardı

Bir yitik gibi yüceden, bir anı gibi bir sancıdan
ve onun hüznü vardı
“Her şey atılıyordu. Bitmiş sigaralar. otobüs biletleri. kullanılmış pamuklar muayyen zamanlarda. tarifeler. yaz gümrükleri. gazocağı iğneleri. kötü çıkmış resimler. bir yatma. bir evin oniki yıllık badanası. bir tarih kitabı. kazanılmış bir savaş ve sonucu. bir anlamsızlık. ölü bir çocuk ve pabucu. kibritler. sinemalar. Ve.”
onun hüznü vardı

Ah ellerim, ah beni hatırlayan herkes
Bir kötü romanda beşinci kişi gibiyim falan
ve beni tanımayan herkes

Ben aranan bir şeyim bir parça analjezik.
sesim dükkânsızlığın sesidir bir parça aralık
tahta kepenkli tahta kepenksiz bir parça aralık
Sokaklarda.
Havralarda.
Yataklarda.
Dünyada.

ve onun hüznü bir haydutun hüznüdür
biraz da kendinin yaptığı

Turgut Uyar

5 Aralık 2013 Perşembe

Vera İçin

Bir ağaç var içimde
fidesini getirmişim güneşten.
Salınır yaprakları ateş balıkları gibi
yemişleri kuşlar gibi ötüşür.

Yolcular füzelerden 
çoktan indi içimdeki yıldıza.
Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,
komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok. 

İçimde ak bir yol var.
Karıncalar buğday taneleriyle
bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer
ama yasak, geçemez cenaze arabası

İçimde mis kokulu 
kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil

Nâzım Hikmet Ran

29 Kasım 2013 Cuma

Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz

Başlangıç
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
                                                                ve taşı yonttuğumuzdan beri
            yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran ?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar ?

1
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

2
Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.

Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
                    yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
                                        o bulutlardır geçen.
Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.
O bulutlardır geçen
                 yok olmuş olan dalların üstünden.

3
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
                    ama keder
                              dilediğin kadar,
                     yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
                       hastalık kederi,
                                              ayrılık kederi,
                                                       kocalmak kederinden
          gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
          avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.
 

Çağırı
Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
            toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler. 


Nâzım Hikmet Ran

diz boyu karlı bir gece


diz boyu karlı bir gece,
sofradan kaldırılıp,
polis otomobiline bindirilip,
bir trenle gönderilerek
bir odaya kapatılmakla başladı maceram.
dokuzuncu yıl biteli üç gün oluyor.

koridorda, sedyede bir adam
yüzünde uzun demirlerin kederi,
açık ağzıyla sırtüstü ölüyor.

akla yalnızlık geliyor,
-iğrenç ve tam,
delilerin ve ölülerinkine yakın-,
ilki yetmiş altı gün:
sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
sonra, saç bir geminin baş altında yedi hafta.
lâkin yenilmedik,
kafam:                    
ikinci bir insandı yanımda.

çoğunun yüzünü unuttum büsbütün,
yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan,
halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler.
bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
heybetli olmak.
değildiler !..

insandan çok eşyaya benziyorlardı:
duvar saatları gibi ahmak,
kibirli,
ve kelepçe, zincir filân gibi hazin ve rezildiler.

evsiz ve sokaksız bir şehir.
tonla ümit, tonla keder.
mesafeler mikroskobik.
dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.

yasaklar dünyasındayım.
yârin yanağını koklamak:
yasak.
çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada:
yasak.
aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan
konuşmak kardeşinle, ananla:
yasak.
yazdığın mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak:
yasak.
yatarken lambayı söndürmek:
yasak.
tavla oynamak:
yasak.
ve yasak olmayan değil,
yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
sevmek, düşünmek ve anlamak.

koridorda, sedyede öldü adam.
götürdüler.

artık ne ümit, ne keder.
ne ekmek, ne su,
ne hürriyet, ne hapislik,
ne kadınsızlık, ne gardiyan, ne de tahtakurusu,
ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
bu iş, bitti , tamam.

fakat devâm ediyor bizimkisi,
sevmek, düşünmek ve anlamakta devâm ediyor kafam,
dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devâm ediyor.
ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevâm.

Nâzım Hikmet Ran


27 Kasım 2013 Çarşamba

Soneler 1

Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman:
Aşındırarak bütün güzel duyguları.
Bir yarım umuttur elimizde kalan,
Göğüslemek için karanlık yarınları.
Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,
Damağımda kösnüyle gezinirken;
Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,
Dışarıda rüzgâr acıyla inilderken.
Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.

Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey yok paylaşacak acıdan başka.

Metin Altıok

23 Kasım 2013 Cumartesi

Beni Sorarsan

Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle göl arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrimden dolaşıyorum

Hiçbir iktidarı sevmesem de
Sobanın iktidarında
Çarpışa çarpışa nasılsa
Büyüyebilen kızlar
Uslu, sakin, ölümü bekliyorlar
Yaşlılık
Dev mi oldular, başkaları
Üstüne üstüne gelip korkusuz
Güçlerini deniyorlar

Gülten Akın

22 Kasım 2013 Cuma

Tabanca


Sigara içenlere ateş etmeyiniz
Evli bir kadınla rakı içerken
Rozet gibi göğsüne takmış cesaretini Ben Mitridat'tan sözettim siz etmeyiniz 

Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla İstanbul, İstanbul uzakta
İstanbul'a ateş etmeyiniz

Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa'nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de 
Ben çok seviyorum siz de seviniz

Cemal Süreya

Bir Cemal Bir Canan Birdir İkisi


Sen benim incelticimsin
Bana Cemal' in yadigârı

Sen doğmadan sevmişim seni
Ölüm bahanesiyle kapanmadan kalbim

Ki ölülerin papatyasıdır kasımpatılar
Hadi gel kırlara gidelim

Ben bulutlarımı sundum sana
Sen yeşillerini uzattın dallarının

Kuşlar sığınacak bir yer buldu ama
Sözcükler yitip gitti ağaçlar kaldı ortada

Sığındık pul çiçeğine mühür çiçeğine
Yıpranmış mektuplar gibi iki gözü iki çeşme

Birine sen ağladın birine ben
Bu senin gözyaşın bu da benim / bak

Bak o bulut hep başımın üstünde
Olmasaydı / o öpücüğü de unuturdum çoktan

Oturduk beraber bekledik Cemal' i
Beklemek bu kadar güzelken

Hüzünlü bir istasyondu Kadıköy
İyi kötü yaşayıp giderken

O gün bugündür kaç ay salınıp geçti
Gökyüzünden / dönmedi Cemal 'Sevda Sözleri' nden.

Ahmet Ertan Mısırlı

19 Kasım 2013 Salı

Saat Beş

İstanbul'da elimi kaldırdım
Biraz içkiliydim, biraz sevdalı, biraz da minareli
Geleni geçeni durdurdum
Bakın dedim bakın gökyüzü nasıl eskimemiş
Bir de şu martılara bakın nasıl alıngan martılar
İstanbul'da en ince minarede
Beş tane gözüm vardı mavi

İstanbul'da gözümün birini söndürdüm
Balıkların yarısı yok oldu gitti
Hiçbir balığın kuyruğu yok kör oldum
Ben bir zamanlar yelpazeli kadınlar görürdüm
Evlerinde kocalarında uykularında
Yarı yarıya saç yarı yarıya dudak
Nasıl sıcak olurlardı düşünürdüm

İstanbul'da Divanyolu'nda denizin orda
Bütün milleti başıma topladım
Herkes birşeyler söyledi kendine göre
Bir kadın döktüre döktüre susuyordu
Yaklaştım yanına elini tuttum.
Bak dedim martılar ne kadar alıngan
İşte tam bu sırada saat beşi vurdu

Cemal Süreya

Bir Alıp Bir Satıcı Gönül


Düştüm bir öylesi çekilmez derde,
Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.

Hasret nedir bilmezken o kadar
Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim.
Çünkü daha görmediğim güzellikler var,
Öyle bir yürek koymuşlar ki içime neyleyim,
Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar!

Ben deli miyim bilmem mi neler ettiğimi.
Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar,
Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen
Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar,

Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı,
Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir.
Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı,
Gönül her yerde bir kardeşim güzel her yerde bir..

Enver Gökçe

18 Kasım 2013 Pazartesi

Keder Vakti

                                                                                Dolu silâhı şimdi
                                                                                Daya bomboş yüreğine*

sağ elini kalbinin üstüne koy sol elini havaya kaldır sivas
pîr’ler ve âşık’lar aşkına söyle senin bu yaptığına sivas mı denir
söyle suya ateş çiye kül dediğin günden beri mutlu musun allasen!
sana seni şikâyetimin bin sayfalı defteri var âh’a şuramda
bir elimde kızımlar bir elimde yedi yeri yama(n gökyüzü
içim ki kızılay bir ankara kır kır geçmişi kırmak düello tadında 
sırasıdır şimdi bin sitem gelip sana döküleceğim madımak’ta--
sırasıdır ya, keder vakti bir şiiri sustum da geldim bak behçet
aşk-ı güzergâh kendimi deplasmanlara salmam senden hatıradır
her elini tuttuğuma ekmeğim sevgilim deniz fenerim demem
her dem yanında taşıdığın üç şeyin kanamasıyım sivas’tan bu yana
biri çakıl taneleri: hece hece bordo bir ömre ithaf kurşun sözler
biri çatlamış çatlayacak güz narı: eylül’üm, yazmadan edemem
bir öpüşün bıraktığı harlı leke öbürü: hardan öte sine-i har hâlâ!                     
ince bir tığla örsem içimi bir daha keder bu ya hep sana çıkarım
sesler ve küller tanığıyım ses ve kül imgesinde sınarım kendimi
ne denli sınasam da bir yanım bozlaktır bir yanım yaralı koşma
ayrılığın hem konmuş hem göçebe hâline ne denir ki sahi
ak örtü üstüne mor mendil söyle orda ağlamak mıdır behçet!
âh, sen ki tüm türkülerini siyah süvari gecesinde söyledindi
kentten taşraya tentürdiyot sürülen her yara hep seni hatırlatır

çok gittin çok kaldın sanki, daha gitme !      çünkü beyaz bir gemidir ölüm**

*Attila József   **Behçet Aysan 

Hüseyin Alemdar

İzleyiciler